Ankara'yı didiklemek (1)
Geçenlerde değer verdiğim genç bir yazar kardeşim, bir gazeteye mülakat vermiş. Aslında, güncel gündemi pek takip etmiyorum. Hele politik konuların günlük gelir geçer ateşleri de beni artık eskisi kadar etkilemiyor. Dikkatim daha çok kalıcı ve "aslında ne ?" konular üzerinde.
Hayatın politika dışında, ne yazık ki günlük hay huy içinde ıskaladığımız tarafları olduğunu fark ettiğimden beri bu böyle. Yapmak konuşmaktan, yazmak konuşmaktan, yaşamak hepsinden daha önemli artık benim için.
Diyeceğim şu ki, derdim bu genç arkadaşıma laf yetiştirmek değil. Kimseyle de didişecek halim yok. Siyaset ve politika üzerine kayıkçı küreği gibi inip çıkan kısır kavgalar bana çok uzak. Ancak, uzun süredir Ankara'nın ne anlam ifade ettiği, buraya yürüyenler, onların portreleri, gelince ne yaptıkları, tutuldukları hastalıklar ve onların "bizler" üzerindeki etkileri üzerinde kafa yoruyorum.
Genç yazarımız bir kez daha bana içinde bulunduğumuz noktayı, öncesini ve geleceğini düşündürdü. Adeta bir muhasebe yapma fırsatı verdi. Bundan bazen bu taraf, bazen de o taraf payını almış olabilir. Ama, en çok da kendime batırdım çuvaldızın ucunu. Bu yazı ve takip eden birkaç yazı aslında Ankara dışardan nasıl görünüyor, biz nasıl görüyoruz, onlar nasıl görüyor üzerine. Bu da bir Ankara hastalığı çünkü.
Nasıl mı ? Açıklayayım. Bu ülkede herkesin siyaset -ben politika demeyi tercih ediyorum- üzerine konuşması çok yaygın. Kahvede, işyerinde, meydanlarda, evde, medyada bu konu en fazla işlenen bir konu. Bir zamanlar ben de öyleydim. Gazete ve televizyonları izler, geç vakitlere kadar açık oturum takip eder, liderlerin konuşma ve atışmalarından çok etkilenirdim.
Bir gün fark ettim ki, bunların hepsi hayatın köpük köpük köpüren yüzü, denizi bile göremiyorsun. Bu didişme politikacıların işi, gazetecilerin ekmek parası. Onlar için çok normal bu harala gürele. Her gün değişen gündem ve üzerinde sürdürülen bitip tükenmez kavga onların var oluşu demek. Bana/bize kalansa hastalık seviyesinde gerginlik, stres ve karamsarlık. Çok şükür bu hokus fokusun dışına çıktım ve artık rahatım. Bazı bazı rahmetli bir liderimizin ifadesiyle koltuğuma oturup kahvemi höpürdetiyor ve tiyatoroyu seyrediyorum. Herkese de tavsiye ederim. Çok rahatmış.
Sizce yetenekli bir romancı, gelecek vaad eden zeki bir genç yazar neden Siyaset/politika üzerinde konuşmaya zorlanır ? Sadece
ve sadece edebiyatçı olduğunu söylediği halde neden kendisiyle siyasi gündem konuşmak
isterler ? Bu ısrarın sebebi nedir acaba ? Cevap yine o genç yazarımızın ifadesiyle "tatsız" bir durum. Düşünmek lazım.
Genç arkadaşım, bu
ülkede neden bu kadar çok siyaset/politika konuşuluyor biliyor musun ? Hayat daha kötü
olduğundan değil, öğretmenlerimizin, hocalarımızın, yazarlarımızın,
sanatçılarımızın "büyük" olmamasından. Sığ dünyamızdaki boşluğu
siyaset dolduruyor işte. Böyle başa şimşir tarak misali. Gençlerin ifadesiyle bu da bir çeşit geyik.
İnsanlar kötüye giden bir şeyleri iyileştirmek için siyaset konuşmuyorlar,
keşke öyle olsa. Buradan ülkede herşeyin kötüye gittiği sonucunu çıkarmaksa
büyük haksızlık olur doğrusu.
"Türkiye’de
siyaset bir kısır döngü içinde" diyorsun. Kahvedeki adamın "biz adam
olmayız. Adamlar yapmış yani" sızlanması gibi bu laf bu. Biz kısır döngünün
alasını 60'lı 70'li yıllarda görmüştük. Sen bilemezsin. Ama bugün 50-60'lı yaşlarda olanlar koalisyonları, sağ sol çatışmalarını, Demirel-Ecevit
kürekçi kavgalarını çok iyi hatırlarlar. Yeni nesillerin o günleri bilmemeleri normal, onlar gözlerini açtı bugünleri gördü. Doğal olarak da "bu memleket adam olmaz" nakaratını günün ezgileriyle söylüyorlar.
Fakat onlar da doksanlı yılları, 28 şubat karabasanını, ekonomik krizlerini yaşadılar. Bu kadar çabuk unutmuş olamazlar değil mi ? Daha 2000 lerin başında anayasa kitabı
havalarda uçmuş, krizlerden krizlere sürüklenmemiş miydik ?
Yalnız haksızlık
etmeyelim. Kısır döngü konusunda haklı olduğu bir taraf var. İttihat
terakkiden beri, adam gibi sosyal demokrat bile olmayı beceremeyen bir
muhalefetimiz var bizim.
Bir taraftan devleti sahiplenmiş, ona dayanmış ama öbür yanda sözde halkçı emekçi dinazorlarımız.
Bir taraftan devleti sahiplenmiş, ona dayanmış ama öbür yanda sözde halkçı emekçi dinazorlarımız.
İdris Küçükömer'i rahmetle analım,
adam doğru söylemişti ama kimse anlamamıştı; "Bizim sağcılarımız solcu,
solcularımız en alasından sağcıdır." Evet, kadrolu müzmin muhalefetin
kendi etrafında dönüp durduğu, doğru dürüst hiçbir tez ortaya koyamadığı bir
kısır döngümüz var, bak bunda son derece haklı işte. :)

Kelime eski mi geldi ? Hani yetişkin olmayanlar ya da aklı gidip gelen yaşlılar için "vasi" tayin edilir ya. Onlar bizi kollar ve himaye eder ya. Egemenlik hakkımızı bazı kişi, kurum ve kuruluşlar bizim adımıza kullanırlar ya. İşte o vesayet.
Bu kelime size bir şey ifade etmiyor mu ? Pardon artık tarih olan bu kelime için henüz çok genç olduğunu bir an için unutmuşum.
Bu kelime size bir şey ifade etmiyor mu ? Pardon artık tarih olan bu kelime için henüz çok genç olduğunu bir an için unutmuşum.
Yalnız şu
ifadelerin bana son derece ürkünç geldi. Diyorsun ki: "Hatta, tapınmaya varan ifadelere şahit
oluyoruz. Onurlu insanlar emir vermek de, emir almak da istemezler. Krala filan
tapmazlar." Doğrusu gayri ihtiyari sağıma soluma arkama baktım. Kaşlarım kalktı: "Kime, bana mı söylüyorsun ?"
Sonra öfkemi yatıştırıp sakinleştim. "Yok canım misal veriyor herhalde, teşbihte hata olmaz derler ama bu sözler biraz ağır olmuş bence." Ama düşündüm, yine de bu sözler havaya, boşluğa söylenmiyor olmalı. Sanki amaçlı ve belli bir adrese yollanmış. Hem de bire bir kimin yüzüne
söylense şiddetle reddedileceği bilindiği halde. Gerçekten maksadını çok çok aşmış talihsiz bir itham bu.
"Tapınma" teolojik bir eylem. Her müslümanın İbrahimin
Nemruta ve onun kavmine söylediği sözlerden, Kur'anın hemen her sayfasında
okuyup iman ettiğimiz dehşetli uyarılardan haberi vardır. Yine de genç yazarımız biraz zahmet etse, dini açıdan
gereken cevabı herhalde bu konuda ilim sahibi pek çok insandan alabilirdi.
Ancak, merak ettim; bu tip bir suçlamanın bugünkü siyasette/politikada karşılığı olduğuna, var olduğuna inanıyor
mu gerçekten ? Yoksa sevginin, ya da aidiyette asabiyetin fazla ileri gittiği istisnai
örneklere bakarak mı böyle söylemiş ?
Bana göre böyle bir tapınma Kuzey
Kore'de, Küba'da bile tam olarak yoktur. Değil ki, bu söz ülkemizde nasıl
ulu orta söylenebilir ? Bu millet çok daha güçlü olduğu halde padişahlarına,
sultanlarına, halifelerine dahi -haşa-asla tapmadı.
Biz müslümanız, bu ülkede inançlı insanların hatası, günahı hatta bilmeden şirke düştüğü haller olabilir ama asla bir "tapma" sapıklığı içinde oldukları söylenemez. Kusura bakma ama genç arkadaşım bu sözlerini külliyen reddediyorum.
Ayrıca, emir vermek, emir almak devlet işinde çok olağan bir şey. Devlet de bir siyaset işi ve doğal olarak siyaset adamlarıyla kaim. Demokrasi bunun için var. Bizim adımıza hükmetsinler, emir versinler, yönetsinler diye. Bu, o alanda çalışan insanları onursuz yapmaz.
Biz müslümanız, bu ülkede inançlı insanların hatası, günahı hatta bilmeden şirke düştüğü haller olabilir ama asla bir "tapma" sapıklığı içinde oldukları söylenemez. Kusura bakma ama genç arkadaşım bu sözlerini külliyen reddediyorum.
Ayrıca, emir vermek, emir almak devlet işinde çok olağan bir şey. Devlet de bir siyaset işi ve doğal olarak siyaset adamlarıyla kaim. Demokrasi bunun için var. Bizim adımıza hükmetsinler, emir versinler, yönetsinler diye. Bu, o alanda çalışan insanları onursuz yapmaz.
"Siyasi roman yazsam, bugünün siyasetçileri kadar kötü adamlar yazamazdım" diyorsun. O kadar abartmışsın ki "Böylesi tipler, korku romanlarında bile yok" diye sallayıvermişsin. Korku işi pek uymadı ama diyelim siyasi roman yazdın, romanda hep kötü adamlar olmaz ya, iyi adamları nereden bulacaksın ? Malum ya bazıları iyi olmak zorunda. Biraz da böyle bak bakalım ortama. Belki hepsi kötü değildir.
Bakıyorum, sen
şimdiden kurmacaya başlamışsın. Tabi ki sanat siyaseti/politikayı konu edinebilir. Üstelik
oldukça da bol malzeme var bu alanda kabul ediyorum. Adamın iyisi var, kötüsü var, olay çok,
entrika bol. Tabi yazar adam da "yazar" değil
mi ? Herkes gibi orda burda atıp tutacak değil ya. Derdi olsa olsa ne kadar iyi
yazabileceği konusunda olabilir. Malum ya senin ifadenle "Gerçekler, romanlardan daha ilginçtir."
Bak, sen gene de edebiyata, romana, mizaha devam et genç kardeşim. Sana gerçekten o alanda ihtiyacımız var. Senin tabirinle "Kötü bir siyasetçi" daha istemiyoruz. Ama sakın ki, Ankara hastalıkları sana bulaşmasın, olur mu ?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder