21 Ocak 2015 Çarşamba

213 21 Ocak 2015 Çarşamba 20:50 NE DÜŞÜNÜYORUM..................Üzülme Osman

Üzülme Osman

Aradan yıllar geçti. Artık o bir Cumhurbaşkanı. Üstelik halkın seçtiği bir Cumhurbaşkanı. Fakat görüyorum ki hala yürüyor. Alışılmış bir Cumhurbaşkanı olmayacağını söylüyordu, ben de beklemiyordum zaten. Şimdi sadece ben değil dünya alem bunu görebiliyor. Ancak, onun hala bitmeyen yürüyüşünde başka bir şeyler var.

Sanırım 1976 yılı baharıydı. Okulun hemen yan tarafında, vatan caddesine bakan çay bahçelerinden birinde bir grup arkadaş oturmuş, sınavlara hazırlanıyorduk. O günler sancılı zamanlardı. Ne dersler düzenli, ne de biz istikrarlıydık. Bir araya gelip ders notlarımızı paylaşmak, topluca çalışmaktan başka çaremiz yoktu. Dışımızda dönen fırtınalardan ancak böyle birbirimize sokularak korunuyor, ancak bu şekilde çalışıp sınavlara katılabiliyorduk.

Açık fıstıki yeşil takım elbisesiyle o geldi. Fidan gibi boyu, temiz uyumlu giyimiyle gerçekten çok yakışıklıydı. İyi giyinirdi ve o geldiğinde pek çok gözün üstünde olmasından da rahatsız olmazdı. Çünkü, insanlar arasında dolaşmaya alışıktı. Hitabetteki gücü ve kendine güveni ise daha o günlerde farkedilebiliyordu.  

Aynı sınıfta değildik, hatta biz gündüz o akşam okulu öğrencisiydi. Yine de farketmezdi. Okulumuzda devam mecburiyeti yoktu ve olaylar nedeniyle her gün havayı kokluyor, birbirimizi bulmadan derslere girmiyorduk. O zaten meşguldü. Bir partinin İstanbul Gençlik kollarında çalışıyordu. Ortak yanımız; aynı okul öğrenci derneğinin üyeleri olmak ve daha çok MTTB faaliyetlerinde görüşebilmekti. 

O gün nasıl olduysa konu "Okuldan sonra ne yapacaksın ?" a gelip dayanmıştı. Ders çalışmaktan sıkılmıştık. Çayımızı yudumlayıp biraz dinlenirken bu muhabbet masaya neşe ve canlılık getirmişti. 

Herkes birşeyler söyledi. Kimi baba işini devam ettireceğini, kimi ticaret, kimi bankacılık, kimi muhasebe mesleğini düşündüğünü. 

Sıra ona geldiğinde, dünyanın en sıradan şeyini söyler gibi sadece "Siyaset yapacağım" dedi. Anlayamamıştık, "Nasıl yani ? Ne ? Siyaset mi ?" sözcükleri peşpeşe sıralandı ağzımızdan. Güldü "Siyaset işte. Ben bu yolda yürüyeceğim." 

Şimdi düşünüyorum da ben dahil bütün arkadaşlarım, eminim o gün yürüttüğü politik çalışmaları kastettiğini düşünmüştük. Bunun bir yaşam biçimi olduğu, ömür boyu sürecek bir yolculuk olacağı aklımızın ucundan bile geçmemişti.

Aynı dönemin, 70'li yılların gençleriyiz. Gündüz gravatlı, takım elbiseli etkinlik adamlarıydık, gece de afiş peşinde koşan gençler. Sokaklarda beraber yürüdük. Afiş astık birlikte. Beyazıt meydanında iki saat içinde yüzbinlerce insanı bir araya getirdiğimiz mitinglerde beraberdik. Coşkun 29 Mayıslarda da aynı saflarda.

İstanbulda nerede, ne zaman bir toplantı var, nerede bir konferans bilirdik. Zamanın ilim ve gönül adamları takibimizdeydi. Onlardan beslenmek, kendimizi yetiştirmek ve manen doymak istiyorduk. Kendimizi adeta sakarya ile bütünleştirmiştik. İnanıyorduk ki, zor geçitlerden aşıp ama eninde sonunda denize ulaşacaktık.

Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne, / Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine; / Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için. / Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin? / Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur, / Sırtına Sakaryanın, Türk tarihi vurulur.

İşte böylesine çileli, yorucu bir rüyamız vardı bizim. Ama rahmetli Üstad Necip Fazıl gibi bir büyük usta yanı başımızdaydı. Zaten onsuz MTTB düşünülemezdi. Üstad olur da Sakarya türküsü olmaz mıydı ? O zaman da akla Tayyip'ten başkası gelmezdi. Üzerimizde üstadın, Sabahattin Zaim, Ayhan Songar, Nevzat Yalçıntaş hocaların, Kadir Mısıroğlu ve Ertuğrul düzdağ gibi daha onlarca şair, mütefekkir, ilim ve gönül adamının emeği var. Başkaları silah elde vuruşurken biz yürüyüşümüze devam ediyorduk.

İşte hep birlikte o günlerde yetiştik. O büyük insanların göznuru sayesinde bilendik. Camide, mescitlerde, kitap kokusunda, sohbetlerde demlendik. İnanmışlık taze yüreklerimize sinmiş, dava heyecanı genç bedenlerimizi sarmıştı.

Sesler duymaktayım: Davran ve boğuş! / Sen bir devsin, yükü ağırdır devin! / Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin!

Mehmed'im, sevinin, başlar yüksekte! / Ölsek de sevinin, eve dönsek de! / Sanma bu tekerlek kalır tümsekte! / Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir! / Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!

Ben bir kaç istisna hariç politikaya bulaşmadım. Onlar bile dava adınaydı. Ülkeye hizmet etmek, yeter artık söz de karar da milletin denmesi içindi. Ben memur oldum, düşe kalka ama yılmadan bu günlere geldim. 

O ise başladığı yolda il başkanı, Genel idare kurulu üyesi, Belediye Başkanı, Genel Başkan, Başbakan ve nihayet Cumhurbaşkanı oldu. 

Ama onun gibi yüzbinlerce "tayyip" bu mücadeleyi birlikte yaptı. Dava adamlığı, idealistlik hiç üstümüzden kalkmadı. Onun sık sık söylediği gibi "Beraber yürüdük biz bu yollarda. Beraber ıslandık yağan yağmurda."

Sonunda herkes onunla birlikte bazı menzillere ulaştı. Kimi üst düzey bürokrat oldu, kimi milletvekili bakan. Kimi iş adamlığında yükseldi, kimi de yazdı çizdi ünlendi. 

Ancak, o hala yürüyor. Bazen baktığımda koştuğunu bile düşündüğüm hızlı bir yürüyüş bu. Neden ? Siyaset yapacağım demişti, yapmadı mı ? Yaptı. Başarmadı mı ? Evet, başardı. İstese sarayına çekilip, başarısının tadını çıkarabilir. Onca yorgunluğu var, biraz olsun dinlenebilir. Hayır, neden hala yüksek perdeden hayalleri var. Niçin, hala acelesi var gibi ezber bozan, alışkanlıkları berhava eden çabalarına devam ediyor ? 

İşte bu, Gordiom'un kördüğümü gibi bir soru. Cevabı da bir İskender istiyor.

Bana sorarsanız ben onu anlıyorum. O sadece kuru bir yürüyüşe çıkmamıştı. Büyük rüyaları vardı onun. Biri bitse öbürü başlayan derin hayaller peşindeydi. Şimdilerde buna vizyon deniyor. 

Onun yürüyüşü, kazanmak için. Başardıkça bitmeyen, ulaştıkça yeni ufuklara yelken açtıran farklı bir kazanma. Şahitlik ederim ki bu ne hırstır ne de tamah. Benim gibi yol arkadaşları onu anlıyor. Başkalarının da anlaması için birazcık düşünme, biraz da kalp lazım.

Siz üniversiteyi yeni kazanmış bir öğrencinin ailesinden ayrılırken "Burayı bir sanayi şehri yapacağım !" rüyasını anlayabilir misiniz ? Henüz 16-17 yaşında bir gencin doğup büyüdüğü topraklar için böylesine dolu olmasını hayalcilik olarak mı görürsünüz ? 

Bilemem, o rüyayı gören bendim. Böyle hayaller tasarlamaktan, doğru bildiğim şeyler uğrunda çabalamaktan asla vazgeçmedim. Böyle her zaman, her durumda fikrim ve projelerim oldu.

Ülkem için hiç bir zaman umudumu yitirmedim. Şükürler olsun ki hayatımın hiç bir anında yakmayı, yıkmayı, zulmetmeyi düşünmedim. Bana böyle bakmayı, daima "yapmayı" öğreten insanlara şükran borçluyum.

Susurluk bugün bir sanayi şehri değil. Derelerimiz, Ulubat gölümüz, belki de aramızdan birçok insan kirlendi. Benim de sağım solum elim yüzüm yara bere doldu. Böyle birçok hayalim gerçekleşmedi. Ancak, ben değilsem bile dava arkadaşlarımın birçoğunun, sevdiklerimin bu ülkenin bakanları, başbakanı ve cumhurbaşkanı olduklarını gördüm. Bu ne büyük bir mutluluktur bilemezsiniz.

Bizi bugünlere ulaştıran merdivenlerin kum taşlarından birisi de benim diye düşünüyor, kıvanıyorum. Başarısız değilim, omuz verenler olmazsa nasıl yükselirdi bu zafer kuleleri.

Kabaran dalgaların uçlarındaki su damlacıkları diğerlerinden üstün oldukları için orada değiller. Aksine, dipten gelen milyonlarca su damlacığının gücüyle en yukarıya çıktılar. Bir süre sonra da yer değiştirecekler. Gelgitler gibi, köpürüp kıyıya vuran dalgalar gibi, dağ gibi yükselen tusunamiler de geri gelmek için tekrar aslına döner. Bu kaçınılmaz bir döngü.

O sarp kayalıkları nice dalga aşmaya çalıştı bugüne kadar. Menderes'ler, Erbakan'lar, Arif Nihat Asya'lar, Necip Fazıl'lar, Özal'lar ve daha niceleri omuz verdi o dalgalara. Bugün onlar yok. Peki başaramadılar mı ? Hayır, aksine kazananlar onlar oldu ve daha milyonlarca gizli kahraman.

Zaten böylesine bir kitlesel hareketin yükselişi sadece en yukarıdakinin başarısı olamaz. O zaman buradan bu yürüyüşte yer alan milyonlarca insanın başarısız olduğu gibi bir sonuç çıkar ki doğru değildir. Belki dört nesil biz o rüyayı birlikte gördük. Birlikte yüründü o çileli yıllarda. Görünürde 4 x 4 bayrak yarışında bitiş çizgisini göğüsleyenler başardı, evet. Ancak, 3 Kasımda kazanan aslında bütün takımdı. 

Malzemecisinden doktoruna, muhasebecisinden sporcusuna, taraftarından hocasına herkesin payı vardı bu başlangıçta. Fakir fukaranın, anaların, ninelerin, el açıp gözyaşlarıyla dua edenlerin gücünü de unutmayalım. Aslına bakarsanız bütün bunlar bile bir hiçtir. Yaradanın inayeti, takdiri, iradesi olmasa yaprak bile kımıldamaz. Bunu bilmeyen de zaten bu hali hiç anlamamış demektir.

Ha ! On iki yıl oldu, köprülerin altından çok sular aktı. Çok büyük hizmetler yapıldı, Türkiye esaslı bir değişim geçirdi. Değişenler de oldu tabi ki. 

Fırtınalı yolculuk hala devam ediyor. Bütün bu süreçte temsil makamında olanların eksikleri, yanlışları olmadı mı ? Mutlaka oldu. Ama, sözkonusu olan insan. Onların var da, başkalarının, benim, senin olmadı mı, olmuyor mu ? 

Önemli olan terazinin sağ tarafının ağır basması. Hizmetle anılmaları, yıkmakla değil yapmakla meşgul olmaları. Bu beni umutlandırıyor. Yeni Türkiye tasavvurları, 2023 hedefleri son derece etkileyici ve heyecan verici. 

Böyle oldukları sürece de dualarım onlarla. Zira biz çokluk rahmetini teklik olarak görebilen bir terbiyeden geldik. O halde en azından yarım asırlık mücadeleden süzülüp gelen vizyonları benim de hayalim. 

Yeni Türkiye'yi hazmedemeyenler var. Yollarına diken dökenler vazgeçmiyorlar. Eliyle yapamazsa diliyle sataşıyor küfürbazlar. Bir kardeşim bu saldırılara üzülmüş. O ve onun gibi birçok insanın ateşe atılan İbrahimin yanında olma gayretini anlıyorum. Bu duruşlarını her seferinde artarak, kenetlenerek gösterdiler. Ancak, bu insanları benim gibi en çok inciten şeyin "dava" hassasiyetini kaybetmek olduğunu da biliyorum. 

Sözlerim Osmanın şahsında hem kendime, hem dünya aleme. Bilmiyoruz, bilseydik doğru neredeyse orada olurduk. Biz ancak bildiğimiz, inandığımız ve yaptıklarımızdan mes'ulüz.

Üzülme Osman. Cumhuriyet hepimizin. Bu ülke, bu bayrak hepimizin. Sevgi küfürle, nefretle bir araya gelir mi ? Gelirse nasıl bir ruh hali olur. Güneş balçıkla sıvanmaz denilmiş. Teneke sesleri gerçeği örtebilir mi ? Kervan yürüyor kardeşim. Allah ıslah etsin. "Selam" diyelim geçelim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder