Bir gezi denemesi
Hafta sonu gezisi
Gelen artık
bahardı. Değil gençler biz bile kabımıza sığamıyorduk. Özellikle yabancı
öğrenciler için bir şeyler yapmalıydım. Çünkü Bursa'yı ve yakın çevreyi tanımak,
hatta Türkiye'yi gezip görmek istiyorlardı.
Artık ilk baştaki sorunlar yoluna
girmiş, buradaki yaşama ayak uydurmuşlardı. Ama biliyordum ki, dışarda onlarla
baştan beri ilgilenenler vardı. Eminim çengel attıklarını bırakmayacak, aradaki
bağları pekiştirecek yeni şeyler düşünüyor olmalıydılar. Mesela bu gezip görme ihtiyaçlarını
şayet biz karşılayamazsak kesin o birileri bunu yapacaklardı. Hem de
kendilerine göre.
Aklıma küçük bir
deneme yapma fikri geldi. Çok yakında bulunan Uluabat gölü kıyısına
gidebilirdik. Orada bir hafta sonu pikniği harika olabilirdi mesela. Hem böylece
çocukluğumun bir kısmının geçtiği Başköy'ü de görmüş olurduk. Böyle bir Anadolu
köyünü görmeleri, insanlarıyla iletişim kurmaları, gelenek ve göreneklerini
tanımaları fena olmazdı. Bu konuda orada beni hala hatırlayıp yardımcı
olabilecek insanlar da vardı ve bu bizim işimizi kolaylaştırabilirdi.
Hemen bir program
yaptık. Gezi yurdun sosyal etkinlikler ve gezi faaliyetleri kapsamında
olacaktı. Katılmak isteyenlerden cüz'i bir para toplayıp üç servis otobüsüyle
anlaştık. Kazak, Türkmen, Kırgız, Özbek, Azeri ve Gagavuz toplam 107 öğrenci
başvurmuştu. Gezi hafta sonunda yapılacak; Başköy ve Gölyazı köyleri ile Uluabat gölü
kıyısını kapsayacaktı.
Hafta içi önden
gidip Başköy'deki eski komşularımızı buldum. Muhtarla konuştum. Köy kahvesinde
başka tanıyanlar da oldu. Seneler sonra gördüklerine çok sevindiler. Elbette
yardımcı olacaklardı. İstediğim şuydu; öğrencileri 10-15 kişilik gruplar
halinde evlerine götürüp, yarım saatliğine misafir etmeleri. Belki bir bardak
çay ya da ayran ikramı olabilirdi. Bu arada kız öğrencilere sandıklar
açılabilir, gelin çeyizlerini gösterebilirlerdi. Seve seve dediler,
duygulandım. Hafta sonu ne zaman geleceğimizi, kaç grup misafir edileceğini
konuşup anlaştık.
Gölyazı ulubat gölü
içine doğru uzanmış bir yarım ada üzerinde tarihi bir balıkçı köyü. Orada her gün saat 11-12 arası bir balık mezatı yapılıyormuş. Kooperatif başkanı ve muhtarla konuştuk. Yardımcı
olacaklar, oradan da balık alacaktık. Piknik yapacağımız yer Akçalar köyünün
göl kıyısında yer alan bir düzlüğünde olacaktı. Oraya da baktım ve kalan
hazırlıkları yapmak üzere yurda geri döndüm.
Gölyazıdan balık, Başköy'den ekmek
Pazar günü sabah yol güzergahımıza
göre önce Gölyazı köyüne gittik. Gölyazı, eski bir balıkçı ve zeytinci köyüydü. Bursa-İzmir karayolunda (30 Km) Uluabat gölü (Apollont gölü) kıyısında yer alıyordu.
Köy, gölün ortasındaki küçük bir adaya köprü ile
bağlanmış. Halkı mübadele zamanı Selanik’ten gelmiş Türkler. Evlerin temel taşlarında hala Roma döneminden kalma izler var. Çok eskiden Apollon Krallığı'nın merkeziymiş.
Önce köy meydanındaki camisini, kahvelerini ve anıt çınarını (ağlayan çınar) gördük. Mezat saatinde meydandaki özel bölümde sazan ve turna balığı satışını izledik. Kooperatif başkanı ve muhtar yardımcı oldular biz de mezata katıldık ve tam bir çuval turna balığı aldık.
Balıklar bizim
için temizlenirken taş döşeli, hepsi göle çıkan dar sokakları dolaştık. Oturmuş
ağ tamir eden ya da ekmek yapan köy kadınlarıyla konuştuk. Muhtar bize bir
fırın köy ekmeği yaptırmış. Doğrusu bunu hiç beklemiyordum. Teşekkür ettik bu
sıcak ve zengin gönüllü insanlara. Ancak Başköy'e doğru yolumuza devam
etmeliydik, vedalaşıp ayrıldık.
Başköy'e
vardığımızda köy kahvesinin önünde muhtar, komşu annenin oğlu Mustafa abi ve
diğerleri bizi bekliyorlardı. Muhtar ve diğer köylüler hemen gençleri gruplar halinde paylaşıp evlerine
götürdüler. Ben, ailem ve bizimle birlikte kalan 4'ü gagauz, 3'ü kazak, 2'si
kırgız, biri de Moğol 10 öğrenciyi Mustafa Abi götürdü. Komşu anne çok
yaşlanmıştı, ama hala hatırlıyor, çenesi de durmuyordu. Mustafa abinin eşi,
oğulları, gelinleri ve torunları etrafımızda adeta pervane olmuşlardı.
Bize ne ikram
edeceklerini bilemiyorlardı. Nasıl anlaşacaklar diye düşünürken, kız öğrenciler evin genç gelinleri ve
torunlarıyla kaynaşmışlardı bile. Onlar için eski sandıklar açılmış, gelinlerin kızların çeyizleri
gösteriliyordu bir bir. Eşim ve kızım da onlarla birlikte çeyizlerin başındaydı. Biz
biraz ötede Mustafa abi ve iki oğluyla sekiye oturmuş sohbet ediyorduk.
Arada
sırada yükselen "Ay ne güzel !.., Bu ne ?..Bu oya, bu da iğne işi
dantel.." sesleri bizim de kulağımıza geliyor, bu hallerine ister istemez
gülüyorduk. Kızlar sanki hazine sandığı bulmuş gibiydiler. Bu işin
Türkiye'lisi, Kazağı, Gagauzu farketmiyormuş demek. Konu gelin sandığı ve çeyiz
olunca dil farklılığı da hiç önemli değilmiş. Öyle bir anlaşmışlardı ki, arada bizim yardımımıza veya tercümana gerek bile duymuyorlardı.
Baktım bu sandık
açma, çeyiz gösterme ayininin sonu yok. Müdahale etmesem geç kalacağız, program
aksayacak. "Hadi bakalım gidiyoruz, toparlanın" dedim ayağa
kalkarken. Yaşlı komşu anne gitmemize hiç ama hiç razı değildi. Elime sarılmış
boyuna "Kızanım, beri bak ! Ama büle olmaz be evladım, aş yimeden olur mu ? Bak kaç sene sonra gelmişsin, göndermem !" diyordu. "Biz piknik için geldik
komşu anne. Akçalarda göl kıyısında balık yiyeceğiz. Hadi gel biz seni
götürelim" dedim kurtulmak için. Onlar zaten dünden hazırmış. Beş
dakikada hepsi hazırdı bizimle gelmek için.
Mustafa abi traktör
römorkuna doldurdu onları, çoluk çocuk. Komşu anne bile o yaşlı haline rağmen
çabucak siyah çarşafını üstüne atıp römorka binivermişti. Bu arada bir sürü
sepet, torba, poşet de çıkmıştı ortaya. Onlar da yüklendi çarçabuk. Eşim ve
kızım da onlarla gelecekti. Demek hazırlıkları varmış. Bizi piknikte yalnız
bırakmak istememişler.
Diğer grupların da
toplanması bir saati almıştı. Ama herkesin yüzü gülüyordu. Demek ki gösterilen
misafirperverlikten memnundular. Başköy'de
umduğumdan mükemmel ağırlanmıştık. Düğün konvoyu gibi yola çıktık. Köy
kahvesinin önü el sallayan köylü erkekler, kadınlar, delikanlılar, genç kızlar
ve çocuklarla doluydu. Biz de otobüslerden onlara karşılık
verdik. İstikametimiz Akçalar köyüydü.
Turna ziyafeti
Köyün içinden geçip
piknik yapacağımız yere vardık. Göl kıyısında yeşillik düz bir alandı. Arkada
kavak ağaçları, kıyıda birkaç balıkçı kayığı vardı.
Beraberimizde işletmecinin
elemanlarını da getirmiştik. Onlarla birlikte kızartma ve yemek için gerekli kap,
kacak, ocak herşey getirilmişti. Erkek öğrenciler de zaten kendi aralarında
önceden organize olmuşlar, hemen işe koyulmuşlardı.
Saat öğleyi geçmişti, artık piknik için
hazırlanmalıydık. Malzemeler taşındı, yerlere öbek öbek kilimler serildi. Ateş
yakmak ve balık kızartmak için yer hazırlandı. Bu arada kızlar hemen voleybol,
yakar top, şişti pişti oynamaya başlamışlardı bile.
Biz de eşim,
kızlarım ve bir grup öğrenci ile kendimize bir yer seçip oturduk. Ateş yakılan yerden bir çuval 75
kilo turna balığının kızartma kokuları gelmeye başlamıştı. Ben muhabbete dalmış, oradaki
faaliyetle ilgilenemiyordum. Ama sanırım herşey yolunda gidiyordu. Bir taraftan
büyük tavalar cazırdıyor, diğer taraftan köy fırını ekmekler kesilip
dilimleniyor, ayranlar, helvalar dağıtılıyordu. Yarım saat içinde kızaran turna
balığı parçaları ekmek dilimleri içinde elimize ulaşmıştı bile.
Yediğimiz şey
gerçekten nefisti. Adeta hiç balık kokusu yoktu diyebilirim. En küçüğü iki kiloluk,
büyükleri üç-dört kiloluk taze balıklar iri parçalar halinde dilimlenip nar
gibi kızartılmıştı. Bir saat nasıl geçti anlamadık. Taze köy ekmekleriyle taze balık ziyafeti çarçabuk bitmiş, bir çuval balık iştahla yenilip tüketilmişti. Tepsi içinde diğer yiyeceklere ve helvaya geçildiğinde balıkları
kızartan ekibin etrafındaki kalabalığın da artık dağıldığını fark ettim. Onlar da oturmuş karınlarını doyuruyorlardı. Demek işlerini bitirmişlerdi.
Yemekten sonra gençler
deyim yerindeyse bütün kurtlarını döktüler. Kimi dombra çaldı, kimi akordion,
kendi şarkılarını çalıp kendi oyunlarını oynadılar. Yorulana kadar top peşinde
koştular. Bu arada bardak bardak çay içilmiş, sohbetin muhabbetin sınırı olmamıştı. Toplanıp yola çıktığımızda akşam olmak üzereydi. Son olarak çevre temizliğimizi yapmış, ateşi söndürmüş, çöplerimizi de büyük torbalara doldurmuş yanımızda götürüyorduk.
Akçalardan geçerken
muhtarına teşekkür ettik, Başköy'de de Mustafa abilerle vedalaşıp ayrıldık.
Otobüste bizimkiler hala şarkı söyleyip oynamaya devam ediyorlardı. Böyle bir
gezi düzenlediğimiz için hepsi bize minnettardı. Başka geziler de yapalım
dediler. Onlara olmaz diyemedim. Doğrusu ben de bu sonuçtan memnundum. Yapabileceğimizi görmüştük, niye
olmasındı ki ?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder