
Empati
Kurulu saatin cırlamasıyla sıçrayıp uyandı. Terlemişti, uykuyla uyanıklık arasında gidip geliyordu. Hemen kalkamadı. Bir süre ayaklarını sarkıtıp yatağında oturdu. Hala gördüğü rüyanın tesirindeydi.
Çocuğun biri öyle dikilmiş kendisine bakıyordu.9-10 yaşlarında, kısa kesilmiş saçı, kara kaş kara göz, temiz yüzlü bir oğlan çocuğuydu.
O sırada bir şeyler yapıyordu galiba, ama tam hatırlayamıyordu, terlemişti. Önemli bir şeydi galiba uğraştığı. Vardır ya yaklaştıkça uzaklaşan, bir türlü olmayan bir şey. Ama neydi ?
Hatırlamaya çalıştı ama karşısındaki çocuktan, sanki bir şey sorar gibi kendisine kilitlenmiş gözlerden başka bir şey gelmiyordu aklına. Sadece yorgunluk ve bir çocuk yüzüydü hatırladığı. Sanki hala karşısındaydı. Bir çift kara göz üzerine çevrilmiş öylece bakıyordu.
Bir kaç defa daha denedi, yok hayır hatırlamıyordu. Vazgeçti, artık uyanmıştı. "Hayırdır" dedi terliklerini giyerken, acele etmeliydi.
Otobüste cam kenarı boş bir koltuğa oturdu. Sabahları dışardaki insanların yarı uykulu koşturmalarını, trafiğin karmaşasını seyretmeye bayılırdı. İnsanlar karınca gibiydiler. Yeni bir gün başlıyor, ama onlar artık ezberledikleri şeyleri bir kez daha yaşıyorlardı.
Otobüste cam kenarı boş bir koltuğa oturdu. Sabahları dışardaki insanların yarı uykulu koşturmalarını, trafiğin karmaşasını seyretmeye bayılırdı. İnsanlar karınca gibiydiler. Yeni bir gün başlıyor, ama onlar artık ezberledikleri şeyleri bir kez daha yaşıyorlardı.
Küçümsedi onları. O böyle olmayacaktı. Sabah git akşam gel, ömrünü başkaları için tüketmeyecekti. En kısa zamanda altın vuruşunu yapacak, zengin olacaktı. Nasılı, nesi önemli değildi. Bu hayat çalışanın değil kazananındı. O da bir kazanan olacaktı yakında. Gerisi kolaydı, nasıl olsa üç kuruş için ona çalışacak binlerce insan vardı işte dışarda. Kendisiyle gurur duydu, kibirle baktı işine yetişmeye çalışan kalabalığa.
Otobüs ışıklarda durdu. Köşede simit satan bir engelli ilişti gözüne. Bir ayağı diğerinden kısa, zayıf ve çarpıktı. İnsanların ayaküstü simit ve poğaça aldıkları küçük bir tezgahın gerisindeydi.

Bütün bedeni sağa sola sallanarak, aksayarak işini yapmaya çalışıyordu. Bir müddet müşterilerin tezgahın başında birikmesini, onun yetiştirme telaşını izledi.
Kim bilir gecenin kaçında kalkmış, simidini, poğaçasını almış ve gelip burda tezgahını açmıştı. Her gün kış yaz, yağmur kar bu böyleydi. Biri kız diğeri oğlan iki çocuğu, babadan kalma bir gecekondusu vardı. Belediye engellilere bu tezgahları verince ancak evlenebilmişti. Küçüklükte çocuk felci geçirmiş, bu yüzden sakat kalmış, ama ortaokulu bitirmeyi başarmıştı. Hatta ilk fırsatta dışardan lise okumayı bile düşünüyordu.
İşi onun için yorucuydu ama şükrediyordu. Ekmeğini kazanıyor, evinin çorbası kaynıyordu. Eşi de engelliydi bu yüzden evde işaret diliyle konuşuluyordu. Ama çocukları sağlıklı güzel çocuklardı. Ne yapıp edip onları okutmayı kafasına koymuştu bir kere...
Yeşil ışık yanınca otobüs sarsıldı ve ileri doğru hareket etti. Bu onu biraz önceki düşüncelerinden ayıktırdı. Etrafına baktı bir otobüsteydi, işe gidiyordu. Geriye bakıp simitçiyi görmeye çalıştı ama o da gözden kaybolmuştu. Sanki onun bacağı sakatmış gibi sızladı, gayri ihtiyari eliyle yokladı sol bacağını. "Amaan..bunlar küçük dünyaların küçük insanları. Ben de durmuş neler düşünüyorum. Bana ne engelli bir simitçiden. Yok sabahın kaçında işinin başındaymış da, çocuklarını okutacakmış da. Falan filan..."
Kim bilir gecenin kaçında kalkmış, simidini, poğaçasını almış ve gelip burda tezgahını açmıştı. Her gün kış yaz, yağmur kar bu böyleydi. Biri kız diğeri oğlan iki çocuğu, babadan kalma bir gecekondusu vardı. Belediye engellilere bu tezgahları verince ancak evlenebilmişti. Küçüklükte çocuk felci geçirmiş, bu yüzden sakat kalmış, ama ortaokulu bitirmeyi başarmıştı. Hatta ilk fırsatta dışardan lise okumayı bile düşünüyordu.
İşi onun için yorucuydu ama şükrediyordu. Ekmeğini kazanıyor, evinin çorbası kaynıyordu. Eşi de engelliydi bu yüzden evde işaret diliyle konuşuluyordu. Ama çocukları sağlıklı güzel çocuklardı. Ne yapıp edip onları okutmayı kafasına koymuştu bir kere...
Yeşil ışık yanınca otobüs sarsıldı ve ileri doğru hareket etti. Bu onu biraz önceki düşüncelerinden ayıktırdı. Etrafına baktı bir otobüsteydi, işe gidiyordu. Geriye bakıp simitçiyi görmeye çalıştı ama o da gözden kaybolmuştu. Sanki onun bacağı sakatmış gibi sızladı, gayri ihtiyari eliyle yokladı sol bacağını. "Amaan..bunlar küçük dünyaların küçük insanları. Ben de durmuş neler düşünüyorum. Bana ne engelli bir simitçiden. Yok sabahın kaçında işinin başındaymış da, çocuklarını okutacakmış da. Falan filan..."
Önüne döndüğünde rüyasındaki çocuğun yine ona baktığını hissetti. Üstü başı kirli, ezik, ama sevgi doluydu. Sanki o engelli simitçinin oğlu karşısına geçmiş duruyordu. Elleriyle gözlerini oğuşturdu, hayal olmalıydı. İyice baktı etrafına, bu defa çocuğu göremedi.
Hayret etti kendine. Nasıl olup da iki dakikada engelli simitçinin hayat hikayesini uydurmuştu kafasında. Ya o çocuk ? O rüyada kalmamış mıydı ? Hala etkisindeyim demek ki dedi içinden. Zaten otobüs de işyerine yaklaşmıştı, kalktı.
Bina girişinde insanlar mesaiye yetişme telaşındaydılar. X-Ray cihazından geçerken güvenlik görevlisiyle selamlaştı. Genç irisi bir delikanlıydı. "Naber Hasan ? Günaydın." "Ne olsun be abi çalışıyoruz işte, size de günaydın."
Bir taraftan gözleri fıldır fıldır, öbür yanda da elleri ve vücuduyla işini yapmaya çalışıyordu. Aslında, çekingen, içine kapanık bir çocuktu. Herkes selam vermezdi ona. İşte arada bir onun gibi birisi halini hatırını sorarsa, o da otuz iki dişini göstererek iç dünyasını aralardı. O anlar da bir iki saniyelikti zaten. Sabah sabah bu komik halini seyretmek hoşuna gidiyordu. "Şebek gibi" dedi içinden, "Garip üç kuruş maaşa bütün gün ayakta. Çekilir mi bu ya ?"
Asansörlere doğru yürüdü bir taraftan da Hasan'ı düşünüyordu. Yaşlı annesiyle bir sosyal konutta oturuyor olmalıydılar. Babası işe girdiğini görememişti. Epey iş aramış, işsizlikten bunalıma girdiği bir anda Allah ona bu işi nasip etmişti. Şimdi bir özel güvenlik şirketinin elemanıydı. Çok az para veriyorlardı ama olsun, çalışıyordu ya.
Bu işin garantisi yok diyordu arkadaşları. Bir an önce kadrolu bir işe kapağı atmak lazımmış. Oysa onun hoşuna gidiyordu üniforması, herkesin önünden geçmesi. Burası onun bölgesiydi, onun sözü geçerdi giriş kapısında. İnsanlar onu tanıyor, en önemlisi adamdan sayıyorlardı. Kendisiyle gururlandı.

Daha uzun yıllar burada çalışabilir, belki de işinde yükselebilirdi. İyi kötü evleri vardı. Kendisinin ve annesinin emekli maaşıyla da geçinip gidiyorlardı. Ah bir de evlenebilseydi. O zaman aynı evde üç maaş olur, belki araba bile alabilirlerdi. Askerden geleli iki sene olmuş ama daha cesaret bulup akraba kızı Nagihan'a açılamamıştı.
Nagihan bir dersanede hizmetli olarak çalışıyordu. Çay dağıtırdı hocalara. Yakındı işyerine, arada bir paydostan sonra uğruyordu. Onun elinden çay içmek hoşuna gidiyordu. O da çok iyi davranıyordu ona. Acaba artık açılsa mıydı biraz ?..
Arkadaşı Selim'in omuzuna vurmasıyla kendine geldi. Asansör bekliyorlardı. "Ne o beyim, yine dalmışız derinlere. Günaydın." Suç üstü yakalanmış gibi yüzü kızardı "Günaydın" dedi arkadaşına asansöre binerken. Yapmacık bir tavırla kolkola girdiler.
Ne düşündüğünü saklamaya çalışıyor, ama aklındakileri de söküp atamıyordu bir türlü; "Allah Allah ne tuhaf şey ! Adama selam veriyorum, neredeyse onun romanını yazacağım. Nagihan'mış ! Evleneceklermiş ! Neler geliyor böyle benim aklıma ya ! Hiç işim yok da böyle çulsuz insanları mı merak edeceğim ?"
Kafasındakileri dağıtmak için arkadaşıyla ayak üstü muhabbete koyuldu. Asansöre bir anne kız bindiler o ara. Selamlaştılar, kadın çalıştıkları bölüm müdürünün sekreteriydi. Kızı ise 4-5 yaşlarında uzun bukleli saçlı, iri gözlü, güleç yüzlü, sevimli bir çocuktu. Asansördeki herkese meraklı gözlerle bakıyordu.

Çay yapar, müdürün misafirleriyle ilgilenir, hasta ya da izinli personelin işlerini bile üstlenirdi. Kıpır kıpırdı yani. Herkes onun çenesine alışmıştı. Kimse onun her lafın içinde olmasına, makinalı tüfek gibi konuşmasına takılmıyordu. O olmazsa ofiste hayat durur herhalde diye düşündü.
Bu ikinci evliliğiydi. İlki yürümemiş, ayrıldıktan sonra zor bela bu işi bulmuştu. Şimdiki eşiyle mutluydu. Daha öncekinden de iki çocuğu vardı ama babalarının yanındaydılar. Onları özlüyor, fotoğraflarını gözünün önünden ayırmıyordu.
Geç de olsa yeniden bir kızı olunca ona aşırı bağlanmıştı. Kızın bir dediği iki olmuyordu. Onu sık sık ofise getiriyor, onca işinin arasında kızıyla da ilgileniyordu. Eşiyle Toki'ye girmişler kiradan kurtulmuşlardı. Şimdi tek derdi kocasının kadro almasıydı. Gerçi 4/c'lilerin işsiz kalma gibi bir sorunları yoktu ama yine de kadrolu olsa ne iyi olurdu.
Bir an küçük kızla bakışları karşılaştı. Başkasının özel yaşamına izinsiz girmiş gibi yakalanmıştı. Bakışlarını kaçırdı, tekrar kaldırdığında; o da ne ? yine o çocuk ! Sanki kız gitmiş, birden yerine rüyasındaki oğlan çocuğu geçivermişti. Bu defa da manalı manalı bakıyordu...
Kendine geldiğinde asansör çalıştıkları katta durmuş, arkadaşı inmesi için kolundan çekeleyip duruyordu. "Aloo ! Hadi, geldik iniyoruz. Toplantıya geç kalacağız. Hadi !" Arkadaşını duyuyordu, ama sanki bugün bir tuhaflık vardı kendisinde. İnsanların yüzüne bakıyor, onlar için olmadık hayat öyküleri uyduruyordu. İlginç olan, bu şey sadece bir iki dakikalık zaman içinde yaşanıyordu. Ayakta rüya görüyordu sanki.
Gözlerini kapayıp başını kuvvetlice sarstı. Adeta düşüncelerini gidin başımdan dercesine silkeleyip attı. "Tamam" dedi arkadaşına, indiler. Ama yine de kendini tutamadı, döndü arkasına baktı. Oğlan yine kaybolmuştu. Asansör kapısı kapanırken kız çocuğunun ona gülümsediğini fark etti.

İşte bu evlenememiş kariyer delisi Belma, öbürü de evliliği evcilik sanmış ama iş-ev-çocuk üçgeninde fena çarpılmış Feyza'ydı. Ne zaman ikisi bir araya gelse, işler arap saçı oluyordu. Arkadaşı Yusuf Türk Sanat Müziği delisiydi. Her konuyu bir makama, her sorunu bir güfteye dolaştırabiliyordu. Müdür'se ne zaman konuşmaya başlasa sonunda kendi söyledikleri içinde kaybolurdu.
Kendisi ise bir alemdi zaten. Son zamanlarda kimseyi beğenmeyen, çalışmadan, kısa yoldan zengin olmaktan başka birşey düşünmeyen birisi olup çıkmıştı. Şirketin bilgilerini kendisi için derliyor, kafasındaki senaryo gerçekleştiğinde zengin olacağını kuruyordu. O yüzden etrafındaki bu insanlara şimdilik tahammül etmeliydi. Yalnız bu tuhaf rüya/hayal arası sanrılar da nereden çıkmıştı ? Hatta toplantının sonlarına doğru kendisini gravatıyla tavana asmanın nasıl bir şey olacağını düşünürken bulmuştu. Bu defa da iyice korkmuştu kendinden.
Günü zor tamamladı, randevuyu telefonla ayarladı. Mesai biter bitmez de bir taksiye attı kendini. Uzaktan yakını olan, ancak hiç gitmediği Psikolog Nedim beyin muayenehanesine gidecekti.
Akşam karanlığı basmış, üstelik bir tünelden geçiyorlardı. Adeta kendini bir zaman yolculuğundaymış gibi hissetti. Düşünüyordu; sık sık boyut değiştirebilen, İnsanların hayat hikayelerini bilebilen, onların yerine düşünüp yaşayan özel biri miydi acaba ? Nasıl oluyor da bir iki saniye içinde onca şeyi yaşayabiliyordu.
"Abi geldik" dedi taksi şoförü. Adama baktı; kel kafalı, kısa boylu esmer, 40-45 yaşlarında biriydi. Çankırı'lı filan olmalıydı. Asıl işi bu değildi. Bir bakanlıkta hizmetli olarak çalışıyordu. Taksi şoförlüğü ikinci işiydi. Akşam mesai sonrası taksiyi gündüzcüden alıyor, gece saat üçe kadar taksicilik yapıyordu.Geçen yıl gecekondusunu kat karşılığı vermiş, iki daire sahibi olmuştu. Dört çocuğundan ikisi evliydi. Öbürleri okuyordu. İkinci iş yapmasa üç kuruş maaşla nasıl geçinecekti ?.."Abi, verdiğin adres burası, bekliyeyim mi ?"
Hala taksicinin yüzüne bakıyordu. Sonra birden hatırladı, toparladı kendini ve "Ne kadar ?" diyebildi. "16 Lira abi, sen 15 ver yeter." Parayı verdi, arabadan indi. Tam "sağol, hayırlı işler" demişti ki dondu kaldı. Taksinin şoför koltuğunda dün gece rüyasında gördüğü çocuk oturuyordu. Başını hafifçe eğmiş, müstehzi bir ifadeyle selam vererek uzaklaşmıştı. Bir müddet baktı kaldı arabanın ardından. "Yok artık !" dedi içinden, "Ben kafayı yedim herhalde."
Akşam karanlığı basmış, üstelik bir tünelden geçiyorlardı. Adeta kendini bir zaman yolculuğundaymış gibi hissetti. Düşünüyordu; sık sık boyut değiştirebilen, İnsanların hayat hikayelerini bilebilen, onların yerine düşünüp yaşayan özel biri miydi acaba ? Nasıl oluyor da bir iki saniye içinde onca şeyi yaşayabiliyordu.
"Abi geldik" dedi taksi şoförü. Adama baktı; kel kafalı, kısa boylu esmer, 40-45 yaşlarında biriydi. Çankırı'lı filan olmalıydı. Asıl işi bu değildi. Bir bakanlıkta hizmetli olarak çalışıyordu. Taksi şoförlüğü ikinci işiydi. Akşam mesai sonrası taksiyi gündüzcüden alıyor, gece saat üçe kadar taksicilik yapıyordu.Geçen yıl gecekondusunu kat karşılığı vermiş, iki daire sahibi olmuştu. Dört çocuğundan ikisi evliydi. Öbürleri okuyordu. İkinci iş yapmasa üç kuruş maaşla nasıl geçinecekti ?.."Abi, verdiğin adres burası, bekliyeyim mi ?"
Hala taksicinin yüzüne bakıyordu. Sonra birden hatırladı, toparladı kendini ve "Ne kadar ?" diyebildi. "16 Lira abi, sen 15 ver yeter." Parayı verdi, arabadan indi. Tam "sağol, hayırlı işler" demişti ki dondu kaldı. Taksinin şoför koltuğunda dün gece rüyasında gördüğü çocuk oturuyordu. Başını hafifçe eğmiş, müstehzi bir ifadeyle selam vererek uzaklaşmıştı. Bir müddet baktı kaldı arabanın ardından. "Yok artık !" dedi içinden, "Ben kafayı yedim herhalde."
Psikolog Nedim bey 50'li yaşlarında şakacı, enerjik biriydi. "Gel bakalım Selçukcum, hoş geldin. Hangi rüzgar attı bakalım seni buralara ? Sen burayı bilmezdin." Biraz öncenin şokunu henüz atlatamamıştı, kekeledi. "Şeey, dün gece bir rüya gördüm de..."
.jpg)
"Rüyamı tam hatırlamıyorum, ama bir çocuk görmüştüm. Bana bakıyordu. Hatta bugün sık sık karşılaştık. Sürekli baktı bana. Ama...Daha çok başka şeyler için geldim size." Psikolog gözlüğünü düzeltip not almaya başlamıştı bile "Nasıl şeyler ?"
"Mesela insanlara baktığım zaman bir anda onun yerine geçiyorum." "Yaa ? Enteresan !" "Evet, onun hakkında bir sürü şey uyduruyorum kafamdan. Dertleri, sıkıntıları, günlük yaşamı, hatta hayat hikayesinin tümü geçiyor aklımdan. Hem bunlar sadece bir iki saniye içinde olup bitiyor. Yoruluyorum. Sıkıldım artık, hatta korkmaya başladım."
"Şu rüyanda gördüğün çocuğun ilgisi var mı sence bu yaşadıklarınla ?" "İlgisi şu; ne zaman biri hakkında böyle şeyler düşünsem o çocuk beliriveriyor karşımda. Öyle yüzüme bakıyor, gözleri gözlerime dikilmiş." "Peki, sadece bakıyor mu, kızma, gülme ya da başka bir yüz ifadesi var mı çocuğun ?" "Ha evet. İlk başta bir şey soracakmış gibiydi, sonra anlıyormuş gibi baktı. En son da gülümsedi galiba bana. Neredeyse el sallayacak sandım."
Epey konuştular, seans neredeyse iki saate yakın sürmüştü. Psikolog işi şakaya vurma eğilimindeydi " Selçukcum, empati nedir bilirsin. Kendisini karşısındakinin yerine koymak diyebiliriz kısaca. Sen empati hastalığına yakalanmışsın. Ha ha ha.." "Ama Nedim bey, ben rahatsız oldum bu şeyden. Kurtulmanın bir çaresi vardır herhalde ?"
Psikolog babacan bir tavırla omzuna vurdu "Hadi canım, empati yapmak herkese nasip olmaz. Soylu bir şeydir, erdemli bir davranış biçimidir yani. Bazıları bunu isteseler de yapamazlar. Ne güzel, sen bu yeteneğe bir rüya ile sahip olmuşsun. Şimdi bakalım şu senin çocuk ne anlama geliyor, öğrenelim." Elinde bir rüya tabiri kitabı vardı. Bir taraftan karıştırıyor, bir taraftan da şakacılığını sürdürüyordu."Her ne kadar burası rüya tabirhanesi değil dediysem de ben de rüya görürüm. Merak da ederim bazen."
"Hah buldum ! Bak okuyorum, Önce iyi haber; buluğ çağına yakın bir çocuğu görmek, müjdeymiş. Gözün aydın. Yalnız öbürü biraz ihtar edici galiba; Rüyada
çocuk görmek, Cenabı Hakkın «Suç işleyenleri yapageldikleri hilekarlığı sebebiyle, Allah(C.C.) katından bir horluk ve çetin bir azap çarpmaktadır.»
(Sure-i Enam, 124) mealindeki ayetin isaret ettiğine göre, suç, kusur ve
günaha delalet edermiş. Hııı!.. Demek ki sen bir konuda uyarılmışsın, ama bir de müjde almışsın rüyanda."
Psikolog bir iki saniye bekledi. Sonra birden bir şeyi hatırlayarak devam etti "Sen çocuktan önce rüyanda ne yaptığını hatırlayamadım demiştin değil mi ? Hah ! İşte senin uyarıldığın kötü halin orada sana gösterilmiş olmalı. Düzelttiğin takdirde de o iyi halle müjdelenmişsin. O yüzden çocuklar sana farklı yüz ifadeleriyle bakmış. Sonunda da gülümsedi demiştin değil mi ?
İşte budur ! Demek ki Selçukcuğum rüyanı hatırlarsan, çıkış yolunu da bulacaksın. O gördüğün çocuk senin içindeki iyilik tarafın olmalı. Sana yardım etmek istiyor. Bana göre turp gibi sağlıklısın. Ama istersen seanslara devam edebiliriz. Ha ha ha...Şaka yaptım canım hemen alınma. Hadi bakalım, hayır dileyelim hayrolsun."
İşte budur ! Demek ki Selçukcuğum rüyanı hatırlarsan, çıkış yolunu da bulacaksın. O gördüğün çocuk senin içindeki iyilik tarafın olmalı. Sana yardım etmek istiyor. Bana göre turp gibi sağlıklısın. Ama istersen seanslara devam edebiliriz. Ha ha ha...Şaka yaptım canım hemen alınma. Hadi bakalım, hayır dileyelim hayrolsun."
Muayenehaneden çıktığında şaşkındı. Merdivenlerden dalgın dalgın indi. Dışarıda serin bir hava vardı, titredi. Tam caddeden karşıya geçecekti ki bir afiş ona herşeyi hatırlattı. Afişte "Her kazanç değil, Helal kazanç" yazıyordu. Altında da bir hadis metni vardı "Hiç kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir yiyecek yememiştir." Şimdi rüyasını hatırlayabiliyordu.
Rüyasında bir sürü insan bir tepeyi kazıyorlardı. O da onların arasındaydı. Ama o diğerlerinden farklı ve gizlice yapıyordu bunu. Rüya bu ya o tümseğin altında bir hazine vardı ve o herkesten önce bulmak için uğraşıyordu.
Onun dışında herkes kazarken şapır şapır terliyor, her ter damlası avucuna elmas, yakut, zümrüt olarak düşüyordu. O ise hazine sandığının izini bulmuştu. Ama nedense her kazma onu daha derine kaçırıyordu. O da terliyordu ama onun eline gelen damlalar soğuktu ve basit buz parçalarıydı. İşte böyle kan ter içinde uğraşırken, o çocuk dikilmişti karşısına. "Neden böyle yapıyorsun ?" diye soran gözlerle bakarak.
Evet, artık düğümü çözmüş ve rahatlamıştı. Karşıya geçti, etrafındaki insanlara baktı. Gördü ki onlar kendi geçim derdindeler. Herkesin iyi kötü bir işi vardı ve emeği ile yaşıyordu. Hiçbirinin hikayesi küçümsenemezdi. Çalışan kişi güzeldi, imrendi onlara. O da onların arasına karıştı. Kalabalıkta yürürken kendi durumunu düşündü uzun uzun. Önce yaptıklarından pişmanlık duydu, sonra da planlarından utandı. Ne yapmalıydı ?
Böyle dalgın, düşünceli kaldırımda yürürken birden bir fotoğrafçı dükkanının vitrininde o çocuğun resmini gördü. İşte oydu, ama bu defa ona aydınlık bir yüzle bakıyordu. Üstelik oradaydı, kaybolmuyordu. Doya doya seyretti küçük çocuğun fotoğrafını. O da ona gülümseyerek karşılık veriyordu. Birden içi boşaldı, sanki bütün yüklerinden kurtulmuştu.
"Sana söz veriyorum. Bu günden itibaren sahtekarlık yok, kısa yoldan köşeyi dönme kurnazlığı yok, tamahkarlık yok, emeğiyle geçinen diğer insanları küçümsemek yok. Her ne yapıyorsam, ne yapacaksam o işi dosdoğru yapmaya çalışacağım. Çalışkan ve dürüst olacağım. Empati yapmayı öğrettiğin için de seni asla unutmayacağım küçük arkadaşım, inan bana."

Onun dışında herkes kazarken şapır şapır terliyor, her ter damlası avucuna elmas, yakut, zümrüt olarak düşüyordu. O ise hazine sandığının izini bulmuştu. Ama nedense her kazma onu daha derine kaçırıyordu. O da terliyordu ama onun eline gelen damlalar soğuktu ve basit buz parçalarıydı. İşte böyle kan ter içinde uğraşırken, o çocuk dikilmişti karşısına. "Neden böyle yapıyorsun ?" diye soran gözlerle bakarak.
Evet, artık düğümü çözmüş ve rahatlamıştı. Karşıya geçti, etrafındaki insanlara baktı. Gördü ki onlar kendi geçim derdindeler. Herkesin iyi kötü bir işi vardı ve emeği ile yaşıyordu. Hiçbirinin hikayesi küçümsenemezdi. Çalışan kişi güzeldi, imrendi onlara. O da onların arasına karıştı. Kalabalıkta yürürken kendi durumunu düşündü uzun uzun. Önce yaptıklarından pişmanlık duydu, sonra da planlarından utandı. Ne yapmalıydı ?

"Sana söz veriyorum. Bu günden itibaren sahtekarlık yok, kısa yoldan köşeyi dönme kurnazlığı yok, tamahkarlık yok, emeğiyle geçinen diğer insanları küçümsemek yok. Her ne yapıyorsam, ne yapacaksam o işi dosdoğru yapmaya çalışacağım. Çalışkan ve dürüst olacağım. Empati yapmayı öğrettiğin için de seni asla unutmayacağım küçük arkadaşım, inan bana."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder