7 Mart 2025 Cuma

08 Mart 2025 Cumartesi 08:00 NE DÜŞÜNÜYORUM...........................Şahidim!

 

ŞAHİDİM!

Kur'an büyük bir hikmet kaynağı. Her seferinde daha önce dikkatimi çekmeyen, üzerinde düşünemediğim bazı olağanüstü ayetler (işaretler) görüyorum. Bugün dinlediğim Rûm Suresi 41.ayet de bunlardan biri oldu. Bugünlerde yaşamakta olduğumuz sıra dışı olaylar, küresel krizler, acımasız katliamlar ve neredeyse dünya çapında yaşanan altüst oluş ile bir bağlantısı var gibi geldi bu ayetin.

Ayetin meali şöyle:

"İnsanların kendi işledikleri sebebiyle karada ve denizde bozulma ortaya çıkmıştır. Vazgeçmeleri için Allah, yaptıklarının bazı kötü sonuçlarını dünyada onlara tattıracaktır." (Rûm Suresi, 30/41)

Gerçekten de bu yeryüzü, üzerindeki sayısız nimetler ve güzellikler insan olarak bizlere emanet değil mi? Peki, bir emanete, nasıl riâyet edilebilir? En azından onu, aslını, değerini korumak gerekmez mi? Elbette. Ama insanoğlu ne yaptı? Kendi eliyle yeryüzünün tabii dengesini ifsad etti.

Sözde refah ve gelişmeler haddinden fazla çevre sorunu üretti. Ekolojik dengeyi bozdu. Toprak, su ve hava kirlendi ve zehirlendi. Nice hayvan ve bitki türleri yok olup gitti. Temizlik yerini kirliliğe bıraktı. Bu bozulmalar genetik oynamalara, mutasyonlara bile yol açtı. Bütün bunlara bir de insandaki ve sosyal hayattaki bozulmalar da eklenince insanın, Allah'ın emanetini yeterince koruyamadığı ortada.

Peki, bu emaneti korumamanın, yaratıcının insan ve çevresini donattığı değerleri dikkate almamanın bir faturası var mı? İşte Rûm Suresi 41.ayet bu soruyu çok çarpıcı şekilde cevaplıyor. Ayette, yeryüzünün bu şekilde bozulmasına sebeb olan insanın, bunun acı sonuçlarının bir kısmını dünyada tadacağına, asıl cezasının ise ahirette olacağına işaret ediliyor.

İnsanın kendi ellleriyle yapıp ettikleri sonucu yeryüzünde ortaya çıkan bu bozulma ve sonuçlarına Kur'anda asırlarca önce işaret edilmiş olması ne kadar ilginç değil mi?

Bu gün Ramazanın 8.nci günü. Yapılan ibadetlerin makbul, edilen duaların kabul edilmesini diliyorum. Şahsen ben bol bol af dilediğim, çevreyi gözlediğim, muhasebe ettiğim bu gün ve gecelerde bu ayeti bol bol düşüneceğim.

Sevâd-ı cürm ile kesmem ümîdi nûr-ı rahmetten/Hicâb-ı zulmeti bir lâhzâda tenvîr eder meh-tâb

(Suçlarım yüzünden umut kesmem rahmet ışığından, Gecenin karanlığını, bir anda aydınlatıverir ay ışığı.)

Hâmî-i Âmidî, BİLGELİKLER DİVANI, 190

Belki tarihte şu 100 yıl içinde yaşananlar kadar yoğun, hızlı ve şaşırtıcı şeyler yaşanmadı. Hem acıların en katmerlisini hem de refahın uç noktalarını gördük, görüyoruz.

Teknoloji ve bilimin ulaştığı nokta adeta baş döndürücü. Sadece bizde değil dünyanın her yerinde geçmişte sahip olunan değerler birer birer silinip kayboldular. Cebimizde paramız, evimiz arabamız var. Yokluk bilmiyoruz. Ancak maddi iklimlerimiz değişirken tıpkı buzullar gibi insanlığımız da her geçen gün çözülüp erimekte.

Kim derdi ki bize çağdaş uygarlık dersi veren batı dünyası bu kadar bencil, vahşi ve zalim olabilecek. Vekalet savaşlarıyla ezip çiğnedikleri ülkelerde her gün yüzlerce masum can verirken kılları kıpırdamayacak. Savaşla, terörle, açlık ve hastalıkla ölen insanlara sinek kadar değer verilmeyecek. Can havliyle yurtlarını terk eden mültecilere gaz bombası, silah ve sopayla saldırılacak.

İnsan hakları, uluslararası hukuk ve çağdaş normlar açıkça çiğnenecek. Kendi elleriyle silahlandırıp diktatör yaptıkları ülkelerin yönetimlerini göz göre göre devirip sonra da terör bataklığına dönüşen o toprakları bu defa da sizi kurtaralım, demokrasi getirelim diye yeniden kana boyayacaklar.

Kendi kurdukları BM, AB ve NATO gibi kuruluşların yine kendileri tarafından yozlaştırılmaları hangi gelişme ile açıklanabilir? Kimyasal silahı yasaklayan bir kafa her yıl yüzbinlerce insanın ölümüne yol açan konvansiyonel silahlar için neden aynı hassasiyeti göstermez? Sebep o silahları üretip devlet yada terörist, haklı ya da haksız hiçbir ayrım gözetmeden satmaları olmasın?

Her yıl dünyada savaş, terör, açlık, kuraklık, sefalet ve hastalıktan kırılan yüzbinlerce insan can taşımıyor mu? Neden ufacık bir virüs ya da perişan mülteciler kapılarına dayandığında ortalığı ayağa kaldırırlar?

Bundan sonra kim hangi 'uygar ölçüyle' başkalarını kandırabilir ki?

Bütün maddi silah ve para ellerinde. Akan onca kan, gözyaşı ve yaşanan acılara rağmen daha fazla silah satmak, daha fazla petrol ve güç uğruna dünyanın gözüne soka soka her türlü melaneti işliyorlar. Her taşın altında, her yerde ve her ortamda onların parmakları var. Afganistanda, Yemende, Irakta, Mısırda, Libyada, Suriyede, Filistinde olup bitenlerin mesulü onlar. Asyada, Afrikada, Güney Amerikada ve Avrupada karıştırmadıkları ülke, bulandırmadıkları su kalmadı. Savaştırarak da kazanıyorlar, barıştırarak da, darbelerde de kazanıyorlar, sözde demokrasilerinde de. Devletlerle de kazanıyorlar, teröristlerle de.

Şu ana kadar görüp bildiğimiz, anladıkları tek şeyin 'daha fazla güç' olduğu. Oysa, onlarla baş edebilmenin başka bir yolu daha var sahip olamadıkları. 'Allah!..' Herkesin bir hesabı, tuzağı olabilir, ama onun da var. Onun hesabı yanılmaz, tuzağı bozulmaz. O bize şöyle söylüyor: "İnanıyorsanız güçlüsünüz ve zafer sizindir!"

Bugün 'emekçi kadınlar günü' ymüş. İşin aslı tarihte bir grup kadının vahşiçe kurşunlanmasına dayanıyor. O utanç verici olayı bile dünyaya dayatıp çılgın tüketim ekonomisine odun yapanlar da maalesef onlar.

Gerçekten de tarihin en ilginç bir dönemini yaşıyor ve şahid oluyoruz. Bir tarih yaşanıyor ve biz de hep birlikte o tarihin şahitleriyiz.

Ülkemiz herşeye rağmen bugün bu garipliklerin ortasında adeta bir 'hak ve adelet' anıtı gibi. Ne kadar saldırsalar, hangi fırıldağı çevirseler yıkamıyorlar. Sadece ekonomisi ile, savunması ile değil insanlığı ile de hala ayakta. Hem büyümeye devam ediyor, hem de dünyanın bütün mazlumlarının gönlünde devleşiyor.

Rabbimize hamd olsun. Böyle çalkantılı bir zamanda tam vaktinde hükümet sistemimizi dönüştürdük. Siyasi istikrarı, güveni ve huzurumuzu koruduk. Başımızda güzel, cesur, hak ve adalet aşığı, bizden biri, imanlı bir lider var. Biz ona ve ülkemize duacıyız, o da milletine sevdalı.

Onun zamanında şanlı afrin, gazi idlib müdafaası gibi zaferler sıradan hale geldi. Artık harp meydanlarında kazandıklarımız masalarda kaybedilmiyor.

Kimsenin karşısında boynumuz bükük değil. Aksine uzun boylu adamlarımızı gururla, iftiharla ve duayla izliyoruz her gün. Kim ne derse desin, kim karnında ne şişirirse şişirsin gerçek bu. Bize de ne mutlu ki bu günleri gördük. Bir tarih yazılıyor, biz de o tarihin canlı şahitleriyiz.

Rabbim her türlü kazadan, beladan, şerden ve hasetten muhafaza eylesin. Askerimizin, devlet adamlarımızın, milletimizin ayağına taş değmesin. 

İş, şeytanla mücadele ederken donanmamız gereken iyilik güçlerini keşfedebilmek. Keşfedip de 'Allah için' ayağa kalkabilmek. Kim demiş bilmiyorum ama doğru söylemiş: “Bu yolda yanlışları önlemenin yolu; ‘Doğruları’ çoğaltmaktır.” Rahmetli Abdurrahim Karakoç da aynı şeyi ama yüreğinden şiir diliyle söylüyor:

Gölgesinde otur amma/Yaprak senden incinmesin.
Temizlen de gir mezara/Toprak senden incinmesin.


Yollar uzun, yollar ince/Yol kısalır aşk gelince
Yat kurban ol İsmail’ce/Bıçak senden incinmesin.

Burdayım de ararlarsa/Doğru söyle sorarlarsa
Tabutuna sararlarsa/Bayrak senden incinmesin.

İl göçsün göçtüğün vakit/Yol yansın geçtiğin vakit
Suyundan içtiğin vakit/Kaynak senden incinmesin.

Toz konmasın sakın sana/Hakkı geçer halkın sana
Gücenmesin yakın sana/Uzak senden incinmesin.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder