Aşık ister kul olsun ister padişah farketmiyor. Yavuz Sultan Selim gibi mesela. Eyâ gönül kuşu derler behar imiş, mene neBisat-ı ıyş aceb rüzigâr imiş. Mene neDeyirler oldu deli Leyli zülfüne Mecnun--------------Ahuttı yaşumu devran, baturdu kanuma elRakib elindeki dest-i nigâr imiş, mene neBu baht-ı bed ki menim var, Hataî ol şuhuGam ehline diyeler gamküsar imiş, mene ne’’------------------------------Geçmek için eyl-i ekşimden hayâlim askeriBir direkli iki gözlü köprüdür kaşım benimSelimî
Yilmaz Yalcın
Bilenler bilir Yunusu çok severim. Her sözü duru bir su gibi akar, ılık bir meltem gibi gönülleri okşar. Anlayana, dinleyene her şiiriyle kitaplık çapta dersler verir adeta kırmadan incitmeden. Şöyle der bir şiirinde kendisi için: "Ben gelmedim dava için, benim işim sevi için/Dost'un evi gönüllerdir, gönüller yapmağa geldim" İşte bu yüzden belki 850 yıldır Anadolunun zengin fakir, güçlü zayıf, dindar entel, genç yaşlı her kesimi için bitmeyen bir sevgi çağlayanı, katılaşmış kalplerin şifası olmuştur. Söylermisiniz; gerçeği, gelir geçer dünyayı, yaşam için insana lazım olanı daha iyi nasıl anlatabilirsiniz. Biz belki bir kitaba bile sığdıramazdık. Ama Yunus bu. Diyeceğini en güzel şekilde ve bir çırpıda söyleyivermiş. Paylaşıyorum.Hak cihana doludur,Kimseler Hakkı bilmezO'nu sen senden iste,O senden ayrı olmazDünyaya gelen geçer,Bir bir şerbetin içerBu bir köprüdür geçer,Cahiller onu bilmezGelin tanış olalım,İşin kolayın tutalımSevelim sevilelim,Dünya kimseye kalmazYunus sözün anlar isen,Mani'sini dinler isenSana iyi dirlik gerek,Bunda kimseler kalmaz
Bilenler bilir Yunusu çok severim. Her sözü duru bir su gibi akar, ılık bir meltem gibi gönülleri okşar. Anlayana, dinleyene her şiiriyle kitaplık çapta dersler verir adeta kırmadan incitmeden. Şöyle der bir şiirinde kendisi için: "Ben gelmedim dava için, benim işim sevi için/Dost'un evi gönüllerdir, gönüller yapmağa geldim"
Yilmaz Yalcın
KÜÇÜK/BÜYÜK ŞEYLER…(Himmet de ne ola ki ?)"Buraya değil eğri bir adam, eğri bir odun bile giremez."Yunus EMREYunus bir derviştir, ozandır belki vardır, belki yoktur. Anadolu toprakları belki birden çok Yunus yetiştirmiştir. Bilemem. Ancak, Yunus bana çağlar öncesinden öyle bir ders verdi ki, onu unutmam mümkün değil. Şiir mi sevdirdi, aşk mı öğretti, yoksa Hak'ka mı yaklaştırdı. Evet. Bunların hepsi doğru. Ama bana asıl gösterdiği yol galiba; aşkla çalışmak, dosdoğru hizmet etmek ve kalite bilinci oldu. Ne alakası var diyeceksiniz. Bakın anlatayım.Erenler yurdunda himmete ulaşmanın ilk şartı teslimiyet ve hizmete talip olmaktır. Bu Yunus için de böyle oldu. Şeyhine "Ne hizmet varsa yaparım"dedi. Tabduk da Yunus'u, Dergâhı'ndaki odunculuğa tayin etti. Kimi işler, görünüşte sıradandır. Onun nasıl bir sonuca yol açacağı önceden bilinemez. İster hizmetli olun, ister memur ya da yönetici farketmez. İşini ciddiye almak, insana, kuruma ve içinde olduğu çevreye ne kadar önem verdiğini gösterir. Ürettiği iş kalitesi iç dünyasının düzgünlüğünü de yansıtır bir bakıma. Yunus'un "Oduncu Yunus" olması elbette tesadüfî değildir. Yunus da, görünüşte odunla ilgilenir, onların eğriliklerini düzeltmeye çalışırken, hakikatte kendi nefsini terbiye etmekte ve düzeltmektedir. Vurduğu her balta darbesi, nefsinin hastalıklı hâllerinedir.Yunus Emre'nin, her seferinde Dergâha düzgün odunlar getirmesi insanların konuşmasına neden olur. "Öyle ya nihayetinde odun yanacaktır. Ha düzgün olmuş ha eğri. Memleketi o mu kurtaracaktır yani, enayilik bu başka bir şey değil ! İşgüzar ne olacak." Onun arkasından tıslayan bu sözler size de yabancı gelmedi değil mi ? Çok tanıdık. Fakat, Yunus ısrarla ormandan ya düzgün odunları seçmekte ya da olmayanları yontup düzgün hâle getirmektedir. Aslında, Yunus, için bu hizmet bütün yönleriyle tam bir olgunlaşma sürecidir. Kendi deyimiyle; "Hamdık, piştik elhamdülillah !" diyecektir sonraları. O, dağda önce kendiyle ve Hak'la baş başa kalmanın yolunu bulmuş, bu süreç içerisinde zaten çok saf olan gönlünü daha da saflaştırmış olmalı. Varlıkların esrarlı dilini öğrenmiş, her biri bir âyet hükmündeki tabiatta bulunan varlıklar üzerinde derin tefekkürlere dalmıştır. Etrafında ağaçlar, hayvanlar, kuşlar, akan sular, gökyüzü yani bütünüyle tabiat vardır. Ama onun gibi can gözüyle bakabilen için görünen hiçbir şey, göründüğü gibi değildir. Böylece, olup bitenlerin hikmetini kavrar. Tabi bu içsel eğitim, Dergâhta yapılan sohbetlerle, verilen derslerle de desteklenmektedir.Sonunda Tabduk Emre bile: "Yunus Can, dağda hiç mi eğri odun yok ki sen hep düzgün odun getirirsin" diye sorar. Yunus da "Şeyhim, burası öyle bir kapı ki, buraya değil eğri adam, eğri odun bile giremez." der.Bu hikayeyi bir tasavvufi kıssa gibi okuyabilirsiniz. Bağlılık, sadakat, nefsin terbiye edilmesi, arzu edilen "Himmet"e ulaşılması gibi. Şüphesiz bunlar önemlidir. Fakat ben bu misalde zahirdeki görüntüden çok daha farklı bir şey gördüm. Yunus ile aslında asırlar öncesinden bir "Kalite" tarifi yapılmıştı. Bugün bildiğimiz kalite yaklaşımlarında eksik olan; insanla yüceltilmiş, inançla yoğrulmuş ve aşkla lezzetlendirilmiş kaliteli hizmet anlayışı. Siz ne dersiniz ?
23 Eylül 2009, 19:17 Orjan/BurhaniyeDünyada tükenmez murad var imiş Meşakkatin adın murad koymuşlar Dünyada ne lezzet ne bir tad gördüm Ölüm var dünyada yok imiş murad Günbegün artıyor türlü meşakkat Kalmamış dünyada ehli kanaat İnsanlar içinde çok fesat gördüm Nuşveranı Adil nerede tahtı Süleyman mührünü kime bıraktı Resulü Ekrem'in kanunu haktı Her ömrün sonunda bir feryat gördüm Var mıdır dünyada gelip de kalan Gülüp baştan başa muradın alan Muradı maksudu hepisi yalan Ölümlü dünyada hakikat gördüm Dönüyor bir dolap çarkı belirsiz Çağlayan bir su var arkı belirsiz Veysel neler satar narkı belirsiz Ne müşteri gördüm ne hesap gördümAşık Veysel Şatıroğlu / Dünyada Tükenmez Murad Var İmiş
Yilmaz Yalcın, Gazete yazıları albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.
Yilmaz Yalcın, Görsel düşünceler II albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.
21 Aralık 2020 Pazartesi 23:30 CORONA GÜNLERİ..............................Hoşluklar ve korkularla bir yıl
Corona hoşlukları
Corona günlerinin perde arkası mutlaka yazılacaktır. Filminin, belgesellerinin çıkması uzun sürmez. Eve kapanan insanların 80-100 metrekare alandaki diyalogları, bazen dram, bazen gerilim, bazen komedik sahneler gayet güzel bir tiyatro eseri olabilir. Başından beri bu konuda pek çok karikatür zaten yayınlandı, yayınlanıyor. Corona hakkında fıkralar, komik paylaşımlar ve şiirler üretiliyor. Hayatın corona yüzü ne kadar ürkütücü ve acıysa, geriye kalan pek çok yüzü de kızdıran, gülümseten anektotlarla dolu.
Beni gülümseten ilk fotoğraf Sağlık Bakanımızın salgının ilk günlerindeki olağanüstü çabası sebebiyle birkaç günde saçlarına ak düşürülmüş olmasıydı. Basit bir foto montaj oyunuyla yapılmıştı ve traji-komik durumunu gayet iyi anlatıyordu. Bakan Koca hala aynı minval çalışıyor. Belki saçları o kadar beyazlamadı ama eski bir yönetici olarak yaşadığı bir yılın onu on yaş ihtiyarlattığını adım gibi tahmin edebiliyorum.
Topaç çevirmeyi bilir misiniz ya da çarkıfelek oyununu? Topaç; enine boyalı, ucunda madeni bir kabarası bulunan ahşap bir oyuncak. Sarılan pamuk bir ip parmağa geçirilerek topaç yere atılırken, birden çekilip bırakılarak döndürülüyor. Topaç kabaranın üstünde hızla döner ve bu arada yerde daireler çizer. Sonunda yer çekimi galip gelir ve topaç birinin ayakları dibinde hareketsiz kalır. Çarkıfelek de buna benzer. Renkli çark el kuvvetiyle hızla döner ve karşıdaki bir dil parçası sonunda çarkı durdurur ve bir rengi işaret eder.
Corona da biraz buna benziyor. Her dönüşte birinin önünde duruyor ve “Pozitif” ediyor. İster rus ruleti gibi düşünün ister topaç oyunu ya da çarkıfelek gibi. Sonuçta acı bir olayı bile karikatürize etmek, fıkralaştırmak isterseniz böyle düşünebilirsiniz. Maske takmadığı için polisler tarafından durdurulan kadının ya da adamın bir sürü deli saçması şeyler söylemesi, kendini yerlere atıp “İmdat!” çığlıkları atması nasıl bir sahnedir sizce? Kızmalı mı yoksa gülmeli mi?
Corona virüs ile hayatımıza giren küçük bir bez parçası maske. Önceleri bulmak zordu. Sonraları işporta tezgahlarında bile satılır oldu. İnce düşünceli nazik bir adam annemin cenazesinde bize bir kutu maske getirmişti hiç unutamam. Eli boş gelmek istememiş. Maske üzerine epey komik ya da düşündürücü şey okudum gördüm. Mesela maskeyi tersinden takmak epey komik bir durum, üstelik bunu yapan siyasi bir lider olursa.
Maskeyi çenesinin, burnunun altında tutanlara bir şey diyemeyeceğim. Uyaranlara cebindeki maskeyi çıkarıp gösterenlere ne demeli? Ya da korunması gereken 65 yaş üstü büyüklerimize vebalı muamelesi yapanlar nasıl bir çarpık görüşle bunu yapabiliyorlar? Yiyeceği tavuk, et ya da sebzeyi deterjanla yıkayan annelerimizin ellerinden öperim. Ama bu yaptığınız çok tehlikeli!
Kısıtlama sırasında köprü üstünde balık tutan arkadaşın “Burası çok kalabalık değil mi?” diye soran muhabire: “Ne yapayım evde canım sıkıldı, burası çok havadar. Balık ta var” diye cevap vermesi cevap vermesi ne kadar komik. Amma bir o farkında değil yaptığı esprinin. Ya sokakta dolaşırken durdurulan vatandaşın: “Coronalı bir arkadaşı ziyarete gitmiştim” demesine ne demeli? Apar topar ambulansa konulurken hala ”Ben ne yaptım ki abiler, bakın maskem de var” diye sitem ediyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder