Tahtalıköy mü, Bakırköy mü?
“Dışarı çıksak tahtalıköy, evde
kalsak Bakırköy!” Galiba gülümsediniz. Komikmiş değil mi? Sosyal medyada bir
paylaşımda gördüğümde ben de gülümsemiştim. Adeta
bir corona kara mizah örneğiydi. Bu corona tabi ki ciddi, tehlikeli ve acılı
bir durum. Ama bize yaşattıkları sadece bunlar değil.
Korku, endişe ve panik halleri
sıradan bildiğimiz duyduğumuz haller. Evham, allerji, anksiyete, uyku
problemleri, yeme bozuklukları, obsesif (takıntılı) düşünceler için de doğrusu
çok verimli bir ortam. Stres, bunalma, sıkılma çok hafif kalır böylesi sorunlar
yanında.
Maksadım bunları anlatmak değil elbette. Yeniden A-normal bir döneme girdik ya
başımıza neler gelecek onu düşünüyorum. Neyse ki Nisan Mayıs aylarından biraz
tecrübeliyiz. Önemli bir fark var ama aralarında. O zaman ne olduğunu neleri nasıl yaşayacağımıza dair bir fikrimiz yoktu. O yüzden geldi, yaşandı, geçti.
Şimdi öyle değil. Ne olduğunu, neyle karşı karşıya bulunduğumuzu, neleri nasıl yaşayacağımızı biliyoruz artık. Üstelik bu günkü rakamlar öncekini neredeyse katladı geçti bile. 28 Kasım itibariyle açıklanan Corona tablosuna göre yapılan 174.443 testten 6.714 hasta ve 23.389 semptom göstermeyen toplam 30 bin 103 yeni vaka tespit edilirken 182 kişi de vefat etmiş. Ayrıca o tablodan ağır hasta sayısının da 4.903 olduğu anlaşılıyor.
Rakamlar gerçekten devasa. Bugüne kadar 18.247.424 test yapılmış. Bu 83 milyon nüfusumuzun %22 si yani neredeyse dörtte biri demek. Toplam hasta sayımız da 487.912 olmuş. Bu da her test yapılan 1000 kişiden 27'sinin (%2,67) semptom gösterip hastalandığını gösteriyor. Vefat edenler 13.373'e ulaşmış durumda. 396.227 kişi de iyileşerek hastalığı atlatmış. Bu da %81,2 oranına denk geliyor.
Ama hastalanan her bin kişiden 27'si de maalesef ölmüş bulunuyor. Geriye kalan 78.312 kişi (%16,1) tedavi görürken, bunların 4.903'ü de ağır hasta. Tedavi görenlerin %6,2'sinin ağır durumda olması endişe verici.Hastanelerin yoğun bakım ünitelerinin %60-70'ler seviyesinde dolu olması da ayrı bir sorun.
Bütün bunlar işin "tahtalıköy" tarafı. Bir de madalyonun "Bakırköy" tarafı var ki evlere mahsus. İnsanların bir virüs sebebiyle evlerinden çıkamamaları yeterince rahatsız edici zaten. Bunun üzerine işyerlerini kapatmak zorunda kalan, işsiz kalan, işleri bozulan onca insanın derdini ekleyin. İlave olarak bir de dar alanda yaşanan aile içi sorunlar, okula kreşe gidemeyen çocukların yükü, hanımların dayanılmaz imtihanı, çocukların okula gidememeden kaynaklı hırçınlıkları, gençlerin zapt edilemez mahpuslukları.
İşte bütün bunlar bekliyor bizi önümüzdeki günlerde. Bakırköy söz temsili, şükür ki biraz abartı. Ama insanın böylesi bir atmosferde daralmaması da mümkün değil.
65 yaş üstü hikayeler
Şu Corona çıktı çıkalı 65 yaş üstü
insanlarımızın çektiği çile bini aştı. Kısıtlamaların odak noktasında hep onlar
oldu. Dostlarından akrabalarından uzak kaldılar. Bayramlar geldi geçti çocuklarıyla
torunlarıyla doya doya bayramlaşamadılar. Komşularıyla kapı önü, parkta bank
sohbeti yapamadılar. İhtiyaçlarını birilerine telefon ederek, yardım isteyerek
gidermek zorunda bırakıldılar. Cuma teravih kılamadılar, çok zaman camiye bile
gidemediler.
Elbette haklı sebepler vardı. O yaşlar
yorulan zayıflayan bedenlere başka hastalıkların da üşüştüğü ömrün sonbaharı sayılıyor.
Coronavirüs de böyle bedenleri seviyor. Ağır seyrediyor bu yaşlarda; şayet bir
de böyle kronik hastalıkları da varsa. Ölümle sonuçlanan vakalar yüzde 60’ın
üstünde bu kesim. Aslında onu korumaya yönelik bu tedbirler. Fakat başından
beri bu maksat tam anlaşılamadı.
****
Pek çok hikaye yaşandı onlara özgü,
pekçok gülümseten anılar kaldı hatırımızda. Rahmetli annem Mart Nisan ilk dalga
sırasında hastaydı. Hastalığı covid değildi ama mide kanseri olduğu
anlaşılmıştı. Bir müddet yattığı hastaneden eve getirdiğimizde ülkemizde ilk
vakalar da görülmeye başlanmıştı. Tedbirler hastaneye gidip gelmelerimizi de
kısıtlamış, PET raporunu almak bile çok zor olmuştu. Sonuçları doktorlarıyla bir
türlü yüz yüze görüşemiyorduk. Anneme sezdirmemeye çalışıyorduk ama aramızdaki
konuşmalarda sık sık geçen “corona”lafını duyan annem bize “Kim o be!” diye
çıkışmıştı. O zaman gülmüştük ama bugün acıyla hatırlıyoruz. Allah rahmet
etsin.
****
İlk günlerde sokakta yaşlı insanları
durdurup tartaklayanları da gördük ne yazık ki. Sanki “virüs taşıyıcı onlarmış
da neden sokağa çıkıp hastalığı yayıyorlarmış” muamelesi görmüşlerdi.
Tartaklanan amcam ne desin, ne yapsın? Bir yandan hükümet “65 yaş üstü olanlar
sokağa çıkmasın” diyor, öbür yandan onları “yürüyen hastalık” sanan saygısızlar
da itip kakıyordu. O zaman bütün ülkenin içi acımıştı o sahnelere. Yetkililer “yaşlılar
bizim baştacımız, bu tedbirler onları korumak için” uyarıları yapsalar da epey
geç kalınmıştı galiba.
****
Bazıları isyan noktasına geldi tabi.
Bu işin uzadıkça uzaması bir “insan hakları” ihlali sayıldı onlarca. Dediler
ki: “65 yaş öyle pek de ileri bir yaş değil. Bugün Türk siyasetinin pek çok
önemli ismi 65 yaşın üzerinde. Eğer böyle bir siyasi iseniz gezmek serbest. Sağlık
çalışanı iseniz de yasak yok. Ama 65 yaşını geçmiş bir avukat ya da müvekkilseniz
mahkeme işleriniz zor. 64 yaşında iseniz serbestsiniz 65 çizgisini geçmişseniz “riskli”
sınıfına terfi ediyorsunuz. Bakkal, kasap, manav vb. bir esnaf iseniz
dükkanınızı açamıyorsunuz. Emekli adamın camiye bile gidememesi ne kadar zordur
bilemezsiniz. Evet bir yanda makul ve doğru görünen bir uygulama ama diğer
yanda sanki büyük bir haksızlık var gibi." Yine de isyan edip sokağa dökülmediler.
****
“Evde kalın”, “Hayat eve sığar” gibi sloganlarla
devam ettirilen gönüllü karantina uygulamalarında aslında en fazla kurallara
uyan kişilerdi bu insanlar. Kurulan Vefa
grupları da özellikle bu insanlara yardım etmek amacıyla çok güzel şeyler
yaptılar. Evde yiyeceği biten, ilaç lazım olan, evinde tamirat gereken 65 yaş
üstü insanlar bir telefonla hizmet alabildiler. Kapının zili çalınca sanki çocukları
gelmiş gibi gidip kapıyı açtılar. Yüzünde maske olan genç bir görevli: “Teyze,
belediyeyi arayıp yardım istemişsiniz. Nasıl yardımcı olabilirim? Ne lazım?” diye sorunca: “Evladım..” diyerek titrek bir
sesle sıraladılar isteklerini. “Size zahmet olacak ama…” diye de bitirdiler
sözlerini. “Ne demek teyze” cevabı
içlerini ısıtmıştı.
****
Dışarı çıkıp ekmek alma, ya da pazara
gitme bahanesiyle bile hava alıp gelmeler geride kalmıştı. Çok zaman balkonda,
ya da pencere kenarında sokağı seyrederek geçti günleri. İyi ki şu akıllı
telefonlar var çocuklarıyla torunlarıyla görüntülü konuştular sık sık. En büyük
üzüntüleri “Dede, Babaanne ya da anneanne!” diyerek telefona uzanan küçük
torunlarını öpüp koklayamamaktı. Televizyon hep açık oldu evlerinde. Haberleri
dikkatle dinlediler. Dünyanın değişik yerlerindeki kononavirüsle ilgili haberleri
kaçırmadılar.
İspanya’daki huzurevinde terk edilen
yaşlıların yataklarında ölü olarak bulundukları haber de üzdü onları, ülkemizdeki
sokağa çıkma yasağına rağmen dışarıya çıkmış olan yaşlı bir adamla alay eden
gençlerle ilgili bir haber de. “Bu gençleri biz mi yetiştirdik?” diye sordular kendi kendilerine. “Allah’ım, bu
günler kısa zamanda bitsin. Can kayıpları olmasın. İnsanlar işsiz kalmasın. Normal
hayatımıza dönüp eşimizle dostumuzla çocuklarımızla yeniden kucaklaşabilelim” diye
dua ettiler bol bol.
Kapının zili çalınca heyecanla açtılar. Siparişlerimi getiren görevliye tekrar tekrar teşekkür ettiler “Ne demek amca. Bir ihtiyacınız olduğunda, bir sıkıntınız olduğunda gece gündüz demeden ve hiç çekinmeden her zaman bizi arayabilirsiniz” diyen, telefon numarasını veren insan evlatlarına da dua ettiler. “Demek iyi insanlar da yetiştirmişiz” diye mutlu oldular.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder