Nadiren harçlığımız olurdu. Düşmesin
diye çıkarır, bir taşın üstüne koyar oyun bitince geri alırdık. Kimse çalmazdı.
Sokaklarımız da evimiz kadar güvenliydi. Düşünce kaldırırlar, kavga edince
barıştırırlardı bizi. En fazla itişir, hayvan adları sıralar, tekme atar, yine
oyuna dalardık. Birbirimizin suyundan içer, aynı elmayı dişlerdik. Zıpçık
oynamaktan ellerimiz parmaklarımız kapkara olur yine de mikrop bilmezdik. Azar
işitip, acillere taşındığımız hiç olmadı.
Sık sık dizlerimizi kanatırdık.
Çeşmede yıkardık geçerdi. Bazen bir teyze tentürdiyot sürerdi yaralarımıza.
Düşüp şiştiyse ekmek çiğner basarlardı alnımıza. Oyunumuza devam ederdik.
‘Rabbiyesir’ birçoğumuzun çocukken her gece uyumadan önce tekrar ettiğimiz
küçücük bir duaydı. Yatağa girince babaannemizden, anneannemizden, annemizden
sesli sesli dinleyip tekrar ederdik. Ninni gibi, şiir gibiydiler. Okuyunca
garip bir güven duygusu ile uyuyuverirdik. Kötü rüyaları savan ilaçtı, sabaha
çıkmanın biletiydi inanırdık.
Fakirdik, yalan değil. Üzerimde temiz
ama yamalı pantolon, ayağımda da kara lastik ayakkabılar vardı. O zaman
normaldi ya, şimdi akla ziyan tabi. Düğünler, nişanlar, sünnet ve kına
eğlenceleri de sokakta yapılırdı. Karşıdan karşıya gerilmiş elektrik
kablolarında sarkan ampuller aydınlatırdı ortamı. Tahta sandalyeler getirilirdi
gündüzden at arabaları ile. Kasabamızın müzisyenleri çalar söylerlerdi ortaya.
Renkli ampullerle aydınlatılan koyu yeşil çiçekli parkımızda boş masa
bulunmazdı. Oralar kasabamızın sosyal hayatının ve eğlencenin belli başlı
yerleriydi. Biz çocuklar için hava hoştu, yeter ki dışarıya çıkalım. İster
düğün, ister park, ister sinema. Okulda öğretmenimin göz bebeğiyim ama evin
haşarısı, işe yaramazıydım. Değil karne hediyesi arada bir harçlık bile
vermezlerdi. Çok lazımsa yumurta verirler bakkala götürür satardım. Aldığım üç
beş kuruş deftere kaleme gider, kalan 5-10 kuruşla doğru eski kitap satan 'topal
Tahir'e giderdim. Bana resimli çizgi kahraman dergileri verirdi. Tahta sandalye
üzerinde okur, sonra da koşa koşa eve dönerdim…
Şanslı mıydık, garip mi? O bakana göre
değişir. O günler kepekle balık alınabilen, yumurtayla bisiklet turuna
çıkılabilen bir zamandı. Çünkü para denilen şey pek görülen bir şey değildi.
Süt yoğurt tereyağ satılır, şehirde pazarlık görülüp evin ihtiyaçları
karşılanırdı. Değil araba bisiklet bile tek tük görülürdü. Belki bir bakkal
yumurta karşılığı çocukları bir iki kilometre bisikletle götürüp getiriyordu.
Tüketmeye değil üretilen şeylerin değiş tokuşuna dayalı bir yaşamdı.
Ben bizim çocukluğumuzu çok özledim.
Yokluk diye bir şey vardı ama küçücük evlerimiz şen ve gürül gürüldü. Tahta
iskemlelerde oturan yaşlılarımız vardı bizim. Onlara dede, nene diye sokulur
anlattıkları hikâyeleri dinlerdik. Akşamları masal anlatırdı nenelerimiz, ninni
söylerdi annelerimiz. Şimdi mi? Kıyaslama yapmak çok zor. En azından çocuk
gözüyle göremem artık. Bugünün çocukları da yarın çocukluklarını böyle
hatırlarlar mı? Onu da bilemiyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder