25 Eylül 2019 Çarşamba

25 Eylül 2019 Çarşamba REİS Gazetesi/sayı128....................................Susurluk’ta çocukluk

Susurluk’ta çocukluk
Nadiren harçlığımız olurdu. Düşmesin diye çıkarır, bir taşın üstüne koyar oyun bitince geri alırdık. Kimse çalmazdı. Sokaklarımız da evimiz kadar güvenliydi. Düşünce kaldırırlar, kavga edince barıştırırlardı bizi. En fazla itişir, hayvan adları sıralar, tekme atar, yine oyuna dalardık. Birbirimizin suyundan içer, aynı elmayı dişlerdik. Zıpçık oynamaktan ellerimiz parmaklarımız kapkara olur yine de mikrop bilmezdik. Azar işitip, acillere taşındığımız hiç olmadı. 

Sık sık dizlerimizi kanatırdık. Çeşmede yıkardık geçerdi. Bazen bir teyze tentürdiyot sürerdi yaralarımıza. Düşüp şiştiyse ekmek çiğner basarlardı alnımıza. Oyunumuza devam ederdik. ‘Rabbiyesir’ birçoğumuzun çocukken her gece uyumadan önce tekrar ettiğimiz küçücük bir duaydı. Yatağa girince babaannemizden, anneannemizden, annemizden sesli sesli dinleyip tekrar ederdik. Ninni gibi, şiir gibiydiler. Okuyunca garip bir güven duygusu ile uyuyuverirdik. Kötü rüyaları savan ilaçtı, sabaha çıkmanın biletiydi inanırdık.  

Fakirdik, yalan değil. Üzerimde temiz ama yamalı pantolon, ayağımda da kara lastik ayakkabılar vardı. O zaman normaldi ya, şimdi akla ziyan tabi. Düğünler, nişanlar, sünnet ve kına eğlenceleri de sokakta yapılırdı. Karşıdan karşıya gerilmiş elektrik kablolarında sarkan ampuller aydınlatırdı ortamı. Tahta sandalyeler getirilirdi gündüzden at arabaları ile. Kasabamızın müzisyenleri çalar söylerlerdi ortaya. Renkli ampullerle aydınlatılan koyu yeşil çiçekli parkımızda boş masa bulunmazdı. Oralar kasabamızın sosyal hayatının ve eğlencenin belli başlı yerleriydi. Biz çocuklar için hava hoştu, yeter ki dışarıya çıkalım. İster düğün, ister park, ister sinema. Okulda öğretmenimin göz bebeğiyim ama evin haşarısı, işe yaramazıydım. Değil karne hediyesi arada bir harçlık bile vermezlerdi. Çok lazımsa yumurta verirler bakkala götürür satardım. Aldığım üç beş kuruş deftere kaleme gider, kalan 5-10 kuruşla doğru eski kitap satan 'topal Tahir'e giderdim. Bana resimli çizgi kahraman dergileri verirdi. Tahta sandalye üzerinde okur, sonra da koşa koşa eve dönerdim…

Şanslı mıydık, garip mi? O bakana göre değişir. O günler kepekle balık alınabilen, yumurtayla bisiklet turuna çıkılabilen bir zamandı. Çünkü para denilen şey pek görülen bir şey değildi. Süt yoğurt tereyağ satılır, şehirde pazarlık görülüp evin ihtiyaçları karşılanırdı. Değil araba bisiklet bile tek tük görülürdü. Belki bir bakkal yumurta karşılığı çocukları bir iki kilometre bisikletle götürüp getiriyordu. Tüketmeye değil üretilen şeylerin değiş tokuşuna dayalı bir yaşamdı.

Ben bizim çocukluğumuzu çok özledim. Yokluk diye bir şey vardı ama küçücük evlerimiz şen ve gürül gürüldü. Tahta iskemlelerde oturan yaşlılarımız vardı bizim. Onlara dede, nene diye sokulur anlattıkları hikâyeleri dinlerdik. Akşamları masal anlatırdı nenelerimiz, ninni söylerdi annelerimiz. Şimdi mi? Kıyaslama yapmak çok zor. En azından çocuk gözüyle göremem artık. Bugünün çocukları da yarın çocukluklarını böyle hatırlarlar mı? Onu da bilemiyorum.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder