Bernard Shaw
'Birisini tenkit etmek istersek en münasip yer aynamızın karşısıdır' demiş.
Nedense insanlar hep kusuru başkalarında ararlar. Kendileri ise mükemmeldir.
Oysa önce kendilerine baksalar hiç de mükemmel olmadıklarını görecekler. Belki
de bu yüzden eleştirirken aynaya bakmıyorlar.
Hiç kuşkusuz eleştiri bir kusuru iyileştirmek, bir hatayı düzeltmek
amacı ile yapıldığında yararlı olabilir. Onu da ancak
olgun insanlar kaldırabilir. Şeyh Şadi Şirazi'nin 'Olgun bir adamı dost edinmek
isterseniz, tenkit edin; basit bir adamı dost edinmek isterseniz methedin'
demesi bundan olmalı. En iyisi eleştiri ve kritiğin karşı tarafı rencide
etmeyecek şekilde yapılması.
Hepimiz birilerine kızıp onları yerden
yere vurmuşuzdur. Hep haksızlığa uğradığımızı düşünerek başkalarını
eleştirmişizdir. Bizim hiçbir kusurumuz olmaz. Hatalarımızı asla kabul etmeyiz.
Boyuna kendimizi haklı çıkarmak için bahaneler üretiriz. Peki öyle midir ?
Aslında bu bir bencillik. Dahası sadece
tenkit eden insanlarda genellikle bir ego kabarması gözlemlenebiliyor. Belki de
bu yüzden ben merkezci tipler, eleştirmeyi çok seviyorlar.
Jonathan Swift böyle insanlar için
'Hiciv öyle bir aynadır ki ona bakanlar, orada herkesin yüzünü görürler de
kendi yüzlerini göremezler' diyor.
Oysa kişi Bernard Shaw'ın dediği gibi
birini eleştirecekse önce kendine bakmalıdır. Çuvaldızı başkasına batırmadan
önce küçücük bir iğne kendi kusurlarımızı görmemize yardımcı olabilir.


Bu iş basit bir
iğneleme, eleştiri ya da kıskançlığı aşar. O iş resmen sihir ve büyüye girer.
Allah muhafaza.
Yeni
tabiriyle kısaca empati yapmak olarak açıklanabilecek 'İğneyi
kendine, çuvaldızı başkasına batır' davranışı iyi bir
şeydir. Hem insan hem de toplum için faydalıdır. Yanlış olabilecek bir hareketi
frenlemeye ve iyileştirmeye yarar.
Aslında bir
insanın kendisini uyarmak için iğneye ihtiyacı yok. Başkaları için yanında
çuvaldız taşımaksa elbette akla ziyan olur. Burada geçen iğne ve çuvaldız birer
teşbih. Bir atasözü. Sözün gelişi kullandığımız özlü söz ve deyimlerden.
Lazım
geldiğinde; ağzımızı açmadan, elimizi kaldırmadan, adım
atmadan evvel 'iğneyi' azıcık kendimize batırabilmeliyiz. Hatta bu davranış bir
alışkanlık haline gelirse ne iyi olur. O zaman sadece hatırlamak bile sonradan
üzüleceğimiz bir davranıştan daha baştan vazgeçmemizi sağlayabilir.
Empati,
kişinin kendini kontrol etmesi ve başkalarına sözle
bile olsa zarar vermemesi için oldukça gerekli.

Bana
göre siyasetle politika aynı şey değildir. Ayrıca siyasi(tçi) politika(cı)
söylemini de doğru bulmam.
Her siyasi bir
tarafıyla politika içindedir. Ama her politika yapan hemen siyasi bir kişilik
olmaz. Çünkü siyaset devlet yönetimiyle ilgilidir ve politik bir mücadelede
kazanıldıktan sonra siyasi olunur.
Siyasetsiz/Politikasız
yapamayız ama 'politikacıları/siyasetçileri' de kıyasıya eleştiririz. Ancak
politika içinde herhangi bir görev alıp çaba gösterenler önce peşinen bir
tebrik ve teşekkürü hak ederler. Tabi ki kazanıp bir siyasi görevde yer alanlar
bunu iki kez hak eder.
Gizli
kapaklı ve yasal olmayan faaliyetler yerine demokrasi içinde mücadele etmeyi
tercih edenler hangi görüşten olursa olsunlar saygıdeğerdir. Hatta bu konuda
hiçbir şey yapmayıp oturduğu yerden atıp tutan, ahkam kesenlerden de daha
değerlidirler.
Ancak
madem maksat kazanıp siyaset sahnesine çıkabilmektir, şu unutulmamalı; Siyaset
ciddi bir iştir. Devlet millet için bir ihtiyaçtır, gereklidir. Herkesin
yapmadığını, yapamadığını yapmaktadırlar. Aksi halde devlet adamı yokluğu
çekilir. Osmanlıda buna Kaht-ı ricâl denilirmiş.
Kaht,
Arapça kökenli Osmanlıca bir sözcük. Kıtlık, kuraklık demek. Ricâl de, Arapça
kökenli bir sözcük; erkek, adam, elinden iş gelen yetişmiş insan anlamına gelen
recül kelimesinin çoğulu. Ama burada “adam” terimi ile kastedilen, normal
erkek, adam değil, “yetişmiş devlet adamı”.
Politika
siyaset kadar saygın olmasa da zorunlu bir uğraş. Daha çok bir arenada mücadele
eden gladyatörlere benziyorlar. Seyirci de kamuoyu ve seçmenler. Her ne kadar
acımasız ve kuralsız gibi görünse de kendi içinde demokratik teamüllere sahip.
Bununla uğraşanların namert olmaları gerekmiyor.
Söylenen,
yazılan, yapılan şeylerin mertçe olması en iyisi. Demokrasiyi bir fazilet
rejimi olarak övmez miyiz ? O halde bu alandaki davranışların da erdemli olması gerekmez
mi ?
Rakibiyle selamlaşmak, eleştiride haddi aşmamak ve karşılaştığında tokalaşabilmek oldukça medeni bir davranış olsa gerek. Kazananı tebrik etmek te öyle. Neden olmasın ?
Bizim
ülkemizde bir gladyatör geçmişi yok, ama er mücadelesi, pehlivanlık ve yiğitlik
geleneği var. Güreş oyunsuz olmaz. O da er meydanında olur. Ancak, yalanın,
iftiranın, küfür ve kaba kuvvetin yeri değildir er meydanları. Kazanılsa bile,
böyle kazanmanın onuru olur mu ?
Millet
huzurunda soyunup meydana çıkanlar sırf kazanma uğruna böyle çirkin yollara
tevessül etmemelidirler. Özellikle de birbirlerine çuvaldızla saldıranlar,
yanlarında küçük bir iğne taşısalar ne iyi olurdu.
Çünkü bazen
küçük bir iğne yapılabilecek büyük yanlışlara mani olabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder