26 Mayıs 2018 Cumartesi

26 Mayıs 2018 Cumartesi 16:10 HAYATIN İKİ YÜZÜ....................Zıtlıklar sarmalı


Zıtlıklar sarmalı

Hayat iyilik ve kötülük zıtlığı üzerine kurulmuş. Bu farklılık Hz. Adem ve Hz. Havva'dan beri süregelmiş bugüne. 

İlk örnek onların 'yaklaşmayın' uyarısına rağmen şeytana aldanmalarıyla yaşanmış. Habil ile Kabil'in başına gelenlerle devam etmiş.

İyilik/Kötülük zıtlığı aslında her şeyde var. 

Hayat-Ölüm, Gençlik-İhtiyarlık, Sağlık-Hastalık, ak-kara, taze-bayat, akıllı-aptal, cesur-korkak, güzel-çirkin, doğru-yalan, düz-eğri, sert-yumuşak, acı-tatlı, alçak-yüksek, inmek-çıkmak, canlı-cansız, mutlu-mutsuz, sevgi-nefret, erkek-dişi, sıcak-soğuk ve daha binlercesi. Düşündüğünüz, baktığınız ve yaşadığınız her durumda bu farklılıkları görebilirsiniz. 

Çoğu insanla ilgili. Dünyada, kainatta, bilimde ve mana aleminde de bu hal var. Mesela artı eksi kutuplar enerji için olmazsa olmaz zıtlıklar. Atom parçacığının içindeki nötron ve protonlar da öyle. 

Yine mesela insanların tümü farklı farklı huy ve yaratılışa sahip. İnsanların, milletlerin, ülkelerin hepsinin bire bir aynı olması mümkün mü ? Zıtlık ve farklılıklar hayatın iki yüzünü oluşturuyorlar. 

İyilik ve güzellik ekseninde olanlar hayatın pozitif tarafını oluştururken, kötülük ve çirkinlik yanında olanlar ise hayatın negatif yanını, yani olumsuz tarafını oluşturuyorlar.

Ancak hayatın enerjisi sanki kötülük ve iyiliğin, cahillik ve bilgeliğin, karanlık ve aydınlığın, siyah ve beyaz gibi sayısız zıtlığın mücadelesinden doğuyor. Allah'ın hikmeti işte. 

Hayat böyle devam ederken, iyilik ve kötülüğün kendine özgü hikayeleri de hep olacak. İnsan için seçim yapma şansı var. İyi mi kötü mü olacağımıza, bilgeliğin mi yoksa cahilliğin mi peşinden gideceğimize karar vermek bize kalmış. Bu seçim aynı zamanda ne olacağımızı ve nasıl olacağımızı da belirlemiş oluyor.

İyi İnsan; Aklından hiç kötülük geçirmeyen, saf insan değildir.

İyi İnsan; Her şeyin farkında olup, iyiliği tercih edendir.

Tıpkı fıtratındaki kötülüğe rağmen ona galebe çalan iyiliği sebebiyle melaikenin saygısına mazhar olan Adem gibi. Bütün isyan ve yanlışlarına rağmen Allah resullerinin ümit kesmedikleri Ademoğulları gibi. 

Onu en iyi bilen yaratıcısının vahiysiz kitapsız bırakmadığı, esfel-i sâfilîn yani aşağıların en aşağısı olma istidanına karşılık, yine de eşref-i mahlûkât sıfatına layık görülmüş, yaratılmışların en şereflisi ünvanını taşıyan insanoğlu gibi.

Cenâb-ı Hakkın diğer varlıklardan farklı olarak Hazret-i Âdem ve onun neslini zıt tecellîlere mazhar kılması elbet sebepsiz değil. Bizzat yaradan tarafından insanların, aşağıların en aşağısı demek olan “esfel-i sâfilîn” ile yücelerin en yücesi olan “âlâ-yı illiyyîn” arasında, hak ettikleri bir mevkîde bulunmaları murâd edilmiş. Yâni eşref-i mahlûkât olan insan, hem fıtrî sermayesi ve hem de bu sermayeyi hayra veya şerre kullanmaya medâr olan cüz’î irâdesiyle, “bel hüm edal”, yâni “hayvandan da aşağı” bir mevkî ile “melekten bile üstün” bir nokta arasında muhayyer bırakılmış.

Bu ise, kulun gayretine ve fıtratında mevcud olan müsbet ve menfî temâyüller arasındaki mücâdeleden hâsıl edeceği netîceye göre gerçekleşecektir.

Hakîkaten insan nefsi, mahlûkât içerisinde onu hem mükerrem bir mevkîye yüceltebilen, hem de bunun zıddı olarak esfel-i sâfilîne düşürebilen, iki yüzlü bir vâsıta. Islâh edildiğinde hayra; terbiye olunmadığında ise şerre vesîle olma istîdâdına sâhip, âdetâ iki ağızlı bir bıçak hükmünde.

İnsanoğlu yaratılış sınırlarıyla eksikli. Bütün varlığı hakikatiyle görmek ancak kendisine bahşedilmiş olanlara mahsus. 

Aslında yaşam ve ölüm sırt sırta, madde ve mana yan yana, iyilik ve kötülük altlı üstlü, insan ve şeytan yaradılıştan bu yana karşı karşıya.

Gördüğümüz, hissettiğimiz, dokunduğumuz her bir şey aslında var mı yok mu ? Bunu bile tam bilemiyoruz.

Aydınlık ve karanlık dünyamızın iki ana yüzü. Seçtiğimiz, yaptığımız, yaşadığımız şeyin ne olduğunun bilincinde olmak bize kalmış. 

Şairin dediği gibi: 'Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir; Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.'

Rabbimiz Ademoğlunu yarattığında meleklerin ve cinlerin büyüklerinden onu tanımaları ve saygı göstermelerini istemiş. Üstünlük iddia eden ve insanı 'yeryüzünde kan dökecek biri' olarak tanımlayan şeytan huzurdan kovulmuş. Süre isteyen şeytan insanoğlununun önünden, arkasından, yanından yaklaşıp onu saptırmaya ve yoldan çıkarmaya ahdetmiş. İşte o günden bu yana bütün taifesiyle birlikte bizimle uğraşıyor. Adeta hayatın öteki yüzünden, karanlıklar ve gölgeler arasından kötülüğü hakim kılmaya, yaymaya çalışıyor.

Biz de yaradılış amacımız doğrultusunda onun iğvalarına aldanmadan, doğru yoldan şaşırmadan ve istikametten sapmadan iyiliğin kirlenmemesi için uğraşıyoruz.  Biz kötülüğü engellemeye, aramıza girmesine müsaade etmemeye çalışırken, o ve tayfası da aksi için içimizde dolaşıyor.

Bu iki dünya bazen karşı karşıya, bazen yan yana, bazen de iç içe verilmiş vadeye doğru akıp gidiyor. Biraz dikkat ederseniz bu mücadeleyi her an, her hal ve her mekanda görebilirsiniz. Mesela gizli-açık, legal-illegal, hak-batıl, iyi-kötü, doğru-yanlış, nur-kir, sevgi-nefret, kavga-barış, tevhid-şirk, polis-mücrim, dost-düşman, Devlet-derin devlet vb…Daha binlerce örnek. Hepsi hayatın iki yüzünün, görebildiğimiz sadece bir kısmına ait örnekler.

İşte biz Ademoğlu böyle bir sırat köprüsünün üzerinden geçip gidiyoruz menzile doğru. Yaralanmamız, berelenmemiz doğal. Tökezlememiz, düşmemiz normal. Ancak sahili selamete sağ salim ulaşmak da yaradılışımızda bize lütfedilmiş nimetlerden. İş ki bizimle birlikte yaratılmış bu iki zıt dünyanın farkında olalım. Kötülüğe direnmiş, iyilikle donanmış insanlar olarak kazananlar arasında finiş çizgisine varabilelim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder