
Zıtlıklar sarmalı
Hayat iyilik ve
kötülük zıtlığı üzerine kurulmuş. Bu farklılık Hz. Adem ve Hz. Havva'dan beri
süregelmiş bugüne.
İlk örnek onların 'yaklaşmayın' uyarısına rağmen şeytana
aldanmalarıyla yaşanmış. Habil ile Kabil'in başına gelenlerle devam etmiş.
İyilik/Kötülük zıtlığı aslında her şeyde var.
Hayat-Ölüm,
Gençlik-İhtiyarlık, Sağlık-Hastalık, ak-kara, taze-bayat, akıllı-aptal,
cesur-korkak, güzel-çirkin, doğru-yalan, düz-eğri,
sert-yumuşak, acı-tatlı, alçak-yüksek, inmek-çıkmak, canlı-cansız,
mutlu-mutsuz, sevgi-nefret, erkek-dişi, sıcak-soğuk ve daha binlercesi.
Düşündüğünüz, baktığınız ve yaşadığınız her durumda bu farklılıkları
görebilirsiniz.
Çoğu insanla ilgili. Dünyada, kainatta,
bilimde ve mana aleminde de bu hal var. Mesela artı eksi kutuplar enerji için
olmazsa olmaz zıtlıklar. Atom parçacığının içindeki nötron ve protonlar da
öyle.
Yine mesela insanların tümü farklı
farklı huy ve yaratılışa sahip. İnsanların, milletlerin, ülkelerin hepsinin
bire bir aynı olması mümkün mü ? Zıtlık ve farklılıklar hayatın iki yüzünü
oluşturuyorlar.
İyilik ve güzellik ekseninde olanlar
hayatın pozitif tarafını oluştururken, kötülük ve çirkinlik yanında olanlar ise
hayatın negatif yanını, yani olumsuz tarafını oluşturuyorlar.
Ancak hayatın enerjisi sanki kötülük ve
iyiliğin, cahillik ve bilgeliğin, karanlık ve aydınlığın, siyah ve beyaz gibi
sayısız zıtlığın mücadelesinden doğuyor. Allah'ın hikmeti işte.
Hayat böyle devam ederken, iyilik ve
kötülüğün kendine özgü hikayeleri de hep olacak. İnsan için seçim yapma şansı
var. İyi mi kötü mü olacağımıza, bilgeliğin mi yoksa cahilliğin mi peşinden
gideceğimize karar vermek bize kalmış. Bu seçim aynı zamanda ne olacağımızı ve
nasıl olacağımızı da belirlemiş oluyor.
İyi İnsan; Her şeyin farkında olup, iyiliği tercih
edendir.
Tıpkı fıtratındaki kötülüğe rağmen ona galebe
çalan iyiliği sebebiyle melaikenin saygısına mazhar olan Adem gibi. Bütün isyan
ve yanlışlarına rağmen Allah resullerinin ümit kesmedikleri Ademoğulları gibi.
Onu en iyi bilen yaratıcısının vahiysiz kitapsız bırakmadığı, esfel-i sâfilîn yani aşağıların en
aşağısı olma istidanına karşılık, yine de eşref-i mahlûkât sıfatına layık görülmüş, yaratılmışların en
şereflisi ünvanını taşıyan insanoğlu gibi.
Cenâb-ı Hakkın diğer varlıklardan farklı olarak Hazret-i Âdem ve onun
neslini zıt tecellîlere mazhar kılması elbet sebepsiz değil. Bizzat yaradan
tarafından insanların, aşağıların en aşağısı demek olan “esfel-i sâfilîn” ile
yücelerin en yücesi olan “âlâ-yı illiyyîn” arasında, hak ettikleri bir mevkîde
bulunmaları murâd edilmiş. Yâni
eşref-i mahlûkât olan insan, hem fıtrî sermayesi ve hem de bu sermayeyi hayra
veya şerre kullanmaya medâr olan cüz’î irâdesiyle, “bel hüm edal”, yâni
“hayvandan da aşağı” bir mevkî ile “melekten bile üstün” bir nokta arasında
muhayyer bırakılmış.
Bu ise,
kulun gayretine ve fıtratında mevcud olan müsbet ve menfî temâyüller arasındaki
mücâdeleden hâsıl edeceği netîceye göre gerçekleşecektir.
Hakîkaten insan nefsi,
mahlûkât içerisinde onu hem
mükerrem bir mevkîye yüceltebilen, hem de bunun zıddı olarak esfel-i sâfilîne
düşürebilen, iki yüzlü bir vâsıta.
Islâh edildiğinde hayra; terbiye olunmadığında ise şerre vesîle olma istîdâdına
sâhip, âdetâ iki ağızlı bir bıçak hükmünde.

Aslında yaşam ve ölüm sırt sırta, madde ve mana yan
yana, iyilik ve kötülük altlı üstlü, insan ve şeytan yaradılıştan bu yana karşı
karşıya.
Gördüğümüz, hissettiğimiz, dokunduğumuz her bir şey
aslında var mı yok mu ? Bunu bile tam bilemiyoruz.
Aydınlık ve karanlık dünyamızın iki ana
yüzü. Seçtiğimiz, yaptığımız, yaşadığımız şeyin ne olduğunun bilincinde olmak
bize kalmış.
Şairin dediği gibi: 'Her şey akar, su,
tarih, yıldız, insan ve fikir; Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.'
Rabbimiz Ademoğlunu yarattığında
meleklerin ve cinlerin büyüklerinden onu tanımaları ve saygı göstermelerini
istemiş. Üstünlük iddia eden ve insanı 'yeryüzünde kan dökecek biri' olarak
tanımlayan şeytan huzurdan kovulmuş. Süre isteyen şeytan insanoğlununun
önünden, arkasından, yanından yaklaşıp onu saptırmaya ve yoldan çıkarmaya
ahdetmiş. İşte o günden bu yana bütün taifesiyle birlikte bizimle uğraşıyor.
Adeta hayatın öteki yüzünden, karanlıklar ve gölgeler arasından kötülüğü hakim
kılmaya, yaymaya çalışıyor.
Biz de yaradılış amacımız doğrultusunda
onun iğvalarına aldanmadan, doğru yoldan şaşırmadan ve istikametten sapmadan
iyiliğin kirlenmemesi için uğraşıyoruz.
Biz kötülüğü engellemeye, aramıza girmesine müsaade etmemeye çalışırken,
o ve tayfası da aksi için içimizde dolaşıyor.
Bu iki dünya bazen karşı karşıya, bazen
yan yana, bazen de iç içe verilmiş vadeye doğru akıp gidiyor. Biraz dikkat
ederseniz bu mücadeleyi her an, her hal ve her mekanda görebilirsiniz. Mesela
gizli-açık, legal-illegal, hak-batıl, iyi-kötü, doğru-yanlış, nur-kir,
sevgi-nefret, kavga-barış, tevhid-şirk, polis-mücrim, dost-düşman, Devlet-derin
devlet vb…Daha binlerce örnek. Hepsi hayatın iki yüzünün, görebildiğimiz sadece
bir kısmına ait örnekler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder