21 Aralık 2015 Pazartesi

252 21 Aralık 2015 Pazartesi 22:25 ESKİMEYEN KELİMELER..........Salât, Musâfaha, Salâvat, Selâm

Salât, Musâfaha, Salâvat, Selâm

Salât
İncelediğim kaynaklara göre salât kelimesi, dua, istiğfar, rahmet gibi anlamlara geliyormuş. Istılahta ise salât, bildiğimiz namaz anlamına geliyor. Ancak, salât kelimesi her zaman dua veya her zaman namaz diye tercüme edilirse yanlış oluyormuş. Doğrusu cümledeki yerine göre mana vermek.

Örneğin bir âyet-i kerimede geçen salât, Allah'ın rahmet, meleklerin istiğfar, müminlerin ise, dua etmesi anlamındaymış.[1] Yani bana salât edecek -rahmet edecek- olan Allahtır manasında.

Bir tasnife göre "Salât" kelimesi Müslümanların yerine getirdikleri özel ibadet, ibadet yeri ve dua gibi çeşitli anlamlara gelebiliyormuş. Bu da salât sözcüğünün Yüce Allah veya Müslümanlarca değişik manalarda kullanılmasından kaynaklanmış.

Örneğin Kur'an-i Kerim'de salât kökünden ve bu kökten türemiş kelimelerden çok yararlanılmış ve her biri belli anlamda kullanılmış.

Kur'an'da salât sözcüğünün Müslümanların yerine getirdikleri özel ibadet anlamında kullanılışı İslam'ın doğuşundan sonra bu kavramın kazandığı yeni anlamla ilgili. [2] Hac suresinin 40. ayetinde yer alan salâvat kelimesi ise ibadet yeri anlamında kullanılmış. [3] Nihayet Kur'an'da bir çok ayette salât kökünün dua anlamında kullanıldığı anlaşılıyor. [4]

Bu yüzden "Allah'ın salâtının anlamı rahmet, meleklerin salâtı bağışlanma dilemek ve insanların salâtının anlamı dua etmektir" denmiş. [5]

Demek ki esas itibariyle Salât sözcüğü lügat olarak dua anlamında oluyor. Ancak onu duanın özel bir hali olan namaz için kullanılması o kadar yaygınlaşmış ki artık ne zaman salât sözcüğü kullanılsa dua değil, namaz akla geliyor. Yine de salât kelimesinin eskiden olduğu gibi kök anlamı olan dua anlamını koruduğu söylenebilir. Ancak unutulmaması da gerek. 


[1] Allah ve melekleri, Resule salât ediyor. Ey iman edenler, siz de salât edin. [Ahzab 56]
[2] Bakara: 3 "Onlar, gayba inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızklardan (Allah yolunda) harcarlar."
Bakara: 43 " Dosdoğru namaz kılın, zekât verin ve rükû edenlerle birlikte rükû edin."
Maide: 58" Namaz için çağırdığınızda onu alay ve eğlenceye alırlar. Bu, onların düşünmeyen (ve anlamayan) bir topluluk olmalarındandır."
[3] Hac: 40" Onlar, sadece "Rabbimiz Allah'tır." demeleri yüzünden haksız yere yurtlarından çıkarıldılar. Allah, insanlardan bir kısmını diğer bir kısmı ile defetmesiydi, içinde bol bol Allah'ın ismi anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler yıkılıp giderdi. Allah, kendisine yardım edene mutlaka yardım eder. Allah, güçlüdür ve üstündür."
[4] Tevbe: 103 "Onların mallarından kendilerini temizleyeceğin ve arıtacağın bir sadaka (zekât) al ve onlara dua et. Kuşkusuz senin duan, onlara huzur kaynağıdır. Allah işitendir ve bilendir."
Ahzap: 43 "Sizi karanlıklardan nura çıkarmak için O ve melekleri size rahmet eder. O, sürekli müminlere merhamet edendir."
Ahzap: 56, "Kuşkusuz Allah ve melekleri, Peygamber'e salât (özel rahmet) ederler. Ey iman edenler! Ona salât gönderin ve en güzel şekilde onu selamlayın."
[5] El-Mizen 43. ayetin tefsiri

Musâfaha
Musafâhanın bir sözlük anlamı bir de hadis ilmi [1] karşılığı var. Genel olarak "tokalaşma" anlamına geliyor. Bildiğimiz anlamda, karşılaşan iki insanın selamlaştıktan sonra, tokalaşması yani.

Gerek erkeklerin, gerekse de kadınların birbirleriyle, karşılaştıkları zaman selâmlaşmaları, hal-hatır sormaları, musâfaha yapmaları, tokalaşmaları, kucaklaşmaları, birbirlerine güleryüz göstermeleri İslâmî kardeşliğin bir icabı. Bu davranışların tamamı sadaka ve ibadet olarak değerlendiriliyor.

İşte dilimizde “tokalaşma”, el sıkışma mânâsıyla yaşayan “musâfaha”, bir sünnet. Anlaşılıyor ki sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) bunu hem uygulamış, hem de rahmet müjdesiyle teşvik etmiş. [2]

Hiç kuşkusuz tokalaşmak, birbiriyle karşılaşan iki kimse arasındaki sevgi ve muhabbeti ifâde ediyor. Sonuçta bu yaygın uygulama, müslümanlar arasındaki kini, nefreti, birbirinden iğrenmeyi, geçimsizliği ve birbirinden hoşlanmamayı ortadan kaldıran önemli bir güzellik. 

Bu yüzden "Musâfaha (tokalaşmak), âlimlerin geneline göre güzel bir davranış olarak değerlendirilmiş. [3]  Bir kimse avucunu, arkadaşının avucunun içine koyduğu anda musâfaha meydana gelmiş oluyor.

Bir kimsenin elinin içini başkasının elinin içiyle birleştirmesi, birbirlerinin ellerini bu vaziyette tutmaları şeklindeki Musâfaha çok eski bir davranış biçimi. Onu ilk ortaya çıkaranların da Yemenliler olduğu anlaşılıyor. [4]

Geleneğimizde ilk karşılaşma sırasında musâfaha yapılması sünnet, her karşılaşmada musâfaha ise müstehap olarak tanımlanıyor. 

Karşılaşma esnasında önce selâmlaşılır, sonra el tutuşulur. Musâfaha için elini uzatandan yüz çevirmek ve mukabelede bulunmamak doğru bir davranış tarzı kabul edilmiyor ve edebe aykırı görülüyor.


[1] Hadis ilminde, muteber hadisçilerden birinin rivâyet ettiği bir hadisin senedindeki râvî sayısının, aynı hadisi rivâyet eden bir başka kimsenin senedindeki ravî sayısı ile eşit olmasıdır. Musafaha, muteber hadis kitabına göre kıyaslanan hadisin isnadının âlî olduğuna işaret eder. (bk. Âlî İsnad)
[2] Bera b. Azib’in (r.a.) rivayetiyle Resûlüllah Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “İki Müslüman karşılaşıp masâfahalaşırken, Allah’a hamd edip (biribirlerinin) bağışlanmasını dilediklerinde, her ikisi de bağışlanır.” Yine aynı râvi şöyle bir hadis-i şerif daha nakletmiştir: “Karşılaşıp tokalaşan hiçbir Müslüman yoktur ki, ayrılmadan önce bağışlanmış olmasınlar!” [Ebû Dâvûd, Sünen, Edep, 142]
[3] Nevevî şöyle demiştir: İki müslümanın birbiriyle karşılaştığında tokalaşması, üzerinde ittifak edilen sünnettir." ("Fethu'l-Bârî"; c: 11, s: 55)
[4] Resûl-i Ekrem, bir kısım sahih rivayetlerinde çeşitli vesilelerle Yemenlileri methetmiştir Onların îmanlarının güçlü, kendilerinin iyi mü’min ve hikmet ehli olduklarını övdüğünü görürüz Bu, Yemenlilerin o günün önde gelen medenî topluluklarından biri oluşlarıyla alâkalıdır, denilebilir Çünkü Yemenliler herhangi bir zorlama söz konusu olmadan ve benimseyerek İslâm’ı kabul etmişler, gerçekten de dini en iyi yaşayan topluluklardan biri olarak temayüz etmişlerdi Bu, övülmeye ve takdire değer bir haldir Enes’in ikinci hadisinden öğrendiğimize göre, Efendimiz musâfaha âdetini ilk getirenlerin de Yemenliler olduğunu söylemişlerdir ki, bu da onların lehine ve methine yönelik bir hadistir Ayrıca bu hadis vesilesiyle bir kere daha tekrar etmemiz gereken bir gerçek vardır: İslâm, daha önce insanlar arasında yaygın olup da Kur’an ve Sünnet’e aykırı olmayan güzel âdetleri ibkâ etmiş, ortadan kaldırmamıştır Bu durum, insanlığın tarih boyunca geliştirdiği iyi ve güzel hasletlerin, bütün insanlığın ortak bir eseri olduğunu, bunlardan Allah’ın rızâsına uygun ve insanlara faydalı olan hiçbir şeyi İslâm’ın reddetmediğini gösterir

Salâvat
“Salâvat” “salât” kelimesinin çoğuluymuş. Salât kelimesi lügatte; tebrik, dua, istiğfar, namaz, rahmet manalarına geldiği gibi kendisinden türetilen bazı fiillerinde bereket manası da olduğu belirtiliyor.

Nitekim, Ahzab sûresinin 56.âyeti için ibn Abbas, “Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’i bereketle kuşatırlar...” manasını vermiş. El-Müberred’de salât kelimesinin aslında “rahmetle dua etmek” manasına geldiği, Allah tarafından yapıldığında “rahmet”, melekler tarafından yapıldığında ise “Allah’ın rahmetini istemek” anlamında olduğu beyan ediliyor.

Kuşeyrî de bu hususta, “Allah’ın insanlara salâtı, onlara rahmet etmesi, peygamberlere salâtı ise onlara şeref vermesi ve ziyade ikram etmesidir” diyor.

Elhasıl “salât” Allah’tan olunca rahmet, meleklerden olunca mağfiret-i İlahiyi istemeleri, mü’minler tarafından dile getirildiğinde de hayırla dua etmek manalarına geldiği anlaşılıyor. [1]

Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in hayatı üzerine yemin etmiş, yüce ismini, onun ismiyle birlikte zikretmiş ve zatı uluhiyyesine imanı, onun nübüvvetine iman şartına bağlamış. 

Huzurunda seslerin yükselmesine razı olmamış, mübarek isminin sıradan bir isim gibi zikredilmesini istememiş, bütün bunlara ilaveten kendisinin ve meleklerinin onu yâd ile çokça salât ü selam ettiklerini bildirerek Ümmet-i Muhammedin de aynı şekilde ona bol bol salât ü selam getirmelerini istemiş.

Nitekim ayet-i kerimede: “Allah ve melekleri, peygamberi çok salât ederler, Ey müminler! Siz de ona salâvat getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin.” [2] buyruğu uyarınca ona salat ü selam getirmek müminler için ilahî bir emir hükmünde.

Bundan dolayıdır ki islamî âdâba göre dualarda, Allah’a hamd ve Rasulullaha salâvat ile başlayıp yine onlarla nihayete erdiriliyor.

Bilinen, söylenegelen pek çok selatü selam var. Bunlardan çok söylenen, bilinen bazılarını hatırda kalacak şekilde manalarını görüverelim.

Aaleyhisselam: "Allah'ın selamı, onun üzerine olsun."

Aleyhissalatu vesselam: "Allah'ın salatu selamı onun üzerine olsun."

SallALLAHu aleyhi ve sellem: "Allah'u Teala, Ona salatu selam etsin."

Allahumme salli ala Muhammedin ve ala ali Muhammed: "Allah'ım! (peygamberimiz) Hz.Muhammed'e ve aline (evladu iyaline) rahmet eyle."


[1] Değişik Yönleriyle Hz. Peygamber (asm), İbrahim Bayraktar, s.145-146
[2] El-Ahzab-56

Selâm
Selām, İslam sözcüğüyle aynı semantik kökten. Barış, her çeşit âfet ve kaderlerden emin olan demek. Bu nedenle selam kapısı, daima barış, emniyet, huzur, selamet, sağlık, esenlik, sağlık, sağlamlık, rahatlık, iyi netice ve kurtuluşa açılıyor.

Bir işten kurtulmak, ayıp, âfet, noksanlık, acizlik, hastalık vb. şeylerden beri olmak anlamındaki "s-l-m" kökünden türeyen selâm, Allah'ın sıfatı [1] olarak, insanlara ârız olan ayıp, kusur, eksiklik, âfet, hastalık, acizlik, ölüm vb. şeylerden berî olan; yaratıklarını âfet ve belalardan kurtaran, zulmetmeyen, güven arayanları güvene erdiren demekmiş aynı zamanda.

Allah’ın ismi olarak kullanıldığı gibi, selâmlaşmak, kusurlardan beri olmak, emniyet ve sulh manalarına da geliyor. Böylece selām ismiyle Allah, her türlü eminliğin, sâlimliğin aslı olup, ayıptan, kusurdan ve her çeşit eksikliklerden uzak olan yüce yaratıcı olduğunu kullarına belli etmiş.

Halk arasında insanların birbirleriyle karşılaştıklarında kullandıkları yakınlık dostluk, saygı ifade eden söz, yaptıkları işaret veya harekettir de selâm. Bu anlamda, “selâmünaleyküm” sözünün kısaltılmışıdır da diyebiliriz.

Selâm, bir dostluk ve iyi niyet işareti.  Zira insanların birbirlerine barış, rahatlık ve esenlik dilemeleri her şeyden önce iyi bir iletişim ortamı sağlar. Bu nedenle de Müslümanlar karşılaştıkları zaman, karşılıklı olarak ‘selâm !’ hitabıyla birbirlerine sağlık ve esenlik dileklerini sunarlar.

Bu anlamda "Selâmün aleyküm!" “Size iyilikler, güzellikler dilerim. Allah sizi her türlü kötülükten korusun!” anlamına geliyor. Kendisine selam verilen kişi ise "Aleyküm selâm!” diyerek “Ben de sizin için aynı şeyleri diliyorum” demiş oluyor.

Selâm vererek Müslümanların birbirlerine barış, sağlık ve esenlik dileklerini sunmaları İslam dininde önemlidir. Öyle ki bir dostluk ve iyi niyet işareti olan selâmı vermek sünnet; almak ise farz biliniyor. Peygamberimiz, birçok hadisinde selâmın önemi ve yaygınlaştırılmasının gereği üzerinde durmuş. [2]

Yine Peygamberimizin öğretisine göre: “Küçükler büyüklere, binekli atlı veya arabalı olanlar yayalara, yürüyenler, oturanlara; arkadan gelenler yetişince öndekilere; iki grup karşılaştığı zaman, az olanlar çok olanlara önce selam verirler." [3] Gruplar arası selâmlaşmada ise, grubun birinden bir kişinin selâm vermesi, diğer gruptan da bir kişinin alması yeterlidir. [4] Yine İslâmî âdâba göre bir gruptan ayrılırken ayrılan kişi tarafından da selâm verilmesi gerekiyor. [5]

Ancak bazı durumlarda selam verilmiyor. Örneğin, Namaz kılan, Kur'an okuyan, yemek yiyen vb. gibi.

Aynı şekilde bir kimseden selam getiren birisine: "Aleyhi ve aleyke’s-selam!" şeklinde cevap verileceği, bir mektuba yazılmış bir selâm için ise: "Ve aleyke’s-selam" denileceği yahut; cevabi mektupta bu ifade yazılacağı belirtiliyor.

[1] “Allah'ın sıfatı olarak Kur'ân'da sadece, "O... selâmdır, mümindir, müheymindir..." (Haşr, 59/23) âyetinde geçmiştir.
"Onunla (kitapla) rızasının peşinden gidenleri selâm yollarına iletir..." (Mâide, 5/16),
"Onlar (müminler) için Rableri katında selam yurdu vardır, yaptıkları işlerden dolayı O, onların dostudur." (En'âm, 6/127),
"Allah selâm yurduna çağırır..." (Yûnus, 10/25) âyetlerindeki "selâm" kelimesinin de Allah'ın ismi olduğunu söyleyenler olmuştur.
Namazların sonunda okuduğumuz şu hadis, Allah'ın selâm isminin anlamını ifade etmektedir: "Allahümme ente's-Selâmû ve min ke's-Selam..." (Allah'ım! Sen selâmsın ve selamet de sendendir) (Müslim, Mesacîd, 135-136).
[2] Bu husustaki hadis-i şeriflerden birkaçı şöyle:
(Mümin kardeşine selam vermek, yanına gelince ona yer göstermek ve hoşlandığı isimle hitap etmek, aradaki sevgiyi pekiştirir.) [Taberani]
(Darlıkta infak eden, rastladığı müslümana selam veren, kendi aleyhinde de olsa adaletli davranan, iman hasletlerini toplamış olur.) [Ebu Nuaym]
(Yirmi müslümana selam veren bir mümin Cenneti hak eder.) [Deylemi]
(Tatlı dilli olmak, selamlaşmak ve yemek yedirmek, Cennete götürür.) [Hakim]
[3] Buhârî, İsti’zân, 4-7; Müslim, Selâm, I
[4] Ebu Dâvud, Edeb, 141
[5] Ebu Dâvud, Edeb, 139

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder