Bir hafta sonu kaçamağı: Eskişehir

Ne yapalım ne edelim derken
iş nasılsa nereye gidelime gelip dayanıyor.
Keçiörenin teleferiklerini yüksekten korktuğu için hanım istemiyor. Çamlıdere’ye gitme fikri de
oğlumuzun işine gelmiyor. Beypazarını düşünüyoruz ama ona da ittifakla uzak
deniyor.
Güzel, değişik, biraz da renkli bir yer
olmalı. Ama şöyle hızlıca da gidip gelivermeli. Peki o nasıl olacak ?.. Yüksek hızlı
tren gibi mesela. Konya ?..Yok oraya gitmek için on gün erken. Şeb-i Arus 12
aralıkta. Peki, Eskişehir nasıl ?.. Hah işte tamam ! Hadi Eskişehire gidelim. Şimdi geç oldu, biletleri sabah alırız.
Bizim
ailede Eskişehire gitme fikri aslında yeni değil. Ama bu güne nasipmiş. Planımıza göre; yüksek hızlı trenle gidip geleceğiz.
Böylece hanım ilk defa hızlı trene binmiş olacak. Oğlumuza göre Adalara
gitmeli, bizim ilgimizi ise daha çok odunpazarı çekiyor. Hem bildiğim
kadar oldukça ilginç ve büyük parklara sahip bu şehrimiz. Neticede
günübirlik bir gezi olacak. Günler de oldukça kısa. O yüzden bu gezimiz kısa, küçücük bir
kaçamak olacak. Günübirlik bir hafta sonu kaçamağı yani.
Nasıl
olsa bilet buluruz diye bilet işini sabaha bırakmıştık. Kazın ayağı öyle değilmiş. Sabah sabah gişedeki memure hem gidiş hem de akşam
dönüşlerin dolu olduğunu söylediğinde bir an yüzüme soğuk su çarpmış gibi oldum. Ama,
yılmayacaktım. Gişelerin önünde sipere yattım. Tecrübeme göre son dakika
iptalleri olabilirdi.
Birinde aldığım “yok” cevabına ikna olmadım. Diğeri bir
kişilik yer var dedi. Hah ! dedim. Tamam işte bu daha olabilir demek. İki
dakika sonra üçüncü gişede beklediğim haberi sıcağı sıcağına ilk ağızdan almıştım bile:
Business clas vagonunda iki kişilik yer boşalmıştı. Gidiş biletlerimizi böyle aldık. Ama dönüş için o kadar şanslı değildik. Bütün trenler ve koltuklar dolu
görünüyordu.
Sorun
değildi. Gardaki danışmanın hemen yanıbaşında bir otobüs
firmasından da dönüş biletimizi aldık. Şimdi sıra arkamıza yaslanıp Eskişehir gezimize odaklanmaya gelmişti.
Tam da planladığımız vakitte yerimize geçip oturduğumuzda hanım yüksek hızlı
tren heyecanıyla meşgul, benim zihnim ise Eskişehir bilgileriyle doluydu.

Eskişehir, 2014 yılı sayımına göre Türkiye'nin en
kalabalık yirmi beşinci şehriymiş. İşte içinden su geçen kentlerden biri daha. Bu
kez suyun adı Porsuk Çayı.
Bir üniversite ve öğrenci yatağı Eskişehir.
Osmangazi ve Anadolu Üniversiteleri burada.
Ayrıca Met helvası, Balaban köfte, Haşhaşlı
çörek, Kalabak suyu, Çiğbörek ve Lületaşı ile meşhur olduğunu okumuştum. Özellikle
lületaşı, Türkiye'de yalnız Eskişehir'de çıkarılıp işleniyormuş. Bir çoban
köpeği cinsi olan akbaş da Türkiye'de yalnız Eskişehir ve Sivrihisar yöresinde
yetişiyormuş.
Eskişehir
bizzat adı gibi eski bir yerleşim yeri. Tarihten bu yana çok değişik uygarlıklar yaşamış gelmiş geçmiş bu topraklardan. Mesela Frigya,
Bizans, Anadolu Selçukluları ve Osmanlı İmparatorluğu bunlardan sadece bir
kaçı.
Sanat
kurumlarıyla, kültür ve sanat ortamıyla da oldukça canlı
bir şehir burası. Bu durum bana hiç yadırgatıcı gelmedi. Gençliğimde yakın olduğum şiir ve edebiyat çevrelerinden biri de Eskişehir grubuydu çünkü. Bugün dahi
her yıl düzenlenen Uluslararası Eskişehir Festivali ile şehirde müzik, tiyatro,
resim ve sinema dallarında sergiler ve gösteriler yapılıyor.
Eşim
gündüz yolculuğunu sever. Pencereden dışarısını
seyretmek ayrı bir zevktir onun için. Pencere kenarını ona bırakırım. Ben daha çok gece yolculuğunu tercih ederim. Zorunlu gündüz yolculukları nedense duygulandırır beni. Pencereden gördüklerim ülkemin manzaralarıdır. Bazen olağan üstü güzel, bazen çirkin, bazen de düşündürücü.
Ormanlar, tarlalar, köyler, insanlar, tepeler, dağlar…Hızla ilerleyen tren ya
da otobüs değildir de topyekun memleketim akıp gitmektedir geriye doğru.
Hüzünlenirim…Ruhumun derinliklerinde şiirler dile gelir, şarkılar söylenir,
türküler çalınır biteviye. Sanki akıp giden bir sinema filmiymiş de
fonda müzikmiş o zihnimden geçenler sanırım.

Zaman
zaman hız göstergesine takılıyor gözlerim. Saatte 250
kilometre civarında seyrediyor. Normal bir otobüs en çok 100 km. dolayında hız
yapar. O da otobanda. Trendeki bu hız içerde çok anlaşılmıyor ama dışarıya
bakınca durumu anlayabiliyorsunuz. Gördüğünüz bir şeyi aynı saniye içinde göz
sınırlarınızda tutmak mümkün değil. Adeta uçuyoruz…
Yolcular
için konulmuş raillife dergisinden yüksek hızlı
trenlerle ilgi bazı şeyler de öğrendim. Dünyada eski döşenmiş raylarda seyahat
hızı 200 km/s imiş. Yeni döşenmiş hatlarda 250 km/s ve üzeri trenler için yüksek
hızlı tren tanımlaması yapılıyormuş. 245 km’lik Ankara-Eskişehir yolu bu
anlamda Türkiye'nin ilk hızlı tren hattı.
Otobüsle 3-3,5 saatte alınan Ankara-Eskişehir arasını böylece 1,5 saatte
alıyoruz. Şehirlerarası bir yolculuk için çok kısa bir süre bu. Özellikle de
büyükşehirlerde otobüste geçen saatlerle kıyaslandığında.
Sürpriz !.. Eskişehir
garında bir dostumuz bizi bekliyor. Oysa biz ona sadece geleceğimizi haber
vermiştik. Söylemeseydik bize kırılabilirdi. Kalkıp bizi karşılamaya gelmesi oldukça zarif ve düşünceli bir hareket. Oysa planım
amatör bir yerli turist çift olarak, sorup danışarak ve şehir içi araçlarını kullanarak bu geziyi yapabilmekti.
Sağolsun dostumuz bizi aracıyla önce kentin iki
büyük parkına götürerek günün geri kalan kısmında daha fazla
şey görmemizi sağladı.

Devrim, Türkiye'de
tasarlanan ve üretilen ilk otomobildi. 1961 yılında, dönemin Cumhurbaşkanı Cemal
Gürsel'in talimatıyla, Eskişehir Demiryolu Fabrikasında, 129 günde üretilmiş.
İlginç, bir o kadar da hazin bir hikayesi var. Ne yazık ki seri üretime
geçememiş, yarı yolda önü kesilmiş bir hikaye..
Devrim
Otomobili’nin üretilmesi bir hayalin ve inancın
sonucuydu. Ona dayalı olağanüstü bir gayretin yansıması olarak Sivas ve
Ankara’da ilk motoru inşa edilmişti. Montaj ve deneme sırasında yaşanan
aksaklıklar sebebiyle bu motorun ikinci bir türevi tamamen Eskişehir fabrikalarında üretildi ve burada montajlandı. İşte o günlerden kalan tek örnek günümüzde TÜLOMSAŞ
fabrikası bahçesinde, özel bir alanda sergileniyor.
O dönemde bir avuç vatanseverin yaptığı şey hiç kuşkum yok ki bir kahramanlıktı. Kahramanlar büyük davaların adamlarıdır. Ankara'da o aracın birisine benzin koymayı unutmuş olmaları onların kahramanlığını küçültmüyor. Onlar için hoş görülebilecek, tebessümle anılabilecek bir ayrıntı bu. Ancak, gerçekte ülkesinin emeğine, inancına, yeteneğine inanmayan, en ufak bir pürüz karşısında çark eden birileri sayesinde rafa kaldırıldı o proje.
Ancak, bugün onları hatırlamıyoruz bile. Y. Müh. Emin Bozoğlu, Y. Müh.
Nurettin Erguvan, Y. Müh. Tayfun
Gültekin, Y. Müh. Necmettin
Erbakan, Y. Müh. Gültekin
Sabuncuoğlu, Mak.Mühendisi. Celal
Taner, Mak.Müh. Hamit İşeri, Y.Müh. Hasan Dinçer...İşte o bir avuç kahramanın hafızalarımıza kazınmış isimlerinden bazıları. Ve bir dizi isimsiz mühendis, usta ve işçi...Onları unutmadık, unutmayacağız da.
Bu kadar da değil. O kıt imkanlarda bu aracın üretilmiş olması hiç şüphesiz
ülke ufkunda bir sıçramaya yol açmış olmalı. Sanki bu günlerin kıvılcımları o
günlerde çakılmış da diyebiliriz.

Eskişehir-Kütahya yolu üzerinde ve yaklaşık 400.000 m2 alan
üzerine kurulu. Özellikle şehre ilk kez gelenlerin mutlaka gezmesi gereken
yerler arasında.
Sazova
Parkı içerisinde birçok ilginç ve renkli yapı yer
alıyor. Masal Şatosu, Korsan Gemisi, Yapay Gölet, Bilim ve Deney Merkezi,
Sabancı Uzay Evi, Eti Sualtı Dünyası, amfi tiyatro, gibi birçok önemli yapı bunlar arasında. Ayrıca ağaç ev ve Şirinler’in evi
tarzında çeşitli oyun grupları, kafe, restoranlar ve hediyelikçiler de var.
Halen yeni yapıların inşası devam ediyor. Örneğin
Hayvanat Bahçesi’nin ve yeni stadyumun kısa zamanda hizmete girmesi bekleniyor. Bunun dışında çok
kapsamlı ve önemli bir proje olan Eskişehir 2013 Türk Dünyası Bilim Kültür
Sanat Merkezi’nin çalışmaları da son sürat devam ediyor. Park bahçesinde yer
alacak olan Türk Şaheserleri Parkı (Maket Müzesi) kısmen de olsa ziyaret
açılmış durumda.
Sazova
Parkı’nın en dikkat çekici yapısı hiç kuşkusuz Masal Şatosu.
Disneyland’ın şatosu gibi. İlk bakışta farkedilmiyor ama dikkatlice
bakılırsa mesela Galata Kulesi ve Antalya’daki ünlü Yivli Minare gibi
Türkiye’de bulunan en önemli kule ve tarihi yapılardan izler taşıdığı
görülebiliyor.
Şato içerisinde her yaştan ziyaretçiler ve çocuklar için özel rehberli
turlar düzenleniyor. zamanımız olmadığı için biz katılmadık ama bu turlar yaklaşık 30-35 dakika
sürüyormuş. Bir masal dünyası içerisinde rehberler çocuklara
bir hikaye anlatıyor ve tur boyunca o hikayedeki olayın çözülmesini istiyorlarmış.
Sazova
Parkı’nda dikkat çeken bir diğer yapı ise yapay gölet
yanında yapılan bulunan Korsan Gemisi. Atlas Okyanusu’nu aşan gemilerden olan
May Flower’in benzeri. Gemiyi gezerken kaptan köşkü, zindan,
mürettabatın hamakları ile kileri görebiliyorsunuz.

Eskişehir’in en güzel ve popüler parklarından biri. Özellikle Türkiye’nin
ilk yapay plajına sahip olması ile ünlü.
Denizi
olmayan bir şehirde plaj yapılması fikri ilginç. Ancak bu fikir parkın içinden geçen Porsuk Çayından yararlanılarak ve gerçek deniz kumu kullanılarak yapılmış. Bu yüzden bir süre medyanın da yoğun ilgisini çekmiş. Yapay plajın içerisinde yüzme
havuzları da var. Genellikle gençler ilgi
gösterse de bu alan içerisinde aileler için de özel bir alan düşünülmüş.
Ayrıca parkta açık yüzme havuzları, 20 bin
metrekarelik bir gölet, gölet içinde bir ada, lokantalar, kafeler, hediyelik
eşya satışı yapılan büfeler, at binme alanları, gül bahçeleri, çocuk oyun
alanları, spor sahaları ve botanik kafeler gibi pek çok sosyal tesis te bulunuyor.

Rivayete göre şehre yerleşmeye gelen halk yer
seçerken Odunpazarı ve Porsuk Çayı’na birer ciğer asmış. Aradan bir süre
geçtikten sonra Odunpazarı’na asılanın daha geç bozulduğu görülmüş ve böylece bu bölgeye
yerleşilmiş.
Odun satılan bir pazar yeri iken tarihsel süreç içinde esnafı, evleri, camileri ve diğer sosyal mekanları ile gelişip odunpazarı semtine dönüşmüş. Rivayet böyle, ancak günümüzde Odunpazarı; yenilenen evleri, sokakları, cami ve
müzeleriyle şehrin en turistik noktalarından biri. Bugün sanki Eskişehir’in bu en nadide köşesinde adeta geçmişe yolculuk yapılıyor.
İşte seyahatimizin ilk
durağı tarihi evler. Dar sokakları, bitişik düzen bahçeli evleri, çeşmeleri ve ufak meydanlarıyla geçmiş konserve edilmiş burada. Bölgenin “Tarihsel ve Kentsel
Sit Alanı” ilan edilmesi ve başarılı restorasyon çalışmalarının ardından Odunpazarı’ndaki harap evler yenilenmiş. Hala arka sokaklarında devam eden restorasyon çalışmaları gördük.
Bu semtte yer alan evler, Osmanlı Sivil Mimarisi’nin en güzel örnekleri
arasında. Genellikle ahşap hatıllı kerpiçle ya da moloz taşla yapılmışlar. Üst
katları araları kerpiçle doldurulmuş ahşap malzemeyle yapılmış. Günümüzde evlerin
bir kısmı halen konut. Diğerleri ise müze, butik otel, kafe restoran ve hediyelik eşya işletmeleri olarak yaşatılıyor.

Bu külliye, Eskişehir'in ve Odunpazarı semtinin önemli tarihi
yapılarından. Çoban, Gazi, Melek lakabları ile bilinen Osmanlı vezirlerinden
Çoban Mustafa Paşa tarafından 1517 -1525 yılları arasında inşaa ettirilmiş.
Osmanlı’da adı bilinen ve Mimar Sinan’dan önceki ilk
mimarbaşı Acem Ali’nin eseri olduğu tahmin ediliyor. Tuhfetül Mimarin'de Mimar Sinan’ın da Eskişehir’de bir kervansaray yaptırdığı
kayıtlıymış. Bunun Kurşunlu camii ve külliyesinin de içinde bulunduğu bir kervansaray olduğu düşünülüyor.
Külliye Cami dahil, 20 odalık
zaviye ve medreseden oluşuyor. Bir öğretim yeri, tabhane, misafir odaları ve imareti var. Zaviye daha sonraları mevlevi dergahına çevrilmiş. Tekke ve
zaviyelerin kapatılmasıyla da buradaki tasavvuf faaliyeti sona ermiş.
Külliye’nin yedi bölümünden biri olan tabhane, günümüzde Eskişehir
Sanat Çarşısı’na dönüştürülmüş. Başta lületaşı işçiliği olmak üzere hat,
ebru, tezhib, kilim halı dokumacılığı ve gümüş işlemeciliği gibi el sanatlarına ev sahipliği yapıyor.
Çarşıdaki küçük atölyelerde sanatçıların çalışması izlenebiliyor. Lületaşı Müzesi, çarşının karşısında. Buraya giriş ücretsiz. Müze yanındaki bölümde de zaman zaman ücretsiz ney dinletileri yapılıyormuş.
Külliyenin Odunpazarı’na bakan girişinin sağında Sıcak Cam Üfleme
Atölyesi var. Solunda ise Cam Sanatları Merkezi bulunuyor. Her ikisinde de üretilen
cam obje ve takıların satışı yapılıyor.

Evin üst
katında Kırım Tatar Kültür Evi var. Burada da geleneksel Tatar
evi ziyaretçilere gösteriliyor. Mutfak kısmında yer alan eski kap kacak, tencere, tabak vb. mutfak eşyası hala sergenlerde muhafaza ediliyor.
Tatar evinin hemen yanı başında eşimle beraber kırmızı acı biber turşusu ile birlikte ve ayran eşliğinde 1'er porsiyon
çibörek yedik. Porsiyonda 5 adet çibörek var ve
fiyatı 6 TL.
Karnımız doydu. çıktıktan
sonra, yolun karşısına geçiyoruz. Şehrin diğer turistik noktası Atlıhan El
Sanatları Çarşısı’na uğruyoruz. 1850'lerde Takattin Bey’in yaptırdığı han
2006’da restore edilip çarşıya dönüştürülmüş. İki katlı çarşının dükkanlarında
yerel elişi hediyelikler satılıyor.

Odunpazarı Meydanı'nda mutlaka görülmesi gereken yerlerden birisi de Tiryakizade Süleyman Ağa Camii. İkindi namazımızı bu camide kılıyoruz.
Son derece ilginç bir ecdat yadigarı. Sadece yapı olarak değil, restorasyon
süreci, isminin hikayesi ve zemin
katındaki kıraathanesi ile de ilginç.
Baştanberi halk
arasında Odunpazarı Camii olarak bilinen bu eser restorasyona Tiryakizade Hasan
Paşa Camii olarak girmiş ancak Tiryakizade Süleyman Ağa
olarak çıkmış.
Eskişehir’de
2013 Türk Dünyası Kültür Başkenti Ajansı tarafından
‘kalıcı eserler’ projesi kapsamında, yapılan restorasyon sırasında kitabesi
okunmuş ve 250 yıllık caminin ismi Tiryakizade Süleyman Ağa Camii olarak
değiştirilerek 2014 yılının bir Cuma günü tekrar ibadete açılmış.
Kitabesi
şöyle:
Bihamdillah
zuhur etti biavni hazreti mevla / Şerafetlü ağalar nev
minare eyledi i’ta / Teberru’ eylediler pederi Hacı Süleymançün / Kabul idüb
şefaat eyliya Ahmedi keri / Mukaddemde muahharda ayupların ide mestür / Kamu
ecdad-ı evladın ide dareyn ide mestür / Aceb ahsen-i tealallah ivazlar vire ol
Allah / Dediler tarihi billah göreler cenneti hüra. Sene 1198
Buradan
anlaşılmış ki 18. yy. sonlarında inşa edilen bu camiyi, Tiryakizade Süleyman Ağa yaptırmış ve vakf etmiş. 19 yy.’a tarihleyebileceğimiz
caminin minaresi, kitabesine göre 1783/1784 yılı eseri.
Cami
altına açılan Tiryaki Zade Kıraathanesi ise bilinen
kahveler gibi değil. Burada, gündelik politika, futbol ve zaman öldürme
oyunları yok. Aksine bu mekân daha çok
bir kütüphaneye benziyor.
Hatta, toplantı, seminer ve sohbetlerin yapıldığı bir
ortam. Tabi çayı kahvesi, irmik helvası ile beraber.
İşletmecisi Liseyi, Maarif Kolejinde (Anadolu Lisesi) yüksek tahsilini Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesinde okumuş biri. Ayrıca ingilizce de biliyor.

TV’lerin, bilgisayar ve akıllı telefonların olanca ağırlığıyla hayatımıza çöktüğü bir zamanda insanların okumaya ve birbiriyle konuşmaya vakit ayıramadığı bir gerçek. Alışılmış bir kahve mekanının insanların gazete, dergi, kitap ve insanla buluştuğu bir yer olması oldukça anlamlı.
Şu anda iki haftada bir kalabalık ortamda tarih sohbetleri yapılıyormuş. İki haftada bir de lise öğrencileri için kariyer sohbetleri. Bu sohbetlerde nasıl çok para kazanılışından öte insani duyarlılığı geliştirmeye çalışıyorlarmış. İyi meslek, kötü meslekten ziyade mesleğinin iyisi, insanın hası nasıl olunur çabası öne çıkmış.Mesleği icra ederken insani ilişkilerde ifade, üslup ve davranışlar üzerinde duruluyormuş.
Bu temel fonksiyonların dışında duygularını, düşüncelerini yakın dostlarıyla paylaşmak isteyenler burası bir buluşma mekânı. Tabi ki içtiğiniz yediğiniz şeyler ücretsiz değil. Ancak bu ücretler hizmet karşılığı kadar, kâr amacı yok. Tüketilenin karşılığı, hizmetin devamını sağlayacak nitelik ve nicelikte.
Kitap satılmıyor. İsteyen kütüphanelerdeki gibi ödünç kitap alabiliyor. Burası bir kahvehane, kahve değil. Oyun salonu hiç değil. Kıraathane statülü kültürel, bilimsel bir sosyal etkinlik merkezi. Geleneksel manada değerlerin buluşup bir birini tamamladığı yeridir. İlim, irfanın harman olduğu bir yer.
Bazı sivil toplum kuruluşlarının sosyal içerikli organizasyonlarına ev sahipliği yapılıyor. Öğrenciler guruplar halinde okuma günleri, ders değerlendirme toplantıları düzenliyor. İnsanlar, burada sık sık mülakat buluşmaları yapıyorlar. Eskişehir’in fotoğraflı tarihi, farklı röportajların yapıldığı, söyleşilerin gerçekleştirildiği bir yer.
Ben keşke burada yaşasaydım diyecek kadar çok beğendim. Laf aramızda irmik helvasını da. Merak edenler için https://www.facebook.com/tiryakizadekiraathanesi adlı face sayfasını önerebilirim.

Eskişehir’in nadide parklarından biri. Karapınar Mezarlığının karşısında, Karapınar Piknik Alanı’nın hemen üstünde. İsmini yapay olarak yapılmış ve 1.400
m2 lik Eskişehir’in en büyük şelalesinden alıyor.
Parkta: geniş yeşillik alan, Eskişehir manzarası,
şelalesi, yürüme yolları, çocuk oyun alanı, yel
değirmeni (seyir terası), küçük anfi tiyatro, kafe ve restoran, oturma yerleri
bulunuyor. Odunpazarından
bineceğiniz 1 Numaralı Otobüs ile Şelalapark’a ulaşabiliyorsunuz.
Hamamyolu Caddesi, Eskişehir kent merkezinde
bulunan ve önemli alışveriş merkezleri ile hamamların
bulunduğu bir cadde. Gezdiğimiz gün bir Cumartesi günüydü, akşam olmuştu ve zaman zaman yağmur çiselemesine rağmen bir hayli kalabalıktı.
Hamamyolu
Caddesi Köprübaşı bölgesinden başlayarak Yediler
Parkı‘na kadar uzanıyormuş. 2009 yılından bu yana trafiğe kapalı. Cadde boyunca banka şubeleri, yerel ve ulusal firmaların ofisleri, esnaf
lokantaları ve her sektörden esnaf görebilirsiniz. Özellikle de bölgenin giyim
ve ayakkabı mağazalarını.
Hamamyolu semtinin ismi bu bölgede bulunan çok sayıda hamamdan
geliyormuş. Şu anda bile çoğu tarihi eser olan on beş civarında hamam burada hizmet
veriyormuş. Caddenin Köprübaşı ile birleştiği noktada, Porsuk Çayı kenarında Çukur Çarşı yer alıyor. Osmanlı dönemi çarşılarını andıran bu
yapıda Lületaşı eserleri ve çeşitli turistik ürünler
satılıyor.

Bu bölgenin ismi, porsuk çayı boyu ve çevresi gezi-eğlence alanına dönüşmeye başladıktan sonra "Adalar" olarak söylenmeye başlanmıştır.
Zira 1960'lı yıllarda Porsuk kenarında bulunan yazlık sinemalar, 1970'li yıllarda yerini gazinolara, 1980'li yıllarda ise lunaparklara bırakmış. 1980'li yılların sonuna doğru ise lunaparklar da yerini cafelere bırakınca bu bölge giderek bir gezinti yeri olmuş.
Kimyasal atıklar ve şehrin kanalizasyon suyu ile kirlenmesinde kadar Porsuk Çayı'nın bu bölgesinde kayıklar kiralanırmış. 1980'lerin sonunda artık bu kayık gezintileri tarihe karışmış. Şehrin kanalizasyon altyapısının çözülmesi ve çayın ıslahından sonra da bu gezinti ve kayık geleneği biraz farklılaşarak tekrar canlandırılmış. Bugün Porsuk Çayı'nın şehir merkezinden geçen kısmında gondol ve gezi tekneleri ile gezilebiliyor.

Fakat ilçe ve köylerine baktığımızda karşımıza Yunus Emre, Battal Gazi, Şücaeddin Velî gibi büyük isimler çıkıyor. Bu büyük zatların kabirleri, Eskişehir’in merkezinde olmasalar bile il sınırları içinde yer alan yerleşim alanlarındalar.
Ancak, Odunpazarı’nın tarihi mezarlığı da görülmeye değer. Osmanlı’nın kuruluş yıllarında yaşayan Ahi şeyhi, İslam ilahiyatçısı, Osman Gazi’nin kayın babası ve hocası Şeyh Edebali’ye ait türbenin de burada olduğu rivayet ediliyor.
Bunun nasıl olduğunu da anlatalım. Şeyh Edebali 1326’da vefat edince bilindiği gibi Bilecik’teki dergahının zikir odasına defnedilmiş. Ancak, Eskişehir’in İtburnu Köyü’nde (Uludere, Tepebaşı) yaşadığı ve yaptırdığı zaviyede öğrenci yetiştirmiş olması nedeniyle Şeyh adına bir türbe de Eskişehir Odunpazarı Mezarlığı’na yaptırılmış. İşte odunpazarındaki ikinci şeyh türbesinin sırrı.
Kentin en eski yapısı Alaaddin Camii. 1267’de Üçüncü Gıyaseddin Keyhüsrev yaptırmış. Ancak başından geçenler hiç de iç açıcı değil. 1944’den 1951’e müze olarak kullanılmış. Önceki onarımlarla da maalesef yapının Selçuklu mimarisi özelliği kalmamış.
Eskişehir Arkeoloji Müzesi’nin yeni yapısında hizmete girmesiyle, cami tekrar ibadete açılabilmiş. Caminin yanı başındaki Alaaddin Parkı adeta bir emekliler parkı... Burada biraz soluklanıyoruz.
Şehrin bir diğer manevi noktası 1925 yılında Baltacı Mahmut Ağa tarafından vakfedilen bir arazide yapılan Çarşı camii. Meydana gelen bir yangından sonra şu an bulunduğu yerde yeniden inşa edilmiş. 1962-1963 senelerinde de bahçe kısmı ilave edilerek genişletilmiş.
O senelerde Çarşı Camisine vakfedilen 25 adet dükkânı, iki katlı bir hanı ve Mahmudiye ilçesinde 500 dekar toprağı olduğunu öğrendik.
O zamanlar Namaz kıldıran, hutbe okuyan, ezan okuyan, iç ve dış temizliği yapan görevliler ayrıymış. Vakfiyeyi yapan hayırseverin ”bu camide görev yapan İmam ve Hutabaya (hutbe okuyan) zamanın en yüksek aylığını ödeyeceksiniz” şartı nedeniyle cami o günden bu güne gözde mekanlardan olmuş.
Caminin kuzeyde iki, batı tarafta ise bir giriş kapısı bulunuyor. Mihrabı mermer kaplama olan caminin kürsü, minber ve müezzinlik mahfeli ahşap işçilikle yapılmış. Duvarları çini kaplama. Cemaat kapasitesi 1500 olmasına rağmen, Cuma, Bayram ve Teravih namazlarında dışarıya serilen hasırlarla 2000’e yakın kişi ibadet ediyormuş.
İşte yarı açık yarı kapalı, biraz serin bir kasım günü gezdiğimiz Eskişehir'den aklımızda, kalbimizde kalanlar.
Günübirlik hafta sonu kaçamağımız çisil çisil yağan soğuk yağmurlu bir Eskişehir akşamı sona erdi. Dostum, kardeşim Telekom İl Müdürü Erhan Kaya'ya, bize güleryüzle ilgi gösterip yardımcı olan Eskişehir'lilere teşekkür ederiz.
Eskişehir !..İnşallah yine geliriz. Kalbimi bıraktığım yerde, Tiryakizade Kıraathanesinde yine görüşürüz..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder