Ona selam olsun !
Peygamberimiz
Hz. Muhammed (s.a.v.) Kameri aylardan Rebiü'l-evvel ayının 12. gecesi doğmuştu. Yani
milâdî takvime göre 571 yılı Nisan ayının yirmisinde. İşte bu geceye islami
gelenekte mübarek "Mevlid Kandili" deniyor.
Cenab-ı
Hak peygamber efendimiz için Kuran-ı Kerimde "Biz seni ancak
âlemlere rahmet olarak gönderdik." [1] diyor.
O yüzden bu gece, islam dünyasında büyük hürmet görüyor, müslümanlar
arasında asırlardır büyük bir coşku ile kutlanıyor ve sevgili
Peygamberimiz derin bir saygı ile anılıyor.
Bu
konuda Süleyman Çelebi tarafından yazılan ve asıl adı
"Vesiletün'necat" olan mevlid kitabı O'nun doğumunu, üstünlüğünü ve
mucizelerini çok güzel bir şekilde dile getirir.
Böyle
gecelerde okunan mevlidleri dinlemek, O'na çok çok salât ve selâm göndermek
özellikle bizim milletimize has bir güzellik. Sevgili Peygamberimize olan engin
sevgi ve bağlılığının bir ifadesi.
Bununla
beraber, böyle her vesileyle O'nun ahlâk ve fazilet dolu hayatını öğrenmek ve örnek
alacağımız davranışlarını hayatımıza aktarmak ne kadar güzel olur değil mi ? Belki inşallah asıl o zaman Rabbimizin sevgisini ve
hoşnutluğunu kazanmış oluruz.
Onun hayatı ve bize örnek
davranışları hayranlık uyandırıcı güzelliklerle dolu. Kuran-ı Kerimde bu hususta
"Andolsun,
Allah'ın rasûlünde sizin için, Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar için ve Allah'ı çok ananlar için güzel bir örnek vardır." [2] denmesi
boşuna değil. Mesela selam vermek ve musafaha yapmak da bunlardan biri.
İki müslümanın birbiriyle karşılaştığı zaman selâmlaştığında tokalaşması
(musafaha yapması) İslâm'ın âdâbı ve ahlakından. Çünkü, birbirleri ile
karşılaşan Müslümanların önce selamlaşmaları ardından da musafaha (tokalaşma)
yapmaları sünnet. [3]
Zira karsılaşınca
musafaha yapmak, kucaklaşmak Peygamberimizin hem sözlü, hem de fiilî bir
sünneti. [4]
İki
Müslüman karşılaştıkları zaman önce "Esselâmü Aleyküm" "Ve
aleykümüsselam" diyerek selâmlaşırlar, musafaha yaparlar ve
"Allahümme salli âlâ seyyidinâ Muhammed" diyerek Peygamberimizin üzerine
salavat getirir. Bunların hepsi de sünnet.
Müslümanların selâmlaşmaları bir sâlih
amel, musâfaha yapmaları ise bir başka güzel davranış. Bunların her ikisi de Resûl-i Ekrem tarafından övülüp teşvik edilmiş. İyi mü’min
olmanın da belirtisi olan bu güzel davranışların, inşallah kul hakkının dışında
kalan küçük günahların bağışlanmasına vesile teşkil edeceği müjdelenmiş.
Çünkü onlar karşılaşmaları
esnasında birbirlerine dua ederler. [5] Kur’ân-ı
Kerîm’de [6]ve
Resûl-i Ekrem’in bir hadisinde de açıkça belirtildiği gibi, iyilikler çirkinlikleri
yok eder. [7]
Mastar
olarak “es-selâmu aleyküm” demek, 'selâmet emniyet sizin içindir, sizinle
beraberdir' demek. Allah’ın ismi olarak "Selâm" ise,
Allah seni korumayı, gözetmeyi üzerine almıştır, kefildir anlamında. Selâm aynı zamanda İtaat ve barış da demek.
Kur’an-ı
Kerim’de: "salât ve selam" edin buyuruluyor. [8] Ayette
geçen Allah’ın salât etmesi, Peygamberimize rahmet etmesi ve şanını
yüceltmesi anlamına geliyor. Meleklerin salât etmesi peygamberin şanını
yüceltmesi ve müminlere bağış dilemesi, Müminlerin salâtı ise dua anlamında kullanılmış. Bu
âyette geçen selâm kelimesi ise eksikliklerden ve her türlü musibetlerden
korunmuş olmayı Allah’tan niyaz etme anlamı taşıyor.
Hz.
Peygamber (asv)’a selâm vermek, mü’minlerin birbirine verdiği gibi O’nu selâmlamak,
ayrıca zaman zaman ve özellikle ismi anıldığında manevi şahsiyetini
selâmlamaktır. Bu selâm aynı zamanda insanların O’na itaat etmek ve yolunu
dilemeyi de içeriyor elbette.
Bütün bunları bir arada
düşündüğümüz zaman, müslümanların işledikleri her hayırlı işin, selam ve salatlarının bile onların hem
dünyada hem de ahirette kendileri için birer kazanç olduğunu anlıyoruz.
Ayrıca,
sevgi ve kardeşliğin belirtilerinden biri olan selâmdan sonra el sıkışmak,
aralarında var olan sevgi ve kardeşliği, dostluğu, insanların birbirlerine
karşı samimiyetini ve değer verişlerini daha da öne çıkarıcı bir unsur.
Peygamberimizin
sünnet olan bu hareketini mutlaka erkekler tatbik edecek diye bir kaide de yok.
Elbette ki bu sünneti mü'min erkekler yapabildikleri gibi, mü'min kadınlar da
yapar.
Tokalaşmanın fazîleti hakkında pek çok kıymetli hadis gelmiş. [9] Bu
hadislerin hepsi, musafahada sünnet olanın; sadece bir elle tutmak olduğunu gösteriyor. [10] Bununla birlikte her iki elle birlikte tokalaşmanın da bid'at
olduğu söylenemez.[11]
Ancak anlaşılıyor ki sünnet olanı sadece bir elle
tokalaşmakla yetinmek. [12]
Demek ki tokalaşmak, sahâbe -Allah onlardan râzı olsun- arasında meşhur
âdetlerden birisiymiş.[13]
Ancak musâfaha/tokalaşma kendi başına bir sünnet. Ve bu sünnet, iki Müslümanın
karşılaştıkları ilk anda uygulanıyor.[14] Eğer bu
karşılaşma namazın sonrasına rastlamışsa, tabii ki sünnet burada da uygulanabilecek.
Diğer yandan ne namazdan önce, ne de sonra musafaha edeceksiniz diye herhangi bir dinî emir de yokmuş. O halde böyle bir emir varmış gibi davrananlar, başkalarını da böyle musafahaya
zorlayanlar, mahiyetini bilmedikleri bir alışkanlıklarını icra ediyorlar
aslında.
Ancak
yok demek, yapılırsa günah olur demek de değil elbette. [15] Musafaha,
karşılaşan müminlerin sevgi ve saygı işareti olarak el tutuşup sıkışmasından
ibaret güzel bir sünnet. Ancak bu da cami içinde ve dışında çok sıkça
yapılırsa mânâsını kaybedebilir, lüzumsuz bir alışkanlık halini de alabilir endişesi var.
Elbette
bazen halkın aşırı giderek bunu kusurlu halde yapmaları onu sünnet olmaktan
çıkarmaz. Aynı şekilde halkın bazı vakitler
işledikleri sünnete bid’at denilemeyeceği gibi, halkın bu sünneti sabah ve
ikindi namazlarından sonra müstehab ve meşru olmayan şekliyle yapmalarına da
sünnet denilemez. Çünkü sünnet olan musafahanın zamanı, ilk karşılaşma
zamanı. Bu sebeple Vakit namazlardan sonra cemaatin cami içinde sıraya
girerek birbirlerine “Allah kabul etsin” deyip musafaha etmeleri ve bunu adet
haline getirmeleri, bu kapsama girmiyor.
Bundan
dolayı Nevevi gibi bazı alimler bunun, bayram namazlarında, bazan da cuma
namazlarında yapılabileceğini ifade etmişler. Ancak cuma ve bayram dışında sanki dinin bir emri
imiş gibi beş vakitte herkese elini uzatıp da musafahaya zorlamak bidattan
başka bir mânâya gelmez. [16] Muhatapları
zorlayarak yapılan böyle bir musafaha da maksadına ulaşamayabilir.
Çünkü
Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.) ve ashab-ı kiram (r.a) zamanında, namazlardan
sonra toplu musâfaha yapıldığına dair bir rivayete rastlanmıyor. Bu yüzden, musâfahayı
namaza eklemek açık bir sünnet değil. Sünnet olan uygulama; Müslümanların birbirleriyle karşılaştıkları her yerde bunu yapmak. [17]
Ayrıca bunun başka
mahzurları da olabiliyor. Uygulana uygulana bu durum, yapılması gerekli bir
şeymiş gibi idrak edilmeye, yapmayanlara farklı nazarla bakmaya da sebep
olabiliyor.
Bu sebeple 'seyrek
yapılırsa hikmetine daha uygun olur, sık yapılırsa zıddına inkılap eder' kanaati var.
Karşılıklı sevgi, saygı çoğalmasına değil belki lâubâlileşmeye sebep oluyor.
Zür gıbben, tezded
hubben!. buyurulmuş. Yani ‘ziyareti seyrekleştir ki muhabbet çoğalsın.’
Musafaha da öyle olsa gerek. İhtiyaç halinde yapılsın ki muhabbete vesile
olsun, alışkanlık halini almasın.
Bilhassa ehl-i tarik
zatların devam ettirdiği namazdan sonra musafaha âdetinin sonradan ihdas
edildiği anlaşılıyor. Efdâl olanın cami içindeki bu musafahanın terki olduğu belirtiliyor.
Hele imamlar için... Çünkü cemaat imamlardaki hâli zarurî zannedebilir. [20]
Şurası da var ki, İbn-i Âbidin’de bazı cuma ve bayramlarda âdet etmeden yapılan
musafahanın mübah olduğuna işaret edilmekte.
Demek âdet etmemek ve ısrarda bulunmamak kaydıyla bâzan yapılabilir. İşin özü, her şey zamanında-zemininde makbul ve güzeldir. Merak edenler için Kütüb-ü Sitte’den “Sünen-i Ebî
Davud” un Türkçe tercüme ve şerhinde konuyla ilgili faydalı bilgiler yer
alıyor. [21]
Kaldı ki, cami içi, kalb ve
gönlün bütünüyle dış alakalardan kesilip Rabb'a teveccüh etmesi gereken yerdir. Böylesine bir teveccüh sırasında kalbi, gönlü teveccüh ettiği
yerden çekip alarak kendine çeviren bir musafaha faydadan ziyade zarar
getirebilir.

Bu yüzdendir ki, camiye giren
müminler mümkün olduğu kadarıyla sessiz, sakince girmeli, kıbleye yönelerek
teveccühünü yapmış kimseleri meşgul etmemeli. Hatta belki selam
vermeyi bile o anda terketmeli ki, kendini dış alakalardan
kurtarıp murakabeye varmış, tefekküre dalmış insanlara engel olmasın. Bir
hayırlı iş yaparken daha hayırlı bir işe mani olmasın.
Bununla birlikte Kur'ân-ı Kerîm'de, Ahzâb Sûresi 56. ayette
de Efendiler Efendisine (s.a.v) salâvat getirmek açıkça
emrediliyor. [22]
Hiç kuşkusuz salavâtlar efendimiz ile aramızda manevi bir
bağ oluşturuyor. "Salâvat çekerek, Efendimiz'e 'Seni tanıyor, Seni
seviyor, Sana inanıyor, Seninle yaşıyoruz' demiş oluyoruz.
Salâvatın çeşitleri de oldukça çok. Mesela namazların
son oturuşunda okunan salli barikler birer salâvat. Ramazanlarda teravih
aralarında segâh makamında okunan bestesi Buhurizade Mustafa Itri’ye ait "Allahümme salli ala seyyidina
muhammedini'n-nebiyyi'l-ümmiyyi ve ala alihi ve sahbihi ve sellim" de bir salavat.
Salat-ı Ümmiye adı verilen bu salavatın
manası ‘Allah'ım, Efendimiz olan ümmi peygamber Muhammed'e ve onun ailesine
ve ashabına salat (rahmet manasında dua) ve selam olsun’ şeklinde.
Güzel olan duadan önce Elhamdülillâhi Rabbil âlemîn diyerek Allaha hamdetmek sonra da peygamber efendimize vessalâtü vesselâmü alâ
seyyidinâ Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn şeklinde salavat getirmek
olmalı.
Aslında Peygamber efendimize salâvat
getirmek için “Allahümme salli ala seyyidina Muhammed“ demek de kâfi. En kısa salavat bu.
Zaten “Aleyhisselam” dediğimiz zaman ‘Allah’ın selamı, onun üzerine olsun demiş
oluyoruz. “Aleyhissalatu vesselam” ‘Allah’ın
salatu selamı onun üzerine olsun’ demek. “Sallallahu aleyhi ve
sellem” ‘Allah’u Teala, Ona salatu selam etsin’, “Allahumme
salli ala Muhammedin ve ala ali Muhammed”
ise ‘Allah’ım! (peygamberimiz) Hz.Muhammede ve aline (evladu iyaline) rahmet
eyle’ anlamına geliyor.
Allahumme salli ala seyyidina Muhammedin
ve ala alihi ve sahbihi ve sellim (Ey
Allah’ım ! Efendimiz, büyüğümüz Muhammed'e, evladu iyaline, ashabına salatu
selam -Rahmet et, selametlik ver- eyle.)
Allah’umme salli ala seyyidina Muhammedin
tıbbil'kulubi ve devaiha ve afiyetil, abdani ve şifaiha ve nuril'ebsari ve ziyaiha ve ala alihi ve
sahbihi ve sellim. (Ey Allah'ım ! kalblerin doktoru ve
devası, vucutların şifası, gözlerin nuru ve ziyası olan Muhammed'e (s.a.v)
aline ve ashabına salatu selam eyle.)
Allah’umme
salli ve sellim ve barik ala seyyidina Muhammedin ve ala ali seyyidina
Muhammedin bi'adedi ilmike (Ey
Allah'ım ! efendimiz Hz. Muhammed'e (S.A.V.) ve efendimiz Hz.Muhammedin (S.A.V.)
aline nihayetsiz olan ilminin adedince salatu selam ve bereketler ihsan eyle.)
Allah’umme
salli ala seyyidina Muhammedin ve ala ali Muhammedin ve Ademe ve Nuhin ve İbrahime ve Musa ve İsa ve ma beynehum minen'nebiyyine vel'murselin.
Salevatullahi ve selamuhu aleyhim ecmain. (Ey Allah’ım ! Hz.Muhammed'e(s.a.v), Hz.Adem,
Hz.Nuh, Hz.İbrahim, Hz.İsa(a.s.v) ve bunların arasında (gelip geçmiş bütün)
peygamberlere rahmet ihsan eyle.)
Allahumme
salli ala seyyidina Muhammedin abdike ve Resulike ve alel'muminine vel'muminati
vel'muslimine vel'muslimati. (Ey Allah’ım ! kulun ve Resulun
Hz.Muhammed'e salat-Rahmet- et. Mümin olan erkek ve kadınlara, müslüman olan
erkek ve kadınlara da merhamet eyle.)
Allah’umme
salli
[23] (Ey Allah’ım,
Hz.Muhammed’e ve O'nun âline salat et. Hz. İbrahim (A.S.)'a ve âline salat
ettiğin gibi. Şüphe yok ki, sen Hamidsin,(Öğülmüş yalnız sensin), Mecidsin-Şan
ve şeref sahibi yanlız sensin-.
Allah’umme
barik
[24](Ey Allah’ım,
Hz.Muhammed’e ve O'nun âline mübarek eyle. Hz. İbrahim (A.S.)'a ve âline
mübarek eylediğin gibi. Şüphe yok ki, sen Hamidsin -Öğülmüş yalnız sensin,
Mecidsin -Şan ve şeref sahibi yanlız sensin-.
Salaten
Münciye
[25] (Ey Allâh’ım!
Efendimiz Hz. Muhammed'e (s.a.v) aline ehl-i beytine (ve ümmetine) öyle bir salatu
selam eyle ki, O salatu selam ile bizi tüm endişelerden, korkulardan, âfetlerden,
felaketlerden, muhafaza eyle. O salatu selam ile tüm hacetlerimizi –ihtiyaçlarımızı-
ihsan eyle. O salat ile bizi bütün kötülüklerden ve bütün günahlarımızdan temizle.
O salat ile bizi en yüksek derecelere yükselt. Gayelerin en son, en yüksek
makamına bizi onunla ulaştır. O salat ile hayat ve ölümümüzden sonra da rahmetinle
bizi hayırların nihâyetine kavuştur. Muhakkak sen her şeye kaadirsin. O bize
kafidir. O ne güzel vekil, ne güzel koruyucu ve ne güzel yardımcıdır.)
Salât-ı
Tefriciyye - Salât-ı Nariye [26] (Allâh’ım,
kendisi hürmetine dügümler çözülen, gamlar-kederler açılan, ihtiyaçlar
giderilen, isteklere, hüsn-i hâtimelere güzel âkibetlere nâil olunan, kerem
(cömertlik) sahibi yüzü-suyu hürmetine bulutların sulandığı, Efendimiz Muhammed
Mustafa’ya (s.a.v.) ve onun âl ve ashâbına; her bakış ve her nefeste ve zâtınca
mâlum olanların sayısınca, kâmil bir rahmet ve tam bir selâmet ihsan eyle.)
Salavât Efendimiz'e olan saygının bir
ifadesi. Ve Allah Kuran-ı keriminde bize bu saygı ifadesini her zaman
söylememizi açık açık emrediyor. Bu nedenle Hazreti Peygamber'e salât getirmeyi
mü'minlerin bir vazife addetmesi gerekiyor.[27]
Cenab-ı Allah bize, orucu, namazı ve pek
çok ibadeti de Kur'ân-ı Kerîm'de emrediyor ama bu ibadetlerin hiç birini kendisi
yapmıyor. Ancak, Ahzâb Sûresi 56. ayette Peygamber'e melekleriyle birlikte salât
ve selamda bulunduğunu söylüyor. Sonra da kendi yaptığı bir şeyi kullarına da
emrediyor. Bu husus oldukça dikkat çekici.
Bu yüzden Hazreti Peygamber'e (s.a.v)
salât edip selam vermeyi hayatımızın bir parçası yapmalıyız. [28] İnananların, nefsin
bitmek tükenmek bilmeyen isteklerine karşı koyabilmek, Cenâb-ı Allah ile olan
irtibatını sağlamlaştırabilmek için salâvatı dilden düşürmeme yolundaki
tavsiyelere kulak vermesi gerekiyor.
Çünkü "O'nun adı anıldığında salât
göndermenin vacip olduğu, namazda salât okumanın ise Efendimiz'in (s.a.v) sünneti
olduğu konusunda âlimler ittifak etmiş durumda. [29]
O'na selam olsun. O'na, aline ve ashabına selat ü selam olsun. Geceniz hayırlı, kandiliniz mübarek olsun.
O'na selam olsun. O'na, aline ve ashabına selat ü selam olsun. Geceniz hayırlı, kandiliniz mübarek olsun.
[1] Enbiyâ, 107
[2] Ahzâb,
21
[3] Musafaha
(Tokalaşma) Üzerine kütübü sittede 4 kayitli hadis var
Hz. Enes (ra)`a sordum: "Resulullah (sav)`in
Ashabı arasında müsafaha var mıydı?" Bana: "Evet!" diye cevap
verdi. (Ravi Katade, Hadis No 3390)
Resulullah (sav) buyurdular ki: "İki müslüman
karşılaşıp musafahada bulununca, ayrılmalarından önce (küçük günahları) mutlaka
affedilir."(Ravi Bera, Hadis No 3391)
Tirmizi`nin İbnu Mes`ud`dan kaydettiği bir diğer
rivayette şöyle buyrulmuştur: "(Müsafaha etmek üzere mü`min kardeşin)
elinden tutulması selamlaşma cümlesindendir." (Ravi İbnu Mes`ud, Hadis No 3392)
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Müsafaha edin ki,
kalblerdeki kin gitsin, hediyeleşin ki birbirinize sevgi doğsun ve aradaki
düşmanlık bitsin." (Ravi Ata el-Horasani, Hadis No 3393)
[4] Enes’in
ilk rivayetinden musâfahanın Peygamber Efendimiz zamanında varlığını ve sahâbe
arasında yaygınlığını anlıyoruz Bir şeyin Efendimiz zamanında müslümanlar arasında
uygulanması aynı zamanda onun meşrûiyetini ortaya koyar. Hadis kitaplarımızın
bir çoğunda yer alan rivayetlerden, sahâbe-i kirâmın selâmdan sonra musâfaha
yaptıklarını öğreniyoruz.
[5] Ebû
Dâvûd’un bir rivayetinde ifade edildiği gibi, iki müslüman karşılaştıkları
zaman musâfaha yaparlar, her ikisi Allah’a hamdeder ve bağışlanmalarını
dilerlerse, her ikisi mağfiret olunur (Ebû Dâvûd, Edeb 143).
[6] Hud
sûresi(11), 114
[7] Taberânî,
el-Mu’cemü’l-kebîr, IX, 160
[8] “Şüphesiz
Allah ve melekleri Peygambere salât ediyorlar. Ey iman edenler! Sizde ona salât
edin ve selamedin.” buyurulmuştur. (Ahzab, 33/56)
[9] Musafaha
ile ilgili olarak Peygamberimizden nakledilen iki hadis şöyledir:
Berâ radıyallahu anh anlatıyor: Resûlullah
aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “İki Müslüman karşılaşıp musafahada
bulununca ayrılmalarından önce (küçük günahları) mutlaka affedilir.” (Ebû
Davud, Edeb, 153; Tirmizi, İsti’zân, 31)
Atâ el-Horasani anlatıyor: Resûlullah aleyhissalâtu
vesselâm buyurdular ki: “Musafaha edin ki kalplerdeki kin gitsin. Hediyeleşin ki
birbirinize sevgi doğsun ve aradaki düşmanlık bitsin.” (Muvatta, Hüsnü’l-Hulk,
16).
[10] Silsiletu'l-Ehâdîsi's-Sahîha";
c: 1, s: 22
[11] Hanifî
ve Mâlikîlerden bazı âlimlerin, mü'minin, sol elinin içini (avucunu), mü'min
kardeşinin sağ elinin dışına koymak sûretiyle her iki elle tokalaşmasını
müstehap görmelerine gelince, bu konuda Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-
ve ashâbından -Allah onlardan râzı olsun- alışılagelmiş bir sünnet sâbit
olmamıştır/bildirilmemiştir. Bu konuda en fazla gelen şey; bazı hadislerde
Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- eğitim ve irşada daha fazla dikkat
çekmek için sahâbînin elini iki eliyle tutmuştur. Bunun içindir ki ilim ehlinin
çoğunluğu, bir elle tokalaşmanın, sünnetin yerine getirilmesi için yeterli
olacağı ve tokalaşmanın, müslümanlar ve sahâbe -Allah onlardan râzı olsun-
arasında yaygın olan bir gelenek olduğu görüşüne varmışlardır.
[12] İlmî
Araştırmalar ve Dâimî Fetvâ Komitesi'nin fetvâlarında şöyle gelmiştir:
"Her iki elle birlikte tokalaşmaya gelince, bu konuda herhangi bir şeyin
(delilin) olduğunu bilmiyoruz. Fakat böyle yapılmaması gerekir. Bu konuda daha
evlâ ve yerinde olan; sadece bir elle tokalaşmaktır." ("İlmî
Araştırmalar ve Dâimî Fetvâ Komitesi Fetvâları"; c: 24, s: 125) Ayrıca bu konuda şu kaynaklara da
bakabilirsiniz: "el-Mevsûatu'l-Fıkhiyye (Kuveyt Fıkıh
Ansiklopedisi)"; (Musafaha lafzı bölümü), "Tuhfetu'l-Ahvezî"; c:
7, s: 431-433)
[13] Ebü’l-Hattâb
Katâde şöyle dedi: Ben Enes’e: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashâbı
arasında el sıkışma âdeti var mıydı diye sordum O da: Evet, diye cevap verdi
Buhârî, İsti’zân 27
[14] Bir
topluluğun başka bir toplulukla karşılaşıp musâfaha yapmadan konuşmaları, ilim
müzâkeresinde bulunmaları veya uzun bir süre bir arada kaldıktan sonra ayrılacaklarında
ayağa kalkıp salâvat getirerek el sıkışmaları sünnete uygun bir davranış
olmayıp, mekruh kabul edilmiştir Çünkü ilk karşılaşmalarında bu görevi yerine
getirmeleri gerekir
[15] Bazı
bölgelerde ve camilerde cemaatin âdet haline getirdikleri sabah namazından ve
ikindi namazından sonra musâfaha yapmalarının şer’î bir mesnedi yok. Fakat
bunda herhangi bir günah veya kerâhet de söz konusu değil. Mesela bir malın
alış verişi esnasında el tutuşmanın sünnetle ilgisi olmasa da, karşılıklı
hoşnutluk ve rızâyı ifade etmesi açısından bir mahzuru bulunmadığı gibi.
[16] Cami
içinde namazı müteâkip sıraya girip de yapılacak bir sünnet musafaha âdeti
yoktur. Böyle musafahanın “bid’at” olduğu yolunda hükümler vardır. İmam-ı
Nevevî’nin bazı eserlerinde bu musafahanın kendi zamanında sabah ve ikindi
namazından sonra başladığı, daha sonraları da bütün namazlardan sonra yapılmaya
devam edildiği kaydı vardır. Namaza bağlı toplu musafahanın, zamanla, cemaat
namazının bir sünneti biçiminde algılanmasından endişe duyan kimi âlimler, bu
toplu uygulamaya bid’at da demişlerdir. “Şemsü’r-Remli” fetvâsında: Bu bir
bid’attır. Ancak yapılmasında beis de yoktur, denmektedir.
[17] Peygamber
Efendimiz (asm) ve Ashab-ı Kirâm (ra) devrinde namazlardan sonra, törene benzer
şekilde toplu tokalaşma yapılmamıştır. Öyleyse, namazın ardından toplu biçimde
musafaha yapmak namazın sünneti değildir. Fakat, nerede olursa olsun musafaha
yapmak, müstakil olarak sünnet-i seniyyedendir.
[18] Tebyîn-i
Mehârim isimli eserin sahibi de şöyle der: “İmam Ziyaeddîn-i Şâmî,
Düreru'l-Mültekıta'da, namazları edadan sonra musâfaha yapmak, her hâlukârda
mekruhtur. Zira sahabe (r.anhüm), namazları edadan sonra musâfaha
yapmamışlardır. Bir de Şunun için ki, namazların arkasından musâfaha yapmak
Râfızî’lerin âdetlerindendir.” [el-Âmesî,Yûsuf, Sinânüddîn Halvetî
(d.?-v.1000/1592), Tebyînü'l-Mehârim, Süleymâniye Kütüphânesi, Es’ad Efendi kısmı,
No: 596]
[19] Şafii
ulemasından İbn Hacer (rahimehümüllah) şöyle demiştir: “Zamanımızda beş vakit
namazın, cuma ve bayram namazlarının arkasından insanların yaptıkları musâfaha
bid’attır, mekruhtur; Şeriat-ı Muhammediyye’de bunun aslı yoktur. Yapanlar önce
uyarılır, bid’attır diye. Buna rağmen devam edecek olurlarsa, tazir
edilir."
[20] Bağdad’da
neşredilen (Et-Terbiyetü’l-İslâm)’ın 27Mayıs 1979 sayısı
[21] İmam Nevevî, “el-Ezkâr” isimli eserinde musafaha
konusunda şöyle diyor: “Şunu bil ki her karşılaşmada musafaha yapmak
müstehabtır. Halkın sabah ve ikindi namazlarından sonra âdet hâline getirdiği
güzel musafahanın ise şeriatla ilgisi yoktur. Ancak bunun zararı da yoktur.
Çünkü prensip olarak musafaha sünnettir. Ve halkın çoğu hallerde aşırı giderek
bunu kusurlu halde yapmaları onu sünnet olmaktan çıkarmaz. (…) Mubah olan
bidatlerden birisi de sabah ve ikindi namazlarından sonra tokalaşmaktır.”
(Muhammed İbn Allân, el-Futûhâtü’r-Rabbâniyye, V, 397-399.)
Hanefi ulemasından Aliyyü’l-Kâri, İmam Nevevî’nin bu
görüşüne itiraz ederek şöyle demiştir: “İmam Nevevî’nin bir nevi çelişki içinde
bulunduğu aşikârdır. Çünkü halkın bazı vakitler işledikleri sünnete bid’at
denilemeyeceği gibi, halkın bu sünneti sabah ve ikindi namazlarından sonra
müstehab ve meşru olmayan şekliyle yapmalarına da sünnet denilemez. Çünkü meşru
olan musafahanın zamanı, ilk karşılaşma zamanıdır. Bazen halk karşılaştıkları
halde musafaha yapmadan uzun süre sohbet ve ilim müzakeresi yapıyorlar. Sonra
namazı kılınca musafaha ediyorlar. Nerede sünnet, nerede bunların yaptıkları!
Onun için bizim Hanefî ulemasından bazıları, İmam Nevevî’nin sözünü ettiği
bid’atin mekruh ve mezmûm (kınanmış) bidatlerden olduğunu açıkça ifade
etmişlerdir.” (Aliyyü’l-Kârî, Mirkâtü’l-Mefâtîh, IV, 74-575.)
(…) Bu konuda İbn Abidin şöyle diyor: “Sadece
namazlardan sonra musafahaya devam etmek, bazı cahillerin bunun sünnet olduğunu
ve diğer zamanlarda yapılan musafahalardan daha faziletli olduğunu
zannetmelerine yol açar. Oysa seleften hiç bir kimse bu vakitlerde musafaha
etmemiştir. Binaenaleyh namazdan sonra musafaha her hâlükârda mekruhtur ve
Rafızîlerin sünnetlerindendir.” (İbn Abidin, Reddu’l-Muhtâr, V, 244.) KAYNAK: Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Hüseyin
Kayapınar, Necati Yeniel, Necat Akdeniz, Şamil Yayınevi, Edep, 141-142. bâb.
5212. hadisin şerhi)
[22] Yüce
Allah bu âyet-i kerime de şöyle buyuruyor: "Allah ve melekleri, peygambere
salâvat getirirler. Ey mü'minler! Siz de ona salât edin ve samimiyetle selam
verin."
[23] ALLAHumme
salli ala Muhammedin ve ala ali Muhammed, kema salleyte ala İbrahime ve ala ali
ibrahim,. İnneke hamidun mecid.
[24] ALLAHumme
barik ala Muhammedin ve ala ali Muhammed, kema barekte ala İbrahime ve ala ali
İbrahim, İnneke hamidun mecid.
[25] Allâhumme
salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âl-i seyyidinâ Muhammedin salâten tuncînâ
biha min cemîil'ehvâli vel'âfât. Ve takdîlenâ bihâ cemîal'hâcât. Ve
tutahhiruna, bihâ min cemîis'seyyiât. Ve terfeunâ bihâ indeke âledderacât. Ve
tubelliğunâ bihâ eksal'ğâyât, min cemî'ilhayrâti fil'hayati ve bâdel'memât.
Hasbunallâhu ve nî'mel vekîl, nî'mel mevlâ ve nî'men'nasîr.
[26] Allâhumme
salli salâten kâmileten ve sellim selâmen tâmmen alâ seyyidinâ Muhammedinillezi
tenhallu bihil'ukadu, ve tenfericu bihil'kurabu, vetukdâ bihil'havâicu, ve tunâlu
bihir'regâibu, ve husnul'havâtimi, ve yusteskal'ğamâmu bivechihil'kerimi ve alâ
âlihi ve sahbihî fî kulli lemhatin ve nefesin bi adedi kulli mâlûmin lek.
[27] Prof.
Dr. Faruk Beşer,
[28] Mehmet
Y. Şeker
[29] Konuya
dair çeşitli ihtilaflarda söz konusudur. Bazı âlimler, Allah Resulünün adının
her anıldığında salâvat getirmenin vacip olduğunu, bazıları da Hz. Peygamber'in
(sas) adının kaç defa anılırsa anılsın bir kez salâvat getirmenin vacip
olduğunu söyler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder