12 Nisan 2014 Cumartesi

146 12 Nisan 2014 Cumartesi 20:05 ESKİMEYEN KELİMELER..........Gıybet, Dedikodu, Buğz, İftira

Gıybet

Sözlükte "uzaklaşmak, gözden kaybolmak, gizli kalmak" gibi anlamlara gelen bu kelimenin "gayb" kökünden türediği belirtiliyor.

Gıybet, dinî bir kavram olarak, bir kimseden, gıyabında hoşlanmadığı sözlerle bahsetmek demek. 

Kur'ân'da [1] gıybet yasaklanmış, gıybet yapmak ölmüş bir kardeşinin etini yemeye benzetilerek bu davranıştan sakındırılmıştır.

Bunun nedeni İslâm'da insan haklarından olan kişinin dokunulmazlığı ilkesine büyük değer verilmesidir. Zira bu husus "ırz" kavramı içinde görülmektedir. Bu itibarla bir kimsenin gıyabında onun şahsıyla ilgili kusurlarından söz edilmesi doğrudan gıybet tanımına giriyor. Hatta o kişinin çocukları, annesi, babası ve diğer yakınlarının kusurlarından bahsedilmesi de aynı şekilde gıybet sayılmış.

İslâm âlimleri gıybetin haram ve büyük günah olduğu konusunda ittifak halindeler. Gıybet, sözle olabileceği gibi yazı, ima, işaret ve taklit gibi davranışla da olabilir. Bu tür söz ve davranışlar şayet gerçeği ifade ediyorsa gıybet, etmiyorsa iftira sayılır [2] ki bu çok daha kötüdür.

Ancak bir söz veya davranışın gıybet sayılıp sayılmaması niyetle de yakından ilgilidir. Buna göre bir kimsenin yanlışlarının sırf onu küçük düşürmek amacıyla söylenmesi gıybet sayılırken, yanlışlarının düzeltilmesi maksadıyla söylenmesi böyle değerlendirilmemiştir. Yine herhangi bir kişi veya zümreyi kastetmeden genel olarak insanların kötülüğünden söz etmek de gıybet olmuyor.

Yine haksızlık yapanı ilgili mercilere şikâyet etmek, fetvâ sormak, insanları kötülüklerden korumak, kötülüğe engel olmak için destek aramak, lakabıyla şöhret bulmuş birini o lakabıyla tanıtmak, zulüm ve ahlâksızlığı hayat tarzı haline getirenleri kınamak amacıyla aleyhinde konuşmak gıybet sayılmıyor.

Gıybetin yapılması gibi dinlenmesi de haram. Bir zarar doğurma ihtimali yoksa sözle veya fiilî olarak gıybete engel olunması, bu mümkün olmazsa gıybet edilen yerin terk edilmesi, bu da mümkün değilse gıybete karşı bir hoşnutsuzluk duygusu içinde bulunulması gerekiyor.

Gıybetin kin ve öfke, başkasını kötüleyerek kendi itibarını yükseltme düşüncesi, kıskançlık vb. gibi çeşitli saikleri olabilir. Her ne ise tedavisi bunlardan kurtulmak ve tevbe etmek olarak ifade edilmiş.

Dedikodu

Dedikodu denildiğinde, başkalarının kişisel ve özel konuları hakkında yapılan konuşmalardan bahsediyoruz. Çoğunlukla da insanların özel yaşamını konu alıyor. Dedikodu, bazen gerçek bazen de tamamen hayali bir bilgi alışverişi olabiliyor. 

Erkekler tarafından yapıldığında sohbet ya da muhabbet olarak adlandırıldığından daha çok kadınlara yakıştırılır. Ancak, dedikodu yapmak tek bir cinse özgü değil. Herkese genellenebilecek daha çok kişisel nedenlere dayalı bir durum bu.

Bir dedikodu türü olan söylenti ise ona karışmış kişilerle ilgili olaylarla ve konulara dair. Çoğu zaman da bunların doğruluğu da yanlışlığı da net değil. Söylentiler çoğunlukla belirsiz durumlara açıklık getirme çabası üzerinden yürüyor. İnsanlar genelde tam bilgi sahibi olmadıkları ama merak da ettikleri şeylerin dedikodusunu yapıyorlar. Ya da var olan bir durumun normal kabul edilen standartların dışında kalmasından dolayı dedikodusu ediliyor.

Ancak, yaşanan mahallede, çalışılan bir iş yerinde ortaya çıkan bir söylentiye zamanında müdahale edilmezse oluşabilecek hasar gerçekten büyük olabilir. Çünkü, dedikodu çoğu zaman yapıldığı ortamda kalmasına karşılık, söylenti bazen sınırları dahi aşabiliyor.

Halk arasında dedikodu, gıybet ile aynı anlamda kullanılmakta. Ancak, söylenen söz eğer bahsedilen insanı rahatsız edebilecekse niyet ne olursa olsun söylememeli. Çünkü hoşa gitmeyen söz gıybet oluyor. Başka bir deyişle, bilmediğimiz şeyleri [3]söylememeli, kendimize söylendiği zaman hoşlanmayacağımız bir şeyi, diğer insanların arkasından konuşmamalıdır.

Bazı gazetelerde dedikodu köşeleri bulunmakta ve bu sayfalarda ünlü ve toplumun gözü önünde olan kişilerin dedikoduları yapılmaktadır. Böylece, onların yanlış hareketlerinden doğan skandallar pervasızca ortalığa saçılmakta ve bu dedikodu üstünden toplum zehirlenmektedir. Kuşkusuz bu çok daha zararlı, yozlaşmış bir davranış türüdür.

Buğz

Hubb; dostluk ve sevgi, buğz ise bunun zıddı imiş. Bu anlamda buğz sevmemek, kin gütmek, hoşlanmamak demek. Hatta birisi hakkında gizli ve kalbi düşmanlık hissetmek oluyor.

Hiç şüphesiz başkalarına buğz edip düşmanlık beslemek, İslâm ahlâkıyla bağdaşmayan bir davranış. 

Çünkü, Kur'ân'da mü'minlerin birbirleriyle kardeş oldukları ilân [4]edilmiş kin ve düşmanlığa vesile olacak her türlü davranıştan uzak durulması [5] istenmiş.

Diğer taraftan bir başka ayette mü'minler kendilerine kin ve düşmanlık besleyen topluluklardan gelebilecek kötülüklere karşı da dikkatli olmaları konusunda [6]uyarılıyorlar. Hatta buğz edilmesi gereken bir durum [7]hakkında bile mü’minler açıkça ikaz [8]edilmişler.

Hz. Peygamber de çeşitli vesilelerle kardeşlik duygularını yok edecek davranışlardan [9] kaçınmaları hususunda mü'minleri uyarmış. Herşeye rağmen insanlar arasında sevgi ve bağlılığı devam ettirmek, insanlığın gereği olan ünsiyeti yaşatmak gerekiyor.

Buğz, ne kadar müslümanlar ve insanlar arasında kötü huylardan sayılıyorsa, imansızlığa, kötülüklere ve bunların sebepleri olan nefs-i emarenin kötü arzularına, şeytana ve insanı kötülüğe iten içki, kumar, tembellik ve atalete karşı buğz etmek ve bu kötü vasıflara düşman olmak ve onları düşman bilmek te güzel huylar arasında kabul edilmiş.

İnsanlara karşı buğz etmek, insanları kalben sevmemek ve onlara düşman olmak, düşmanlık hisleri taşımak giderek sevgi ve muhabbet hislerini zayıflatıyor. İnsanlar arasında soğukluğa ve iletişim kopmasına neden oluyor. Buğz, nefreti, nefret de düşmanlığı doğuruyor. Sevgi ve dostluğu yok ediyor. Mü'min, başkasına kızarken de, başkalarını severken de ölçülü [10]olmalı.

İftira

Sözlükte "yalan söylemek, uydurmak, asılsız isnatta bulunmak gibi" anlamlara geliyor. İftira, ahlâk terimi olarak da bir kimseye işlemediği bir suçu isnat etmek demekmiş.

Kur'ân'da iftira ve aynı kökten gelen kelimeler elli dokuz yerde geçmekte. 

Mesela bir âyette [11] suçsuz birinin üzerine atılan iftiranın büyük bir bühtan ve apaçık büyük bir günah olduğuna dikkat çekilmiş.

Yine bu âyetlerden birinde [12] Allah'ın, kendisine ortak koşma fiilini de iftira olarak gördüğü anlaşılıyor. Buna göre Allah'a ortak koşan kimse, yanlış bir inanç uydurup ona iftira etmekte ve affedilmeyecek büyük bir günah işlemiş olmaktadır.

İslâm'da iftira haram kılındığı gibi asılsız olması muhtemel haberler doğruymuş gibi kabul edilerek bunları araştırmadan inanmak da yasaklanmış. [13]

Ancak, günümüzde fertlerin birbirine iftirası yanında basın, yayın ve sosyal medya yoluyla da çeşitli iftiralar yapılabiliyor. Ancak, unutulmamalı ki namus, iffet, haysiyet ve zimmet üzerindeki bir iftira ne kadar çok yayılırsa, iftiracının sorumluluğu [14] da o nisbette ağır olacaktır. O yüzden gelen bir haberden emin olmadan bu dedikoduyu, gıybet iftira düşünmeden yaymaya alet olmamalıdır.

Hadislerde, büyük günahlar [15] arasında, kötülükten habersiz iffetli bir kadına zina iftirasında bulunmak da sayılmış. Şüphesiz bu en ciddi iftiralardan biri. Ama iftira eden kimse, bununla amacına ulaşamayacağı gibi sonuçta dünyevî ve uhrevî bakımdan da kendisi zararlı [16]çıkacaktır.

Bu yüzden mü'minleri kötü huy ve davranışlardan uzak tutma gayreti içinde olan Hz. Peygamber onları iftira konusunda da uyarmış, [17]iftiranın insanın âhiret hayatını iflasa götürecek olan kul hakları arasında yer aldığını belirtmiştir.

Iftira son derece kötü ve tahrib edici bir şey. Hem iftirayı yapan ve hem de kendisine iftira edilen kimse için oldukça rahatsız edici bir durum. Iftira sonucunda en başta insanlar arasındaki sevgi ve dostluk bağları zayıflayıp dayanışma gücü ortadan kalkıyor. İnsanlar birbirine güven duymaz oluyorlar. Bu güvensizlik katlanarak, toplumun sosyal hayatını tamamen felce uğratan yıkıcı bir etkiye dönüşüyor. Bu anlamda iftira, toplumdaki güzellikleri yakıp bitiren bir ateş gibi adeta.

İftira, toplumda özellikle adaletin etki ve hızını kaybettiği zamanlarda yaygınlaşan bir nevi sosyal ve ahlâkı bir hastalık. Çünkü adaletsizlik, kötü fiillerin yaygınlaşmasına ve artmasına yol açan bir başıboşluğa sebep oluyor.

Kaynak: DİB ve muhtelif
---------------
[1] "Ey iman edenler! Çokça zan etmekten kaçınınız, şüphe yok ki, zannın bazısı günahtır ve birbirinizin kusurunu araştırmayınız ve bazınız, bazınızı gıybet etmeyiniz. Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeği sever mi? -Bilâkis- onu çirkin görmüş olursunuz. Artık Allah'tan korkunuz, şüphe yok ki, Allah tevbeleri kabul edicidir, çok esirgeyicidir." (Kur'an, Hucurat 49/12)
[2] Muhammed Peygamber "Gıybet nedir bilir misiniz?" diye sordu. Yanında bulunanlar: "Allah ve onun elçisi daha iyi bilirler" dediler. "Gıybet, kardeşini onun hoşlanmadığı bir sıfat ile vasıflandırmaktır." buyurdu. "Kardeşimde söylediğim sıfat bulunuyorsa?" diye sorulduğunda: "Söylediğin sıfat eğer kardeşinde bulunuyorsa gıybet etmiş olursun, bulunmuyorsa iftira etmiş olursun." buyurdu. (Müslim, Birr, 70; Tirmizî, Birr, 23)
[3] "Hakkında bilgi sahibi olmadığın bir şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve kalpten her biri bundan sorumludur. (Kur'an, İsra/36)
[4] Mü'minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah'a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.(Hucurât, 49/10),
[5] Bir âyette, "Şeytan, içki ve kumar ile sadece aranıza düşmanlık ve nefret (buğz) sokmaya çalışır..." (Mâide, 5/91) buyrulmaktadır.
[6] "Ey îmân edenler! Sizden olmayan kişileri sırdaş edinmeyin. Onlar sizi yoldan çıkarmak için ellerinden gelen hiçbir çabayı esirgemezler ve sizi sıkıntıda görmekten hoşlanırlar. Şiddetli öfke (buğz) ağızlarından taşmaktadır..." (Âl-i İmrân, 3/118)
[7] Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki Onlar (İbrâhim aleyhisselâm ve berâberindeki mü'minler) kâfirlere dediler ki "Biz sizden ve Allahü teâlâdan başka tapmakta olduğunuz putlarınızdan uzağız. Bizden sevgi beklemeyiniz. Allahü teâlâya bir olarak inanıncaya kadar bizimle sizin aranızda düşmanlık ve buğz dâimâ âşikârdır (Putlara tapmayı terk ederseniz, sizi severiz) . (Mümtehine sûresi 4)
[8] Günâh işleyeni eliniz ile men ediniz, buna kuvvetiniz yetmezse, söz ile mâni olunuz. Bunu da yapamaz iseniz, kalbiniz ile buğz ediniz, bu ise îmânın en aşağı derecesidir. (Hadîs-i şerîf-Buhârî, Müslim)
[9] "Birbirinize buğz etmeyiniz, birbirinize haset etmeyiniz, birbirinize sırt çevirmeyiniz. Ey Allah'ın kulları kardeş olunuz..." (Buhârî, Edeb, 57; Müslim, Birr, 24-28).
[10] Bir hadiste, "Sevdiğin kimseyi ölçülü sev, belki bir gün ona buğz edersin; buğz ettiğine de ölçülü buğz et, olur ki onu bir gün seversin" buyrulmuştur (Tirmizî, Birr, 60). (M.C.)
[11] "Kim bir hata yapar veya kasıtlı günah işler de onu bir suçsuzun üzerine atarsa büyük bir bühtan ve apaçık bir günah işlemiş olur" (Nisâ, 4/112.) buyrulmak suretiyle
[12] Şüphesiz Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan (günah) ları ise dilediği kimseler için bağışlar. Allah'a şirk koşan kimse, şüphesiz büyük bir günah işleyerek iftira etmiş olur(Nisâ, 4/48).
[13] Hakkında kesin bilgi sahibi olmadığın şeyin peşine düşme. Çünkü kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur. (İsrâ, 17/36; Ey iman edenler! Size bir fasık bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın.(Hucurât, 49/6)
[14] Ayette şöyle buyurulur: "Mümin erkek ve o kadınlara işlemedikleri bir günahla eziyet edenler (onlara iftira atanlar), doğrusu açık bir günah yüklenmişlerdir" (el-Ahzab, 33/3)
[15] (Buhârî, Vesâyâ, 23)
[16] Nebî (s.a.s) "Iftira eden kimse zarara uğramıştır" (Ahmed b. Hanbel, I, 91) buyurur.
[17] (Müslim, Birr, 60)

10 Nisan 2014 Perşembe

145 10 Nisan 2014 Perşembe 19:15 KAYIP DEFTER'den......................Yeşil çevre kulübü doğuyor

Yeşil çevre kulübü doğuyor


Yenilikler devam ediyor
Yurtta onarım bakım hiç bitmiyor. Bayramdan sonra geldiğimizde ana giriş kapısında yoğun bir çalışma vardı. Tek turnike iki giriş iki çıkış şeklinde çoğaltılmış, zemine beton atılmıştı. Anlaşılan yurda giriş ve çıkışlar ayrı turnikelerden olacaktı. Kartlar elektronik olacakmış. Turnikeye okutturulduğunda kollar dönecek, bu şekilde giriş çıkışlar da elektronik olarak takip edilebilecekmiş. Nasıl olacak bilmiyorduk ama, galiba bu müdür yurda turnike sistemi getirmeye kararlıydı.

Çünkü aynı tadilatların blok kapılarında da başlatıldığını görüyorduk. Kız bloklarında turnikelerle birlikte yönetim memuru odaları da elden geçiriliyordu. Hepsi aynı standartta olacak, bu da öğrenciyle memuru göz göze iletişime zorlayacaktı. Bizim bloklarda da ölçümler yapılmış, yazın ele alınacakmış. 

Öğrenci tepkisinden çekiniyorlar herhalde. Pilot uygulamayı kız yurtlarında başlatmışlar. Eminim güvenlik tarafı çok daha önceliklidir, ancak bu turnike sistemi özellikle akşam imzasını ortadan kaldıracağı için iyi olacak.

Zaten erkek bloklarında işlemiyor gibi, ancak kız bloklarında öğrencilerin sürekli şikayet ettikleri bir uygulama. Yönetmeliğe göre zorunluymuş. Çok saçma, düşünün yukarda odanızdasınız, akşam saat 21-22 arasında inip imza listelerini imzalayacaksınız. 

Belki öğrencinin yurtta olup olmadığını kontrol amacıyla başlatılmıştır. Ama, kesinlikle pratik değil. Üstelik öğrenciyi sahtekarlığa teşvik ediyor. Toptan imzalamalar, arkadaşının yerine imza atmalar falan. Kartlar otomatik olarak okunursa, öğrencinin giriş çıkış hareketleri de direk bilgisayara geçeceği için nihayet bu saçmalık bitecek ! Kutlamak lazım.

Kantinde birdenbire iki salonumuz daha  oldu. Meğer oradaki kapalı kapıların ardında neler varmış. Kırık sandalyeler, camlar, lambalar ve daha bir sürü ıvır zıvır. Görenler yakalanan yüzlerce kaçak elektrikli ocağın da oradan çıktığını söylediler. Bakım yapılıp, temizlenip boyanınca pırıl pırıl ışıklı, iki yeni etkinlik salonumuz oldu. Biri şimdiden müzikle ilgilenenlerin ortak mekanı. Aralarında organize olmuş çalışıyorlar, hatta bir grup konser bile verdi Ocak ayında.

Diğeri de sanki sanat merkezi gibi çalışıyor. Resim yapanlar, karikatür çizenler, el sanatlarıyla uğraşanlar, hatta mimarlık öğrencileri bile orada. Maket çalışmalarını hep birlikte o salonda yapıyorlar. Geçenlerde merak edip bir baktım; bir tarafta sohpet edip ellerindekini birbirlerine gösterenler, diğer tarafta masalarda çalışanlar. Salon sanki bir sanat atölyesi gibi olmuş. Düşündüm, ne de çok yetenekli genç varmış aramızda. Neredeymişler bu zamana kadar ?

Ama ne yapsınlar ki, koskoca kantinde köşe salonları iki karşıt grup zapt etmiş, başka da gidecek yer yok. Yeni açılan kültür merkezi de bu ihtiyacı karşılamıyor. Çünkü orada sessizlik gerek. Bu yeni etkinlik salonları hem kantinin içinde, hem de gürültünün. Hem çalışma, hem eğlence, hem de sohpet ortamı olmuş. 

Kantin zaten yurttaki sosyal hayatın merkezi konumunda. Bu salonlar da bu açıdan tam da uygun yerdeler. Nasıl olmasın ki, böyle ortamların olmazsa olmazı çay, kahve, tost, ayran, bisküvi de hemen yanı başlarında. 

Çay dedim de aklıma geldi. Duyduk ki kız bloklarının TV salonlarına çay makinaları konuluyormuş. Bir kenara da tost, sandviç, bisküvi türü kantin malzemeleri gelecekmiş. Kemal abinin söylediğine göre bu hazırlık yaklaşan ramazan içinmiş. 

Keşke bu uygulama bütün bloklarda olsa. Öğrencinin çay ihtiyacı keyfi bir tercih değil ki, özellikle ders çalışırken ve sohpet sırasında olmazsa olmaz bir durum bu. Ayrıca çay makinaları belki kaçak ocak kullanımını ve odalarda çay yapılmasını da azaltır kimbilir.

Düşünün, eşofman altını giymiş, kollu atletiyle bir öğrenci canı çay istediğinde kantine gider mi ? Gitmez tabi. İşte o zaman da elektrikli ısıtıcılarda çay yapmak kaçınılmaz oluyor. Yasak ama öyle işte. Blokta çay varsa niye bu kaçak göçek zahmete girsin ki öğrenci. Gider o kıyafetle blok kantininde çayını da içer, sohpetini de yapar. Blok kantinleri ya da mini büfeler fikrini destekliyoruz arkadaş. Kızlardan neyimiz eksik, biz de istiyoruz bloklarımıza.


Sandalye üretim merkezi
Bu ara okuma salonlarında birdenbire sandalye artışı dikkatimizi çekti. Mevcut sandalyeleri öğrenciler odalara alıyor, yönetim memurları, görevliler alıp salona geri götürüyorlardı. Meğer her odada yalnızca iki sandalye olacakmış. Standardı buymuş yani. 

Odamızdaki masanın etrafına sadece dört sandalye sığabiliyordu zaten. Onlar alınmadığı halde okuma salonumuzun sandalyeleri çoğalınca işin aslını yönetim memurlarına sorduk. 

Meğer idare binasının bloklara bakan arka yüzünde atölyeye benzer bir yerde sandalye üretim merkezi kurulmuş. Bloklardan, kantinden toplanan kırık, hurda sandalye yığınları orada elden geçiyor, tamir edilip blokların okuma salonlarına dağıtılıyormuş.

Bir gün okuldan gelince Kültür merkezinde Orhan'la beraber arkaya dolanıp şu yeri biz de görelim dedik. Baktık ki, hakikaten tepeleme yüzlerce sandalye arasında üç kişi harıl harıl çalışıyor. Biri kaynak yapıyor, diğeri sandalyelere vinleks kaplıyor. Üçüncüsü de bloklara gönderilmek üzere yapılmış sandalyeleri bir yerde topluyor. Böyle bitmiş, kullanıma hazır 20-30 tane sandalye var orada. Kolay gelsin dedik çalışanlara, selamımızı aldılar. 

Sorduk; "Ne kadar sandalye çıkar buradan ?" Eleman bir taraftan terini silerken bir taraftan da aklındakini bizimle paylaştı; "Her on sandalyeden 6-7 sini kurtarıyoruz. Burada bine yakın hasarlı sandalye var. İnşallah en az 650 sandalye çıkarırız." Sanki bu sandalyeler bizimmiş, kayıpken bulmuşuz gibi sevindik. Bu hesaba göre kabaca her bloka en az 50 tane yeni sandalye gelecek demektir. Okuma salonları ve blok kantinlerine dağıtılmak üzere.

Yine de "Biz bu yurtta iken sizin işiniz bitmez be usta" dedim yüzümü buruşturarak. Aslında "Keşke bir daha böyle şeyler olmasa, kırılıp dökülmese onca şey" anlamında bir dilekti bu. Orhan fıkırdadı "Kolay gelsin o zaman." İlgimiz onları da canlandırmıştı. Tebrik edip ayrıldık yanlarından.


Yeşil çevre kulübü
Kantine doğru yönelmişken Orhan dayanamayıp espriyi patlattı "Görüyonuz mu ? Nazik yerleriniz rahat etsin deyi adam gece gündüz çalışıyo. İmkan olsa fabrika bilem kurar bu adam be."  Güldük tabi, Orhan yine hemşerisini  övüyordu. 

Ama onun susmaya niyeti yoktu "Yeni telefon kulübelerini gördünüz mü ?" "Evet" dedi Mehmet, "Yuvarlak, renkli, yeni telefon makinaları konulmuş." Orhan haklıydı, kantinin içinde de görmüştüm iki tane. Plastik saydam bombeli siperlikleri olan duvara monteli makinalardı bunlar. "Duyduğuma göre blok girişlerine de konulacakmış aynılarından" diye devam etti Orhan. "Ne iyi, telefon için taa giriş kapısına gitmemize lüzum kalmeycek."

Kantine girerken öndeki açıklık alanda belki 20 kadar görevlinin kazma kürek çalıştığını gördük. Meydanı düzeltip, toprağını yenilemişler, çim ekiyorlardı. Giriş yolu üzerine sağlı sollu gül ekilmiş olduğunu da fark ettik. Demek ki bir süre önce başlatılan açık alanlar yeşillendirme çalışması devam ediyordu

Mehmet çocuklar gibi sevinmişti "Yaşasın ! Bu meydan artık yemyeşil olacak, gül bahçesine dönecek yolumuz." Ben de sevinmiştim ama, karamsar günümdeydim herhalde "Bizimkiler bırakırsa tabi. Yarın bahar gelir hepsi yayılır buralara, ne çim kalır ne çiçek." 

Hayalini bozduğum için bana ters ters baktı "Ne yani, çiğnenecek diye çim ekilmeyecek mi ? Koparılacak diye gül olmasın mı ? Biz de bir çevre grubu kurar, mücadele ederiz o zaman. Birileri kırıp dökmek, ezip çiğnemek için uğraşıyor. Biz niçin yapmak için, yeşil için, temiz bir çevre için çalışmayalım ?" 

Orhan şaşırmıştı, Mehmedi ilk defa böyle görüyorduk. Ben bile sevgili arkadaşımı iyi tanıdığım halde boş bulunup duraladım. Bir an onun ne kadar sessiz, mahçup ama inançlarında da bir o kadar çetin ceviz olduğunu unutmuşum. Canım arkadaşım benim, kolumu omuzlarına atıp sıkıca sarıldım ona "Tamam Mehmet, seni mi kıracağız. Öyle yaparız." Çevre kulübü fikri işte tam da orada, o anda doğmuştu.


Temizlik devrimi
Bizim odamız ön tarafa, güneye bakıyordu. Ancak blokların kuzeye bakan odalarında, özellikle de tam kuzey doğu köşelerde rutubet çok belirgindi. Yazın yapılan tadilat ve boya ile kısa süreli yok olmuş, ancak Ocak, şubat ayında duvarlarda yeniden yer yer yeşillenmeler olmuştu. 

Ayrıca tuvaletlere yakın odalarda durum daha da kötüydü. Rutubet ve koku gerçekten rahatsız ediciydi. Kimse o odalarda kalmak istemiyordu. Çünkü, akan tuvaletler sorunu devam ediyordu. Şikayet ediliyor, elemanlar gelip uğraşıyorlar, bir müddet hallolmuş gibi görünüyor, sonra akıntılar yeniden ortaya çıkıyordu. 

Şubat ayı ortalarında fark ettik ki akıntılar durmuş, epeydir tamirat tadilat görünmüyor. Akan tuvaletler, bu nedenle kapalı Wc kabinleri yok. Şikayet de duymuyoruz.

Merak ettim, inşaat mühendisliğinde okuyan Talat'a sordum. "Ne oldu, ne yaptılar da akıntı sorunu halloldu, ya da halloldu mu ki ?" Talat bizim blokta kalıyordu. Bazen basket oynuyorduk beraber. Yurttaki tamirat tadilat işleriyle epey ilgiliydi. Tuvalette karşılaşmıştık "By pass" yaptılar dedi göz kırparak. Anlamamıştım, öyle bakıyordum yüzüne. 

Güldü, "Bak" dedi eliyle lavaboların altından geçen pimaş boruları göstererek. "Bu borular aslında duvar içinden geçiyor. Kırıldığı, delindiği zaman da otomatikman duvarlara sızıyor pis sular. Zaten bu binalar prefabrik türü yapılmış." Ben tamamladım sözünü "Öyle olunca da duvarlar rutubet oluyor tabi."

"Evet" dedi "Aynen öyle." "Peki" dedim lavaboların altından geçen boruları göstererek "Bunlar ne ?, Daha önce yoktu". Elini omzuma attı, ciddiye alınmak, mesleğiyle ilgili konuşmak hoşuna gitmişti "İşte By pass bu ! İçerde kalan boruları öyle bırakıp, açıktan pimaş döşeyerek sorunu çözdüler. Bak yukarda üst kattan gelen tuvalet atıklarının geçtiği boruları görüyor musun ? İşte onlar da aynı yöntemle yenilendiler. Böylece akan bir yer varsa duvara, zemine sızmadan anında müdahale edilebiliyor."

O akşam öğrendiklerimi odadaki arkadaşlara anlattım. Levent diğer bloklarda da peyderpey bu işin yapıldığını duymuş "Valla tepeme pislik damlamasından bıkmıştım. Huylu gibi içeri girince her an damlayacak diye ikide bir yukarı bakmaktan işimi göremiyordum. Şimdi rahat rahat... Çok şükür ya !" 

Hamit "İnşallah tuvaletlere yakın odalar da rutubet ve kokudan kurtulurlar" dedi konuyu değiştirmek için. "İnşallah" dedik hep birlikte. Orhan "Ya çok iyi oldu bu iş. Yurtta ne kadar iyi şeyler olursa olsun, adamın tepesine şey damlayınca anlatamıyorsun. Gari iyi oldu, iyi. Bizi izlemeye devam edin…" Bizim Balıkesirli yine golünü atmıştı, herkes ne demek istediğini anlamıştı. Okan üstüne atladı, şakadan güreştiler yatakta.

Gülmekten kırılıyorduk. Mehmet "Asıl beni dinleyin siz. Benim haberime daha çok şaşıracaksınız" deyince Okan'la Orhan güreşmeyi bıraktılar, gözler Mehmede döndü. O bir şey söylüyorsa hakikaten önemli olmalıydı. Mehmet önce biraz kızardı ama sonra anlatmaya başladı "Hani geçen sene tuvaletten çıkan paspasla odamız siliniyor diye kızmıştık ya ?" Herkesten "Evet, eee..ne olmuş ?" sesleri çıktı.

"Hani bir ara görevlilerin ellerinde petrol varilleri gibi bir şeyler görmüştük de, bunlar ne böyle diye meraklanmıştık ?" Okan "Haa… onlar mı ? Ben onları E Bloka girerken gördüm. Bide saplı arabaları vardı. Altlarına tekerlek takmışlar. Ama, ne olduğunu anlamadım. Onlarla mı ilgili ? Hadi be Memet, çatlatma bizi. ne diyeceksen de." 

"Evet. Varilleri ikiye bölüp vileda gibi saplı temizlik arabası yapmışlar. E Blokta denenmiş, önümüzdeki ay da bütün bloklara dağıtacaklarmış" dedi Mehmet Okan'ı doğrulayarak. "Artık pis paspasların odalarımızda dolaşmasından kurtulacağız." Mehmedin temizlik konusundaki titizliğini ve çevre duyarlığını biliyordum ama doğrusu yine de konuyu pek anlayamamıştım. "Mehmet nasıl olacakmış o iş ? Elektrikli süpürge gibi mi yani ?"

Mehmet elindeki kalemle boş bir kağıda bir şeyler çizmeye başladı. Hem çiziyor hem anlatıyordu "Biliyorsunuz, her sabah biz okula gittikten sonra görevliler ellerindeki kocaman ağaç saplı paspaslarla koridorları ve odaları siliyorlar. Ama ucundaki keten çuval paspaslar yine tuvaletlerde yıkanıyor, hem de tuvalet taşlarında. Oradaki musluktan akan suyla sözde temizleniyor, ıslanıyor yeniden koridor ve odalara çıkıyorlar. Şimdi bu iş o tekerlekli yarım varillerle yapılacak. 

Paspaslar değiştirildi. Görevliler yarım varil temiz suyla ancak on oda paspas yapıp suyu değiştirecek şekilde  pilot uygulama ile eğitildi. İşte karşınızda son yılların en ilginç icadı tekerlekli temizlik arabaları ! Çok yakında... hizmetinizdee…"

Bizim Mehmet elleri havada, bir elinde temizlik arabası resmi, bir elinde kalem, ağzı kulaklarında alkışlarımızı bekliyor gibiydi. Nitekim istediğini de aldı, kısa bir duraklamadan sonra odadan bir alkış sesi yükseldi "Bravo !.. Yaşa !.. Helal olsun !.." Bende jeton ancak düşmüştü, bu uygulamanın fikir babası Mehmet'ti. Çünkü, geçen sene odada yaşadığımız olayı, sonrasında Mehmedin sık sık bir Müdür yardımcısına gitmesini hatırlamıştım.

Elindeki çizimi alıp daha yakından baktım. Gerçekten annemin viledasına benziyordu. Çiziminin detayları mükemmeldi. Resmi onun o günkü tepkisi ve temizlik konusundaki duyarlığıyla birleştirince işin sadece fikir bazında kalmadığını anladım. "Bu işin altında senin parmağın var galiba, haksız mıyım ?" dedim en kurnaz bakışımla. 

"Evet" dedi, "Bu sorunu sadece şikayet etmekle kalmadım, şöyle şöyle bir şey olsa olmaz mı diyerek yönlendirdim de. Geçen ay Müdür bey beni E Bloka çağırıp arabaların son halini gösterdi. Uygulamanın nasıl olacağını da orada öğrendim. Yakında siz de göreceksiniz." 

Mehmet benim en yakın arkadaşımdı. Aslında sessiz bir kişiliği vardı. Ağzının sıkı olduğunu da bilirdim. Ancak, çevreye olan duyarlığını böyle aşkla, heyecanla, adeta kendini aşarak göstermesi doğrusu beni bile şaşırtmıştı.

144 10 Nisan 2014 Perşembe 17:25 KAYIP DEFTER'den......................Ramazana doğru

Ramazana doğru


Günler geçiyor
Bu yılın da yarısı geçti bile. Geçen hafta sömestr tatilinden döndük. Eve gitmesi güzel de, dönünce biraz kötü oluyorum. Ama, burada da arkadaşlarım var. Birkaç gün içinde yine kaptırıveriyoruz kendimizi yurdun hay huyuna. 

Doğrusu bu yıl pek de renksiz sayılmaz burası. Geçen yıl olaylardan kroki vaziyetteydik, bu sene de yurttaki değişimden başımız döndü. Yeniliklerin ardı arkası kesilmiyor. Her gün bir yenisiyle daha karşılaşıyoruz.
 
Derslerde sıkıntı yok. Sınavlar çok iyi geçti. Mehmet'le yarışıyoruz. Bir o geçiyor bir ben. Böyle giderse sınıfın en iyileri gene biz olacağız. Mehmet'e bir de burs bulduk. Öğrenim kredimiz var zaten. 

Bu arada ders notu çoğaltıp satma işi de devam ediyor. Ön planda o var, ben sadece ona yardım ediyorum. Böylece, dersleri aksatmadan takip etme, düzenli not alma, hocalarla aktif iletişim ve ekstradan çalışmaya zorluyorum kendimi.

Arkadaş ve çevre sorunumuz yok. Bayağı popüleriz yani. Sadece bizim değil öbür sınıflardan, hatta alttan dersi kalmış yaylacılardan bile çok müşterimiz var. Böylece Mehmed'in maddi sıkıntısı da artık kalmadı. Kendisi zaten hayatta lüzumsuz harcama yapmaz. Hatta biraz biriktirdiğinden bile şüpheleniyorum.
 
Bu yılın renkli simaları yabancı öğrenciler. Doğrusu başta ürkmüştük ama, buradaki hayata çok çabuk adapte oldular sanki. Varlıkları yurda yeni bir renk ve canlılık getirdi. Henüz üniversitede değiller, türkçe kursu görüyorlar. Ama yurtta hep birlikteyiz, nereye baksak onlar var.

Hani olur ya, evde hırgür varsa bile misafir geldiğinde sükut olunur. Onun gibi, sanki ayıp olur gibisinden herkes de biraz kendini topladı galiba. Bazen ufak tefek sürtüşmeler yok değil, ancak genelde misafirperverlik damarımız kabarmış durumda. Yardımcı olabilmek için herkes elinden geleni yapıyor.

Bu arada onlarla ufkumuz da epey açıldı denilebilir. Daha önce ne Kazakistan bilirdik, ne Moldavya. Ne Kırgız şapkası görmüştük, ne de Özbek takkesi. Şimdi onlar bizi merak ediyor, biz de onları. Her fırsatta memleketlerini, ailelerini, günlük yaşamlarını merak edip soruyoruz. Neden öyle giyindiklerini, Türkiye hakkında ne bildiklerini, burada okuyup ne yapmak istediklerini…Tabi onlar da bize soruyorlar benzer şeyleri.

O kadar ilginç şeyler öğrendik ki. Mesela; Kazak, Kırgız ve Moğolların at eti yediklerini, at sütünden yapılmış kımız adlı bir tür içecek yapıp içtiklerini. Dini konularda ne kadar eksik olduklarını. Evlerine gelen misafirlere Allah rızası için içki ikram ettiklerini duyunca çok şaşırmıştık. Dillerinde hep şu vardı "Biz 70 yıl komünizm esaretinde yaşadık. Ancak, hürriyeti gördük, anladık.  Siz cennette yaşıyorsunuz." Biz ülkemizin kıymetini bilmiyoruz. Başkası söyleyince de bir tuhaf oluyoruz.

Bu hafta yurtta öğrenci temsilciliği seçimi var. Şaşılacak şey ! Böyle şeylerin olabileceği Kemal abinin bile aklından geçmiyormuş. Ama oluyor işte, adaylar hareketli. Onları destekleyen gruplar da öyle. Ama herhangi bir gerginlik yaşanmıyor. Sanki gruplar arasında görülmeyen bir anlaşma olmuş gibi. 

Biz Selim abiyi destekliyoruz. Hatta bunun için afiş astık, el ilanı dağıttık, oda ziyaretlerine katıldık. Kemal abi çok etkili bu konuda. Yurtta Selim abinin kazanacağı yönünde genel bir hava var. E Blok adayı çekilmiş diyorlar. Onlar da desteklerse zaten sonuç kesin gibi.

Ramazan geldi
Ramazan öncesi yurtta bazı hazırlıkların olduğunu görüyorduk. Öncelikle kantinde bazı önlemler alınmış. Geçen yıllarda iftar kuyruğunda yaşanan kavgalar hatırlandığı için hepimiz tedirgindik aslında. Bu yüzden kepçeci sayısının arttırılması herkesi memnun etmişti. 

Bir sıra sadece iftarlık tabldot uygulamasına ayrılmıştı. Ayrıca merdiven başına da ayaklı bir menü tahtası yerleştirmişler. O akşam tabldotta ne yemek var önceden görebiliyorduk.

Bu yeniliklerin en ilginci de bloklara çay makinaları yerleştirilmesiydi. Aslında her blokta kantin vardı ama işlevsizdi. Sadece masa, sandalyeler ve televizyon. Çayı olmayan, en basit bir ihtiyaç için bile büyük ana kantine gitmeyi  gerektiren bu yerler sürekli şikayet konusu oluyordu. Bana göre de bilhassa odalarda çay yapılmasının yasaklanmasına karşılık öğrencilerin dile getirdiği haklı bir istekti bu.

Bu yıl iftar sonrası ve sahur zamanı birer eleman koymuşlar buralara. Çay makinasıyla çay veriliyor. Bisküvi çeşitleri, sandviç, ayran ve meşrubat da satılıyor. Özellikle kız bloklarında çok tutmuş bu uygulama. Oruç tutmak isteyen, ama sahur saati serinliğinde bloğundan çıkıp kantine gidemeyenler için büyük kolaylık. İsteyenler iftarı bile artık odalarında değil de aşağıda blok kantinlerinde kendi aralarında yapabiliyorlar. İnsanlar böylece odalarda kaçak elektrikli ocak kullanmaktan kurtulmuş oldular. En azından bu konuda haklı bir mazeretleri kalmadı.

Ramazan başında ilginç bir şey daha yaşandı yurtta. Kız öğrenciler kültür merkezinde mevlid düzenlemişler. Bizim de Orhan vasıtasıyla haberimiz oldu. Oda olarak hep birlikte dinlemeye gittik. Kültür merkezi ağzına kadar dolmuş. Erkek öğrenciler de dışarlara oturmuşlar. Kimisi sandalye, kimi tretuvarlar üzerinde. Kimi de gruplar halinde çimlere yayılmışlar.  Vakit ikindi üzeri. İftara birbuçuk saat var. Hava soğuk değil, güzel ve sakin. Mevlid okuyanların sesi dışarıdan rahatça duyuluyor. Biz sağlık odasının önünde yönetim memurlarıyla birlikteyiz.

Dalmışız, bir ara bir hareketlenme oldu, baktık müdür bey yanında birkaç idareci, merdivenlere gelmiş mevlid dinliyorlar. Sandalye verdiler kabul etmedi. İçerden minder gibi bir şeyler buldular galiba. Hemen oldukları yere, öyle merdivenlere oturdular.  Çok değişik bir atmosferdi. Bizim Mehmet zaten çok hassas kalplidir, hemen gözleri sulanıverir. Baktım yine sessiz sessiz ağlamakta. Nişanlısı aklına geldi herhalde dedim içimden. Söylemişti, o da hafızmış.

Sonradan Orhan anlattı. Meğer bu mevlidi müdür beyden ilahiyatta okuyan bir grup genç kız istemiş. O da olur demiş. Kemal abi "Olamaz böyle bir şey" deyip durdu hayretle. "Bir yanda pop konseri, öbür yanda Nazım Hikmet sergisi. Yurtta ezan, teravih, mevlid.." yok yok, biz rüya mı görüyoruz, nasıl oluyor bütün bunlar ?" Şaşırmakta haklıydı da. Zira, o bizden çok daha eskiydi. Geçen senelerde neler olduğunu en iyi hatırlayanlardandı. 

Yurtta ezan
Ne var ki, bütün bunlar rüya değil, gerçekti. Bu yıl Ramazan 23 Şubat Salı günü başlamıştı. O ilk gün iftar saatinde kuyruktayken ilk ezanı duymuştuk. Önce televizyondan geldiğini zannettik. Ama bu öyle bir şey değildi. Bayağı yüksek sesle ve bir hoparlörden geliyordu. İftardan sonra merakla sesin geldiği idare tarafına gidip baktık.

Gerçekten idare binasının kuzey doğu köşesinde kantine ve bloklara dönük iki yeni hoparlör konulmuştu. Üst katta bütün ışıklar yanıyordu, merak edip çıktık. Gözlerimize inanamıyorduk salon boydan boya halılarla kaplanmış, mescid haline getirilmişti. Teravih için son hazırlıklar yapılıyordu. O akşam ilk teravihimizi çok kalabalık bir şekilde kıldık.

Duadan sonra yapılan duyuruya göre bütün ramazan boyunca teravih öncesinde İlahiyat fakültesinden görevli hocalar vaaz edeceklerdi. Hakikaten öyle de oldu. Ramazan ayı süresince sahurlara kalktık, oruç tuttuk. Kavgasız dövüşsüz ezanla birlikte iftarlarımızı ettik. Değişik hocalardan sohpetler dinledik ve teravih namazlarını da kaçırmadan kıldık.

Hele 20 Mart Cumartesi gününe denk gelen kadir gecesi gerçekten muhteşemdi. Aramızda epey yabancı öğrenci de vardı. Özellikle onlarla birlikte olmak, bildiğimiz yarım yamalak şeyleri tarzanca anlatmaya çalışmak çok hoştu. Bu yüzden konuştuğum bütün arkadaşlar hep aynı şeyi söylüyordu; bu ramazan ne güzel geçmişti öyle.

Bayram Mart ayının son haftası 24-25-26 mart tarihleri arasında Çarşambadan Cumaya kadardı. Bizim için dokuz günlük bir tatil fırsatıydı. Onun için çoğu öğrenci gibi biz de Mehmet'le kadir gecesinin hemen ertesi günü yurttan ayrıldık. Gelen bayramdı, elimecbur memlekete gidecektik. Ama bu defa gerçekten gönlümüz arkamızda kalmıştı.