Yeşil çevre kulübü doğuyor
Yenilikler devam ediyor
Yurtta onarım bakım hiç
bitmiyor. Bayramdan sonra geldiğimizde ana giriş kapısında yoğun bir çalışma
vardı. Tek turnike iki giriş iki çıkış şeklinde çoğaltılmış, zemine beton
atılmıştı. Anlaşılan yurda giriş ve
çıkışlar ayrı turnikelerden olacaktı. Kartlar elektronik olacakmış. Turnikeye
okutturulduğunda kollar dönecek, bu şekilde giriş çıkışlar da elektronik olarak
takip edilebilecekmiş. Nasıl olacak bilmiyorduk ama, galiba bu müdür yurda
turnike sistemi getirmeye kararlıydı.
Çünkü aynı tadilatların blok
kapılarında da başlatıldığını görüyorduk. Kız bloklarında turnikelerle birlikte
yönetim memuru odaları da elden geçiriliyordu. Hepsi aynı standartta olacak, bu da öğrenciyle memuru göz göze iletişime zorlayacaktı. Bizim bloklarda da ölçümler yapılmış, yazın
ele alınacakmış.
Öğrenci tepkisinden çekiniyorlar herhalde. Pilot uygulamayı kız yurtlarında başlatmışlar. Eminim güvenlik tarafı çok daha önceliklidir,
ancak bu turnike sistemi özellikle akşam imzasını ortadan kaldıracağı için iyi
olacak.
Zaten erkek bloklarında
işlemiyor gibi, ancak kız bloklarında öğrencilerin sürekli şikayet ettikleri
bir uygulama. Yönetmeliğe göre zorunluymuş. Çok saçma, düşünün yukarda
odanızdasınız, akşam saat 21-22 arasında inip imza listelerini
imzalayacaksınız.
Belki öğrencinin yurtta olup olmadığını kontrol amacıyla
başlatılmıştır. Ama, kesinlikle pratik değil. Üstelik öğrenciyi sahtekarlığa
teşvik ediyor. Toptan imzalamalar, arkadaşının yerine imza atmalar falan. Kartlar otomatik olarak okunursa, öğrencinin giriş çıkış hareketleri de direk bilgisayara geçeceği için nihayet bu saçmalık bitecek ! Kutlamak
lazım.
Kantinde birdenbire iki
salonumuz daha oldu. Meğer oradaki
kapalı kapıların ardında neler varmış. Kırık sandalyeler, camlar, lambalar ve daha
bir sürü ıvır zıvır. Görenler yakalanan yüzlerce kaçak elektrikli ocağın da
oradan çıktığını söylediler. Bakım yapılıp, temizlenip boyanınca pırıl pırıl
ışıklı, iki yeni etkinlik salonumuz oldu. Biri şimdiden müzikle ilgilenenlerin ortak
mekanı. Aralarında organize olmuş çalışıyorlar, hatta bir grup konser bile
verdi Ocak ayında.
Diğeri de sanki sanat merkezi
gibi çalışıyor. Resim yapanlar, karikatür çizenler, el sanatlarıyla uğraşanlar, hatta
mimarlık öğrencileri bile orada. Maket çalışmalarını hep birlikte o salonda
yapıyorlar. Geçenlerde merak edip bir baktım; bir tarafta sohpet edip
ellerindekini birbirlerine gösterenler, diğer tarafta masalarda
çalışanlar. Salon sanki bir sanat atölyesi gibi olmuş. Düşündüm, ne de çok
yetenekli genç varmış aramızda. Neredeymişler bu zamana kadar ?
Ama ne yapsınlar ki, koskoca
kantinde köşe salonları iki karşıt grup zapt etmiş, başka da gidecek yer yok. Yeni
açılan kültür merkezi de bu ihtiyacı karşılamıyor. Çünkü orada sessizlik gerek.
Bu yeni etkinlik salonları hem kantinin içinde, hem de gürültünün. Hem çalışma,
hem eğlence, hem de sohpet ortamı olmuş.
Kantin zaten yurttaki sosyal hayatın
merkezi konumunda. Bu salonlar da bu açıdan tam da uygun yerdeler. Nasıl
olmasın ki, böyle ortamların olmazsa olmazı çay, kahve, tost, ayran, bisküvi de
hemen yanı başlarında.
Çay dedim de aklıma geldi.
Duyduk ki kız bloklarının TV salonlarına çay makinaları konuluyormuş. Bir
kenara da tost, sandviç, bisküvi türü kantin malzemeleri gelecekmiş. Kemal
abinin söylediğine göre bu hazırlık yaklaşan ramazan içinmiş.
Keşke bu uygulama
bütün bloklarda olsa. Öğrencinin çay ihtiyacı keyfi bir tercih değil ki,
özellikle ders çalışırken ve sohpet sırasında olmazsa olmaz bir durum bu. Ayrıca çay
makinaları belki kaçak ocak kullanımını ve odalarda çay yapılmasını da azaltır
kimbilir.
Düşünün, eşofman altını giymiş,
kollu atletiyle bir öğrenci canı çay istediğinde kantine gider mi ? Gitmez
tabi. İşte o zaman da elektrikli ısıtıcılarda çay yapmak kaçınılmaz oluyor.
Yasak ama öyle işte. Blokta çay varsa niye bu kaçak göçek zahmete girsin ki
öğrenci. Gider o kıyafetle blok kantininde çayını da içer, sohpetini de yapar. Blok kantinleri
ya da mini büfeler fikrini destekliyoruz arkadaş. Kızlardan neyimiz eksik, biz
de istiyoruz bloklarımıza.
Bu ara okuma salonlarında
birdenbire sandalye artışı dikkatimizi çekti. Mevcut sandalyeleri öğrenciler
odalara alıyor, yönetim memurları, görevliler alıp salona geri götürüyorlardı.
Meğer her odada yalnızca iki sandalye olacakmış. Standardı buymuş yani.
Odamızdaki masanın etrafına sadece dört sandalye sığabiliyordu zaten. Onlar
alınmadığı halde okuma salonumuzun sandalyeleri çoğalınca işin aslını yönetim
memurlarına sorduk.
Meğer idare binasının bloklara bakan arka yüzünde atölyeye
benzer bir yerde sandalye üretim merkezi kurulmuş. Bloklardan, kantinden
toplanan kırık, hurda sandalye yığınları orada elden geçiyor, tamir edilip
blokların okuma salonlarına dağıtılıyormuş.
Bir gün okuldan gelince Kültür
merkezinde Orhan'la beraber arkaya dolanıp şu yeri biz de görelim dedik. Baktık ki, hakikaten tepeleme yüzlerce sandalye arasında üç kişi harıl harıl çalışıyor. Biri kaynak yapıyor, diğeri
sandalyelere vinleks kaplıyor. Üçüncüsü de bloklara gönderilmek üzere yapılmış sandalyeleri bir yerde topluyor. Böyle bitmiş, kullanıma hazır 20-30
tane sandalye var orada. Kolay gelsin dedik çalışanlara, selamımızı aldılar.
Sorduk;
"Ne kadar sandalye çıkar buradan ?" Eleman bir taraftan terini silerken
bir taraftan da aklındakini bizimle paylaştı; "Her on sandalyeden 6-7 sini
kurtarıyoruz. Burada bine yakın hasarlı sandalye var. İnşallah en az 650
sandalye çıkarırız." Sanki bu sandalyeler bizimmiş, kayıpken bulmuşuz gibi
sevindik. Bu hesaba göre kabaca her bloka en az 50 tane yeni sandalye gelecek demektir. Okuma salonları ve blok kantinlerine dağıtılmak üzere.
Yine de "Biz bu yurtta iken sizin işiniz bitmez be usta"
dedim yüzümü buruşturarak. Aslında "Keşke bir daha böyle şeyler olmasa,
kırılıp dökülmese onca şey" anlamında bir dilekti bu. Orhan fıkırdadı
"Kolay gelsin o zaman." İlgimiz onları da canlandırmıştı. Tebrik edip
ayrıldık yanlarından.
Kantine doğru yönelmişken Orhan
dayanamayıp espriyi patlattı "Görüyonuz mu ? Nazik yerleriniz rahat etsin deyi adam
gece gündüz çalışıyo. İmkan olsa fabrika bilem kurar bu adam be." Güldük tabi, Orhan yine hemşerisini övüyordu.
Ama onun susmaya niyeti yoktu
"Yeni telefon kulübelerini gördünüz mü ?" "Evet" dedi
Mehmet, "Yuvarlak, renkli, yeni telefon makinaları konulmuş." Orhan
haklıydı, kantinin içinde de görmüştüm iki tane. Plastik saydam bombeli
siperlikleri olan duvara monteli makinalardı bunlar. "Duyduğuma göre blok
girişlerine de konulacakmış aynılarından" diye devam etti Orhan. "Ne
iyi, telefon için taa giriş kapısına gitmemize lüzum kalmeycek."
Kantine girerken öndeki açıklık
alanda belki 20 kadar görevlinin kazma kürek çalıştığını gördük. Meydanı
düzeltip, toprağını yenilemişler, çim ekiyorlardı. Giriş yolu üzerine sağlı
sollu gül ekilmiş olduğunu da fark ettik. Demek ki bir süre önce başlatılan açık alanlar yeşillendirme çalışması devam ediyordu.
Mehmet
çocuklar gibi sevinmişti "Yaşasın ! Bu meydan artık yemyeşil olacak, gül
bahçesine dönecek yolumuz." Ben de sevinmiştim ama, karamsar günümdeydim
herhalde "Bizimkiler bırakırsa tabi. Yarın bahar gelir hepsi yayılır
buralara, ne çim kalır ne çiçek."
Hayalini bozduğum için bana ters
ters baktı "Ne yani, çiğnenecek diye çim ekilmeyecek mi ? Koparılacak diye
gül olmasın mı ? Biz de bir çevre grubu kurar, mücadele ederiz o zaman.
Birileri kırıp dökmek, ezip çiğnemek için uğraşıyor. Biz niçin yapmak için,
yeşil için, temiz bir çevre için çalışmayalım ?"
Orhan şaşırmıştı, Mehmedi
ilk defa böyle görüyorduk. Ben bile sevgili arkadaşımı iyi tanıdığım halde boş bulunup duraladım. Bir an onun ne kadar sessiz, mahçup ama inançlarında da bir o kadar
çetin ceviz olduğunu unutmuşum. Canım arkadaşım benim, kolumu
omuzlarına atıp sıkıca sarıldım ona "Tamam Mehmet, seni mi kıracağız. Öyle
yaparız." Çevre kulübü fikri işte tam da orada, o anda doğmuştu.
Bizim odamız ön tarafa, güneye
bakıyordu. Ancak blokların kuzeye bakan odalarında, özellikle de tam kuzey doğu köşelerde rutubet çok belirgindi. Yazın yapılan tadilat ve boya ile kısa süreli
yok olmuş, ancak Ocak, şubat ayında duvarlarda yeniden yer yer yeşillenmeler olmuştu.
Ayrıca
tuvaletlere yakın odalarda durum daha da kötüydü. Rutubet ve koku gerçekten
rahatsız ediciydi. Kimse o odalarda kalmak istemiyordu. Çünkü, akan tuvaletler sorunu
devam ediyordu. Şikayet ediliyor, elemanlar gelip uğraşıyorlar, bir müddet
hallolmuş gibi görünüyor, sonra akıntılar yeniden ortaya çıkıyordu.
Şubat
ayı ortalarında fark ettik ki akıntılar durmuş, epeydir tamirat tadilat görünmüyor. Akan
tuvaletler, bu nedenle kapalı Wc kabinleri yok. Şikayet de duymuyoruz.
Merak ettim, inşaat
mühendisliğinde okuyan Talat'a sordum. "Ne oldu, ne yaptılar da akıntı
sorunu halloldu, ya da halloldu mu ki ?" Talat bizim blokta kalıyordu. Bazen
basket oynuyorduk beraber. Yurttaki tamirat tadilat işleriyle epey ilgiliydi.
Tuvalette karşılaşmıştık "By pass" yaptılar dedi göz kırparak.
Anlamamıştım, öyle bakıyordum yüzüne.
Güldü, "Bak" dedi eliyle
lavaboların altından geçen pimaş boruları göstererek. "Bu borular aslında
duvar içinden geçiyor. Kırıldığı, delindiği zaman da otomatikman duvarlara
sızıyor pis sular. Zaten bu binalar prefabrik türü yapılmış." Ben
tamamladım sözünü "Öyle olunca da duvarlar rutubet oluyor tabi."
"Evet" dedi
"Aynen öyle." "Peki" dedim lavaboların altından geçen
boruları göstererek "Bunlar ne ?, Daha önce yoktu". Elini omzuma
attı, ciddiye alınmak, mesleğiyle ilgili konuşmak hoşuna gitmişti "İşte By
pass bu ! İçerde kalan boruları öyle bırakıp, açıktan pimaş döşeyerek sorunu
çözdüler. Bak yukarda üst kattan gelen tuvalet atıklarının geçtiği boruları
görüyor musun ? İşte onlar da aynı yöntemle yenilendiler. Böylece akan bir yer
varsa duvara, zemine sızmadan anında müdahale edilebiliyor."
O akşam öğrendiklerimi odadaki
arkadaşlara anlattım. Levent diğer bloklarda da peyderpey bu işin yapıldığını
duymuş "Valla tepeme pislik damlamasından bıkmıştım. Huylu gibi içeri
girince her an damlayacak diye ikide bir yukarı bakmaktan işimi
göremiyordum. Şimdi rahat rahat... Çok şükür ya !"
Hamit "İnşallah
tuvaletlere yakın odalar da rutubet ve kokudan kurtulurlar" dedi konuyu değiştirmek için. "İnşallah" dedik hep birlikte. Orhan "Ya çok iyi oldu bu iş.
Yurtta ne kadar iyi şeyler olursa olsun, adamın tepesine şey damlayınca
anlatamıyorsun. Gari iyi oldu, iyi. Bizi izlemeye devam edin…" Bizim
Balıkesirli yine golünü atmıştı, herkes ne demek istediğini anlamıştı. Okan
üstüne atladı, şakadan güreştiler yatakta.
Gülmekten kırılıyorduk. Mehmet
"Asıl beni dinleyin siz. Benim haberime daha çok şaşıracaksınız"
deyince Okan'la Orhan güreşmeyi bıraktılar, gözler Mehmede döndü. O bir şey
söylüyorsa hakikaten önemli olmalıydı. Mehmet önce biraz kızardı ama sonra
anlatmaya başladı "Hani geçen sene tuvaletten çıkan paspasla odamız siliniyor
diye kızmıştık ya ?" Herkesten "Evet, eee..ne olmuş ?" sesleri
çıktı.
"Hani bir ara görevlilerin
ellerinde petrol varilleri gibi bir şeyler görmüştük de, bunlar ne böyle diye
meraklanmıştık ?" Okan "Haa… onlar mı ? Ben
onları E Bloka girerken gördüm. Bide saplı arabaları vardı. Altlarına tekerlek
takmışlar. Ama, ne olduğunu anlamadım. Onlarla mı ilgili ? Hadi be Memet,
çatlatma bizi. ne diyeceksen de."
"Evet. Varilleri ikiye bölüp vileda
gibi saplı temizlik arabası yapmışlar. E Blokta denenmiş, önümüzdeki ay da bütün
bloklara dağıtacaklarmış" dedi Mehmet Okan'ı doğrulayarak. "Artık pis
paspasların odalarımızda dolaşmasından kurtulacağız." Mehmedin temizlik
konusundaki titizliğini ve çevre duyarlığını biliyordum ama doğrusu yine de
konuyu pek anlayamamıştım. "Mehmet nasıl olacakmış o iş ? Elektrikli
süpürge gibi mi yani ?"
Mehmet elindeki kalemle boş bir
kağıda bir şeyler çizmeye başladı. Hem çiziyor hem anlatıyordu
"Biliyorsunuz, her sabah biz okula gittikten sonra görevliler ellerindeki
kocaman ağaç saplı paspaslarla koridorları ve odaları siliyorlar. Ama ucundaki
keten çuval paspaslar yine tuvaletlerde yıkanıyor, hem de tuvalet taşlarında.
Oradaki musluktan akan suyla sözde temizleniyor, ıslanıyor yeniden koridor ve
odalara çıkıyorlar. Şimdi bu iş o tekerlekli yarım varillerle yapılacak.
Paspaslar
değiştirildi. Görevliler yarım varil temiz suyla ancak on oda paspas yapıp suyu değiştirecek şekilde pilot uygulama ile eğitildi. İşte karşınızda son
yılların en ilginç icadı tekerlekli temizlik arabaları ! Çok yakında... hizmetinizdee…"
Bizim Mehmet elleri havada, bir
elinde temizlik arabası resmi, bir elinde kalem, ağzı kulaklarında
alkışlarımızı bekliyor gibiydi. Nitekim istediğini de aldı, kısa bir
duraklamadan sonra odadan bir alkış sesi yükseldi "Bravo !.. Yaşa !..
Helal olsun !.." Bende jeton ancak düşmüştü, bu uygulamanın fikir babası
Mehmet'ti. Çünkü, geçen sene odada yaşadığımız olayı, sonrasında Mehmedin sık
sık bir Müdür yardımcısına gitmesini hatırlamıştım.
Elindeki çizimi alıp daha
yakından baktım. Gerçekten annemin viledasına benziyordu. Çiziminin detayları
mükemmeldi. Resmi onun o günkü tepkisi ve temizlik konusundaki duyarlığıyla
birleştirince işin sadece fikir bazında kalmadığını anladım. "Bu işin
altında senin parmağın var galiba, haksız mıyım ?" dedim en kurnaz bakışımla.
"Evet" dedi, "Bu sorunu sadece şikayet etmekle
kalmadım, şöyle şöyle bir şey olsa olmaz mı diyerek yönlendirdim de. Geçen ay
Müdür bey beni E Bloka çağırıp arabaların son halini gösterdi. Uygulamanın
nasıl olacağını da orada öğrendim. Yakında siz de göreceksiniz."
Mehmet
benim en yakın arkadaşımdı. Aslında sessiz bir kişiliği vardı. Ağzının sıkı
olduğunu da bilirdim. Ancak, çevreye olan duyarlığını böyle aşkla, heyecanla,
adeta kendini aşarak göstermesi doğrusu beni bile şaşırtmıştı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder