Ey o ağaç !
Gezi protestosu ile başlayan ve bir anda endişe verici boyutlara ulaşan sokak olayları artık geride kaldı. Yaşananlar zaten oldukça inişli çıkışlı bir süreçti. Belki orda burda hala bazı artçı hareketler oluyor. Ancak, ateşinin düştüğü, kıymeti harbiyesinin de kalmadığı açık.
Bence ona “kriz” den çok bir ‘travma’ nitelemesi yapanlar haklı çıktı. Ülkeyi sarstığı doğru, ama tökezletecek kadar değil. Çünkü daha ilk şaşkınlık ve şok sonrasında bile Başbakan resti gördü ve “kararsız” bir durum içine düşmedi. Ardından dikleşmeden dik durma stratejisini nasıl kararlılıkla uyguladığını hep birlikte gördük. “Gezi” fitili ateşlendikten iki gün sonra artık süreç ‘kontrol altına’ alınmıştı bile. Size garip gelebilir ama bunu kolaylaştıran da bir bakıma olaylara balıklamasına dalan illegal ve marjinal örgütler oldu. Zira, gezi haklılığının sadeliği ve gücü bu modern "vandallar" sayesinde neredeyse bir hafta içinde dağılıp yok oldu.
İnsanlar onların sayesinde İstiklal Şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un dile getirdiği şeyi gördüler; yıkmak mı ? yapmak mı ? işte bütün mesele !
Yıkmak insanlara yapmak gibi kıymet mi verir/Onu en çolpa herifler de emin ol becerir.
Sade sen gösteriver 'işte budur kubbe' diye/iki ırgatla iner şimdi Süleymaniye.
Ama gel kaldıralım dendi mi heyhat o zaman/Bir Süleyman daha lazım yeniden bir de Sinan.
Bunların var mı sizin listede hiç benzeri; yok/Ya ne var? Bir kuru dil siz buyurun karnım tok.
Başbakan bilinçli şekilde uyguladığı ‘kontrollü gerginlik’ stratejisi ile bu olayların üstesinden gelme ustalığını gösterdi. Bu arada fırsatı değerlendirip çözüm süreci, Suriye ve Reyhanlı sıkıntıları içinde kalan tabanını da hızla arkasına almayı başardı. Hem de fazlasıyla. Şu anda onu içerden çok uluslararası tepkiler düşündürüyor olmalı. Milli iradeye saygı mitingleri ile tabanının kendi etrafında daha da kenetlenmesini sağladığı doğru. Ama sanıldığının aksine hedefi bundan daha çok uluslararası kamuoyuna yönelikti.
Ayrıca, başta konu tamamen ideolojik diyen hükümet, birdenbire farklı bir strateji izlemeye başladı. Olayları bir devrim komplosu ya da hükümete tepki olmaktan çıkarıp, akıllıca bir söylemle başlangıçtaki üç-beş ağaç ve Topçu Kışlası söylemine sıkıştırıverdi. Böylece, kısa vadede coşku verebilecek, ancak ilerde başını ağrıtabilecek herkesin kendisine düşman olduğu bir dünya tuzağına da düşmemiş oldu.
Diğer tarafta, artık işlerin zıvanadan çıktığını düşünen geziciler de strateji değiştirmek durumunda kaldılar. Çünkü her ne kadar direnişe devam kararları alsalar da çözülmeye başlamışlardı. Başlangıçta uyguladıkları hükümeti sert müdahaleye zorlayıp, daha sonra da mağdur olmanın sempatisini yurt içinde ve dışında kullanma stratejileri tutmamıştı. Daha fazla tomaya, daha fazla gaza ve daha fazla ölüme ihtiyaçları vardı ama polis de taktik değiştirmişti ve istedikleri olmuyordu. Neticede buradan bir “Tahrir” çıkmayacağını anlamışlardı.
Bu yüzden dikkatler bir anda umulmadık bir yöne dönüverdi. Öyle anlaşılıyordu ki sandıktan umudunu kesmiş sol siyasetin bizzat kendisi artık bir operasyon konusu olacaktı. Zira bu alanda üretilen politikaların hükümeti istifaya zorlayacağı iddiaları tamamen fantezi çıkmıştı. Tıpkı Başbakana “diktatörlük” yaftasının tutmaması gibi. Bu nedenle de çözülmenin faturası muhalif enerjiyi ve sokak hareketlerini kullanmaya kalkan ama, bir türlü ciddi bir iktidar projesi üretemeyen ana muhalefete kesilecekti.
Tam da bu sırada Mısırda gerçekleşen ikinci "Tahrir" toplaşması ve ardından gelen "Darbe" Türkiye'ye ve taraflara çok şey gösterdi. İnsanlar daha fazla özgürlük ve demokrasi isterken nasıl olup ta bir darbenin kucağına düşüverildiğini gördüler. Demokrasinin beşiği sanılan çağdaş batı dünyasının aslında ne kadar kemiksiz olduğu bir kez daha ortaya çıktı. Darbeye darbe diyemeyenlerin de, darbe deyip gezide iktidar hayali kuranların da derin çelişkileri ortaya döküldü bir bir. Tahrirciler birden ortadan kayboldu, şimdi sadece şaşkın Mısır darbecileri değil bütün dünya Adeviye meydanının çiğnenen hakkının nasıl iade edileceğini düşünüyor. İlkeli dik duruş yine aynı adamda, Başbakan bu konuda hem ülke bazında tutarlı bir çizgi oldu, hem de dünya için daima hatırlanacak bir örnek.
Gezi olayları ve peşinden gelen Mısır örneği "y kuşağı" denilen gençlerde de oldukça derin izler bırakacak gibi. Mecrasından sapan ve karşılıksız bir devrim ütopyası ile hükümet düşüreceğini sanan sokak hareketlerinin, reel siyasette ve millet nezdinde karşılığının olmadığını görmüş olmalılar. Demokrat iddialarının aksine anti demokratik davranışlarla gitgide lümpenleşen "çapulcu" zihniyetler ise inşallah kendi bindikleri dalı kestiklerinin farkına varmışlardır. Nitekim “Gezi Parkı” eylemcilerinin siyasi mesajsız, ne dediği belli olmayan bu halleriyle, süreci devam ettiremeyecekleri görülüyor. Neticede bu olayların seçmen tercihini değiştirmeyeceği, aksine çok farklı bir tepki toplulaşmasına da yol açabileceği anlaşıldı.
Ancak, bundan sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı da açık. Muhtemelen Başbakan ve Hükümet kendisini içten içe çürüten iktidar hastalığını ciddi şekilde gözden geçirecektir. Ama asıl değişimin muhalefet tarafında olacağını beklemek hayalcilik olmaz. Kısaca her iki taraf da formatını yenileyecek gibi görünüyor.
Ey o ağaç !
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder