8 Eylül 2022 Perşembe

09 Eylül 2022 Cuma 00:30 GEZİ REHBERİ.............................................Körfezde üç köy

Körfezde üç köy

Çok şükür bu yıl da nasip oldu körfezdeki yazlığımıza geldik. Bugün iki ay oldu, artık gitmemiz gerek. Pandemiden sonra gerçekten özlemiştik buraları. Ama neticede sayılı günler, işte geldi geçti ve bitti.

 

Buraya geldiğimizde en sevdiğimiz şeylerden biri çevreye küçük küçük geziler yapmak. Geçtiğimiz iki gün de hem güneye hem kuzey batıya doğru gittik. Gidip gördüğümüz üç köy anlatmaya değer.

 

Biri Ayvalık Sarımsaklının eski sahibi Küçükköy. Diğeri Küçükkuyu'ya çok yakın şirin mi şirin Yeşilyurt. Öbürü de Zeus altarı ve taş evleriyle meşhur Adatepe.

 

Bunlar kökeni eskiye dayalı tarihi köyler aslında. 2000'lere girerken hayli metruk, meraklısı dışında kimsenin bilmediği; küçük, adeta terkedilmiş yerleşim yerleriydi. Son yıllarda artan biçimde restore edilerek yeniden gün yüzüne çıkarılıyorlar.

 

Neticede üçü de köy, ama ne köy! Gelip görmek gerek, anlatması kolay değil. Vaktim olursa bir kaç gün içinde yazmaya çalışacağım. 

 

Küçükköy’de

Küçükköy Ayvalığa 7 km, merkezin güney doğusunda. Sarımsaklının kara tarafı oluyor. Körfezin Zeytinli-Akçay-Altınkumu gibi sarımsaklı sahilinin de asıl sahibi zamanında bu köy imiş. Daha girişte eski bir köy olduğu belli. 1912 Balkan savaşından beri Boşnak köyüymüş.

 

Köy, tarihi geriye giden oldukça eski bir köy. İlginç bir tarihi geçmişi var. Kuruluşu hakkında şöyle bir rivayet var:

 

Fatih İstanbulu fethettikten sonra 1456'da Midilliyi almak üzere harekete geçtiğinde bu köyün bulunduğu yere yeniçerilerin karargâhı kurulmuş. Fatih İstanbulu fethettikten sonra 1456'da Midilliyi almak üzere harekete geçtiğinde bu köyün bulunduğu yere yeniçerilerin karargâhı kurulmuş. Bu sebeple köyün adı rumca YENİÇAROHORİ (Yeniçeri köyü) kalmış.  

 

Ancak şu anda köyün sakinleri 1912'de Balkan savaşı sırasında buraya yerleştirilen Boşnaklar. Rumlar mübadelede gittiğinde köy tamamen boşnak köyü haline gelmiş. Bugünkü Sarımsaklı arazisi bu köye ait. O zaman büyücek bir köymüş. Sonrasında sarımsaklı büyümüş köy giderek metruk kalmış.

 

Köy meydanındaki caminin inşa tarihi 1886. Geçmişte Ayiu Athanaiu klisesi olarak kulanılmış. Sonradan camiye çevrilenlerden. İçi oldukça aydınlık ve hoş. Minberi oymalı ahşap gibi oldukça emek verilmiş. Caminin alt kısmı yapının orjinal halinden kalma.

 

Köy meydanında gölgeli çınar ağaçları, altında tahta masa-sandalyeli yeme içme yerleri var. Tabi Boşnak köyü olur da Boşnak böreği olmaz mı? Burada da o yenir zaten. Kıymalısı, patateslisi, peynirlisi ve sebzelisi var. Çok lezzetli ve hafif. Yanında isteyene koruk suyu, karadut ya da limonata. Hepsi güzel. 


İlk geldiğimizde köy meydanında Mithat ve kızı Büşra'nın 'Bosanska Pita' dükkânına misafir olmuştuk. Sıcakkanlı insanlardı ve bizi çok iyi ağırlamışlardı. O zaman yine görüşmek üzere bu güzel insanlara veda etmiştik. Bu yıl da oradaydık. Ama bu sefer köy meydanı onların dükkanı dahil hınca hınç doluydu.

 

Caminin karşısında bir müze var. Geçmişte manastır binası imiş. İçerde çok ilginç etnografik objeler var. Ancak genel olarak da hüzünlü bir hava hissediliyor her köşesinde. 'Teferric' kelimesine yine birkaç yerde rastladım. Kuşkusuz teferric, ya da doğru yazımıyla teferrüc eski dilde bir kelime. Sözlükte Ferahlanmak, İç açılmak, gezintiye çıkmak ve seyr anlamında kullanıldığı yazıyor.

 

Açılma, ferahlama, gezinti anlamındaki o kelime burada hüzünlü bir 'göç' vurgusuyla kullanılmış.  Zira bir şekilde yerlerinden yurtlarından olan insanların acılı yaşanmışlıkları toplanan eşyalara da yansımış. Bu anlamda müze göç temalı, buruk hatıralarla dolu.

 

Meydandan aşağıya doğru yürüyoruz. Sağda el ve ev ürünleri satan küçük bir pazarcık var. Sokak arnavut kaldırımlı, eski evlerle aşağıya doğru kıvrılıp gidiyor. Restore edildikçe doğal mimarisi her yıl biraz daha gün yüzüne çıkıyor. 

Son yıllarda özellikle Alaçatı’dan kaçan bazı sanatçı ve girişimciler burayı keşfetmişler. Gelenler bina ve arazi satın alıp restore etmişler. Evlerin bir kısmı restore edilip sanat galerisi, atölyesi, kafe ya da butik otel şeklinde kullanıma sunulmuş. Bazı sanatçılar müsait bahçeli evleri restore ettirerek atölye-galeri ve kafe-restoran şekline sokmuşlar.  İşletmeler açılmış. Gelip giden misafir sayısı her yıl giderek artıyor, bu belli.

Köyde daha önce hiç görmediğimiz sanat icra edenleri de gördük. İçinde bulundukları mekânları çok hoş bir estetikle doldurmuşlardı. Köyün restore edilen hemen hemen her köşesi tabloluk görüntüler veriyor. Taş binalar ve özenle çiçeklendirilmiş, boyanmış cepheler göz alıcı. Neredeyse her köşesinde durup fotoğraf çekilebiliyor. Yaşayan bir kültür sanat müzesi görmek isteyen bence burayı mutlaka görmeli.

 

Dönüşte Ş.S tepesine çıktık. Burada muhteşem bir Ayvalık manzarası var. Adalar denizi gözler önünde. Açık hava çok iyi fotoğraf veriyor. Bilhassa akşam güneşinin batışını izlemek için dahi buraya gelinebilir. Zaten Ayvalık’ta gün batımları hep güzel olur. Biz henüz güneşin kızgın olduğu saatlerde fazla kalamadık. 

 

Yolda Paşalimanı diye çok sevdiğimiz güzel bir koy var. Belediye işletmesi. Oturup gölgede manzaraya karşı çay kahve içtik.

Ayvalığa her gelişimde uğramadan edemediğim bir başka mekân da Makaron kahveleri. Oldukça otantik bir yer. Genelde oradaki Mor salkım işletmesinde oturur varsa çiğ börek yanında kabak çiçeği dolması yer, koruk suyu içeriz. Hemen karşısında meşhur sakızlı kurabiyelerden yapan eski bir fırın-kafe var. Eskiden sadece fırındı şimdi o da bir çeşit kafe olmuş. 

 

Perşembe günü Ayvalığın pazarı. Makaron kahvelerinden Ayvalık merkeze kadar boydan boya dar sokaklarda kurulu pazarı geçmeden yapamayız. Yunan adalarından da bol misafir gelir buraya. Pazarlığı yapar akşama dönerler.

 

Biz de bu günü bitirip geçe kalmadan evimize dönüyoruz.

 

Yeşilyurt köyü'nde

Yeşilyurt köyü, Çanakkale il merkezine 95 km, Ayvacık ilçe merkezine 21 km uzaklıkta. Kaz Dağları’nın eteklerinde Çanakkale‘nin Küçükkuyu mevkiinde bulunuyor. Eski ismi Büyük Çetmi olan 90 haneli köyün 200 kişilik nüfusu var.

 

Büyükçetmi 1928 yılında beş derslikli eğitime geçilen Çanakkale’nin ilk köyü olmuş. Zamanında oldukça eğitimli kültürü canlı bir merkezmiş. 1970 yılı sonrasında köyün adı Yeşilyurt olarak değiştirilmiş.

 

Antik Yunancada adı Gargará olan köyün adı, 1946 yılına ait Türkçe kaynaklarda Büyükçetmi, 1905 yılına ait Yunanca kaynaklarda ise Büyük Çepni olarak geçiyormuş. 1355 yılında Oğuzların 24 boyundan biri olan Çepni boyunun Anadolu'da yaşayan uç beylerinden ikisi tarafından kurulan karşılıklı iki köyden biri Büyükçetmi, diğeri de Küçükçetmi ismini almış.

Mitolojiye göre dünyanın ilk güzellik yarışmasının kaz dağlarında yapıldığı efsanesi var. Rivayete göre Kral Priamos'un oğlu Paris kraliçe olarak Helen, Athena ve Afrodit arasından seçme yapmış. Likyalılar, Persler ve Romalılara zaman zaman yurt olan bu topraklar, antik İyonya bölgesinin önemli bir geçiş bölgesinde.

 

Eski bir Rum Köyü olarak biliniyor. Ancak, İstanbul’un fethindeki katkıları nedeniyle Fatih'in Türkmenlere Kazdağları’nda bu köy ile birlikte birçok köyü hediye ettiğini de biliyoruz. Onlar da yerleşik düzene geçince ev yapmaları için karşı kıyıdan Rum taş ustalarını davet etmişler. Zamanla onlar da köyün alt kısmında yaşamaya başlamış.

 

Büyükçetmi’de uzun yıllar rumlarla türkler birlikte yaşamışlar. Rumların kilisesi köyün alt mahallesinde, bugün sadece temelleri duruyor. Yunan işgali sonrası durumlar değişmiş. Mubadele’de burada yaşayan Rumlar 1924 mübadelesi ile köyü terk ederek Yunanistan’a gitmek durumunda kalmışlar. Şimdi köyün halkını yörükler, İstanbul ve Ankara’dan gelip burada ev alanlar oluşturuyor.

Kazdağları’nın eteklerinde sık bitki örtüsü ile hem deniz hem dağ turizminin birlikte yaşandığı Yeşilyurt Köyü, deniz kıyısına uzaklığı sadece 3 km olan adeta bir oksijen çadırı.

 

Dar taş sokaklarından köyün meydanına ulaştığınızda Yeşilyurt Köyü Camii özellikle taş yapısı ve minaresi ile dikkat çekiyor. Süslemeleri, iyon, dor ve helenistik sütün başlarının birlikte kullanıldığı iç mimarisi oldukça ilginç.

 

Bu caminin yapımında Yunanlı ustalar çalıştığı için bu ilginç yapının bazı detaylarının, kiliseyi andırması şaşırtıcı değil. Elbette sonrasında onarım ve restorasyon gördüğü belli. Ben camideki mihrap, tavan ve minberdeki süslemelerinde Kazdağları’ndaki tarihi köy camilerinde göze çarpan ortak özellikler gördüm.

Köydeki evler, taş mimarinin en güzel örneklerinden. Yüzyılların birikiminin oluşturduğu bu taş evler, son yıllarda İstanbul ve İzmir‘den gelen ve doğal yaşamı seçen ailelerin, hatta yabancıların gözdesi olmuş. 


Ayrıca rengârenk açan sardunyalar evlerin ön yüzlerini süslüyor. Yeşilyurt Köyü’nün patika yolları, badem ağaçları ile bezenmiş yamaçları, şifalı bitkileri, baş döndürücü kokular saçan çiçek ve otları ile görülmeye değer yurt köşelerinden.

 

Kazdağlarının eteklerinde hem deniz hem dağ turizminin birlikte yaşandığı Yeşilyurt Köyü, özellikle astım ve kalp hastaları için gerçek bir şifa kaynağı. Zeytin ve çam ağaçları ile çevrili tam bir oksijen deposu. Zaten bölge dünyanın oksijen oranı en yüksek yerleri arasında yer alıyor.

 

Günümüzde Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından koruma altında olan Yeşilyurt köyü son dönemlerde büyük şehir stresinden uzaklaşmak isteyenlerin sığındıkları bir adres olmuş adeta. 

Adatepe gibi, Yeşilyurt’un da eski taş evleri, ziyaretçilerin ilgi odağı halinde.

Ufak bir köy olmasına rağmen özellikle İstanbul’luların yoğun ilgisi üzerine çok güzel birkaç tesis açılmış. 


Ancak bu tesisler buranın dokusunu bozmamış. Yeşilliği, temizliği, bol oksijenli ve rutubetsiz havasıyla konuklarını ağırlıyor.  Köyde kuş sesleri ile uyanılıyor, sokaklarında tavuklarla  karşılaşıyorsunuz.

 

Ayrıca nereye baksanız fotoğraflık, tabloluk manzaralar görüyorsunuz.


Eğer Yeşilyurt‘ta konaklamaya karar verirseniz, otantik taş mimari üslupta inşa edilmiş oteller ve mimari özelliğini yitirmeden dekore edilmiş butik oteller ve pansiyonlar var.

Vadinin ortasında yeşillikler içinde huzur dolu bu mekânlarda tüm yiyecekler Yeşilyurt ve çevre köylerden elde edilen doğal ürünlerle hazırlanıyor. 


Köy ekmeği, süt, peynir, yumurta, bal, zeytin, reçel, çeşitli otlar ve yöre yemekleri Ege’den ve Kazdağları’ndan gelen esinti ile birlikte büyük keyifle tüketiliyor. 


Adatepe köyü'nde

Körfezin en sevdiğim taraflarından birisi de gez gez bitmeyen çeşitliliği. Her yıl defalarca gitsek bıkmadığımız güzellikleri. Kazdağları tümüyle kendine özgü yenilecek şeyler, gezilecek-görülecek yerlerle dolu. Her tarafı ayrı güzel. 

Akçay, Güre, Altınoluk her yıl birkaç kere gittiğimiz yerler. Küçükkuyu da öyle. Mesela Küçükkuyu'nun Nusratlı ve Narlı köylerine özellikle defalarca gitmişizdir. 

Yeşilyurt gibi Adatepe köyü de bilhassa görülmeye değer bir zenginlik. Kazdağları’nın güney eteklerinde zeytinliklerle çevrili taş evleri ve serin gölgeli sokaklarıyla adeta bir rüya beldesi sanki. 2014, 2016 ve 2020 yıllarında da gitmiştik. Küçükkuyu beldesinin kuzeyinde, yüksekçe bir tepenin içinde vadiye yerleşmiş, geçmiş zamanlarda Türklerin ve Rumların birlikte yaşadığı bir köy.

Adatepe de, Yeşilyurt'la beraber Çanakkale ilinin Ayvacık ilçesine bağlı Küçükkuyu beldesinde bir köy. Çanakkale il merkezine 105 km, Ayvacık ilçe merkezine 35 km uzaklıkta. Kazdağlarının güneybatı yamacına, Edremit Körfezinin kuzeyine konumlanmış çok ilgi çekici bir köy. Küçükkuyu’dan dağa doğru yol üstünde tabelası var. Altınoluk, Behramkale-Assos ve Troya gibi gezilecek görülecek yerlere de oldukça yakın.

Köy, 1912 yılından beri aynı adı taşıyormuş. O da egede benzerlerine çok rastlanan 1924 yılındaki nüfus mübadelesine tabi tutulan köylerden biri. Aslında Türkler bu köyde Selçuklu döneminden bu yana varlar. Ancak üst tarafta Türkler, Midilli’den gelen ve çoğunluğu teşkil eden Rum nüfus ise aşağıda olmak üzere uzun yıllar birlikte ahenk içinde yaşamışlar. Dikkatli bakılırsa Rum tarzı taş yapıların içinde Türk yapısı ev ve konaklar da görülebiliyor.

1924 yılındaki Büyük Mübadele’de buradaki Rumlar Yunanistan’a gönderilirken yerlerine oradan göçen Müslüman Türkler yerleştirilmiş. Kurtuluş Savaşı sonrasında mübadele ile yolları ayrılan bu iki halktan önce Rumlar gitmiş. Yerlerine Girit ve Midilli’den Türkler gelmiş. Rumlar Girit’e, Atina’ya göçmüş. Burada kalan Türkler de yıllara tutunamamış ve köyü terk etmişler. Nüfus 1950’lerde iyice tenhalaşarak 1960’larda tamamen boşalmış. Evler de sahipsiz kalmış.

Harabe halindeki köy 80'lerde şehir hayatından kaçan bir grup tarafından keşfedilince kaderi değişmiş. Köy 1989 yılında sit alanı ilan edilmiş ve 100 civarında ev yeniden restore edilerek kuzey egede ilgi çeken turizm odaklarından birisi haline gelmiş. Günümüzde artan biçimde ciddi bir cazibe merkezi.

Köyü gezerken, yukardan köyün deniz manzaralı bir yamaçta ama saklı bir kuş yuvası gibi kurulduğunu gördük. Bunun sebebi denizden gelen işgalci ve korsanlardan köyü gizlemekmiş. Yüzyıllar içinde korsan tehlikesi azalınca köy yavaş yavaş denize doğru büyümeye ve sahilde bir liman oluşumuna yönelmeye başlamış. Bu dağ köyünün sahili olarak Küçükkuyu da işte o zamandan sonra gelişmeye başlamış.

Adatepe’nin ziyaretçileri için en önemli varlığı çok güzel restore edilmiş taş evleri ve arnavut kaldırımı sokakları. Genellikle iki katlı taş yapılarıyla dikkat çeken köyde, bütün yapılar iç avlulu ve bahçeli. Buna göre yaşam alt katta geçerken üst katta da yatma bölümleri bulunuyor. Çatılar kiremitli, ancak toprak dam olan yapıların çatıları, yazın kışlık erzak kurutmak için kullanılıyormuş.

1989 yılında sit alanı ilan edilen köy günümüzde de Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından koruma altında. Kentsel sit alanı olarak bölgedeki tek korunan köy olma özelliğini taşıyor. Bu nedenle Anıtlar Kurulu izni olmadan bir çivi bile çakılamıyor. Ama büyük şehirlerden kaçan insanların tarafından satın alınan ev sayısı bir hayli fazla. Bu yeni sakinler kaybolmak üzere olan bir köyü yeniden ayağa kaldırmış ve hayata bağlamış.

Ağırlıklı olarak taş Rum evleri var. Osmanlı tipi konaklar daha çok yukarı mahallede. Avlusu görülebilen bir Osmanlı konağı, şu an otel olarak işletilen Hünnap Han. Evin alt katı ve avlusu zamanında hayvanlar içinmiş. Şimdi küçük sevimli bir restoran olarak hizmet veriyor. 

Adatepe, 1980’li yıllarda, büyük kent yaşamından kaçan İstanbullu bir grup yazarçizer tarafından Kazdağ gezileri sırasında keşfedilmiş. Köy o zamanlar kaderine terk edilmiş, hayaletleşmek üzereymiş.  Bu grup, köyün atıl kalan ilkokul binasını valilikten kiralayıp restore ederek adını taş Mektep koymuşlar. Bir düşünce merkezi olarak kullanıma açılan bu oluşum, felsefeden sanat tarihine, edebiyattan tarihe birçok konuda bir fikir üretim alanı. Kurucuları arasında akademisyenlerden, sanatçılara birçok ünlü yer alıyor. 

Osmanlı zamanında zengin bir köy olan Adatepe keşfedildiğinde izbe bir halde imiş. Bu grup devletten hiç bir destek alamadan, buradaki evleri satın alıp restore etmeye başlamış. Bugün o sayede 100’ü aşkın ev şu an mükemmel şekilde restore edilerek hem tarihe, hem de sosyal hayata kazandırılmış. Böylece harabe sayılabilecek yapılar geleneksel mimariye sadık kalarak yaşanılan mekânlara dönüştürülmüşler.

Bugün dantel gibi sokakları, yollara sarkan çiçekli ve pırıl pırıl evleri ile İtalya’nın meşhur köylerine benzer güzellikte bir köy çıkmış ortaya. Köyün yerlileriyle dışarıdan gelenler de uyum içinde yaşıyorlar.

Adatepe Köyü’ne girdiğinizde sizi köy meydanı karşılıyor. Meydan üzerine koca ağlar gerilmiş, yaprakların gölgesinde, iki yaşlı çınarın yer aldığı köyün kalbinin attığı yer.  Otopark filan yok, gelenler hemen yol kenarına uygun bir yere arabalarını park ediyorlar.  Yolun başında yöresel ürünler satan tezgâhlar var. Bir kaç dondurmacı ve alışveriş yapılabilecek küçük hediyelik eşya dükkânları var. Genellikle zeytinyağı ve zeytinyağından yapılan ürünler satılıyor.

Çınar ağacının altında da bir şeyler yiyip içilebilecek köy kahvesine benzer işletmeler bulunuyor.  Burada oturup çay içilebiliyor ve ufak tefek şeyler yenebiliyor. Ama bence yeme içme, alışveriş işini sonraya bırakıp köyü gezmeye öncelik vermeli.

Köyde taş mektep, köy camisi, osmanlı ve rum evleri, dar sokakları gibi gezilecek yerler var. Özellikle köyün içinde zeytinyağı ve gereçleri üzerine düzenlenmiş bir sergi alanı mutlaka görülmeli. Bütün bunlar bir iki saatte biter. Hemen ardından meydanda alışveriş etmek, çınaraltında oturup çay içmek, gözleme ve otlu dondurma yemek diğer yapılabilecekler.

Köy meydanında 1-2 dondurmacı var. Otlu dondurmada zencefil, kekik ve lavantalı olanlar en çok tercih edilenler. Ben ise orada özellikle keçi sütlü dondurmayı beğeniyorum. Alışverişte tercihim kekik kolonyası. İki yıl önce aldığımda çok beğenmiştim, bu defa da kalan son iki taneyi hemen aldım.

Köyün girişinde, denize bakan bir tepenin arkasında Zeus Altarı olarak bilinen bir sunak yeri bulunuyor. Çevreye hâkim bir tepede yer alan sunak yerinde, taş bir oda ve su dolu bir sarnıç var. 

Giriş ücretsiz ama 750 metre kadar yürümek gerekiyor. Çünkü oraya arabayla gidilmiyor. Yol çok kötü değil, hatta çam ağaçları arasında keyifli bir yol ama biraz bakımsız. Özellikle küçük çocuklarla ve yaşlılarla zor olabilir. Ancak oradaki manzara zahmetli bir yürüyüşün tadına doyum olmaz ikramiyesi gibi.

Gerçekten de Adatepe’de Zeus Sunağı’nın bulunduğu tepeye çıktığınızda önünüze bakmaya doyulmayan bir manzara çıkıveriyor. Ayaklarınızın altında engin bir zeytin denizi ve masmavi Edremit körfezi uzanıyor. Ayvalık civarındaki adalar ve Midilli de karşınızda duruyor.

Burası tıpkı Assos Athena Tapınağı’nda olduğu gibi denize nazır konumuyla nefes kesen bir manzaraya sahip. Elbette kökeninde mitolojik bir hikâye var ama gelenlerin neredeyse tamamı manzara için geliyor. 

Çünkü Zeus Altarı’ndan neredeyse bütün körfez açık bir ufukla net olarak görülebiliyor.  Düşünün Küçükkuyu, tüm Edremit Körfezi, Ayvalık ve Midilli hemen önünüzde. Homeros, Troya Savaşı’nda Zeus’un savaşı buradan izlediğini söylemiş.

Troya Antik Kenti’ni de keşfeden Heinrich Schliemann da buranın İlyada Destanı’nda “Gargaros” olarak geçen aynı tepe olduğunu iddia etmiş. 

Buradaki altarın merdivenle çıkılan kayadan bir taht gibi olması, konumunun da tüm körfeze hakim olması sebebiyle özellikleri tasvir edilen yerin burası olduğu yönünde kanaati güçlendiriyor. Zira Truva taraflarında bu kadar tasvire uyan bir yer yok.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder