Tünelden çıkıyor muyuz?
Corona
günlerinin 441.ncisindeyiz. Bu karabasan başlayalı neredeyse 1,5 yıl oluyor.
Her dalga ya da kabarmada yüreğimiz sıkıştı, her inişte "acaba?" diye
umutlandık. Böyle modern bir zamanda, güya ilimlerin ve teknolojinin en
gelişmiş olduğu bir çağda insanlık büyük bir şokla sarsıldı. Küçücük bir
virüsün küresel ölçekte ne biçim bir kâbusa dönüştüğünü gördük, yaşadık. Ne
gelişmişliğimiz, ne de sahip olduğumuz güç böyle bir felaket karşısında işe
yaramadı.
Tek
umut aşıydı, onu da geliştirme ve üretme çalışmaları neredeyse bir yılı aldı.
Şimdi 10'a yakın aşı çıktı meydana, ancak aralarındaki didişme ve çekişmenin
ardı arkası kesilmiyor. Yüz milyar dolarlık pahalı bir dalaş bu. Üstelik 8,5
milyar nüfuslu bir dünyada yalnızca 1-1,5 milyarlık zengin ülkeler arasında
dönüyor. Dünyanın geri kalanı şu anda onların gündeminde yok. Kendi başlarının
derdindeler.
Evet,
bir buçuk yıl sonra insanlar nihayet aşı olabiliyorlar. Yarısı oldu desek diğer
yarısının olması da yaklaşık 6 ay sürer. Nerden baksanız 2021 yılı da böyle
geçecek demektir. Görüyor musunuz bakın iki yıl nasıl da heba olup gitti.
Genlerimize kadar işleyen pandemi izi, ölümler, sağlık sorunları ve ruhsal
problemlerin iç karartan etkileri kolay kolay hafızalarımızdan silinmeyecek.
Düşünsenize bu dönemde gözünü açıp büyüyen çocuklar bu "hastalık
var!" korkusunu hiçbir zaman unutmayacaklar. Bu ne kadar sarsıcı bir imtihan.
"Evde
kal!", "Temizlik, maske, mesafe" sloganlarıyla yaşadığımız bu iç
karartıcı "tünel" sanırım sadece bizim ülkemizde değil bütün insanlık
için hep endişeyle hatırlanacak. İçinde yol alırken "baharda
bitecek", "yıl sonunda normale döneceğiz" ya da "Bu yaz
rahatlayacağız" umutlarıyla geçti. Bazen çok yakınımıza kadar sokulan ölüm
rüzgarları hayatta sadece umutların değil, düşünülmesi gereken akibetlerin de
olduğunu gösterdi.
Kişisel
dünyalarımızda, iş yaşamımızda, aile ve sosyal hayatımızda önemli tahribatları
oldu salgının. Elbette bunlar sadece sağlıkla ilgili değildi; psikolojik,
sosyal ve ekonomik sorunlara da sebep oldu coronavirüs. İnsanlar kadar;
Hükümetler, aileler, işverenler ve çalışan kesimler de halen bu yıkıcı tsunaminin enkazıyla meşguller.
Neredeyse bütün insanlığın diline gelen tek bir dua var: "Allahım bitsin
artık bu hastalık!"
Gencinden
yaşlısına, çalışanından emeklisine, erkeği ve kadını hep birlikte artık
"tünelin sonunu görmek istiyor". En çok duyulan konuşma; "Çok
sıkıldık, çok bunaldık" muhabbeti.
Türkiye
olarak yeni bir umudun şafağındayız. Ama yine de sorular üst üste zihnimizde. 1
Haziran "Normalleşmeye mi açılacak" yoksa Yine bir "bahar
aldatmacası" yaşadıktan sonra yine
o karanlık tünellere geri mi döneceğiz? "tünelin sonuna mı geldik"
yoksa "karanlıklara dalmadan önce kısa bir nefes alma molası" daha mı
vereceğiz?
Dileğimiz
bu günleri bir daha yaşamamak üzere artık geride bırakmak. Ancak en iyi bakış
açısıyla bile sona erme sürecinin bu günden yarına pat diye olmayacağını
biliyoruz. Muhtemelen her şey olumlu giderse bu da yıl sonunu bulacak. Ya da
umutlar bir sonraki bahara kalabilir.
Neticede
bu salgın küresel çapta bir hastalık. Dünyanın gelişmiş ülkeleri herkesi
aşılasa bile dünyanın geri kalanı ne olacak? Onlar hallolmadan bu pandeminin
sona ermesi teorik olarak mümkün değil. Hiçbir sınırın virüse duvar
olamadığı geçtiğimiz süreçte gayet iyi anlaşılmış olmalı. Nasıl ki Dünya Sağlık
Örgütü tarafından covid-19 küresel pandemi ilan edildi, aynı şekilde
"artık bitti" denmeden de bitmiş olmayacak.
Dileriz
o gün çok uzak olmaz. Gönlümüzce gezmeyi, sarılıp kucaklaşmayı, yasakların
olmadığı günleri, işyerlerinin açık herkesin işinde gücünde olduğu sabahları ve
akşamları, kaygısızca kalabalıklarda yürümeyi ve korkusuz günler geceler
geçirmeyi çok özledik.
Tüneldeki haller
Corona günlerinin 442.ncisinde bir Cuma
günündeyiz. Corona günlerinde hayat da kendi sarmalını öre öre yoluna devam
ediyor. Ona dur durak yok. Dünya savaşı da çıksa, küresel felaketler de
yaşansa, corona gibi pandemik salgınlar da türese o akışını değiştirmez. Denize
ulaşmaya odaklanmış nehirler gibi akibete doğru yol almayı sürdürür. İş
insanoğlunda; her ne olursa olsun bir yolunu bulup ayakta kalmaya, imtihanını
tamamlamaya mecbur.
Adı "Corona günleri" olsa da
yolculuk hep aynı. Sanki hızla yol alan bir otobüstesiniz; akıp giden manzara,
geçtiğiniz şehirler, sabah güneşi ya da akşam karanlığı, yağmur, kar, soğuk
sıcak hepsi dekormuş gibi. Yolculuğunuzun sizi çepeçevre saran, biteviye
değişen yenilenen ortamını oluşturuyor. O yolculuğu sade biriyle anlatamazsınız.
Rengiyle, sesiyle, olumsuzlukları ve güzellikleriyle içinden geçtiğiniz herşey
katkı sunar hayatınıza.
Hastalık da böyle bir şey, sağlık ta.
Mutluluk da o yolculuğun içinde, zorluk ya da acılar da. Corona günlerini bir
tünele benzettik ya, orada bile takip eden iki saniye boyunca gördüğünüz
yaşadığınız şeyler asla birbirinin aynı değildir. Yola odaklanmışsanız farkları
pek önemsemezsiniz. Ancak bu onlar yok demek değildir.
Şu yaşadığımız 1,5 yılı bir düşünelim.
Aynı süreçte ne felaketler de yaşandı dünyada. Seller oldu, depremler yıktı
geçti, kasırgalar fırtınalar koptu dünyanın çeşitli yerlerinde. Darbeler oldu,
savaşlar çatışmalar sürüp gitti yakınımızda uzağımızda. Terör can almaya devam
etti, insanlar sinek gibi öldü patlayan bombalarla. Siyasilerin yüreğimizi
ağzımıza getiren atışmaları oldu sıkça. Ekonomik savaşlar, ambargolar, yaptırım
kararları bütün hızıyla devam etti aynı süreçte.
Corona vakalarına, ölümlere, korkulara,
hastanelerdeki çaresizliklere, hükümetlerin bazen sıkılaşan bazen gevşeyen
tedbir kararlarına o kadar odaklıydık ki, bütün bu diğer olup bitenlere
dikkatimizi vermek mümkün olamıyordu. "Ne zaman bitecek bu hastalık?"
sorusu "Bu tünelin ucu ne zaman görünecek?" hissiyatıyla adeta bir
olmuştu. "Ne olacak?" sorusu bizi o kadar meşgul ediyordu ki
ömrümüzden ömür gittiğini bile fark edemiyorduk.
Bu 1,5 yıl içinde iki ramazan, üç bayram
geçirdik. İki kış bir yaz yaşadık, fark edemedik ama ikinci bahar da bitti bu
arada. Mesela bugün Cuma. Müslümanlar için başlı başına önemli bir gün.
Haftanın bayramıdır denilmiş bu yüzden. Her hafta defalarca geldi geçti
hayatımızdan. Bazen cumaya bile gidemedik, hava uygun olduğunda açık alanlarda
kıldık bazen. Kuru Cuma paylaşımları çoğaldı belki ama Cuma bilincinde önemli
bir zaafiyet yaşadık, yaşıyoruz ümmet olarak.
Bu pasiflik; Mescidi Aksa işgal edilirken, oradaki Filistinliler itilip kakılırken, kovulup evlerinden çıkarılırken, hatta kadir gecesi ve bayramda uçaklarla masum çocuk ve kadınlar katledilirken de devam etti. Mübarek belde Kudüsü şerifte, Gazzede İslamın izzeti ayaklar altına alınırken "yeter artık!" bile diyemedik. İslamın gür sedasının sesi işitilemedi bir türlü. Zalimlerin zulmü dünyanın gözü önünde kanırta kanırta ifa edildi yine.