3 Nisan 2021 Cumartesi

03 Nisan 2021 19:00 Cumartesi CORONA GÜNLERİ.............................El-Hakîm/Kunut duası I-El-Vedûd /Kunut duası II

El-Hakîm/Kunut duası I

Bugün üç ayların 49.ncusu, Corona günlerinin de 386.ncısı. İnşallah üç aylar boyunca her gün bir esmayı anarak ve namazda okunan sure, dua ve zikirleri öğrenerek bu manevi süreci değerlendirmeye devam ediyorum.

Sırada Esma ül Hüsnanın kırkdokuzuncusu“El-Hakîm' var. Yine Vitr namazı üçüncü rekatında tekbir alındıktan sonra okunan Kunut duası I" ile ilerliyoruz.

EL-HAKÎM: الحكيم Sözlükte “iyileştirmek amacıyla menetmek, düzeltmek, hükmetmek” anlamına gelen hükm masdarından sıfat olup “hüküm ve hikmet sahibi” demekmiş. Sözlük açısından hikmete verilebilecek çeşitli mânalara paralel olarak hakîmin anlamı da zenginleşmekte. Kelimenin kökünde bulunan temel mânadan hareketle hakîmi “kendisini gerçek dışı bilgilerden ve nefsânî arzulardan alıkoyan, düşünce istikametine ve davranış selâmetine sahip bulunan kimse” diye tanımlamak mümkün. [1]

Kelime Allah’a nisbet edilince “bütün sözleri ve fiilleri adalete, ilme ve teenniye (hilm) uygun olan” mânasını kazanıyor. [2] Âlimler, zât-ı ilâhiyyeye nisbet edilen hikmette ilim ve amelde yani fiilde erginliğin doruk noktasında bulunmayı temel anlam olarak kabul etmişler. Buna göre hakîmin bir mânası “bütün nesneleri ve olayları en üstün ilimle bilen”, diğeri de “bütün tabiat nesnelerini âhenkli, sağlam ve sanatkârane yaratıp sürdüren” şeklinde ifade edilebilir.

Hakîm kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de doksan yedi yerde geçiyormuş. Bunlardan beşi Kur’an’a nisbet edilmekte ve “lehinize veya aleyhinize hükmeden” yahut “hiçbir çelişkisi ve tutarsızlığı bulunmayan” mânasına gelmekte. Bir âyette de Kur’an’ın indirildiği “mübarek bir gece”de tesbit edilen her işin (emr) sıfatı durumunda. Doksan bir âyetteki hakîm ismiyle on yerde geçen hikmet kelimesi Allah’a izâfe edilmekte (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ḥkm” md.).

Kur’an’da Allah’ın ismi olarak yer alan hakîm kelimesi hiçbir âyette tek başına geçmemiş, birçok âyette “yenilmeyen yegâne galip” mânasındaki azîz ismiyle, yine birçok âyette “hakkıyla bilen” anlamındaki alîm ve buna yakın mânalar içeren habîr ve vâsi‘ ile, ayrıca “izzet, şeref ve hükümranlık bakımından en yüce” anlamındaki alî, “övülmeye lâyık” demek olan hamîd ve “kullarını tövbeye sevkeden ve tövbelerini kabul eden” mânasındaki tevvâb ile birlikte kullanılmış.

Doksan dokuz esmâ-i hüsnâ listesinde yer alan bu isimlerin hakîm ile beraber ve genellikle ondan önce kullanılırken terkip halinde daima âyetlerin son kelimelerini oluşturdukları görülmekte. Azîz isminin, daha ziyade ulûhiyyetin yüceltilmesini gerektiren tenzîhî niteleme durumunda ve dilediğini icra eden fiilî vasıflandırmalarda, alîm ile ona yakın mânaları ifade eden isimlerin ise nesne ve olayların iç yüzüne vâkıf olmaya bağlı anlatım ve muhtevalarda tekrarlandığı, diğer yardımcı isimlerin de kategorilerine uygun kompozisyonlarda bulunduğu müşahede edilmekte.

Hakîm doksan dokuz ismi ihtiva eden hadis rivayetinde yer almış, [3] ayrıca hikmet kelimesi çeşitli hadislerde Allah’a izâfe edilmiş. [4] [5]  

'O' emirleri, kelamı ve bütün işleri hikmetli, her şeyi inceliğiyle bilen, bu bilgisine göre emir ve yasakları vâzeden, buyrukları ve bütün işleri yerli yerinde olan, Hüküm ve hikmet sahibi, gerekenleri en güzel ve faydalı şekilde yapan, her iş emrinde olan, Her şeyi hikmetle yapan ve hikmeti bütün kâinatı kaplamış olan, her şeyi ölçülü, hikmetle yaratan, nizam ve intizamla donatan" demek.

KUNUT DUASI I: القنوت Kunut duaları, Yatsı namazından sonra kılınan vitir namazının son rekatında rükudan önce tekbir alınarak okunan iki dua. Kulların Allah’tan (c.c.) neyi nasıl isteyecekleri hususunda Müslümanlara yol gösteriyor. Kunut duaları Hanefi mezhebine göre Vitir namazında okunuyor. Şafiiler ilaveten sabah namazında da okuyorlar. Bunlar Hadisle sabit sayılmış.

İlki "Allâhumme innâ nesteînuke"   نَسْتَعِينُكَ إِنَّااَللَّهُمَّ   "Allahım! Senden yardım isteriz!" diye başlıyor.


"All
âhumme innâ nesteînuke ve nestağfiruke ve nestehdik. Ve nu'minu bike ve netûbu ileyk. Ve netevekkelu aleyke ve nusni aleykel-hayra kullehu neşkuruke ve lâ nekfuruke ve nahleu ve netruku men yefcuruk"

"Allahım! Senden yardım isteriz, günahlarımızı bağışlamanı isteriz, razı olduğun şeylere hidayet etmeni isteriz. Sana inanırız, sana tevbe ederiz. Sana güveniriz. Bize verdiğin bütün nimetleri bilerek seni hayır ile överiz. Sana şükrederiz. Hiçbir nimetini inkar etmez ve onları başkasından bilmeyiz. Nimetlerini inkar eden ve sana karşı geleni bırakırız."

Vitir namazının vakti ve fazileti hakkında da Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuş: "Allah size bir namazı ziyâde kıldı ki, o namaz sizin hakkınızda kırmızı tüylü develerden daha hayırlıdır. İşte o namaz vitir namazıdır. O namazı yatsı ile şafağın atışı arasında verdi."[6]

Vitir namazının 3. rekâtında Fatiha suresi ve zammı sure okunduktan sonra tekbir alarak “Allahü Ekber” eller kaldırılıyor ve tekrar bağlanıyor. Ardından kunut duaları okunuyor. Ancak ondan sonra normal rüku ve secdeler yapılıyor.

Yani kunut duaları okunmadan önce tekbir almak gerekiyor. İmam-ı A’zam’a göre Vitir namazında tekbir (kunut tekbiri) almak vacip. Cemaat sırasında Kunut tekbirinin eller kaldırılıp sesli olarak alınmasının gerekliliği sağır ve kör gibi özürlü kimselere tekbir alındığını bildirmek içinmiş. Kunut tekbirinden önce okunanlar Kuran’dan, sonrakilerle birbirinden ayrılması lazım. Çünkü Kunut duaları Hz.Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve sellem) Efendimizden rivayet edilen birer dua.

[1] (Ebü’l-Bekā, s. 380; İbnü’l-Cevzî, s. 260-261)

[2] (Halîl b. Ahmed, III, 66-67)

[3] (Tirmizî, “Daʿavât”, 82; İbn Mâce, “Duʿâʾ”, 10)

[4] (bk. Wensinck, el-Muʿcem, “ḥkm” md.)

[5] Kaynak https://islamansiklopedisi.org.tr/hakim--esma-i-husna

[6] (Ebû Dâvûd Vitir 1; Tirmizi) 

El-Vedûd/Kunut duası II

Bugün üç ayların 50.ncisi, Corona günlerinin de 387.ncisi. İnşallah üç aylar boyunca her gün bir “esma”yı anarak ve namazda okunan sure, dua ve zikirleri öğrenerek bu manevi süreci değerlendirmeye devam ediyorum.

Sırada Esma ül Hüsna’nın ellincisi “El-Vedûd’' var. Yine Vitr namazı üçüncü rekatında tekbir alındıktan sonra okunan “Kunut duası II" ile ilerliyoruz.

EL-VEDÛD: الودود Sözlükte “sevmek, muhabbet etmek” anlamındaki vüdd kökünden türemiş mübalağa bildiren bir sıfat olan vedûd “çok seven, çok sevilen” demekmiş. Esmâ-i hüsnâdan biri olarak “sâlih kullarını çok seven ve onlar tarafından çok sevilen” mânasına geliyor.

Kur’ân-ı Kerîm’de vedûd ismi esmâ-i hüsnâdan olan rahîm ve gafûr isimleriyle birlikte iki âyette geçmiş. (Hûd 11/90; el-Burûc 85/14).

Ayrıca vüd kavramı fiilî sıfatların kuruluşunda Allah’a nisbet edilmekte. Bu âyetlerin birinde Cenâb-ı Hakk’ın iman edip sâlih amel işleyenler için gönüllerde sevgi yaratacağı ifade edilmekte (Meryem 19/96). Râgıb el-İsfahânî’nin belirttiği gibi bu âyet, “Sen yeryüzündeki her şeyi versen yine de müminlerin gönüllerini birleştiremezsin, fakat Allah onların aralarını bulup kaynaştırmıştır” meâlindeki âyetin (el-Enfâl 8/63) tefsiri mahiyetinde.

Allah Teâlâ Hz. Peygamber’e de ilâhî tebliğ karşılığında yakınlık ve barış sevgisinden başka bir bedel istemediğini ilân etmesini emretmiş (eş-Şûrâ 42/23).

Vedûd ismi Tirmizî’ye ve İbn Mâce’ye ait esmâ-i hüsnâ listelerinde bulunmakta,[1] ayrıca hadis kaynaklarında Resûl-i Ekrem’in teheccüd namazında okuduğu uzun duaların birinde, “Allahım! Sen rahîmsin, vedûdsün, dilediğini yapansın” niyazı yer almakta. [2]

Vüd kavramının geçtiği rivayetlerden biri şöyle: “Bana karşı ileri derecede sevgi besleyen ümmetimden öyleleri vardır ki içlerinden biri aile halkı ve serveti pahasına da olsa beni görmeyi tercih edecektir” [3]

Âlimler genellikle vedûdün etimolojisi ve Kur’an’daki kullanımı çerçevesindeki yorumlarla yetinmişler. İbn Fûrek’in Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî’ye atfen naklettiğine göre vedûd, “taati ve ibadeti müminler ve âriflerce sevilen, kullarını hakkı ayakta tutmaları için sevip kendilerini muvaffak kılan” anlamına geliyor. Mâtürîdî ise vedûdü “her şey ve her iyilik O’ndan geldiği için sevilmeye lâyık olan, kendisine tevessül edip yaklaşanı seven” şeklinde yorumlamış.[4]

'O' çok seven ve çok sevilen, çok şefkatli, muhabbetli, sâlih ve iyi kullarını çok seven ve onlarca çok sevilen, onları rahmet ve rızasına erdiren, İyilik yapanı seven, iyilik eden insanlara ihsan eden, sevilmeye ve dostluğu kazanılmaya yegâne lâyık olan, Sevgi ve dostluk hissini yaratan, yarattığı mahlûkatı sevdiği gibi aynı zamanda da o kullarının hayrını isteyen, sonsuz sevgiye layık olan, sevgi ve sevilmeye hakikaten tek layık olan" manasına geliyor.

KUNUT DUASI II:   اَللّٰهُمَّ اِيَّاكَ نَعْبُدُ   İkinci kunut duası “Allâhumme iyyâke na'budu” ile başlıyor. "Allahım! Biz yalnız sana kulluk ederiz” manasında.


“Allâhumme iyyâke na'budu ve leke nusalli ve nescudu ve ileyke nes'a ve nahfidu nercû rahmeteke ve nahşâ azâbeke inne azâbeke bilkuffâri mulhiıg”

"Allahım! Biz yalnız sana kulluk ederiz. Namazı yalnız senin için kılarız, ancak sana secde ederiz. Yalnız sana koşar ve sana yaklaştıracak şeyleri kazanmaya çalışırız. İbadetlerini sevinçle yaparız. Rahmetinin devamını ve çoğalmasını dileriz. Azabından korkarız, şüphesiz senin azabın kafirlere ve inançsızlara ulaşır."

Bunlar Peygamber Efendimize indirilmiş bir dua olmamasına karşın, o nübüvvetinden sonra vahye dayalı olan hareketleri ve öğretileri ile ümmetine her zaman yol göstermiş. Nitekim Peygamber Efendimiz'in (S.a.v.) değişik zamanlarda ve farklı namazlarda farklı farklı kunut duaları okuduğuna dair hadisler rivayet edilmiş. Biri şöyle:

"Peygamberimiz (a.s.m.) Miraç'ta, Sidre-i Mühteha'ya çıktı, bir rekât namaz kıldı. Buna bir rekât da kendisi ilâve etti. Namaz iki rekât oldu. Cenab-ı Hak kendisine bir rekât daha kılmasını emretti. Böylece namaz, akşam namazı gibi vitir [tek] oldu. İşte Peygamberimiz üçüncü rekâtı kılacağı sırada İlâhî rahmet ve nur tecelli etti. Peygamberimiz o nur içinde kaldı. Ve kendinden geçmiş vaziyette elleri çözüldü. Hemen Cebrail (a.s.) geldi, Peygamberimizin üzerine Kevser suyundan döktü. Böylece Peygamberimiz kendine geldi, ellerini kaldırarak tekbir aldı ve kunut dualarını okudu. Kunut duasında Cehennemden ve Cehennem ehlinden Allah'a sığındı.”[5],

Şafiî ve Maliki mezhebine göre, kunut duaları, sabah namazının farzında rüku ile secde arasında kıyam halinde okunuyor. Hanefi mezhebine göre, kunut dualarının farz namazlarda geçici bir süre için okunduğu ve daha sonra kaldırıldığı, sadece vitir namazında okunacağı belirtilmiş.

Bu yüzden Hanefîlere göre, vitir namazının üçüncü rekâtında kunût yapmak vacip. Kunûtta tekbir alınır ve kunut duaları olarak bilinen “Allahümme innâ neste’înuke” ve “Allahümme iyyâke na’büdü” duaları okunur. [6] Bu duaları bilmeyen kimse ezberlemeye gayret eder; ancak ezberleyinceye kadar “Rabbenâ âtinâ” duasını okur veya üç defa “Allahümmeğfir lî” demekle yetinir. Vitir namazı tek kılınsa da cemaatla kılınsa da her ikisinde de imam ve cemaat kunut dualarını içinden okurlar.

Şâfiî ve Mâlikîlere göre ise, sabah namazının ikinci rekâtında, rükûdan sonra kunût yapılır. Sabah namazında kunût yapmak Şâfiîlere göre sünnet, Mâlikîlere göre ise müstehap. Şâfiî veya Mâlikî mezhebine mensup imamın arkasında sabah namazı kılan Hanefî bir kimse, dilerse kunût duasına katılır, dilerse sessizce bekler. [7]

Hanefilerde Vitir namazında kunût duasını okumak vacip olduğundan terki veya tehirinden dolayı sehiv secdesi yapmak gerekiyor. [8] Vitir namazını kılmakta olan bir kimse, unutarak ya da yanılarak kunût duasını okumadan rükûya giderse, bu kimse namazına devam eder ve sonunda sehiv secdesi yapar. Ancak bu kişi, rükûdan kalktıktan sonra kunut duasını okursa, sonrasında tekrar rükû yapmadan secdeye gider ve yine namazın sonunda sehiv secdesi yapar.[9]


[1] (Tirmizî, “Daʿavât”, 82; İbn Mâce, “Duʿâʾ”, 10)

[2] (Tirmizî, “Daʿavât”, 30)

[3] (Müsned, V, 156, 170; Müslim, “Cennet”, 12).

[4] Kaynak <https://islamansiklopedisi.org.tr/vedud>

[5] (Ebû Dâvûd Vitir 1; Tirmizi)

[6] (İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, III, 245; Tahâvî, Şerhu me‘âni’l-âsâr, I, 249; İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, II, 442).

[7] (Merğînânî, el-Hidâye, II, 32,33).

[8] (Haddâd, el-Cevhera, I, 92)

[9] (Kâsânî, Bedâî’, I, 274; el-Fetâva’l-Hindiyye, I, 141) 

1 Nisan 2021 Perşembe

01 Nisan 2021 21:30 Perşembe CORONA GÜNLERİ...........................................El-Mucîb/Lâ ilâhe illâllahu vahdehû lâ şerike leh-El-Vâsi'/Duaya davet

El-Mucîb/Lâ ilâhe illâllahu vahdehû lâ şerike leh

Bugüüç ayların 47.ncisi, Corona günlerinin de 384.ncüsü. İnşallah üç aylar boyunca her gün bir esmayı anarak ve namazda okunan sure, dua ve zikirleri öğrenerek bu manevi süreci değerlendirmeye devam ediyorum.

Sırada Esma ül Hüsnanın kırkyedincisi El-Mucîb' var. Yine tesbihat sonrası dua öncesi söylenen “Lâ ilâhe illâllahu vahdehû lâ şerike leh" zikri ile ilerliyoruz.

EL-MÜCÎB: المجيب  Sözlükte “kesmek; birinin susmasını sağlamak” anlamındaki cevb kökünün “if‘âl” kalıbından (icâbet) sıfat olan mücîb “dua ve dileklere olumlu cevap veren” mânasına geliyormuş. [1]

İcâbetin asıl anlamı “cevap vermek suretiyle söz söyleyenin kelâmını kesmek”. Râgıb el-İsfahânî taleplerin ve onlara mukabelede bulunmanın biri sözle, diğeri fiille olmak üzere iki şekilde gerçekleştiğini söylemiş. Kur’ân-ı Kerîm’de, “Allah’ın davetçisine icâbet ediniz” meâlindeki âyet (el-Ahkāf 46/31) birincisinin, “Ey Mûsâ ve Hârûn, ikinizin de talebi kabul edilmiştir” âyeti de (Yûnus 10/89) ikincisinin örneğini teşkil ediyor.[2]

İcâbet kavramı beş âyette zât-ı ilâhiyyeye nisbet edilmekteir. Bunlardan biri mücîb şeklinde olup Hz. Sâlih’in kendi kavmine hitabı sırasında, “Allah’tan bağışlanma isteyin ve O’na dönün, zira benim rabbim kullarına çok yakındır, dua ve isteklerini kabul edendir” şeklindeki ifadesinde (Hûd 11/61) yer almakta. “Nûh bize yalvarıp yakarmıştı. Doğrusu biz en güzel biçimde cevap verenleriz” âyetinde ise (es-Sâffât 37/75) mücîb ismi tâzim amacıyla çoğul olarak kullanılmış. İcâbet kavramı üç âyette fiil kalıplarıyla Allah’a izâfe edilmiş. Kur’ân-ı Kerîm’in dokuz âyetinde yine cevb kökünden türeyen “isticâbet” kavramı da Allah’a nisbet edilmiş.[3] İsticâbetin “icâbet” anlamında olduğu genellikle kabul edilmekle birlikte Ebü’l-Bekā ikisi arasında fark bulunduğunu kaydediyor. İsticâbet talebe “olumlu cevap verme” mânasına geldiği halde icâbet “mutlak olarak cevap vermek” demekmiş ve bu cevabın menfi olması da mümkünmüş.[4]

Mücîb ismi İbn Mâce (“Duʿaʾ”, 10) ve Tirmizî (“Daʿavât”, 82) rivayetlerinde yer almış, icâbet ve isticâbet kavramları birçok hadiste zât-ı ilâhiyyeye nisbet edilmiş. [5] İbn Abbas’ın naklettiğine göre Hz. Peygamber’in dua ve niyazlarından birinin son kısmı şöyle: “Rabbim! Duamı kabul et, günahımı bağışla, çağrıma icâbet et, hak yol için kullandığım delilleri daima geçerli kıl, kalbimi hidayetten ve dilimi doğruluktan ayırma, kalbime gelebilecek kin duygularını benden uzaklaştır!” (Müsned, I, 227).

Mücîb Allah’ın fiilî sıfatları grubu içinde yer alır. Abdülkāhir el-Bağdâdî ve Fahreddin er-Râzî mücîbin “sözle mukabele eden, ezelde mütekellim olan” mânasına alınması halinde zâtî isimlerden olabileceğini kaydeder. Mücîb latîf, tevvâb ve gafûr isimleriyle anlam ilişkisi içinde bulunur.[6]

'O' İcâbet eden, kendine yalvaranların isteklerine ve dualarına cevap veren, kulları dua ettiğinde ona cevap verip dualara icabet eden, ellerimizi açıp dua ettiğimizde bizi kapısından boş çevirmeyen, duaları kabul eden, istediği şeyleri karşılıksız koymayan, tüm dilek ve muradlarını veren" demek.

LA ILAHE ILLALLAHÜ VAHDEHÜ LA ŞERIKE LEH:  لَهُ شَرِيكَ لَا وَحْدَهُاللَّهُ  إِلَّا إِلَهَلَا   Bu zikir, tesbihattan sonra duaya geçiş aşamasında söyleniyor. “Lâ ilâhe illAllâhü vahdehû lâ şerîke leh” kısaca “Allâh’tan başka hak ilâh yoktur. O birdir ve tektir, ortağı yoktur” mânâsına geliyor.


Tamamı "Allâh-ü Ekber, Lâ ilâhe illAllâhü vahdehû lâ şerîke leh. Lehül mülkü ve lehu`l-hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadir" dir. Tekbîr, tehlîl ve tahmîd içeren çok değerli zikirlerden biri.

Anlamı: "Allah Teala'dan başka ilah yoktur, tek ilah sadece odur, ortağı da yoktur. Bütün mülk ona aittir. Bütün hamdü senalar onadır. Her şeye kadirdir" şeklinde.

Veya: “Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur. O tektir, eşi ortağı yoktur, mülk o'nundur, hamd o'na mahsustur. O her şeye kadirdir; diriltir, öldürür. Bütün hayırlar onun kudret elindedir. O'nun her şeye gücü yeter.”

Daha detaylısı: “Allâh’tan başka ibâdete layık hak olan hiçbir ilâh yoktur. O, zatında rablığında ve ilâhlığında, isimlerinde ve sıfatlarında birdir ve tektir, eşi ve benzeri, misli ve ortağı yoktur.

الْمُلْكُ لَهُ Mülk yani yarattığı şeyler O’na aittir. Kâinatta her ne varsa O’nundur. Bu sebeble mahlûkat hakkında her türlü hüküm verme yetkisi de yalnızca O’na aittir. Kanun koyma, yaşam şekli belirleme, haramlar ve helâllar tayin etmek de, sadece O’nun hakkıdır.

الْحَمْدُوَلَهُ  Hamd yani sınırsız ve kayıtsız olarak hakîki mânâda övülmek ve yüceltilmek yalnızca O’na mahsustur. Hamdın tamâmı tüm çeşitleriyle O’nundur.

 قَدِيرٌ شَيْءٍعَلَى كُلِّ   وَهُوَ  O, her şeye gücü yetendir. O’nun kudreti sonsuzdur. Gücünün üzerinde başka hiç bir güç yoktur. Daim gâlib olandır. Dilediğini dilediği zamanda yapmaya gücü yetendir.”

Muğîre İbni Şu‘be radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem selâm verip namazdan çıkınca şu duayı okurdu: “Lâ ilâhe illallâhü vahdehû lâ şerîke leh, lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr. Allâhümme lâ mâni‘a li-mâ a‘tayte ve lâ mu‘tıye li-mâ mena‘te velâ yenfeu ze’l-ceddi minke’l-ceddü.”[7]

Manası şöyle: “Allah’tan başka ilâh yoktur, yalnız Allah vardır. O tektir, ortağı yoktur. Mülk O’nundur, hamd O’na mahsustur. O’nun gücü her şeye yeter. Allahım! Senin verdiğine engel olacak, vermediğini de verecek bir kimse yoktur. Senin lutfun olmadan hiçbir zengine serveti fayda vermez.”

Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Her namazdan sonra kim otuz üç defa sübhânallah, otuz üç defa elhamdülillâh, otuz üç defa Allâhü ekber der, yüze tamamlamak için de lâ ilâhe illallahü vahdehû lâ şerîke leh, lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr: Allah’tan başka ilâh yoktur; yalnız Allah vardır. O tektir, ortağı yoktur. Mülk O’nundur, hamd O’na mahsustur. O’nun gücü her şeye yeter” derse, günahları denizköpüğü kadar çok olsa bile affedilir.[8]

Amr İbnu Şuayb an Ebîhi an Ceddihî (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Duaların en faziletlisi Arefe günü yapılan duadır. Ben ve benden önceki peygamberlerin söyledikleri en faziletli söz, lâ ilâhe illallahu vahdehu lâ şerîke leh lehü'l mülkü ve lehü'l hamdü ve hüve alâ külli şey'in kadîr. (Allah'tan başka ilah yoktur, O tektir, O'nun ortağı yoktur, mülk O'nundur, hamd O'na aittir. O, her şeye kâdirdir.) sözüdür." [9] 

Ebu Sa'id radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Kim, sabah namazının peşinden 'La ilâhe illallahu vahdehu la şerîke leh, lehü'l-mülkü ve lehû'l-hamdü bi-yedihi'l-hayr ve hüve alâ külli şey'in kadîr.' (Allah'tan başka ilah yoktur. O birdir, ortağı yoktur, mülk ona aittir, hamdler de ona layıktır, her çeşit hayır O'nun elindedir. O her şeye kadirdir.) derse kendisine, Hz. İsmail evlatlarından bir köleyi âzâd etmiş gibi sevap yazılır." [10]


[1] (İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, “cvb” md.; Kāmus Tercümesi, I, 98-99)

[2] (el-Müfredât, “cvb” md.)

[3] (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “cvb” md.)

[4] (el-Külliyyât, s. 51; krş. Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “cvb” md.)

[5] (Wensinck, el-Muʿcem, “cvb” md.)

[7] Buhârî, Ezân 155, İ‘tisâm 3, Kader 12, Daavât 18; Müslim, Mesâcid 137, 138. Ayrıca bk. Müslim, Salât 194, 205, 206; Ebû Dâvûd, Salât 140, Vitir 25; Tirmizî, Salât 108; Nesâî, Tatbîk 25, Sehv 85, 89

[8] Müslim, Mesâcid

[9] [Muvatta, Kur'ân 32, (1, 214, 215); Tirmizî, Da'avât 133, (3579)]

[10] (Prof. Dr. İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte)

El-Vâsi'/Duaya davet

Bugüüç ayların 48.ncisi, Corona günlerinin de 385.ncisi. İnşallah üç aylar boyunca her gün bir esmayı anarak ve namazda okunan sure, dua ve zikirleri öğrenerek bu manevi süreci değerlendirmeye devam ediyorum.

Sırada Esma ül Hüsnanın kırksekizincisiEl-Vasî’' var. Yine tesbihat sonrası duaya geçiş sırasında söylenen “Duaya davet" cümleleriyle ilerliyoruz.

EL-VÂSİ': الواسع Sözlükte “bir nesne bir şeye geniş gelmek, onu içine alıp kapsamak; güç yetirmek” anlamlarındaki se‘a (si‘a) kökünden türeyen vâsi‘ “bir şeyi içine alacak şekilde geniş olan; güç yetiren” demekmiş. Terim olarak “ilmi, rahmeti ve kudreti her şeyi kuşatan” diye tanımlanabiliyor. Lugat âlimleri kelimenin kökünden hareketle vâsi‘ ismine “her türlü isteğe karşı ihsan ve lutufkârlığı yeterli olan, ilmi her şeyi kuşatan, rızkı bütün yaratılmışlara yayılan ve rahmeti her şeyi kapsayan” mânası vermişler. [1]

Kur’ân-ı Kerîm’de sea kavramı altısı fiil, üçü isim kalıpları, dokuzu da vâsi‘ şeklinde zât-ı ilâhiyyeye nisbet edilmiş. [2] Bu kullanışlarda söz konusu kök, “ilim, rahmet, mağfiret, zenginlik ve kudret” mânalarına gelen kelimelerle ilişki içinde bulunmakta.

“Sea” kavramı çeşitli hadis rivayetlerinde daha çok rızkı genişletme ve geçimi kolaylaştırma bağlamında Allah’a izâfe edilmiş [3], vâsi‘ ismi Tirmizî’nin rivayet ettiği esmâ-i hüsnâ listesinde yer almıştır.[4]

Esmâ-i hüsnâ şârihlerinin yanı sıra müfessirler de vâsi‘ ismini sözlük anlamları ve Kur’an’da yer aldığı âyetler bağlamında açıklamaya çalışmıştır. [5]

'O' lütfu bol olan; bağışlaması bol ve rahmeti çok olan; bütün sıfatları sonsuz ve sınırsız olan; ilmi ihsanı, mağfiret ve merhameti her şeyi kuşatan;  geniş rahmeti, kudreti ve sınırsız ilmi ile bütün varlıkları kuşatıcı olan; yarattıklarına maddî ve manevî genişlik veren" demek.

DUAYA DAVET: Tesbihatın son tekbiri "Allahüekber" çekildikten sonra "Lâ ilâhe illâllahu vahdehû lâ şerike leh…” zikrini okuyup, hemen devamında "Sübhane Rabbiye'l-aliyyi'l- âğle'l-vehhab" ya da  "Allahümmehşürna fi zümretis salihin" diyerek duaya geçiliyor.

الوهاب اغلى علييل ربييل سبحان  "Sübhane Rabbiye'l-aliyyi'l- â'le'l-vehhab" cümlesinin anlamı: "Çok bahşedenlerin en yücesi olan Rabb'im! Sen noksan sıfatlardan münezzehsin" demek.


الصَّالِحِينَ زُمْرَةِ فِي احْشُرْنَا  اَللّٰھُمَّ 
"Allahümmehşürna fi zümretis salihin" ise "Allahım, bizi mahşerde salihler topluluğu ile yargıla. Allah’ım bizi salihlerle haşret" anlamına geliyor.

لِلْعَالَم۪ينَ رَحْمَةً اِلَّا اَرْسَلْنَاكَ وَمَٓا "Vema erselnake illa rahmeten lil alemin" Enbiyâ suresinin 107.nci ayeti. Anlamı şöyle: "Ve seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik". Ancak bu ayetin burada doğru yerde kullanılmadığı, sünnet olan "sübhane rabbiyel aliyyil alel vehhab" demenin daha doğru olacağı ifade ediliyor. Ben de öğrenmiş oldum.

Bundan sonra herkes ellerini açıp içinden kendi istediği şekilde, Allah’a dua eder.


[1] (Lisânü’l-ʿArab, “vsʿ” md.; Kāmus Tercümesi, III, 447-448).

[2] (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “vsʿ” md.)

[3] (Wensinck, el-Muʿcem, VII, 209)

[4] (“Duʿâʾ”, 82)

31 Mart 2021 Çarşamba

31 Mart 2021 Çarşamba REİS Gazetesi/sayı207.................................Str.1.1.1 Hedefleri(V)

Str.1.1.1 Hedefleri(V)

‘Susurluk için bir Stratejik Plan önerisi’ kapsamında ‘Yeşilelma’ vizyonumuzun temel amaçlarından biri olan ‘AMAÇ.1-BÖLGESİNDE YÜKSELEN, ÖNE ÇIKAN GELİŞMİŞ BİR SUSURLUK’ üzerinde çalışmayı sürdürüyoruz.  Yöntemimiz ‘StrA.1.1-Sosyal ve ekonomik kalkınma’ başlıklı Stratejik amacımızın  ‘Str.1.1.1-Güçlü yanları ve fırsatları kullanma’ stratejisi çerçevesinde öngörülen hedeflerin ‘Nasıl yapılacağını’ ortaya koyabilmek. ‘Nereye ulaşmak istiyoruz?’ başlıklı ikinci aşamada bu strateji için toplam 71 hedef belirlenmişti. Geçen hafta itibariyle bu hedeflerden ‘01-NÜFUS VE SOSYAL HAYAT’ başlığı altında 2, ‘02-KONUM’ başlığında 3, ‘03-KALKINMA VE TEŞVİKLER’ başlığında 3, ‘04-ULAŞIM’  başlığında 3, ‘05-LOJİSTİK’ sektöründe 2, ‘06- ENERJİ VE DOĞAL KAYNAKLAR’ başlığında 4, ‘07-TURİZM’ başlığında 11 ve ‘08-SANAYİ’ başlığı altında 8 adet olmak üzere toplam 36’sı ile ilgili çalışma tamamlanarak REİS gazetesinde yayınlanmış oldu. Bu birkaç hafta da inşallah aynı yöntemle ‘09-TARIM VE HAYVANCILIK’ başlığı altında 23 hedefin daha nasıl gerçekleşebileceği hakkındaki önerilerimizi okuyacaksınız. Daha önce de belirttiğimiz gibi bu hedeflerin gerçekleştirilmesinde genel ortak ‘nasıl?’ yazımızın başlığını oluşturan ‘Str.1.1.1-Güçlü yanları ve fırsatları kullanma’ stratejimizin uygulanması. Zira söz konusu strateji Susurluk için belirlenmiş 12 başlıklı sektör/alanlarda öngörülmüş bulunan güçlü yönlerden ve orta vadede çevreden yönelecek fırsatlardan azami ölçüde yararlanmayı hedefliyor. Böylece ilçemizin güçlü yönlerinin daha da güçlendirilmesi ve orta vadede doğacak fırsatlardan yararlanması mümkün olabilecek.

Biliyorsunuz daha önce ‘09-TARIM VE HAYVANCILIK’ sektörünün TARIM’la ilgili kısmı için ‘Str.1.1.1-Güçlü yanları ve fırsatları kullanma’ stratejisi çerçevesinde; ‘GY.09.1-Güçlü bir Tarım faaliyeti’, ‘GY.09.3-Organik tarım potansiyeli’ ve ‘09.4 Sağlıklı ve taze sebze meyve kapasitesi’ olarak tespit edilen ‘güçlü yönler’e dayalı olarak 9 hedef belirlenmişti. Bunlar sektörün tarım boyutunun bazı güçlü yanları olarak öne çıktığı gibi elbette ki ilçemizin mevcut tarım sektörünün geliştirilmesinde öncelikle değerlendirilmesi gerekiyordu. Böylece güçlü yönlere dayanarak daha da güçlenebilmek ve orta vadede Susurluğun gelişmesine katkı sağlamak mümkün. Zaten ‘Str.1.1.1-Güçlü yanları ve fırsatları kullanma’ stratejisi de bunu öngörüyor. Neticede inşallah belirlenen 9 hedefin gerçekleşmesiyle birlikte ‘StrA.1.1-Sosyal ve ekonomik kalkınma’ başlıklı Stratejik amacımıza biraz daha yaklaşmış olacağız.  O halde öncelikle söz konusu güçlü yönlerin nasıl daha da güçlü yapılabileceğini düşünelim. 


İlçemizin İklimi, sulanabilir arazi varlığı tarım ve hayvancılığa uygun. Yöremiz mevcut geniş ve verimli tarım arazileri, elverişli iklimi, bitki örtüsü, verimli ve sulanabilir arazi varlığı ile bölgede öne çıkmakta. Zengin bir ürün çeşitliliğine sahibiz. 2016 yılı itibariyle odaya kayıtlı olup tarım ve hayvancılık faaliyetinde bulunan 163 adet firma tespit edilmiş. Ayrıca sözleşmeli üretim kültürü de gelişmiş durumda. Üretim alt yapısı ve çalışacak insan sayısı yeterli. Zengin tarımsal üretim sahip olduğu dinamikler sayesinde gelecek için de bir artış potansiyeli gösteriyor. Bütün bu unsurlar ilçemizde Güçlü bir Tarım faaliyeti olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla ilçemizin yakın ve orta vadede sahip olduğu güçlü yanların geliştirilerek çoğaltması bölge için de stratejik bir önem taşıyor.  Evvela bakacağımız veri; İlçemizin işlenebilir arazi varlığı. 2016’da toplam varlığın % 44,4’ünü oluşturuyormuş. Bu rakam %50’ye çok yakın. Bu yüzden daha güçlü bir Tarım faaliyeti için HDF.1.1.1.37-İşlenebilir arazileri toplam varlığımızın % 50’sinden yukarı çıkarmak’ hedefi öngörüldü. Bu bir anlamda %50’nin altına düşülmesin de demek. Bir başka veri; İşlenebilir arazinin ürünlere göre dağılımı. Buna göre yine aynı yıl itibariyle; Tahıllar %49,2, Yem bitkileri %22,2,  Endüstri bitkileri %18,3, Sebzeler %4,0, Meyve, bağ, zeytin %2,3, Baklagiller %2,2, Nadas ve değerlendirilmeyen alanlar %1,6 olarak hesaplanmış.  O halde mevcut işlenebilir arazi varlığından en etkin şekilde ürün almak üzere ürün dağılımını gözden geçirmeliyiz. Elbette bu dağılımda; yeşil ot üretimi, tohum yetiştiriciliği ve yem hammaddeleri üretimi stratejik önemde. Bu yüzden ‘HDF.1.1.1.38-Tarım arazileri ürün dağılımını optimum verim alacak şekilde planlayıp yönlendirmek’ hedefiyle hareket etmek güçlü tarım faaliyetlerimizi daha da güçlü hale getirebilir. İlçemiz zengin bir tahıl üretimine sahip olduğu kadar, iklim şartları, sulama imkânları ve uzun hasat süresi ile tohum yetiştiriciliği için de en uygun bölge. Bu nedenle bölgemizde çok sayıda özel teşebbüs, resmi üretici ve ıslah kuruluşu var. İlçemizde de bu firmalar tarafından işletilen alanlarda tohumluk üretilmekte.  Bunların dışında besi ve süt yemleri ile silaj ve küspe türünden maddelere en çok ihtiyaç duyulan ve üretimi yapılan bölgelerden birisi Susurluk. Besi sektörü için önemli bir maliyet durumundaki yem hammaddeleri konusunda oldukça zenginiz. Çok çeşit ve miktarda yem üretiminin gerçekleştirildiği bir bölgedeyiz. Bu bağlamda özellikle hububat, ayçiçeği, silajlık ve dane mısır üretim alanları geniş yer kaplıyor. Son olarak hangi ürünlerde daha güçlenebiliriz ve hangi ürünlerde daha fazla gelir elde edebiliriz bakış açısıyla HDF.1.1.1.39-Tarım ürünlerinde stratejik seçimler yapmak ve bu yönde üretimi arttırmak’hedefi geleceğin Susurluğuna güçlü bir katkı sunabilir. Bu hedeflerin gerçekleşebilmesi için öncelikle bir PLANLAMAYA ihtiyaç var. İşlenebilir arazi oranının güncel durumu nedir? Nadas ve değerlendirilmeyen alanların daha ne kadarı işlenebilir hale gelebilir? Bunun için nerede, ne zaman ve ne yapmak gerek? Bunların netleştirilmesi gerekiyor. %50’den yukarı çıkıldığında bu arazilerden optimum verim alınabilecek ürün dağılımı nasıl olmalı? Bunu neden yapmalıyız? Yaparsak kazancımız ne olur? Çiftçilerimizi böyle bir ürün dağılımına nasıl yönlendirebiliriz? Bu ürünlerden hem maliyet, hem verim, hem de kazanç bakımından ilçemize stratejik üstünlük sağlayacak olanlar hangileri olabilir? Bu yönde üretimi arttırmak üzere hangi adımlar atılabilir?  Bütün bu hususları değerlendirip planlarken elbette yöremizde mevcut tesislerin ihtiyaçları ve çevremizdeki pazar şartları da dikkate alınmalı. Böylece hem işlenebilir arazi varlığımızın, hem optimum ürün dağılımımızın hem de stratejik seçimlerimizin istediğimiz yönde gelişip güçlenmesini temin etmemiz mümkün.  Bunun için; Susurluk içinde ve dışındaki ‘DEĞ.5-Yetiştirdiğimiz değerli insanlar’dan yararlanabiliriz. ‘DEĞ.6-Yöresel ürünlerimiz’, ‘DEĞ.8-Fabrika, marka ve tesislerimiz’ ve ‘DEĞ.9-Ulaşım ağları üzerindeki konumumuz’a dayalı çözümler geliştirebiliriz. Bu arada yöremizin ‘DEĞ.10-Cazip yatırım imkânları’mız ve ‘DEĞ.11-Bozulmamış doğal çevre’ de dikkate alınabilir. Bu değerler süreç esnasında bize güç verecektir. Ayrıca bu tür bir yolculukta; ‘İLK.2-İstikamet üzere olma’, ‘İLK.3-Amaç Birliğine riayet’, ‘İLK.4-Planlı değişim dönüşüm’ ve ’İLK.5-Birlikte başarmak’ şeklindeki temel ilkelerimizin rehberliğine de ihtiyacımız olacak.  Hedefin gerçekleşmesini sağlayacak sorumlular da ilgi sırasına göre; İlçe Tarım Müdürlüğü, Ziraat odası, Tic.San.Odası Borsa (TSOB), Kaymakamlık (K), Siyasi Partiler (SP) ve Stratejik Plan Ekibi (SPE) oluyor. Pancar kooperatifi ve Esnaf odası da sürece dahil olmalılar.

İlçemiz Organik tarım potansiyeli açısından da uygun bir bölge. Organik tarım, tarımsal uygulamalardaki yoğunlaşmanın getirdiği çevre, insan ve hayvan sağlığı sorunlarına çözüm olarak ortaya çıkmış ve günümüzde Avrupa ülkeleri başta olmak üzere giderek artan bir Pazar değerine ulaşmış durumda. İnsanlar satın aldıkları ve tükettikleri gıdaların güvenli olduğundan emin olmak istiyorlar. Organik tarımın ekolojik, ekonomik ve sosyal ilkeleri doğrultusunda tarımsal ekosistemlerin ve çevredeki doğal alanların sağlıklı olması ve çeşitliliğin korunarak arttırılması imkânı var. Bu açıdan mevcut Organik tarım potansiyelimizi değerlendirmek üzere‘HDF.1.1.1.40-Tarımsal ekosistemlerin ve çevredeki doğal alanların korunmasına özen göstermek’ hedefi ile ‘HDF.1.1.1.41-Uygun alanlar için organik tarım projeleri yapmak ve artan şekilde üretimini planlamak’ hedefi öngörüldü. Organik tarım; sürdürülebilir ekosistem, güvenli gıda, iyi beslenme, hayvan refahı ve sosyal adaleti sağlayan bir dizi kurala dayalı bütünsel sistem anlayışı olarak tanımlandığından bu yaklaşım içinde; ‘HDF.1.1.1.42-Kurulacak organik tarım üretim işletmelerinin kendine yeterli olacak şekilde yürütülmesini sağlamak’ bir başka hedefimiz. Sonuç; hem işletme dışı girdilere olan ihtiyacın azaltılması hem de atık yönetiminin kolaylaştırılması olacak. Böylece üretimin hayvansal/bitkisel dengesi yanında, pazar ve işgücü imkânları, zararlı-hastalık-yabancı ot yönetimi ve toprak verimliliği gibi birçok faktör göz önüne alınarak zaman ve/veya yer açısından yapılacak ekim nöbetleri ile çeşitlilik de sağlanabilir. Bu sebeple öncelikle ilçemizdeki Tarımsal ekosistemler ve çevredeki doğal alanlar hakkında bir inceleme değerlendirme yapmak gerekiyor. Bunları bilmeli ki değerlendirilmesi ve korunması için tedbirler alınabilsin. Organik tarıma uygun alanlar için ÜNİVERSİTE İŞBİRLİĞİ İLE MAKRO PROJELENDİRME YAPMAK en akılcı yol. Makro çerçevede belirlenmiş organik tarım havzalarında ürün çeşidine göre VERİM VE GELİR SAĞLAYICI PROJELER GELİŞTİRMEK İÇİN DE GMKA İLE İŞBİRLİĞİ yapılabilir. Yine bu alanlarda kurulacak organik tarım üretim işletmelerinin kendine yeterli olacak şekilde faaliyet göstermesine yardımcı olmak gerekiyor. Bunun için de söz konusu işletmelerin projeye finans desteği, bilgi ve teknik katkı veren KURUMLARCA DENETLENİP YÖNLENDİRİLMESİ önemli. Bu süreçte yine; ‘DEĞ.5-Yetiştirdiğimiz değerli insanlar’, ‘DEĞ.6-Yöresel ürünlerimiz’, ‘DEĞ.8-Fabrika, marka ve tesislerimiz’, ‘DEĞ.9-Ulaşım ağları üzerindeki konumumuz ’, ‘DEĞ.10-Cazip yatırım imkânları’ ve ‘DEĞ.11-Bozulmamış doğal çevre’miz dayanacağımız temel değerler olarak elimizin altında olacak. Bunun gibi; ‘İLK.1-Önce insan, önce Susurluğun geleceği, Önce Vatan’, ‘İLK.2-İstikamet üzere olma’, ‘İLK.3-Amaç Birliğine riayet’, ‘İLK.4-Planlı değişim dönüşüm’ ve ‘İLK.5-Birlikte başarmak’ şeklindeki ilkelerimiz de bize rehberlik edecektir. Hedefin gerçekleşmesini sağlayacak ilgili ve sorumlular da önem ve öncelik sırasına göre; İlçe Tarım Müdürlüğü, Ziraat odası, Tic.San.Odası Borsa (TSOB), Kaymakamlık (K), Siyasi Partiler (SP) ve Stratejik Plan Ekibi (SPE) oluyor. Bu müşterek görevde ayrıca Pancar kooperatifi ve Esnaf odası da mutlaka işin içinde olmalı


Bölgemiz sebze meyve üretimi için oldukça elverişli çevre şartlarına sahip bir bölge. Bunun yanında İstanbul, İzmir, Bursa gibi büyük metropollere yakın olması, tüketicilerin ihtiyacı olan sebze meyve ürünlerinin pazarlanmasında kolaylık sağlıyor. Bu nedenledir ki, bölge illeri tarım alanları içinde meyve ve sebze oranları Türkiye ortalamasının oldukça üzerinde. Özellikle ilçemiz ova köyleri olarak adlandırılan kısımda sulu tarımla Sağlıklı ve taze meyve-sebze üretimi gerçekleştiriliyor. Ayrıca yöreye dağılmış farklı mikro klima bölgeleri sayesinde çok çeşitli meyve türleri de yetiştirilebiliyor. Gelişen yeni ürün faaliyetleri de bir anlamda alternatif kazanç yolları demek. Meselâ halen ilçemizde mantar üretimi konusunda faaliyet gösteren ve kompost üretimi yapan işletmeler de bulunuyor.  Susurluk’ta 2012 yılında salçalık domates için 4.500, sofralık domates için 751, salçalık biber için 1.000,  kavun için 3.500, karpuz için 1.800, taze fasulye için 112, kuru soğan için 3.621 ve patlıcan için 50 dekar arazi kullanılmış. Aynı yıl itibariyle sebze üretim miktarı ton olarak;  salçalık domates 22.842, sofralık domates 2.944, salçalık biber 1.500,  kavun için 7.000, karpuz için 5.400, taze fasulye için 112, kuru soğan için 4.498 ve patlıcan için 175 ton olarak tespit edilmiş. Diğer yandan 2012 verilerine göre dekar olarak Balıkesir ili ilçeler itibariyle Meyvelik Alanlar tablosunda Susurluk’ta en çok 675 dekar alanda ceviz üretiliyor. Ardından 540 dekarla üzüm, 511 dekarda zeytin ve 230 dekarla şeftali geliyor. Bunların üretim miktarları da ton olarak aynı sırayla 72 ton ceviz 189 ton üzüm, 49 ton zeytin ve 347 ton şeftali geliyor. Anlaşılıyor ki dekar başına verim ve çeşitlilik açısından Susurluğun ‘HDF.1.1.1.43-Sebze meyve üretim kapasitemizin arttırılmasını öncelemek’ başta gelen hedef durumunda. İkinci olarak meselâ ‘HDF.1.1.1.44-Susurluğa özgü, verimli ve dayanıklı bir YEŞİLELMA türünün yetiştirilmesini sağlamak’ ilçemiz için farklı bir avantaj olabilir. Bu çerçevede dekar başına verim kriteri de esas alınarak ‘HDF.1.1.1.45-Sebze meyve üretiminde seçilmiş stratejik üstünlüklerimiz üzerinde yükselmek’ bu alandaki gücümüzü daha da yükseltebilir. Peki, bu nasıl olacak? Kim, neye dayanarak ve nelere dikkat ederek bu hedefleri gerçekleştirecek? Öncelikle gerek sebze ve gerekse meyve ÜRETİM KAPASİTEMİZİN GÜNCEL VERİLERİNE İHTİYAÇ VAR. Bu veriler geçmiş yıllarla birlikte ele alındığında bu topraklarda geleneksel sebze meyve üretimi hakkında önemli ipuçları verecektir. Azalma ve yükselme trendleri de nazara alındığında orta vadede Sebze meyve üretim kapasitemizin gerek hektar, gerek ürün dağılımı ve gerekse ton bazında daha ne kadar arttırılabileceğini öngörmemiz kolaylaşır. SEBZE TÜRLERİNDE VE ÖZELLİKLE DE MEYVECİLİKTE SUSURLUĞA ÖZGÜ ÜRÜNLERE ODAKLANILMASI pek çok bakımdan yararlı. Örneğin verimli ve dayanıklı bir tür yeşilelma ürünümüz neden olmasın ki? Bunun gibi sebze ve meyvecilikte SEÇİLMİŞ STRATEJİK ÜRÜNLERE YÖNELMEK, ONLARA DAYALI YÜKSELMEK emin olun hem yetiştiricilikte hem de pazarlamada bize katlamalı avantaj sağlayacaktır. Böyle stratejiler önce zihinlerde uç verir, sonra da arazide test edilir, ardından da netleştirilip uygulamaya geçirilebilir. Kuşkusuz böyle her yeni hamle Susurluğun adını duyuracağı gibi daha gelişmiş bir geleceğin inşasına da yardım edecektir. Çünkü daha fazla üretim, daha fazla kazanç, istihdam ve daha güçlü Pazar payı demektir. Bunun için öncelikle sebze meyve üreten deneyim sahibi çiftçilerimize, işletmeciliğinde ve pazarlamasında bilgili iş insanlarına, ziraat mühendislerimize yani ‘DEĞ.5-Yetiştirdiğimiz değerli insanlar’a ihtiyacımız var. Sebze ve meyve en önde gelen ‘DEĞ.6-Yöresel ürünlerimiz’den. Yöremizde mevcut konserve, salça, donmuş gıda ve meyve suyu  ‘DEĞ.8-Fabrika, marka ve tesislerimiz’ bizim olmazsa olmaz gücümüzdür. ‘DEĞ.9-Ulaşım ağları üzerindeki konumumuz’ zaten her konuda elimizin altında bir avantaj. Ayrıca ilçemiz sebze ve meyvecilik alanında da ‘DEĞ.10-Cazip yatırım imkânları’ sunuyor. Bununla birlikte ‘DEĞ.11-Bozulmamış doğal çevre’miz var. Bu değerleri esas alarak ve dayanarak yol almak mümkün. Bu yolculukta bize rehberlik edecek temel ilkeler ise hiç kuşkusuz; ‘İLK.2-İstikamet üzere olma’, ‘İLK.3-Amaç Birliğine riayet’, ‘İLK.4-Planlı değişim dönüşüm’ ve ‘İLK.5-Birlikte başarmak’ olacaktır. Bu hedefleri gerçekleştirmek için de önem ve öncelik sırasına göre; İlçe tarım müdürlüğü, Ziraat odası, Tic.San.Odası Borsa (TSOB), Kaymakamlık (K), Siyasi Partiler (SP) ve Stratejik Plan Ekibinin (SPE) müşterek görevli olması gerekiyor. Elbette Esnaf odası da bu işbirliğinin içinde olmalı.

yyalcin3@gmail.com