19 Mart 2021 Cuma

19 Şubat 2021 Salı 23:30 KİTAPLAR ARASINDA...................................George Orwell'in Hayvan Çiftliği

George Orwell'in Hayvan Çiftliği

"Hayvan Çiftliği" Ünlü İngiliz romancı ve denemeci George Orwell'in 1945'te yazdığı fabl tarzında bir siyasi hiciv kitabı. Bu roman dönemindeki Stalin'i ve ülkesini hicvettiği için ABD ve İngiltere'de basılamamış. Çünkü bu iki ülke 2. Dünya savaşının en kritik döneminde müttefikleri Stalin'i gücendirmek istememişler. Afrika'da yozlaşmış bazı liderler ise kitapta anlatılanları üzerlerine aldılar. Bu yüzden 1991'de Kenya'da da yasaklanmış.

Hayvan Çiftliği'nin başkişileri hayvanlar. Bir çiftlikte yaşayan hayvanlar, kendilerini sömüren insanlara başkaldırıp çiftliğin yönetimini ele geçirirler. Amaçları daha eşitlikçi bir topluluk oluşturmaktır. Aralarında en akıllı olan domuzlar, kısa sürede önder bir takım oluştururlar ama devrimi yine onlar yolundan saptırır. Ne yazık ki insanlardan daha baskıcı, daha acımasız bir diktatörlük kurulmuştur. George Orwell, bu romanında tarihsel bir gerçeği eleştirmektedir. Romandaki önder domuzun, düpedüz Stalin'i simgelediği açık. Diğer kahramanlar ise gerçek kişileri çağrıştırmasalar bile nihayetinde her  diktatörlük ortamında olabilecek kişiler. 

Elimdeki 102 sayfalık küçük kitap Anonim Yayıncılıktan 2021'de yani daha bu yıl basılmış. Çevirmeni Şerif Özüaydın. Şok markette rastlayıp 4,99TL'ye almıştım. Kitabı daha önce okumuş değildim. Ama üzerine çok şey okudum duydum. Hatta televizyona uyarlanmış bir çizgi filmini de izlemiştim. Hacmine göre oldukça meşhur bir kitap. 

George Orwell Ünlü bir İngiliz romancı ve denemeci. Asıl adı Eric Arthur Blair. 1903 yılında Hindistan`ın Motihari kentinde dünyaya gelmiş. Eton`da öğrenimini tamamladıktan sonra 1922'de Birmanya`ya gitmiş. 1950 yılında savaş yorgunu ve yaralı ülkesinin başkentinde, Londra`da hayata gözlerini yummuş.

Ülkemizde daha çok "Bin Dokuz Yüz Seksen Dört" adlı kitabıyla tanınıyor. Hayvan  Çiftliği, onun çağdaş klasikler arasına girmiş bir diğer çok ünlü bir eseri. 1940'lardaki "reel sos­yalizm"in eleştirisi olan bu roman, dünya edebiyatında yergi türünün başyapıtlarından biri olarak kabul ediliyor. O dönem için verilmek istenen mesajı hayvanlar üzerinden vermesi büyük bir ustalık. Ayrıca kitabın en iyi özelliği çok akıcı olması. Bu yüzden okuması oldukça keyifli. Kaldı ki konusu, dili kullanım şekli ve en önemlisi verdiği mesaj çok önemli.

Kitapta; bir çiftlikteki hayvanların insanlara baş kaldırarak çiftliği ele geçirdikten sonraki yaşamları anlatılıyor. Zamanla kurdukları bu "krallığın" aslında bir diktatör rejimden farklı olmadığı görülüyor. Kitapta ismi olan bütün hayvanların, gerçek hayatta bir karşılığı var. Karakterler zihnimizde o kişi veya kuruluşları çağrıştırıyor.

Meselâ; öykücü karga Moses, dini temsil ediyor.  Hiç bitmeyen "balbadem diyarı(cennet)" hikayeleri anlatıyor.Eşek Benjamin bir düşünür, aydın ve filozof. Domuz Napoleon kavgacı ve silahlı mücadele yanlısı bir devrimci. Napoleon tarafından çiftlikten sürülen Domuz Snowball ise akıllı ve entelektüel bir devrimci. lev troçki'yi simgeliyor. Koyunlar, nasıl güderseniz, öyle gidenler. Mükemmel bir konuşmacı olan, diğer hayvanları yalanlara boğanDomuz Squealer pravda gazetesini çağrıştırıyor. Bir sözcü, hatip, medya ve manipülatör. Yani bir yalancı. At Boxer; körü körüne bağlı, cahil fakat güçlü halk rolünde. Çok güçlü ama zeki olmayan at "boxer"; stalin rejiminin altında sorgusuz sualsiz çalışan ve iyi niyetleri sömürülen işçi sınıfını temsil ediyor. Şekeri çok seven at Mollie ise, beyaz yakalı işçileri temsil ediyor. Bir süre sonra çiftlikten kaçıyor. Çünkü bütün işçi sınıfının eşit olduğu bir yerde kendine yiyecek şeker bulamamakta. At Clover, halkın az biraz aklı başında olan kısmı. Tabii daha birçok karakter var kitapta. Fakat bunlar en öne çıkanlar.

Kitap Stalin dönemi sözde "komünizmini" allegorik bir anlatımla eleştiriyor. Kurgusuna da diyecek yok. Çok güzel benzetmeler kullanarak politik bir taşlama yapmış. Günümüze ve geleceğimize geçmişten kehanet denilebilecek muhteşem bir gönderme. Şimdiyi geçmişten okuyabileceğimiz, geçmişi tahmin edebileceğimiz, geleceği görebileceğimiz bir hikaye. Hayvanlar üzerinden insanlığımızı sorgulayan bir hiciv romanı. Olayı sadece Soviyetler yada Stalin ile sınırlamak yerine, herhangi bir haraketin başına gelebilecek sapmalar ve yanlışlara işaret ettiğini fark etmek çok daha yerinde bir bakış açısı olur.

Altbaşlığı bir peri masalı olan Hayvan Çiftliği, bir masal anlatımıyla yazılmış. Ama küçükleri eğlendirecek bir peri masalı değil, çarpıcı bir politik taşlama. Yozlaşmış birtakım değerlerin hayvanlar aracılığıyla anlatıldığı bir eser.

Bu yüzden çocuk kitabı gibi görünse de asıl mesajı yetişkinlere.   Bu kadarcık sayfa ile tüm yıllara hitap edebilmiş. Zamanının ötesinde bir kitap. Her yaşa uygun; çocuklar için masal, büyükler için ders kitabı, herhangi bir zamanda içinde bulunduğu sistem, aptallar için ise peri masalı. Herkesi memnun edebilir.  Her zamanın, her topluluğun yaşadığı sorunları hayvan karakterlerine büründürerek anlatan herkesin okuması gereken bir kitap.

“Dışarıdaki hayvanlar, bir domuzların,bir insanların yüzüne bakıyor; ama onları birbirlerinden ayırt edemiyorlardı.” aslında kitabın ve hayatın özeti bir cümle. Orwell muhteşem bir anlatım tekniğiyle gerçekleri gözler önüne sererek olayları basit bir anlatımla yer yer mizahla aktarmış. Dünün olduğu kadar günümüz gerçeklerinin bile bu kadar açık ortaya konulması şaşırtıcı. Bize alıştırılarak dayatılan herşey var kitapta. Böylece insanlar ve sistemler çok güzel eleştirilmiş. Üstelik gerçekten sıkmadan, boğmadan, çok başarılı yapılmış. "Bütün hayvanlar eşittir, ama bazı hayvanlar diğerlerinden daha eşittir." Nasıl bir cendereye düştüğünü anlamak isteyenlerin okuması gereken kitap.

Kitap için bir fabl denilebilir. Çünkü adından da anlaşılacağı üzere kitabın baş karakterleri hayvanlar. Domuzlar, atlar, kazlar ve güvercinler.

"Beylik Çiftliği`nin sahibi olan Bay Jones her zaman yaptığı gibi o gece de kümesleri kilitledi, ancak pencereleri kapatmayı unutacak kadar yine sarhoştu. Yalpalayarak yürüdüğü avluda, elinde sallanan feneriyle, sağı solu aydınlatarak ilerledikten sonra ulaştığı arka kapıda güçlükle çizmelerini çıkartıp, kilerdeki bira fıçısından son bir bardak daha doldurarak Bayan Jones`un horlamakta olduğu yatağa doğru sendeleyip devrildi.

Yatak odasındaki ışık söner sönmez, çiftliğin tüm binalarında bir hareketlenme, bir koşuşturma başladı. Koca Reis lakabıyla onurlandırılmış olan iri beyaz domuz İhtiyar Major`ın bir önceki gece görmüş olduğu garip rüyayı çiftlikte bulunan tüm hayvanlara anlatacağı haberi gün boyu etrafta dolaşmıştı. Bay Jones ortalıktan çekildikten sonra tüm hayvanların büyük ambarda toplanmasına karar verilmişti. Girdiği yarışmada Wellington güzeli diye tanınmış olan, fakat daima İhtiyar Major diye anılan iri domuz, hayvanlar arasında öyle yüksek bir itibara ve saygınlığa sahipti ki, onu dinlemek için her hayvan uykusundan birkaç saati feda etmeye hazırdı."

“Bütün Hayvanlar Eşittir Ama Bazı Hayvanlar Daha Eşittir” sözü aklımda kalan cümlelerden. Koyunların her defasında “Dört Ayak İyi, İki Ayak Kötü” şeklinde melemesi de akılda kalanlardan. Bir de Napoleon isimli domuzun önceleri reddettiği şeyleri daha sonraları kabul etmesi ise günümüzde bize bazılarını çağrıştıran detaylardan. Örneğin önceleri kahraman ilan ettiği Snowball için “Danışıklı dövüşle yaralandı”, “O hiç savaş alanında var olmadı”, “Sırtındaki yaraları Napoleon açtı” gibi söylemler ortaya attırıyor.

En sonunda Napoleon daima haklıdır diyen çalışkan Boxer hayvan kasabına verildiğinde bile yalanlara inanan hayvanlar cahil halkları canlandırıyorlar adeta. Oysa ki hiçbir hayvan insanlara verilmeyecekti. Normalde hiçbir hayvan “sıçanlar bile” öldürülmeyecekti. Kitabın sonuna doğru domuzların iki ayağının üzerinde yürümesi, insan kıyafetleri giymesi onları camdan izleyen hayvanlar kadar okuyanı da şaşırtıyor.

Tam bir distopya denebilir mi bilmiyorum ama öyle ise beni en çok şaşırtanlardan. Ayrıca kitabın son bölümleri günümüz dünyasından bir örneği taaa 1945 yılında bizlere göstermiş.

19 Mart 2021 17:30 Cuma CORONA GÜNLERİ................................El-Habîr/Et-Tahiyyâtü-El-Halîm/Allahümme salli

El-Habîr/Et-Tahiyyâtü

Bugün üç ayların 34.ncüsü, Corona günlerinin de 371.ncisi. Aynı zamanda 18 Mart 1915 Çanakkale deniz zaferinin de 106.ncı yıldönümü. 18 Mart Şehitleri Anma Günü ve Çanakkale Deniz Zaferi bugün yapılacak törenlerle kutlanacak. Şehitlerimizin ruhu şad olsun.

İnşallah üç aylar boyunca her gün bir esmayı anarak ve namazda okunan sure, dua ve zikirleri öğrenerek bu manevi süreci değerlendirmeye devam ediyorum. Sırada Esma ül Hüsnanın otuzdördüncüsü El-Habîr’' var. Yine namazda secdelerden sonra oturuşlarda (KA‘DE) okuduğumuz “Et-Tahiyyâtü" duasıyla ilerliyoruz.

EL-HABÎR: الخبير  Sözlükte “bir nesneyi gereğince bilmek için yoklayıp sınamak, bir şeyin iç yüzünden haberdar olmak” anlamına gelen hubr (hibre) masdarından sıfat olup “bilen, bir nesnenin mahiyetine ve iç yüzüne vâkıf olan” demekmiş.

Kelimenin kökünde, bir şeyin asıl yapısını ve iç yüzünü öğrenmek için onu duyu organlarıyla algılayıp denemek ve elde edilen bilgileri akıl süzgecinden geçirip bir sonuca bağlamak mânası bulunduğu gibi haber yoluyla bilgi edinmek mânası da var.

Şüphe yok ki bu bilgi vasıtalarının hiçbiri Allah için söz konusu değil. Ancak Allah’a nisbet edilen “hubr” kavramında, duyularla algılanmış gibi her şeyin gerçekliğinden ve genellikle insanlara gizli kalan iç yüzünden haberdar olma mânası mevcut. Bu yüzden Habîr isminin “haberdar eden” anlamına da gelebileceği kaydediliyor.

Kur’ân-ı Kerîm’de bir âyette hubr masdarı, kırk dört âyette de habîr ismi Allah’a nisbet edilmiş (bk. M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ḫbr” md.). Habîr yirmi altı âyette, Allah’ın, insanların yaptıkları her şeyden ve kıyametteki durumlarından haberdar olduğu mânasını ifade etmekte ve daha çok müjdeleyici bir üslûp taşımakta.

Beş âyette, “yaratılmışların ihtiyacını en ince noktasına kadar bilip sezilmez yollarla karşılayan” mânasındaki latîf, yine beş âyette “gören” mânasındaki basîr, dört âyette “bütün emirleri ve işleri yerli yerinde olan” anlamındaki hakîm, dört âyette de “hakkıyla bilen” anlamındaki alîm ismiyle birlikte kullanılmış. Kelimenin bu kullanılışlarının mânasına zenginlik kattığı ve onu pekiştirip açıklığa kavuşturduğu görülmekte.

Hubr kökünden türemiş çeşitli kelimeler hadislerde de Allah’a nisbet edilmiş (bk. el-Muʿcem, “ḫbr” md.). Habîr ismi esmâ-i hüsnâ listesine yer veren rivayetlerde geçtiği gibi (İbn Mâce, “Duʿâʾ”, 10; Tirmizî, “Daʿavât”, 82) başka hadis metinlerinde de yer almakta (Müsned, III, 17; VI, 221; Müslim, “Cenâʾiz”, 103).[1]

'O' her şeyin dış ve iç yüzünden, açık ve gizli yönünden tam haberdar olan, Kainattaki bütün gizli işlerden, geçmiş ve gelecekte olan her şeyden, gizli veya açık her şeyden her şeyin iç yüzünden haberi olan, onlara yumuşak davranarak cezâlarını geriye bırakandır" manasına geliyor.


ET-TAHİYYÂT
Ü: 
التَّحِيَّاتُSözlükte “şehâdet getirmek, tahiyyata oturmak; şahitlik istemek” anlamlarına gelen “teşehhüd”, fıkıh terimi olarak namaz kılarken ka‘dede “kelime-i şehâdeti içeren Tahiyyat duasını okumayı ifade eder” (Kāmus Tercümesi, I, 630; Serahsî, I, 27).  

Hanefî, Hanbelî ve Zâhirîler tarafından tercih edilen İbn Mes‘ûd rivayetine göre teşehhüd metni şöyle:

"et-Tahiyyâtü li’llâhi ve’s-salavâtü ve’t-tayyibât es-selâmü aleyke eyyühe’n-nebiyyü ve rahmetu’llāhi ve berekâtüh es-selâmü aleynâ ve alâ ibâdi’llâhi’s-sâlihîn eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh" (Buhârî, “Eẕân”, 148, 150; Müslim, “Ṣalât”, 55).

Tahiyyat duasının anlamı da şöyle:

“Bütün tâzimler, övgüler, mülkler, kavlî, bedenî ve malî ibadetler Allah’a mahsustur. Ey Peygamber! Sana selâm olsun, Allah’ın rahmeti ve bereketi üzerine olsun. Selâm bize ve Allah’ın sâlih kullarına olsun. Kesin olarak bilir ve beyan ederim ki Allah’tan başka tanrı yoktur ve şehâdet ederim ki Hz. Muhammed Allah’ın kulu ve elçisidir.” [2]

“Selam, rahmet ve bütün güzellikler, her türlü dil, beden ve mal ile yapılan ibadet Allah’a mahsustur. Ey Peygamber! Allah’ın rahmeti ve bereketleri senin üzerine olsun. Selâm bizlere ve Allah’ın sâlih kullarına olsun. Ben şahadet ederim (kesinlikle bilirim) ki, Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. Ve şahadet ederim ki Hazret-i Muhammed Allah’ın kulu ve Resûlüdür.” (Ebu Dâvûd, “Salât”, 182. I, 591)

Secdelerden sonra “Allahü Ekber” diyerek oturulur. Bu aşamaya “ka‘de” deniyor. Otururken, el parmakları dizlerin hizasına gelecek şekilde eller uylukların üzerine konur ve kucağa bakılır. Erkekler, sol ayağını yere yayarak onun üzerine oturur, sağ ayak parmakları kıbleye yönelmiş durumda dik tutulur. Kadınlar, ayaklarını yatık olarak sağ tarafa çıkarır ve öylece otururlar. İşte bu oturuş sırasında; a) Ettehiyyatü, b) Allahümme salli, c) Allahümme bârik, d) Rabbenâ âtina... duaları okunuyor.

Sahâbe ve tâbiîn dönemlerinde “tahiyyetü’s-salât, hutbetü’s-salât” adlarıyla anılan tahiyyata (Tecrid Tercemesi, II, 707; Şevkânî, VI, 148-149) daha sonraki dönemlerde bu metnin sonundaki kelime-i şehâdetten dolayı teşehhüd ismi verilmiş. Hz. Peygamber teşehhüdü namazlarda okumuş ve okunuş biçimini Kur’an’dan bir sûre öğretir gibi ashabına öğretmiş (İbn Mâce, “İḳāmetü’ṣ-ṣalât”, 24).

Abdullah b. Mes‘ûd, Abdullah b. Abbas, Hz. Ömer, Abdullah b. Ömer, Hz. Âişe, Abdullah b. Zübeyr, Ebû Saîd el-Hudrî, Ebû Mûsâ el-Eş‘arî, Selmân-ı Fârisî gibi sahâbîler tarafından nakledilen ve aralarında küçük farklar bulunan teşehhüd ibarelerinden fıkıh mezheplerince daha çok benimsenenler İbn Mes‘ûd, İbn Abbas ve Hz. Ömer’in rivayetleri (meselâ bk. Tahâvî, I, 261-266; Muvaffakuddin İbn Kudâme, I, 535; Tecrid Tercemesi, II, 709). 

Bazı tefsir ve fıkıh kitaplarında Tahiyyat duasıyla irtibat kurularak Resûl-i Ekrem’in mi‘rac gecesinde tahiyyat, salavat ve tayyibat kelimeleriyle Cenâb-ı Hakk’a tâzimde bulunduğu, O’nun da buna selâm, rahmet ve berekât kelimeleriyle mukabele ettiği, Resûlullah’ın gördüğü bu iltifat karşısında selâmın bütün peygamberler, melekler ve insanlar üzerine olmasını temenni ettiği, bunun üzerine bütün meleklerin kelime-i şehâdeti söyledikleri kaydediliyor (meselâ bk. Kurtubî, III, 425; İbn Nüceym, I, 342-343).

Bu sebeple teşehhüd duasını okumanın, kulun mi‘racla sıkı bağı bulunan namaz ibadetinin belirli bölümlerinde (ka‘deler) mi‘rac gecesinde gerçekleşen bu olayın hâtırasını yâdetmesi ve bu vesileyle Allah’a tâzimlerini sunması, Resûlullah’a selâmlarını ve bağlılığını bildirmesi, Allah’ın kendisine, cemaate, meleklere ve sâlih kullara rahmetle muamele etmesini dilemesi gibi bir anlam taşıdığı yorumu yapılmış. 

Tahiyyat namazın ilk oturuş (ka‘de-i ûlâ) ve son oturuş (ka‘de-i ahîre) denen kısımlarında okunuyor. Ardından selâmın verildiği oturuşa ka‘de-i ahîre (son oturuş) deniyor. Teşehhüdü okumak Hanefîler’e göre ilk ve son oturuşta vâcip, Mâlikîler’e göre sünnet, Şâfiîler’e göre ilk oturuşta sünnet, Hanbelîler’e göre vâcip ve her iki mezhebe göre son oturuşta farzdır (rükün).

Hanefîler’e göre her iki oturuşta teşehhüdün bilerek terkedilmesi tahrîmen mekruh olup böyle bir namazın iade edilmesi vâciptir, sehven terkedilmesi durumunda sehiv secdesi yapılmak suretiyle namazın eksiği giderilmiş olur. Şâfiîler ilk oturuşta, Mâlikîler her iki oturuşta bilerek de olsa terkedilen teşehhüdün sehiv secdesiyle telâfi edilebileceği kanaatindedir.

Bu konuda Hanefîler, Hz. Peygamber’in teşehhüdü namazlarda devamlı okuduğuna dair fiilî ve kavlî sünnetini (Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 178; Nesâî, “Ṣalât”, 15), Şâfiî ve Hanbelîler onun namazlarda teşehhüdü devamlı okuduğuna dair fiilî sünnetinin yanında sahâbîlere teşehhüdü öğrettiği zaman, “Tahiyyat’ı söyle, söyleyin, söylesin, söylesinler” şeklinde emir kiplerini kullanmasını, Mâlikîler ise bu konuda özellikle sehiv secdesiyle teşehhüdün telâfisinin mümkün olduğunu gösteren hadisleri delil göstermekteler.

Teşehhüdde “lâ ilâhe” derken sağ elin başparmağı ile orta parmağın halka yapılıp şahadet parmağının kaldırılması ve “illallah” derken indirilmesi sünnet olmakla birlikte bazı âlimler yerli yerince yapmakta zorlanan kişinin bunu terketmesini uygun görmüştür. Şâfiîler’e göre “illallah” denildiğinde şahadet parmağı kaldırılır ve ilk teşehhüdde ayağa kalkıncaya, son teşehhüdde selâm verinceye kadar öylece bırakılır.

Teşehhüdün Arapça aslını bilmeyenlerin asıl metni öğreninceye kadar tercümesini okumaları câizdir. Arapça’sını bilen kişilerin tercümesini okuması hususunda farklı görüşler ileri sürülmüş. Fıkıh âlimleri İbn Mes‘ûd’un rivayet ettiği, “Teşehhüdü gizli okumak sünnettendir” hadisini (Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 180; Tirmizî, “Ṣalât”,101) delil göstererek teşehhüdün gizli okunmasının sünnet olduğunu, ancak açıktan okunması halinde sehiv secdesi gerekmediğini söylemişler. [3]


[3] Kaynak <https://islamansiklopedisi.org.tr/tesehhud> 

El-Halîm/Allahümme salli

Bugüüç ayların 35.ncisi, Corona günlerinin de 372.ncisi. İnşallah üç aylar boyunca her gün bir esmayı anarak ve namazda okunan sure, dua ve zikirleri öğrenerek bu manevi süreci değerlendirmeye devam ediyorum.

Sırada Esma ül Hüsnanın otuzbeşincisi El-Halîm' var. Yine namazda secdelerden sonra son oturuşlarda ((Ka`de-i Âhire) tahiyyatın ardından okuduğumuz salavat dualarından Allahümme salli" ile ilerliyoruz.

EL-HALÎM: الحليم “Sabırlı ve temkinli, akıllı ve ağır başlı olmak” mânasındaki hilm masdarından sıfat olup “sabırlı ve temkinli olan, acele ve kızgınlıkla muamele etmeyip ileride meydana gelecek gelişmelere fırsat tanıyan” demekmiş. Dil âlimleri kelimenin, “kudreti olduğu halde cezalandırmayan” ve “cezayı büsbütün terketmeyip gelişmelere göre hareket eden” şeklindeki iki anlamına dikkat çekmişler (Lisânü’l-ʿArab, “ḥlm” md.; Ebü’l-Bekā, s. 404, 560; Zeccâc, s. 45).

Bu manada “Halîm” esmâ-i hüsnâdan biri olarak “sabırlı, acele ve kızgınlıkla muamele etmeyen” mânasına geliyor.

Halîm kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’in on beş yerinde geçmekte olup bunlardan on birinde Allah’a, ikisinde Hz. İbrâhim’e, birinde Şuayb’a, birinde de İsmâil peygambere izâfe edilmiş (bk. M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ḥalîm” md.). Allah’ın ismi olarak zikredilen halîm tek başına kullanılmayıp altı âyette “bütün günahları bağışlayan” anlamındaki gafûr, üç âyette “hakkıyla bilen” anlamındaki alîm, bir âyette “her şeyden müstağni olan, kendi dışındaki her şeyin O’na muhtaç olduğu varlık” mânasındaki ganî, bir âyette de “az iyiliğe çok mükâfat veren” mânasındaki şekûr ismiyle birlikte zikredilmiş. Bu kullanılış kelimenin mânasına açıklık getirdiği gibi ona zenginlik ve derinlik de kazandırmaktadır.

İlgili âyetlerin incelenmesinden anlaşılacağı üzere halîmin gafûr ismiyle beraber kullanıldığı yerlerde kulların işleyebileceği bazı günahlardan söz edilmekte, bu tür günahları işleyenlerin âcilen cezalandırılmayıp dönüş yapmalarına (tövbe) fırsat tanınacağı belirtilmekte (bk. el-Bakara 2/235; Âl-i İmrân 3/155; el-Mâide 5/101; el-İsrâ 17/44; Fâtır 35/41).

Alîm ile birlikte kullanıldığı üç âyetten birinde mirasın taksimi anlatılmakta ve bu hususta ortaya konan ölçülerin insanlığın mutluluğunu dileyen Allah’ın bir öğüdü olduğu, O’nun bütün hak ve hukuk türlerini bildiği, mirasın bölüştürülmesinde yapılabilecek bazı yanlışlıkları da hemen cezalandırmayacağı ifade edilmekte (en-Nisâ 4/12).

Diğer iki âyetin birinde Allah yolunda hicret edip sıkıntılara katlananları iyi âkıbetlerin beklediği müjdelenmekte ve bu tür sosyal çalkantılar karşısında ilâhî müdahalenin bilgiye ve temkine dayandığı anlatılmakta (el-Hac 22/59), diğerinde de Allah’ın, gönüllerde saklanan her sırra vâkıf olmasına rağmen sabır ve teennî ile muamele ettiği bildirilmekte (el-Ahzâb 33/51).

Halîmin ganî ismiyle beraber kullanıldığı âyet, malî konuların ve Allah rızâsı için karşılıksız harcamada bulunmanın işlendiği âyetler içinde yer almakta (el-Bakara 2/263), şekûr isminden hemen sonra yer aldığı âyette de ödünç para verenlerin Allah tarafından fazlasıyla mükâfatlandırılacağı beyan edilmekte (et-Tegābün 64/17).

Özellikle bu son iki kullanılış halîmin, “hak edilmiş cezaları hemen uygulamayıp mühlet veren” anlamının yanı sıra “yapılan iyilikleri ve faziletli davranışları bazı eksiklikleri hesaba katmadan fazlasıyla mükâfatlandıran” mânasını da içerdiğini göstermektedir.

Halîm, doksan dokuz ilâhî ismi ihtiva eden rivayetlerin ikisinde de yer aldıktan başka (İbn Mâce, “Duʿâʾ”, 10; Tirmizî, “Daʿavât”, 82) Kütüb-i Sitte’de ve Ahmed b. Hanbel’in el-Müsned’indeki çeşitli rivayetlerde de Allah’a nisbet edilmiştir (bk. Wensinck, el-Muʿcem, “ḥalîm” md.).[1]

'O' yumuşak davranan, yumuşak muâmele eden, yumuşaklık sahibi olan, hilmi çok olan, ceza vermede acele etmeyen, günahkârların cezâsını vermeye güç yetirdiği halde bunu acele yapmayıp, onlara yumuşak davranarak cezâlarını geriye bırakan, teenni sahibi olan, kullarına cezada acele etmediği gibi, hilm sahibi olan, hilmi çok olan, acıması ve bağışlaması onun öfkesinden daha da önde olan, kulları ona isyan etse bile hemen öfkelenmeyen, kullarına karşı yumuşak davranandır" manasına geliyor.


ALLAH
ÜMME SALLİ:  صَلِّ 
اللَّهُمَّ Allahümme Salli ve Allahümme Barik duaları namazlarda son oturuşlarda okunan iki dua. Kısaca "Salli Barik" diye bilinen bu dualar içinde Peygamber Efendimiz'e (sav) salavat getirilen dualar olarak "Salavat Duaları" olarak biliniyor.

Son oturuşlarda Salli Barik dualarının okunması hadisle sabitmiş. Kaynak olarak da şu hadise gösteriliyor: Kâ’b İbn Ucre (r.a) anlatıyor: “Hz. Peygamber (sav) bizim yanımıza geldi. Biz dedik ki: “Ey Allah’ın Rasûlü! Biz sana nasıl selâm getireceğimizi biliyoruz. Allah bize, sana nasıl selâm vereceğimizi bildirdi. Fakat nasıl salât getireceğiz? Bunu bilmiyoruz. Sen de bize, sana nasıl salât getireceğimizi öğret. Bunun üzerine bize salât dualarını şöyle öğretti." (Buhârî, Tefsîru Sûre, 33/10, Enbiya, 10, Deavât, 31, 32; Müslim, Salât, 65, 66 , 69; Tirmizî, Tefsîru Sûre 33/23) Bundan dolayı namazlarda bu duaları okumak Hanefi ve Mâliki mezhebine göre sünnet oluyor. Şafiî ve Hanbeli mezhebine göre ise en az "Allahümme salli alâ Muhammed" demek farzmış.

Peygamber Efendimiz'e (sav) salavat getirilmesi Kur'an-ı Kerim ayetlerinde de geçiyor. Meselâ: üphesiz Allah ve melekleri Peygamber'e salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin, selam edin." (Ahzab Suresi, 56. ayet)

Bu nedenle salavat hem Allah buyruğu hem de Resullulah tavsiyesi. Bu salavatları getirmenin en güzel yolu da namazlarda okuduğumuz Salli Barik duaları. İki duanın da anlamları hemen hemen aynı. Birinde "rahmet eyle" (Kemâ salleyte), diğerinde "bereket eyle" (Kemâ barekte) kelamı var.

Biz müslümanlar, bütün peygamberleri derin bir saygıyla andığımız gibi özellikle “Allahümme salli” ve “Allahümme bârik...” diye başlayan dualarımızda Peygamber efendimizin yanında Hz. İbrâhimi de anıyoruz.[2]

“Allâhümme salli ‘alâ Muhammedin ve ‘alâ âli Muhammed. Kemâ salleyte ‘alâ İbrahîme ve ‘alâ âli İbrahîm. İnneke hamîdün mecîd.”

“Allah’ım! Muhammed’e ve Muhammed’in ümmetine rahmet eyle; şerefini yücelt. İbrahim’e ve İbrahim’in ümmetine rahmet ettiğin gibi. Şüphesiz övülmeye lâyık yalnız sensin, şan ve şeref sahibi de sensin.”

17 Mart 2021 Çarşamba

17 Mart 2021 23:00 Pazartesi CORONA GÜNLERİ................................El-adl/Sübhâne Rabbiyel-a'lâ-El-lâtîf/Sübhânallah

El-adl/Sübhâne Rabbiyel-a'lâ

Bugün üç ayların 32.ncisi, Corona günlerinin de 369.ncusu. İnşallah üç aylar boyunca her gün bir “esma”yı anarak ve namazda okunan sure, dua ve zikirleri öğrenerek bu manevi süreci değerlendirmeye devam ediyorum.

Sırada Esma ül Hüsna’nın otuzikincisi “El-Adl’' var. Yine namazda SECDE'ye varıldığında söylenen “Sübhâne Rabbiyel-a'lâ" teşbihiyle ilerliyoruz.

Ama önce CORONA NOTLARI’mızı paylaşalım:

TÜRKİYE AŞI TABLOSU'na göre 16 Mart 2021, Salı saat 17:52 itibariyle Toplam Yapılan Aşı Sayısı 12 milyona (11.943.650) yaklaşmış durumda. Bunların 7.968.791'i 1.Doz,  3.974.859'i ise 2.Doz Uygulama. Aşının olumlu etkisi hasta, yoğun bakım ve vefat sayılarına olumlu şekilde yansıyor.

15 Mart itibariyle Tüm dünyada toplam vaka sayısı 120 milyonu (120.176.364) geçmiş. 1 milyon kişi başına vaka sayısı 15.455 görünüyor. Vefat sayısı ise 2,6 milyonu (2.659.578) aşmış durumda. Ölüm oranı %2,22 seviyesinde.

Türkiye'de ise toplam vaka sayısı 3 milyona (2.894.893) doğru gidiyor. Mevcut durumda 1 milyon kişi başına vaka sayısı 34.813 olmuş. Vefat sayısı ise 30 bin (29.552) sınırında. Ölüm oranı %1,02 görünüyor.


Ülkemizde 1 Marttan beri yeni mutasyonlardan kaynaklı bir vaka artışı yaşanıyor. 28 Şubatta 8.424 olan vaka sayısı 15 gün sonra 15.503'ya yükselmiş bulunuyor. Vaka/test oranına bakacak olursak bu artışı daha net görebiliyoruz. %7,7'den %10,26'ya ulaşmış. Yani test olan her 100 kişinin 11'e yakını pozitif çıkıyor.

Tablodan da görülebileceği üzere artış hasta sayılarını daha az etkilemiş durumda. 28 Şubatta günlük 610 sayısındaydık. 15 Martta bu rakam 858'e çıkmış. Daha yavaş olmakla birlikte ağır hastalarda da artış var. 1.191'den 1.425'a yükselmiş. Bu vaziyet henüz vefatlara yansımış değil. Şimdilik ortalama 65 dolayında. İyileşenlerin oranı ise %95,3'ten %93,9'a düşmüş görünüyor.

Dün kabine toplantısı vardı. Alınan karar “Bir süre daha izleyelim oldu”. Bu Türkiye risk haritasının şimdilik değişmediğini gösteriyor. Ama bazı illerde yükselme, bazılarında gerileme olduğu da anlaşıldı. İller kendi çaplarında bölgelerinde tedbirleri sıkılaştıracaklar. Renk değişimi olursa bunun anlamı bazı bölgelerde kısıtlamaların yeniden gelmesi olabilir. 

EL-ADL: العدل Adl, “doğru olmak, doğru davranmak, adaletle hükmetmek; eşitlemek” vb. mânalara gelen bir masdar. Ayrıca “doğruluk, hakkaniyet ve adalet” anlamlarıyla isim olarak kullanıldığı gibi, “çok âdil” anlamında sıfat olarak da kullanılıyor.

Adl, Allah’ın doksan dokuz ismini sayan esmâ-i hüsnâ hadisinde (bk. Tirmizî, “Daʿavât”, 82) yer alıyor. Kur’ân-ı Kerîm’de çeşitli müştaklarıyla birlikte yirmi sekiz âyette geçerse de bunların hiçbirinde Allah’ın adalet sıfatını ifade eder mahiyette kullanılmamış.

Yalnız bir âyette (bk. el-En‘âm 6/115) Allah’ın sözünün adaletli olduğu belirtiliyor. Ancak birçok âyette Allah, adaletin zıddı olan zulümden tenzih edilmiş, ayrıca “adl” mânasına gelen kıst da Kur’an’da ve hadislerde Allah’a izâfe edilmiş (bk. Âl-i İmrân 3/18; Yûnus 10/4, 47, 54; Tirmizî, “Daʿavât”, 82; İbn Mâce, “Duʿâʾ”, 10). Yine adl ve adalete yakın bir mâna ifade eden hayrü’l-hâkimîn (bk. el-A‘râf 7/87) ve ahkemü’l-hâkimîn (bk. et-Tîn 95/8) de Kur’an’da Allah’a nisbet edilmiş. [1]

Adl, Allah’ın isimlerinden biri olarak kullanıldığında mübalağa ifade eden bir sıfat olup'O' son derece adaletli olan, hiçbir şeyde aşırılığa düşmeyen, çok âdil, asla zulmetmeyen, hakkaniyetle hükmeden, haktan başkasını söylemeyen ve yapmayan, mutlaka ve daima adil olarak hükmeden, gerçekten tam adalet sahibi olan, Mutlak adaletle herşeyi yerli yerinde yapan, tüm yaptıkları hak ve adalet üzere olan" manasında.


SÜBHÂNE RABBIYE'L-ÂLÂ: عْلَى رَبِّىَا سُبْحَانَ  Namazda Rükû'dan sonra secde geliyor. "Allahü Ekber" diyerek secdeye varıldığında önce dizler, sonra eller, daha sonra da alın ve burun yere konur. Secdede baş iki elin arasında ve hizasındadır. Erkekler, secdede dirseklerini yanlarından uzak, kollarını yerden kalkık bulundururlar. Ayaklar, parmaklar üzerinde dik tutulur ve parmak uçları kıbleye gelecek şekilde yere konur. Kadınlar, secdede kollarını yanlarına bitişik halde bulundururlar. Ayaklar, parmaklar üzerine dik tutulur ve parmak uçları kıbleye gelecek şekilde yere konur. Secdede iken ayaklar kaldırılmaz ve burun kenarlarına bakılır. Burada üç kere "Sübhâne Rabbiye'l-âlâ" denilir.

Secdede en az üç kere "Sübhâne rabbiye'l-a‘lâ" dedikten sonra yine "Allahüekber" diyerek ara oturuşu (celse) yapar, sonra yine "Allahüekber" diyerek ikinci secdeye gider ve yine üç kere "Sübhâne rabbiye'l-a‘lâ" dediktensonra "Allahüekber" diyerek ikinci rek‘ata kalkılır.

Secdede, başı secdeye koymak farz. Üç kerre (Sübhânallah) diyecek kadar eğlenmek vâcib. Üç kerre (Sübhâne rabbiyel-a'lâ) demek sünnet imiş. Beş kerre veyâ yedi kerre demekse müstehab.

Böylece namazda her "Sübhane rabbiye'l-a'lâ" deyişimizde Allah'ı (c.c) "Aliyy" ismi ile anmış oluyoruz. "Sübhâne Rabbiye'l a'lâ" demek "Ulu Rabbim (her çeşit kusurdan) münezzehdir.", "Büyük olan Rabbim her türlü noksan sıfatlardan uzaktır" , "En yüce olan rabbim her türlü kusurdan uzaktır.", "Ey Yüce Rabbim! Seni bütün noksan sıfatlardan tenzih ederim" anlamına geliyor.

Celse namazda iki secde arası en az bir kere “Sübhânellah" diyecek kadar oturmakmış. Hanefilere göre celse ve kavme, vacip. Yanılarak terk edilirse sehiv secdesi yapmak gerekiyor. Bilerek terk edilirse tahrimen mekruh olduğundan namazın iade edilmesi gerekiyor. İmam Şâfiî, Mâlik ve Ahmed b. Hanbel’e göre ise celse ve kavme farz, bilerek terk edilirse namaz bozuluyor. (İbn Âbidîn, Reddü’l-muhtâr, II, 149, 157; İbn Kudâme, el-Muğnî, II, 423; Nevevî, Ravda, II, 356-357). 

Ebû Hureyre (r.a.) şöyle anlatmış: “Hz. Peygamber bir gün mescide girdi, peşinden de bir adam gelerek namaz kıldı. Sonra gelip Hz. Peygamberi selamladı. O da selamını aldı ve ‘dön ve namazını yeniden kıl’ dedi. Bu durum üç kez tekrar etti, sonuncusunda şöyle buyurdu: ‘Namaz kılacağın zaman tekbir al, sonra Kur’an’dan bildiğin kolay gelen bir yeri oku, sonra rükûya eğil ve uzuvların yerleşip rahatlayıncaya kadar rükûda kal. Daha sonra rükûdan kalk ve iyice doğrul. Sonra secdeye git ve orada uzuvların yerleşip rahatlayıncaya kadar kal. Daha sonra iyice yerleşinceye kadar otur, sonra tekrar secdeye kapan ve orada uzuvların yerleşip rahatlayıncaya kadar bekle. Bütün namazlarında böyle yap.” (Buhârî, Ezan, 95)[2] 



[2] Kaynak <https://kurul.diyanet.gov.tr/Cevap-Ara/155/namazda-kavme-ve-celsenin-hukmu-nedir--ne-kadar-beklemek-gerekir-?enc=QisAbR4bAkZg1HImMxXRn5PJ8DgFEAoa2xtNuyterRk%3d> 

El-Lâtîf/Sübhânallah

Bugün üç ayların 33.ncüsü, Corona günlerinin de 370.ncisi. İnşallah üç aylar boyunca her gün bir “esma”yı anarak ve namazda okunan sure, dua ve zikirleri öğrenerek bu manevi süreci değerlendirmeye devam ediyorum.

Sırada Esma ül Hüsna’nın otuzüçüncüsü “El-Lâtîf’' var. Yine namazda iki SECDE arasında yani ara oturuşu sırasında Sübhânallah" diyerek tesbih edecek kadar celse yapmayla ilerliyoruz.

EL-LÂTİF: اللطيف  Sözlükte “nazik ve merhametli davranmak, iyi muamele etmek” anlamındaki lutf kökünden sıfat olan latîf kelimesi “nazik ve yumuşak davranan, yumuşaklıkla muamele eden” demekmiş. Aynı kelime letâfet kökünden türemiş kabul edilerek “ince ve şeffaf, küçük ve hacimsiz olan” mânasında da kullanılıyor.

Latîf ismi Kur’ân-ı Kerîm’in yedi yerinde geçmekteymiş. Her ne kadar bazı âlimler latîfte “lutuf ve ihsanda bulunma” mânasının ağır bastığını söylüyorsa da (İbn Fûrek, s. 53; Fahreddin er-Râzî, s. 253-254) Kur’an’daki bütün kullanılışlarında “hiç kimse tarafından bilinip sezilemeyen en ince noktalara vâkıf olma” anlamının hâkim olduğu görülmekte.

Özellikle Allah’ın, insanların bütün gizli konuşmaları ile zihin ve gönüllerinde barındırdıkları düşünce ve duygulara vâkıf olduğunu ve yaratıcı vasfı taşıyan bir varlığın bilmemesinin söz konusu edilemeyeceğini ifade eden âyetlerde (el-Mülk 67/13-14), Hz. Lokman’ın, oğluna öğüt verirken her davranışının -hardal tanesi kadar bile olsa, bir kayanın içinde, göklerde veya yerin derinliklerinde de bulunsa- Allah tarafından bilinip ortaya çıkarılacağı yolunda uyarıda bulunduğunu beyan eden âyette (Lokmân 31/16), ayrıca Hz. Peygamber’in eşlerine hitap eden âyette (el-Ahzâb 33/34) geçen latîf isminin bilmeye yönelik muhtevası açıkça ortaya çıkıyor.

Bunun yanında Hz. Yûsuf’un mazhar kılındığı ilâhî nimetlerden söz eden (Yûsuf 12/100), Cenâb-ı Hakk’ın indirdiği yağmurla yeryüzünü yeşertmesi ve kullarına dilediği nimetleri vermesinden bahseden (el-Hac 22/63; eş-Şûrâ 42/19) âyetlerde geçen latîf isminde “ikram ve ihsan” mânasının ağırlık kazandığını söylemek mümkün. En‘âm sûresinde hiçbir gözün Allah’ı idrak edemeyeceği, fakat O’nun yaratılmışların bütün idrak vasıtalarını ihata ettiğini ifade eden âyette ise (6/103) hem zât-ı ilâhiyyenin belli şartlar çerçevesinde fonksiyoner olabilen insana ait göz idrakinden münezzeh olduğu hem de kendisinin her şeyi görüp bildiği mânası hâkim.

Latîf, yer aldığı yedi âyetin beşinde habîr ismiyle birlikte ve ondan önce yer almış. Böylece iki isim ilâhî ilmin enginliğini ve derinliğini ifade etmede birbirini desteklemiş, ayrıca Allah’ın lutuf ve ihsanının yerli yerinde oluşunu vurgulamıştır.

Latîf, hem Tirmizî (“Daʿavât”, 82) hem de İbn Mâce’nin (“Duʿâʾ”, 10) esmâ-i hüsnâ listesinde yer almış, ayrıca habîr ismiyle birlikte başka hadis rivayetlerinde de geçmiştir (Müslim, “Cenâʾiz”, 103; Nesâî, “Cenâʾiz”, 103). [1]

Latîf Allah’ın isimlerinden biri olarak “fiillerini rıfk ile gerçekleştiren, kullarına iyilik ve merhamet eden, yaratılmışların ihtiyacını en ince noktasına kadar bilip sezilmez yollarla karşılayan, zâtı duyularla algılanamayan, en gizli ve ince hususları dahi bilen” anlamlarına gelir (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “lṭf” md.; Lisânü’l-ʿArab, “lṭf” md.).

Bu bağlamda; 'O' en ince işlerin bütün inceliklerini bilen, lütuf ve ihsan sahibi olandır. "Her işin inceliğini bilip, hiç umulmadık yoldan kullarına iyilik ulaştıran, Lütfu ve keremi bol olan, Sonsuz lütuf ve hikmet sahibi olan, Gizli açık en ince işlerin detayını, kalplerde olanı da bilen" manasına geliyor.


SÜBHÂNALLAH
: 
اللهسبحان  Allah’ın noksan sıfatlardan münezzeh ve yüce olduğuna inanıp bunu sözleri ve davranışlarıyla belirtme anlamında "tesbih" terimi. Sübhânellah, Türkçeye sıklıkla "Allah münezzehtir" şeklinde çevirilen, Türkçe diziliş ile "Allah Subhan'dır" anlamında olan Arapça bir ifade. Subhan ve Allah kelimelerinin birleşiminden oluşuyor.[2]

Subhan kelimesi arapça S-B-H kökünden türemiş. Kök anlamı; (batmadan, üzerinde)yüzmek, ileriye yuvarlanmak, hızla uzaklaşmak, hızlı olmak anlamında.

Secdeden sonra "Allahü Ekber" diyerek baş secdeden kaldırılıp diz üstü oturulur. Otururken, parmaklar dizlerin hizasına gelecek şekilde eller uylukların üzerine konur ve kucağa bakılır. Burada "Sübhânellah" diyecek kadar kısa bir an oturulur. Bu aralığa "celse" deniyor. İşte iki secde arasında doğrulup oturdukda, bir kerre (Sübhânallah) diyecek kadar eğlenmek, İmâm-ı Ebû Yûsüfe göre farz. Ve tarafeyn kavline göre, vâcib olup, ba'zıları sünnet demişler ise de, esah olan vâcibmiş.

Kuran'da birçok ayette, bu kökten türemiş birkaç farklı anlamda olan kelimeler bulunmaktaymış. Örneğin; (Enbiyâ-33) ...kullun fî felekin yesbehûn(e) / ...her biri bir yörüngede yüzmekte(dir). (Kalem-28) ... / ...levlâ tusebbihûn(e) / niçin tesbih etmiyorsunuz?... (niçin Mutlak-Üstünlüğünü aklınıza getirmiyorsunuz?) (Kalem-29) .../ Kâlû subhâne rabbinâ... / Rabbimiz Subhan'dır... dediler. (Sahibimiz Mutlak-Üstün 'dür dediler.)

Hadis'lerde ise Subhanallah ifadesi; "Allah'ın tüm olumsuz sıfatlardan uzak bilinmesi" şeklinde açıklanmış.

Yukarıdaki bilgiler doğrultusunda, Subhan kelimesi; Sıfat olarak: “tüm olumsuz sıfatlardan uzak olan, soyutlanmış, tertemiz, pak, arınık, mutlak-mükemmel, mutlak-üstün demek. Fiil olarak: tüm olumsuz sıfatlardan uzak olarak kabul etmek, soyutlamak, tertemiz bilmek, paklamak, arındırmak, şanını yüceltmek” gibi anlamlara sahip.

Dolayısı ile, Subhan'Allāh ifadesinin en yakın Türkçe kelime karşılığı “Allah Kusursuz[dur], Allah Arınık[tır] veya Allah Mutlak-Üstün[dür]” şeklinde. [3]

17 Mart 2021 Çarşamba REİS Gazetesi/sayı205...................................Str.1.1.1 Hedefleri(III)

Str.1.1.1 Hedefleri(III)

Bir buçuk yıldır ‘Susurluk için bir Stratejik Plan önerisi’ geliştiriyoruz. Bunun için ‘Yeşilelma’ vizyonumuzun temel amaçlarından biri ‘AMAÇ.1-BÖLGESİNDE YÜKSELEN, ÖNE ÇIKAN GELİŞMİŞ BİR SUSURLUK’.  Onun da ‘StrA.1.1-Sosyal ve ekonomik kalkınma’ başlıklı bir Stratejik amacı ve ‘Str.1.1.1-Güçlü yanları ve fırsatları kullanma’ stratejisi var. İşte şu anda bu çerçevede öngördüğümüz hedeflerin ‘Nasıl yapılacağı’ üzerinde çalışıyoruz. ‘Nereye ulaşmak istiyoruz?’ başlıklı ikinci aşamada bu strateji için toplam 71 hedef belirlenmişti. Geçen haftalar bu hedeflerden ‘01-NÜFUS VE SOSYAL HAYAT’ başlığı altında 2, ‘02-KONUM’ başlığında 3, ‘03-KALKINMA VE TEŞVİKLER’ başlığında 3, ‘04-ULAŞIM’  başlığında 3 ve ‘05-LOJİSTİK’ sektöründe 2adet olmak üzere toplam 13 hedefle ilgili çalışma REİS gazetesinde yayınlanmış oldu. Bu hafta da inşallah aynı yöntemle  ‘06- ENERJİ VE DOĞAL KAYNAKLAR’ başlığında 4 ve ‘07-TURİZM başlığında 11 olmak üzere toplam 15 hedefin nasıl gerçekleşebileceğini ortaya koymaya çalışacağız. Kuşkusuz bu hedeflerin gerçekleştirilmesinde genel ortak ‘nasıl?’ yazımızın başlığını oluşturan ‘Str.1.1.1-Güçlü yanları ve fırsatları kullanma’ stratejimizin uygulanmasıdır. Zira söz konusu strateji Susurluk için belirlenmiş 12 başlıklı sektör/alanlarda öngörülmüş bulunan güçlü yönlerden ve orta vadede çevreden yönelecek fırsatlardan azami ölçüde yararlanmayı amaçlıyor. Böylece ilçemizin güçlü yönlerinin daha da güçlendirilmesi mümkün olabilecek.

Bu yazımızın ilk başlığı ‘06- ENERJİ VE DOĞAL KAYNAKLAR’ sektörü için 4 hedef belirlenmişti. Bunlar için de esas alınan güçlü yönler ‘GY.06.1-Rüzgâr enerjisi kapasitesi’, ‘GY.06.2-Güneş enerjisi’, ‘GY.06.3-Biyogaz potansiyeli’ ve ‘GY.06.4-Jeotermal kaynaklar’ idi. Nitekim öngörülen ilk hedef Susurluğun mevcut Rüzgâr enerjisi kapasitesinden yararlanmak ve bu alandaki kapasitenin geliştirilmesini sağlamak üzere; ‘HDF.1.1.1.14-İlçemizde yapılan Rüzgâr enerjisi yatırımını en az üç katına çıkarmak’ oldu. Bunun için elbette ‘DEĞ.10-Cazip yatırım imkânları’ ve ‘DEĞ.11-Bozulmamış doğal çevre’ gibi değerlerimiz söz konusu. İlke olarak ise; ‘İLK.4-Planlı değişim dönüşüm’ ve ’İLK.5-Birlikte başarmak’ şeklindeki temel kriterlerimiz bize yardımcı olacak. Hedefin gerçekleşmesinde ilgili ve sorumlu olanlar da önem sırasına göre; Tic.San.Odası Borsa (TSOB), Kaymakamlık (K), Belediye (B), Siyasi Partiler (SP) ve Stratejik Plan Ekibi (SPE) oluyor. Bu sektörde aynı rüzgâr enerjisi gibi güneş enerjisi potansiyeli de var. Bu nedenle ilçemizde Güneş enerjisi üretimini arttırmak üzere ‘HDF.1.1.1.15-Güneş enerjisi üretim işletmelerini teşvik etmek’ hedefi düşünüldü. Bu konuda dayanılacak temel değerler, ilkeler ve sorumlular ilk hedefle tıpatıp aynı. O yüzden tekrar edilmeyecek. Yöremizdeki yaygın hayvancılık ve tarım faaliyetleri sebebiyle ilçemizde de zengin bir Biyogaz potansiyeli olduğu varsayılıyor. Ancak bu potansiyel ne ölçülebilmiş ne de değerlendirilebilmiş değil. Bu açıdan meselâ uygun olan noktalarda ‘HDF.1.1.1.16-Biyogaz enerji üretimi için GMKA desteğinde projeler yapmak’  hedefi pekâlâ yararlı olabilir. ‘DEĞ.8-Fabrika, marka ve tesislerimiz’, ‘DEĞ.9-Ulaşım ağları üzerindeki konumumuz’ ve ‘DEĞ.11-Bozulmamış doğal çevre’miz bu konuda yararlanmamız gereken değerler. Ayrıca bu yolculukta bize rehberlik edebileceği düşünülen temel ilkeler ise; ‘İLK.4-Planlı değişim dönüşüm’ ve ‘İLK.5-Birlikte başarmak’ olacaktır. Ayrıca hedefin gerçekleşmesini sağlayacak sorumlular da ilgi sırasına göre; Stratejik Plan Ekibi (SPE), Tic.San.Odası Borsa (TSOB), Kaymakamlık (K) ve Belediye (B) olabilir. STK olarak İlçe Ziraat Odası mutlaka işin içinde olmalı ve söz konusu projeler GMKA işbirliğinde yapılmalıdır. Son olarak yine ilçemizde var olan Jeotermal kaynakların değerlendirilmesi için ‘HDF.1.1.1.17-Jeotermal kaynak rezervleri ve özelliklerine uygun yatırımcılar bulmak’ hedefi öngörülmüştü. Bunun için ‘DEĞ.9-Ulaşım ağları üzerindeki konumumuz’, ‘DEĞ.10-Cazip yatırım imkânları’ ve ‘DEĞ.11-Bozulmamış doğal çevre’ değerlerimize dayanmak zorundayız. Ayrıca; ‘İLK.1-Önce insan, önce Susurluğun geleceği, Önce Vatan’, ‘İLK.2-İstikamet üzere olma’ ve ‘İLK.5-Birlikte başarmak’ şeklindeki ilkelerimiz bu uğurda bize yol gösterecektir. Bu hedef için görevli olanlar ise öncelik sırasına göre; Stratejik Plan Ekibi (SPE), Tic.San.Odası Borsa (TSOB), Kaymakamlık (K) ve Belediye (B) olmalı. Bu sektör için öngörülen 4 hedef de yörede var olduğu bilinen rüzgâr, güneş, biyogaz ve jeotermal potansiyelinin değerlendirilmesiyle ilgili. Bu sebeple her dört hedefin de ‘nasılı’ ortak: öncelikle söz konusu potansiyeller hakkında kaynak araştırması yaptırmak ve fizibilite sonuçlarını değerlendirmek. Ardından bölge belirlemeleri yaparak söz konusu yatırımlar için yer ve arazi tahsisleri yapmak. Son aşamada ise istekli uygun yatırımcıları davet edip tesis inşaları için yardımcı olmak. Böylece söz konusu hedefler gerçekleştiğinde yenilenebilir enerji potansiyeli ilçemiz için de üretim ve kazanca dönüşebilir. Örneğin ilçemizin elektrik ihtiyacı da eskiden olduğu gibi tamamen kendi imkânlarımızla karşılanabilir. Ayrıca bu çabalar sayesinde başta Tarım ve Hayvancılık olmak üzere Sanayi ve Turizm sektörlerine de çok farklı alanlarda çok farklı seviyelerde katkı sağlanmış olacak.

Bu haftaki yazımızın ikinci başlığı ‘07-TURİZM’ sektörü için ‘Str.1.1.1-Güçlü yanları ve fırsatları kullanma’ stratejisi çerçevesinde daha önce 11 hedef belirlenmişti. Bunlar için de esas alınan güçlü yönler; ‘GY.07.1-Alternatif turizm imkânları’, ‘GY.07.2-Keşfedilmeye hazır zengin sosyo-kültürel yapı ve değerler’, ‘GY.07.3-Termal turizm için Jeotermal potansiyel’, ‘GY.07.4-Geleneksel mola ve dinlenme tesisleri tecrübesi’ ve ‘GY.07.5-Ayranıyla meşhur, tost ve ayran için coğrafi konuma sahip olması’ idi. Güçlü yönlerin daha güçlü hale getirilmesi maksadıyla öncelikle Susurluğun mevcut Alternatif turizm imkânlarının geliştirilmesine yönelikHDF.1.1.1.18-Alternatif turizm için örgütlenmek’ hedefi ile işe başlanabilir. Bu örgütlenme Stratejik Plan Ekibinde oluşacak belli bir plan doğrultusunda; Kaymakamlık ve Belediyenin öncülüğünde; Kent konseyi, Esnaf kuruluşları, Dernekler, spor kulüpleri ve kurulacak turizm işletmeleri ile şekillenecektir. Amaç Susurluk’ta Alternatif turizm dönemini başlatmak ve bundan sosyal ve ekonomik kalkınma için yarar sağlamaktır. Bu konuda ikinci adım HDF.1.1.1.19-Belli zamanlarda alternatif turizm kampanyaları düzenlemek’ olacaktır. Çünkü Susurluğun misafire, yolcuya ve meraklısına ihtiyacı var. Onların da alternatif turizm bağlamında beklentileri bizde. İkisi arasındaki uzaklıkları yakın etmek ve önümüzü açmak gerekiyor.  Bunun için mutlaka ilçemizde keşfedilmeye hazır zengin sosyo-kültürel yapı ve değerlerimizi netleştirmeli ve öne çıkarabilmeliyiz. ‘HDF.1.1.1.20-Keşfedilecek değerlerimizi belirleyip sıralamak’ ve ‘HDF.1.1.1.21-Sosyo kültürel yapımız üzerinde yazılmış metin, obje ve görsel materyalleri toplamak’, ‘HDF.1.1.1.22-Tarihi İnebey binasını bir etnografya müzesine dönüştürmek’ ve ‘HDF.1.1.1.23-Sosyo kültürel yapımızı her alanda değerlendirerek turizme açmak’ gibi hedefler bunun içindi. Peki, nasıl yapılacak? Önerimiz şu: Öncelikle Stratejik Plan Ekibinde geniş bir katılımla bir dizi beyin fırtınası yapılmalı. Böylece keşfedilecek değerlerimiz belirlenip sıralanabilir. Bu arada gönüllü olanların desteklenmesiyle Susurluğun sosyo kültürel yapısı üzerinde yazılmış metin, obje ve görsel materyaller toplatılabilir. Bu objelerin muhafazası ve sergilenebilmesi için de tarihi İnebey binası Belediyeye devredilerek bir etnografya müzesi oluşturulabilir. Neticede bu müze de dâhil olmak üzere sosyo kültürel alanda öne çıkarılıp değerlendirilebilecek neyimiz varsa onları turizme açmak, gelen misafirlerin “Susurluk’ta gezilecek görülecek, yenilip içilecek ne var?” sorusuna kalıcı cevaplar bulabilmemiz gerekiyor. 
                
İlaveten biliyoruz ki Susurluk’ta termal turizm için önemli bir Jeotermal potansiyel var. Üstelik tarihi bir geçmişe de sahip. Ancak bu potansiyel alternatif turizm kapsamında yeterince değerlendirilebilmiş değil. Bu açıdan Ilıcaboğazı, Kepekler bölgesi ile Yıldız’da 
‘HDF.1.1.1.24-Termal turizmin gelişmesi adına GMKA desteğinde projeler yapmak’ hedefi pekâlâ önümüzü açabilir. ‘HDF.1.1.1.25-Sağlık turizmi için altyapı geliştirme ve tanıtım faaliyetleri gerçekleştirmek’ hedefi de bu konuda olmazsa olmaz bir adım. Bunun yanında ilçemizde var olan termal kaynakları turizme kazandıracak ‘HDF.1.1.1.26-Termal tesis yatırımcılarını bulup davet etmek’ hedefi de ilçemiz kalkınması için çok çok önemli. Aynı zamanda bu hamleler yöre insanımız için yeni kazanç ve istihdam kapıları demek. Bu hedeflerin gerçekleştirilmesi evvela GMKA desteğinde yapılacak proje çalışmalarına, sonra da sağlık turizmi ve termal tesis alanındaki gelişmelere bağlı. Bu da ‘İstikamet üzere olma’, ‘Amaç Birliğine riayet’, ‘Planlı değişim dönüşüm’ ve ’Birlikte başarmak’  ilkeleriyle hareket etmeyi gerektiriyor. Kuşkusuz tarihsel süreç içindeki geleneksel mola ve dinlenme tesisleri tecrübemiz kolayca dönüştürebileceğimiz bir başka güçlü yönümüz. Nitekim ‘HDF.1.1.1.27-İlçemizden geçen yolculara yönelik yeni bir atak başlatmak’ bu süreci hızlandırabilir. İlçemiz ayranıyla meşhur. Bu konu tarihsel olarak Susurluğun adıyla birlikte anıldı. Ayrıca bugün köpüklü ayran ve özel tostumuz için coğrafi konuma da sahibiz. O halde bu yönümüzü nasıl daha da güçlendirebiliriz sorusundan ‘HDF.1.1.1.28-Ayran ve tostumuz için bir üretim alt yapısı ve marka sahibi olmak’ hedefi ortaya çıkmıştı. Aslında bu konu için geç bile kalınmış. Nasıl yapılacağı sorusu orta vadede yeni bir dinlenme ve alışveriş konseptine ihtiyaç gösteriyor. Bu alanda faaliyet gösterecek işletmelerimizin öncelikle; içinde ilçemizin lezzetli çorba, köfte, kokoreç vb. gibi yöresel tatlarımızın, yöresel ürünlerimizin, fabrika satış stantlarımızın, kadınlarımızın el emeği göz nuru üretimlerinin ve zanaatkârlarımızın el sanatlarının değerlendirileceği bize özgü bir tesis mimarisi inşa edip geliştirmeleri gerekiyor. Bu arada üretim altyapısının gözden geçirilmesi, tedarik zincirinin sağlam olması ve markalarımızın pazarlanabilmesine imkân vermesi de lazım. Böyle bir alt yapı üzerine yeni bir tanıtım kampanyası yapmak çok daha kolay ve anlamlı olacaktır. Bütün bu hedefler için dayanacağımız değerler; ‘DEĞ.1-İyilik’, ‘DEĞ.3-Misafirperverlik’, ‘DEĞ.4-Yardımseverlik’, ‘DEĞ.5-Yetiştirdiğimiz değerli insanlar’, ‘DEĞ.6-Yöresel ürünlerimiz’, ‘DEĞ.7-El sanatlarımız’, ‘DEĞ.9-Ulaşım ağları üzerindeki konumumuz’ ve ‘DEĞ.11-Bozulmamış doğal çevre’mizdir. Elbette bu yolda ‘İLK.1-Önce insan, önce Susurluğun geleceği, Önce Vatan’, ‘İLK.2-İstikamet üzere olma’, ‘İLK.3-Amaç Birliğine riayet’, ‘İLK.4-Planlı değişim dönüşüm’ ve ‘İLK.5-Birlikte başarmak’ şeklindeki ilkelerimiz bize rehberlik edecektir. Peki, bunları kim yapacak? Bu hedefleri gerçekleştirmek önem ve öncelik sırasına göre; Kaymakamlık (K), Belediye (B), Tic.San.Odası Borsa (TSOB), Kent konseyi, Sivil Toplum Kuruluşları (STK), Siyasi Partiler (SP) ve Stratejik Plan Ekibinin (SPE) müşterek görevi.

Böylece Susurluğun ‘ENERJİ VE DOĞAL KAYNAKLAR’ ile ‘TURİZM sektörlerinde daha güçlü hale gelmesi mümkün olacağı gibi bu çabalar başta Tarım ve Hayvancılık olmak üzere, Sanayi ve lojistik sektörlerine de katkı sağlayacaktır.Bunlar neticede tümüyle orta vadede Sosyal ve ekonomik kalkınma’mızı olumlu etkileyecek hususlar.  Bölgesinde yükselen, öne çıkan gelişmiş bir Susurluk istiyorsak Tarım ve Hayvancılık kadar, Enerji ve doğal kaynaklar alanında da, Turizm sektöründe de var olabilmeliyiz. Yenilenebilir enerji ve Alternatif turizm bu açıdan Susurluk için güçlü bir çıkış yolu sunuyor. Bu bir tercih değil aksine; gelişmek isteyen, daha güçlü bir Susurluk için mecburi istikamet gibi. 

yyalcin3@gmail.com