30 Mart 2021 Salı

30 Mart 2021 11:30 Salı CORONA GÜNLERİ................................El-Kerîm/Âyet-el-kürsî-Er-Rakîb/Tesbihat

El-Kerîm/Âyet-el-kürsî

Bugün üç ayların 45.ncisi, Corona günlerinin de 382.ncisi. İnşallah üç aylar boyunca her gün bir esmayı anarak ve namazda okunan sure, dua ve zikirleri öğrenerek bu manevi süreci değerlendirmeye devam ediyorum.

Sırada Esma ül Hüsnanın kırkbeşincisi El-Kerîm' var. Yine namazdan çıkıştan sonra tesbihat öncesinde okuduğumuz Âyet-el-kürsi" ile ilerliyoruz.

EL-KERÎM: الكريم Sözlükte “cömert olmak, iyi, ahlâklı, asil ve değerli olmak” anlamındaki kerem (kerâmet) kökünden sıfat olan kerîm “yaratılıştan cömert olan, insanın şerefiyle bağdaşmayan her türlü şeyden arınmış bulunan” demekmiş.

Kerem kavramı Allah’a nisbet edildiğinde “lutuf ve ihsanda bulunma” mânası ağır basıyor. Ebü’l-Kāsım ez-Zeccâcî kerîm kelimesinin muhtevasını “cömert olan, övgüye lâyık vasıfları şahsında toplayan, cezayı gerektiren davranışları affedip suçluyu bağışlayan” şeklinde üç noktada özetlemiş ve bu anlamların Allah için de söz konusu olduğunu söylemiş (İştiḳāḳu esmâʾillâh, s. 176).

Kerem kavramı, bazı kıraat farklarının göz önünde bulundurulması şartıyla Kur’ân-ı Kerîm’de on yerde Allah’a nisbet edilmiş. Kerîm ismi iki âyette rab kelimesiyle bağlantılı olarak kullanılmış, Mü’minûn sûresinde yer alan (23/116) “rabbü’l-arşi’l-kerîm” ifadesindeki kerîm lafzını rab kelimesinin sıfatı diye kabul eden kıraate göre bu isim Kur’an’da üç defa Allah’a nisbet edilmiş (Beyzâvî, III, 182; Bennâ, s. 321).

Bir âyette, “kerîm olanlarla mukayese edilemeyecek en üst derecede kerîm” anlamındaki ekrem ism-i tafdîli ile iki âyette yer alan ve “ikram sahibi” mânasına gelen (zü’l-)ikrâm sıfatı da O’na izâfe edilmiş. Bunlardan başka Allah lafzı ikram ve tekrîm masdarlarından türeyen dört fiilin fâili olarak da kullanılmış (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “krm” md.).

Kerîm ismi hem İbn Mâce hem Tirmizî’nin esmâ-i hüsnâ listesinde yer almış (“Duʿâʾ”, 10; “Daʿavât”, 82), diğer hadis rivayetlerinde de zât-ı ilâhiyyeye izâfe edilmiş (Müsned, II, 72; Tirmizî, “Edeb”, 41). [1]

'O' çok ikram edici, cömert, kerîmi olan kerem sâhibi, muktedirken affeden, cömertlik duygusunu veren, va’dini yerine getiren, fazilet türlerinin hepsine sahip, keremi lütfu ve bağışı bol olan,  her çeşit iyiliği veren,  Lütfu ve keremi çok geniş ve çok bol olan, tüm erdemleri kullarına bol bol ikram eden dağıtan, hiçbir karşılık gözetmeksizin onu kullarına ikram ve ihsan eden" demek.

ÂYET-EL-KÜRSÎ:  الكرسيآية   Namazların sonunda tesbihattan önce okunan Bakara suresi 255.nci ayetidir. Adını, âyetin içinde geçen ve “taht, hükümranlık, ilim, kudret” gibi mânalara gelen kürsî kelimesinden almış. Bu nedenle de “Âyetü’l-kürsî” adıyla anılıyor. Namaz kılarken de zammı sure olarak okunabiliyor. Bu dua niteliğinde olan bu ayet tevhidi ve Allah'ın isimlerini de içinde barındırmasıyla büyük bir öneme sahip.

“Âyetü’l-kürsî” hem muhtevası hem de üstün özellikleri sebebiyle dikkat çekmiş, hakkında hadisler vârit olmuş, çok okunmuş, şifa ve korunmaya vesile kılınmış. Kelime-i şehâdet ve İhlâs sûreleri nasıl İslâm inancının özünü ihtiva ediyor ve insanlara Allah Teâlâ’yı tanıtıyorsa Âyetü’l-kürsî de –onlardan daha geniş ve detaylı olarak– bu özelliği taşımakta.

Bir önceki âyette peygamberlerin getirdiği bunca âyet ve “beyyine”ye (imana götüren işaret ve delil) rağmen insanların ihtilâfa düştükleri, kiminin küfrü kiminin imanı tercih ettiği zikredilmişti. İnsanı imana götüren deliller, aklını kullanarak üzerinde düşüneceği “kendisinde ve yakından uzağa çevresinde (enfüs ve âfâk)”, peygamberleri desteklemek üzere Allah’ın onlara lutfettiği mûcizelerde ve vahiy yoluyla yapılan “sağlam delillere dayalı sözlü açıklamalar”da görülmekte. Bu âyet gerçek mâbudu arayanlar için eşsiz ve başka hiçbir kaynaktan elde edilemez bir açıklama ve delildir.[2]

Tamamı on cümleden ibaret olan Âyetü’l-kürsî’de Allah Teâlâ’nın birliği, O’nun hay (daima diri) ve kayyûm (zâtı ile kāim) olduğu, uyuklama ve dalgınlık gibi beşerî sıfatlardan münezzeh olup kâinatı kendi tasarrufunda bulundurduğu, O’nun izni olmadan kimsenin şefaat edemeyeceği, bilgisinin ezel ve ebedi kuşattığı, kudretinin arz ve semaları kapladığı ve zâtının çok yüce olduğu bildirilerek tevhid inancının esasları açık bir şekilde ifade edilmiş.

Âyetü’l-kürsî’ile ilgili bazı hadislerde Hz. Peygamber Kur’an’da en büyük âyetin Âyetü’l-kürsî olduğunu (Müslim, “Müsâfirîn”, 258; Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 352, “Ḥurûf”, 1),  bu âyetin içinde Allah’ın en yüce isminin bulunduğunu (Müsned, VI, 461) ve Kur’an âyetlerinin efendisi olduğunu (Tirmizî, “Feżâʾilü’l-Ḳurʾân”, 2) haber vermiş.

Bu hadislerde işaret edilen fazileti sebebiyle Âyetü’l-kürsî namazların sonunda tesbihat öncesi okunan bir âyet. Aynı inançla namaz dışında da sık sık okunan âyetler arasında.[3]


"All
âhü lâ ilâhe illâ hüvel hayyül kayyûm, lâ te'huzühu sinetün velâ nevm, lehu mâ fissemâvâti ve ma fil'ard, men zellezi yeşfeu indehu illâ bi'iznih, ya'lemü mâ beyne eydiyhim vemâ halfehüm, velâ yü-hîtûne bi'şey'in min ilmihî illâ bima şâe vesia kürsiyyühüssemâvâti vel'ard, velâ yeûdühû hıfzuhümâ ve hüvel aliyyül azim."

“Allah kendisinden başka hiçbir ilah olmayandır. Diridir, kayyumdur. Onu ne bir uyuklama tutabilir, ne de bir uyku. Göklerdeki her şey, yerdeki her şey onundur. İzni olmaksızın onun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, kulların önlerindekileri ve arkalarındakileri (yaptıklarını ve yapacaklarını) bilir. Onlar onun ilminden, kendisinin dilediği kadarından başka bir şey kavrayamazlar. Onun kürsüsü bütün gökleri ve yeri kaplayıp kuşatmıştır. (O, göklere, yere, bütün evrene hükmetmektedir.) Gökleri ve yeri koruyup gözetmek ona güç gelmez. O, yücedir, büyüktür.” [4]

“Allah, O’ndan başka tanrı yoktur; diridir, her şeyin varlığı O’na bağlı ve dayalıdır. Ne uykusu gelir ne de uyur. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. O’nun izni olmadıkça katında hiçbir kimse şefaat edemez. Onların önlerinde ve arkalarında olanları O bilir. O’nun ilminden hiçbir şeyi -dilediği müstesna- kimse bilgisi içine sığdıramaz. O’nun kürsüsü gökleri ve yeri içine almıştır. Onları korumak kendisine zor gelmez. O yücedir, mutlak büyüktür.” [5]

"Kendinden başka Tanrı olmayan, hep d,ri ve dimdik ayakta olan Allah'tır. Onu ne uyuklama tutar ne de uyku. Göklerde ve yerdeki her şey O'nundur. İzni olmadan, onun katında kim şefaat edebilir ki! O onların önlerindekini de bilir arkalarındakini de; onlar O'nun ilminden ancak dilediği kadarını öğrenebilirler. Onun hükümranlığı gökleri ve yeri kuşatmıştır! Onları koruyup yönetmek Allah'a asla güç gelmez! O her türlü idrakin üzerinde yücedir, her türlü idrakin üzerinde büyüktür!"[6]

"Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) şöyle buyurdular: "Her şeyin bir şerefi var. Kur'an-ı Kerim'in şerefesi de Bakara suresidir. Bu surede bir ayet vardır ki, Kur'an ayetlerinin efendisidir."[7]


[6] Beyânu’l-Hak, Prof.Dr.Zeki Duman, 3.cilt sayfa 124

[7] (Tirmizi, Sevabu'l-Kur'an 2, (2881)


CORONA NOTLARI:

29 Mart itibariyle Türkiye'de toplam vaka sayısı 3,5 milyona (3.240.577) yaklaşmış durumda. Vefat sayısı ise 31 bini (31.230) aşmış bulunuyor. Ölüm oranına baktığımızda yeniden yüzde birin üstüne çıkmış %1,44 görünüyor.

Öyle görünüyor ki yeni mutasyonlardan kaynaklı vaka artışı devam ediyor. 28 Şubatta 8.424 olan vaka sayısı 15 Martta 15.503'a, 26 Marta 29.081'e, 29 Marta da 32.404'e yükselmiş bulunuyor. Bu bir ay içinde %457, yani 4 kat bir artış demek. Uzmanlar artık bunu üçüncü dalga olarak nitelendiriyorlar.

Vaka/test oranında da bir yükseliş gözleniyor. 28 Şubatta %7,7 iken, 15 Martta %10,26'ya 26 Martta %13,2'ye 29 Martta ise %14,4'e ulaşmış bulunuyor. Yani test olan her 100 kişinin 14'ünden fazlası artık pozitif çıkıyor.

Tablodan da görülebileceği üzere artış hasta sayılarını da etkilemiş durumda. 28 Şubatta günlük 610 sayısındaydık, 15 Martta bu rakam 858'e çıkmıştı, 26 Martta 1.253'e, 29 Martta da 1.325 ulaşmış bulunuyoruz. Burada da artış %117 oldu.

Maalesef ağır hastalarda da artış devam ediyor. 1.191'den 15 Martta 1.425'a yükselmiş, 26 Martta da 1.810'a ulaşmıştı. 29 Martta ise 1.998'e yükselmiş görünüyor. Bu da %67,8 artış demek.

Vefatlar 15 Marta kadar ortalama 65 dolayındaydı. 11 gün içinde 26 Martta 153'e yükseldi. 29 Martta da 154'e ulaştığı anlaşılıyor. Bu da günde ortalama neredeyse 150 kişi demek. Bunun anlamı da vefatlarda da %1,37'nin üstünde bir artış olduğu.

İyileşenlerin oranı ise 28 Şubatta %95,3 iken 15 Martta %93,9'a, 26 Martta %92,8'ye, nihayet 29 Martta da  %91,8'e kadar inmiş bulunuyor.  

Durum ciddi. Bu yüzden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 29 Mart Kabine Toplantısı sonrası yeni koronavirüs tedbirleri duyurdu. İllere göre yeni risk haritası da paylaşıldı. 58 il yüksek riskli 'kırmızı' kategoriye dönerken, Türkiye'de düşük riskli tek il (mavi) Şırnak oldu.

Erdoğan, ''Bilindiği gibi illerimizi renklere ayırmıştık. Çok yüksek riskli grubu teşkil eden kırmızı kategorideki illerimizin sayısı, nüfusumuzun yüzde 80'ini teşkil eden 58 şehre ulaşmıştır" dedi.

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca da ''Virüs gücünü kaybetmiş değil. Bu haritayı maviye çevirmek elimizde. Aşı programı toplum bağışıklığını sağlayana kadar mücadele etmeliyiz. Zor olanı aştık kolay olanı kaybetmeyelim'' ifadelerini kullandı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan "Çok yüksek riskli grubu temsil eden kırmızı kategorideki iller nüfusumuzun % 80'ini temsil eden 58 şehre ulaşmıştır. Türkiye'nin tamamında sokağa çıkma sınırlaması akşam 21:00 ve 05 olarak her gün devam edecektir. Kırmızı kategorideki illerde, pazar günü uygulanan kısıtlama artık cumartesi ve pazar olarak sürecektir" ifadelerini kullandı.

Erdoğan ayrıca Ramazan ayı ile ilgili 'fedakarlık yapacağız' diyerek "Ülke genelinde hafta sonu sınırlaması uygulayacağız. Sadece Ramazan boyunca lokanta ve kafe gibi işletmeler hizmetlerini paket servisle sınırlandıracak. Yine ramazan boyunca toplu iftar ve sahur gerçekleştirilemeyecektir" dedi.

Çok şükür ki aşının olumlu etkisi hasta, yoğun bakım ve vefat sayılarına olumlu şekilde yansıyor. 29 Mart saat 23:12 itibariyle TÜRKİYE AŞI TABLOSU'na göre Toplam Yapılan Aşı Sayısı 15 milyona (15.204.966) yaklaşmış durumda. Bunların 8.547.408'i 1.Doz, 6.657.558'i ise 2.Doz Uygulama.

Er-Rakîb/Tesbihat

Bugün üç ayların 46.ncısı, Corona günlerinin de 383.ncüsü. İnşallah üç aylar boyunca her gün bir esmayı anarak ve namazda okunan sure, dua ve zikirleri öğrenerek bu manevi süreci değerlendirmeye devam ediyorum.

Sırada Esma ül Hüsnanın kırkaltıncısıEr-Rakîb’' var. Yine namaz sonrası yapılan Tesbihat" ile ilerliyoruz.

ER-RAKÎB: الرقيب Sözlükte “gözetlemek, kontrol etmek; beklemek, intizar etmek” anlamındaki rakb (rukūb, rekābet) kökünden türeyen rakīb kelimesi “gözetleyip kontrol eden” demekmiş. [1]

Kur’an’da rakīb ismi beş âyette geçmiş. Bunlardan biri Hz. Şuayb’ın iman etmeyen kavmine hitap ederken kullandığı, “Gerçekleşecek âkıbeti bekleyin, ben de sizinle birlikte beklemekteyim” meâlindeki ifadesinde yer alıyor (Hûd 11/93). Biri de “insanın her söylediği şeyi dinleyip gözetleyen ve yazan melek” mânasında kullanılmış. (Kāf 50/18).

Rakīb isminin zât-ı ilâhiyyeye nisbet edildiği üç âyetin biri, Hz. Îsâ’nın kendisinden sonra ümmetinin yegâne gözetleyicisinin Allah olduğunu vurgulayan niyazında geçiyor (el-Mâide 5/117). Diğer iki âyetin birinde Allah’ın insanları, diğerinde ise her şeyi gözetleyici olduğu bildirilmekte (en-Nisâ 4/1; el-Ahzâb 33/52).

“Senin rabbin her an gözetleme yerindedir” meâlindeki âyet de (el-Fecr 89/14) içerik olarak rakīb ismini açıklıyor.

Rakīb sadece Tirmizî’nin esmâ-i hüsnâ rivayetinde yer almakta [2] ve İbn Hacer’in Kur’an’dan derlediği doksan dokuz isim listesinde de bulunmakta.

Âlimler rakīb ismine genellikle “koruyup gözeten” (hafîz) mânası vermişler. Hiçbir şey bunun kapsamı dışına çıkmaz, dolayısıyla Allah’tan gizli kalmaz. O’nun bir an bile gaflet etmesi düşünülemeyeceğinden gözetim ve kontrolü altında bulunan bir mahlûkun oluşumu, varlığını sürdürmesi veya yok olup ortadan kalkması hususunda herhangi bir aksaklığın meydana gelmesi söz konusu değildir. Allah kullarının bütün hallerini bilmekte ve onların nefeslerini saymaktadır. [3]

Âlimler rakīb isminin geniş içeriğinde hakkıyla bilme, türüne göre bilgiye konu teşkil eden şeyi görme veya işitme, onu gözetip koruma unsurlarının bulunduğuna dikkat çekmişler. Bu açıdan rakībin alîm, basîr, semî‘, şehîd, müheymin ve hafîz isimlerinin özü olduğunu söylemek mümkün.

Rakīb isminin kuldaki tecellisi, onun bütün davranışlarının sürekli biçimde Allah tarafından gözetlendiğinin bilincini taşıması oluyor. Bu çizgi üzerinde yürüyen kul istikametten ayrılmamaya özen gösterir. Rakīb alîm, semî‘, basîr isimlerinin çizgisinde düşünüldüğü takdirde zâtî, taalluku ve tecelli alanı açısından bakıldığında ise fiilî isim ve sıfatlar grubuna girmekte. [4]

'O' bütün varlıklar ve bütün işler murakabesi altında bulunan; her şeyi gözetleyip kontrolü altında tutan; her işi, her varlığı, her an görüp gözeten, murakabe eden, denetleyen, bütün işlerini kontrol altında tutan; her şeyi gözetleyen, kullarını gözeten ve müşahedesi altında tutan" demek.

TESBİHAT: TESBİH التسبيح Allah’ın noksan sıfatlardan münezzeh ve yüce olduğuna inanıp bunu sözleri ve davranışlarıyla belirtme anlamında bir terim. Sözlükte “suda hızla yüzüp mesafe almak” mânasındaki sebh (sibâha) kökünden türemiş. Terim olarak Cenâb-ı Hakk’ı ulûhiyyetle bağdaşmayan her türlü eksiklik ve noksanlıktan tenzih etmeyi ifade ediyor. Aynı kökten sübhâne kelimesine lafza-i celâlin eklenmesiyle oluşturulan sübhânallah terkibi de tesbihle aynı anlamda. [5]

Tesbihat genellikle namazlardan sonra yapılan bir zikir ibadeti. Kuran-ı Kerim'den Ayetel Kursi gibi özel ayetler ile Allah'ı yücelten ve ona şükür arz eden “Sübhanallah, Elhamdülillah ve Allahu ekber” zikirlerinden ibaret. Tesbihat'dan sonra da dua ediliyor.


Tesbih "Ve Hüve-L-Aliyyü-L-Azimü Zül Celali Sübhanellah“(O yüce ve büyüktür, celal sahibidir; Allah’ı tesbih edelim” veya kısaca "Zülcelali Sübhân Allâh" ile başlatılıyor ve önce 33 kere "Subhan'Allāhاللهسبحان " deniyor. Anlamı: “Allah noksan sıfatlardan uzaktır, Allah noksanlardan uzaktır, kemal sıfatlarla muttasıf (sıfatlanmış)tır” demek. Türkçeye sıklıkla "Allah münezzehtir" şeklinde çevirilen, Türkçe diziliş ile "Allah Subhan'dır" anlamında. İfade, Subhan ve Allah kelimelerinin birleşiminden oluşuyor. Subhan/سبحان kelimesinin  arapça kök anlamı; (batmadan, üzerinde)yüzmek, ileriye yuvarlanmak, hızla uzaklaşmak, hızlı olmak anlamındaymış.

(Kalem-28) ...levlâ tusebbihûn(e) / niçin tesbih etmiyorsunuz?... (niçin Mutlak-Üstünlüğünü aklınıza getirmiyorsunuz?) ve (Kalem-29) ...Kâlû subhâne rabbinâ... / Rabbimiz Subhan'dır... dediler. (Sahibimiz Mutlak-Üstün 'dür dediler.) ayetlerinde geçiyor. Hadis'lerde ise Subhanallah ifadesi; "Allah'ın tüm olumsuz sıfatlardan uzak bilinmesi" şeklinde açıklanmış.

Tesbihat "Sübhane-L-Bakî Daimen-İl-Hamdü Lillah” (Bakî, ebedi olanı daima tesbih edelim, övgüler Allah içindir” veya "Zülkemâlil Hamdülillâh" ile devam ediyor. Elhamdülillah (veya Elhamdulillah)”: لله‎‎الحَمْد  Kısaca Tahmid olarak bilinen ve Şükür Allah'adır, Allah'a şükürler olsun anlamında kullanılan bir söz. O da 33 kere "Elhamdülillah" diyerek yerine getiriliyor. Anlamı: “Hamd daima Allah'adır”manasında.

Elhamdülillah kelimesi, köken itibarıyla dört kelimeden oluşmakta. Arapçadaki "el" takısı, önüne geldiği kelimeyi belirli hale getiriyor. Hamdu: Şükredilmeye, büyük övgüye, hamda layık demek. Li: Aittir, içindir, 'a anlamı veren bir ek. Allah: İslam dinindeki tek ilah manasında.

Bu bağlamda Elhamdülillah kelimesi Şükür Allah'adır, Allah'a şükürler olsun, Hamd Allah'adır gibi övgü ve saygı ifade eden bir söz öbeği. Elhamdülillah sözünün Kur'an'da en bilinen kullanımı, Fatiha Suresi'nde.

"Rabbil-Alemine Teala Şanühüllahü Ekber” (Alemlerin Rabbi şanı yücedir; Allah en büyüktür) veya "Zül Kudretil Alahü Ekber" denildiğnde de 33 kere "Allahü Ekber" çekiliyor. Onun da manası: “Allah en büyüktür” demek. Tekbir yani Allahu ekber: أكبر الله şeklinde ifade ediliyor. “Allah'ın her şeyden üstün, yüce ve ulu olduğunu” ifade ediyor.

Tesbihat, namazlardan sonra yapılan bir Allah'a zikir örneği. Dayanağı "Namazı kıldıktan sonra; ayaktayken, otururken ve yan yatarken Allâh’ı anın." (Nisa Suresi, 103. ayet) ayeti kerimesi. 

Hz. Peygamber (s.a.v.) ve ashabı farz namaz kılındıktan sonra bazı tekbir, tesbih ve tahmid gibi zikirleri yüksek sesle okumuşlar. Nitekim İbn Abbas (r.a.); insanların Peygamberin zamanında farz namazdan çıkınca yüksek sesle zikrettiklerini haber vermiş,“Ben bu sesi işitir işitmez, insanların namazı bitirdiklerini anlardım” demiştir. İbn Abbas bir başka rivayette de “Ben Peygamber (s.a.v.)’in namazı bitirdiğini tekbir getirilmesinden anlardım” demiş. (Buhari, Ezan, 155)

Anlıyoruz ki tesbihatı efendimiz de yapmış ve biz ümmetine tavsiye etmiş. Bu nedenle İslam dininde tesbihat bireysel olarak yapılabileceği gibi, camide cemaat halinde de yapılabilmekte. Namaz tesbihatının cemaat ile yapılması, eskiden bu yana yaygınlık kazanmış. Ancak namaz kılındıktan sonra tesbihat yapmadan camiden çıkmanın caiz olmadığı söylenemez. Kişini bir işi var ise veya içinden gelmiyor ise tesbihata katılmayabilir.

Gerek namazların sonunda gerek başka münasebetlerle yapılan tesbih ve zikirlerin tesbih taneleri vb. şeylerle sayılması Asr-ı saâdet’te ve ashap döneminde pek hoş karşılanmamış, bunun yerine parmakla sayılması tavsiye edilmiş.

Hz. Peygamber, hurma çekirdeği veya çakıl taşıyla tesbih ve zikirlerini sayan kadınlara bunu yapmaktansa, “Yaratıkları sayısınca Allah’ı yüceltir, tenzih ederim” demelerini öğütlemiş, [6]bir defasında, “Ey kadınlar topluluğu! Tesbihlerinizin hesabını parmaklarınızla tutun, çünkü âhirette onlar da sorguya çekilecek ve konuşturulacaktır” buyurmuştur. [7] Ancak bu uygulama daha sonraları âdet haline geldiğinden, riyaya vesile kılınmaması ve dinî bir renge büründürülmemesi şartıyla kullanılmasında sakınca görülmemiş ve bid‘attan sayılmamış [8].[9]

Tesbih tevhid inancını pekiştiren bir kavram. Tenzih ve takdis de aynı mahiyette. Kur’an âyetleriyle hadis rivayetlerinde tesbihe yapılan atıflar bu kavrama daha geniş bir içerik kazandırmış. Buna göre tesbihin tam anlamıyla gerçekleşebilmesi için duygu ve düşüncenin yanı sıra davranışların ve dilin de buna göre bir işlev üstlenmesi gerekir.

Evreni yaratan ve yöneten varlığın yüce ve münezzeh oluşu bilgisine öncelikle düşüncenin ulaşması, gönlün de buna katılması tesbih eyleminin birinci aşamasını oluşturur. Ardından kişinin bütün kötülüklerden süratle kaçıp Allah’a sığınması aşaması gelir. Üçüncü aşamada hem iç etkilenmeyi sağlamak hem bu psikolojiyi sürdürmek için tesbih lafızlarının dille tekrarlanması söz konusudur.

Bu kademelerin aşılması sonunda, “Biz, her birimizin sahip bulunduğu makamda saf saf durur ve Allah’ı tesbih ederiz” diyen meleklerin (es-Sâffât 37/164-166) itaat ve tesbih makamına yaklaşmak mümkün olur.[10]


[1] (Lisânü’l-ʿArab, “rḳb” md.)

[2] (“Daʿavât”, 82)

[3] (Kuşeyrî, s. 63)

[6] (Tirmizî, “Daʿavât”, 103)

[7] (Tirmizî, “Daʿavât”, 71; krş. Ebû Dâvûd, “Vitir”, 24).

[8] (M. Revvâs Kal‘acî, II, 1787-1788)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder