26 Mart 2021 Cuma

26 Mart 2021 18:00 Cuma CORONA GÜNLERİ................................El-Mukît/İstiğfar

El-Mukît/İstiğfar

Bugüüç ayların 42.ncisi, Corona günlerinin de 379.ncusu. İnşallah üç aylar boyunca her gün bir esmayı anarak ve namazda okunan sure, dua ve zikirleri öğrenerek bu manevi süreci değerlendirmeye devam ediyorum.

Sırada Esma ül Hüsnanın kırkikincisi El-Mukît' var. Yine namazdan çıkıştan sonra söylediğimiz tövbe “İstiğfar" duası ile ilerliyoruz.

EL-MUKÎT: المقيت Sözlükte “korumak, birine hayatiyetini sürdürecek kadar gıda vermek; gücü yetmek” mânalarındaki kavt (kıyâte) kökünün “if‘âl” kalıbından türeyen mukīt “bedenlerin ve ruhların gıdasını veren, gücü yetip koruyan” demekmiş. Râgıb el-İsfahânî’nin de içinde bulunduğu bir grup lugat âlimine göre mukītın asıl anlamı “koruyup himaye eden”oluyor. Zirâ hayatiyeti sürdürecek gıdayı vermek “birini koruyup yaşatma” anlamının vazgeçilmez sonucu.[1]

Mukīt ismi bir âyette (en-Nisâ 4/84-85) geçmekte. Kur’an’da Hz. Peygamber’e Allah yolunda savaşması, müminleri de ölüm korkusunu yenmeleri hususunda teşvik etmesi emredildikten ve kâfirlerin gücünün neticede Allah tarafından kırılacağı bildirildikten sonra güzel bir şefaatte bulunan kimsenin ondan bir nasibinin, kötü şefaatte bulunan kimsenin de bu eyleminden kendisine dönecek kötü bir sonucun olacağı ifade edilmekte, ardından “Allah her şeye güç yetiren ve gözetleyip koruyandır” denilmekte.

Burada şefaat kavramının “meşrû veya gayri meşrû bir yolda savaşan kimseye eşlik etmek” mânasına geldiğini söyleyen Taberî mukīt kelimesine de “muktedir” anlamını vermiş. [2] Dünyanın yaratılmasını anlatan bir âyette (Fussılet 41/10) Allah’ın bu âlemde canlılar için çeşitli gıda imkânları yerleştirdiğinden bahsedilirken bu ilâhî fiil kūt (besin) kelimesinin çoğulu olan akvât lafzıyla belirtilmiş.

Tirmizî’nin rivayet ettiği esmâ-i hüsnâ hadisinde mukīt ismi de yer almış. [3] Ayrıca Hz. Peygamber’in, bazan ardarda nâfile oruç tuttuğunu görüp kendisine özenen sahâbîleri bundan menederken, “Bana özenmeyin, çünkü rabbim beni yedirip içirir” demesi [4] mukīt isminin bir açıklaması niteliğinde.

Yine Resûl-i Ekrem’in, ev halkının bir anlamda sızlanmasına sebep olacak kadar sade bir hayat yaşadığını nakleden muhaddisler onun, “Allahım, Muhammed ailesinin rızkını sadece yetecek derecede lutfet!” şeklinde dua ettiğini kaydetmişler. [5] Burada da mukīt sıfatı yardımcı bir fiil vasıtasıyla zât-ı ilâhiyyeye nisbet edilmiş.

Esmâ-i hüsnâ şârihleri, mukīt ismini daha çok “bedenlerin ve dolayısıyla ruhların gıdasını veren” şeklindeki sözlük anlamına uygun biçimde açıklamışlar.[6]

'O' bilen, tayin eden, bedenlerin ve ruhların gıdasını veren, her şeyi koruyan. "Rızıkları yaratan, her çeşit rızkı hiç yoktan yaratan, vareden, Her muhtaca ihtiyacı kadar rızık veren, yarattığı her varlığın rızıklarını yaratan veren, koruyup kollayan, her şeye gücü yeten" manasına geliyor.


İSTİĞFAR
: 
اللّهِاَسْتَغْفِرُ İstiğfarın dayalı olduğu kavram; MAĞFİRET. Günahların Allah tarafından bağışlanması anlamına geliyor. Sözlükte “örtmek, gizlemek, birinin kusurunu ifşa etmeyip bağışlamak” mânasına gelen gafr (gufrân) kökünden türemiş. Allah’a nisbet edildiğinde “kulunun günahını örtüp kusurunu bağışlaması” anlamına geliyor (Lisânü’l-ʿArab, “ġfr” md.).

Râgıb el-İsfahânî, Allah’a izâfe edilen mağfireti kulunu azap görmekten koruması şeklinde yorumlamış. Aynı kökten gelen ISTIĞFÂR “kişinin kusurunun bağışlanmasını Allah’tan talep etmesi” demek. İsfahânî’ye göre bu talebin hem söz hem fiille olması gerekir; aksi halde istiğfar kişiyi yalancı durumuna düşürür (el-Müfredât, “ġfr” md.).

Kur’ân-ı Kerîm’de mağfiret kökünden türeyen toplam 234 kelimenin 229’u Allah’a nisbet edilmiş (gāfir, gafûr, gaffâr, gufrân, mağfiret, istiğfâr). Bunların kırk ikisi istiğfar kavramı etrafında şekillenmiş olup sonuç itibariyle Allah’ın bağışlayıcı niteliğine râci.

Bu arada mağfiret kelimesi bir yerde “başkasının kusurunu görmeme” anlamında insana (el-Bakara 2/263), yirmi yedi âyette de Allah’a nisbet edilmiş (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ġfr” md.). Mağfiret kavramı, Kur’an’ın yaklaşık 100 sûresinde yer almak suretiyle Allah’ın engin merhamet ve bağışlayıcılığını ifade etmekte.

Ayrıca, “Şunu bilmelisin ki rabbinin bağışlayıcılığı engindir” (en-Necm 53/32) gibi müjdeleyici beyanlardan başka mağfiret kavramının geçtiği âyetlerin çoğunda mağfiretle birlikte büyük ecir, nicelik ve nitelik açısından üstün değerli rızık ve cennetlerin verileceği beyan edilmekte.

İnsan ne kadar çaba sarfetse de kendi ölçüleri çerçevesinde bile ideal bir kişi olamaz. Bu açıdan bakıldığında en büyük saygıya lâyık olan Allah’ın kendisine karşı işlenen hataları affetmesi kişinin hayata bağlanmasını sağlamakta, ebedî âlem hususunda ümitsizliğe kapılmasını önlemekte ve onu yapıcı bir psikolojiye yükseltmektedir.

Bu konudaki âyetlerin genel muhtevasından anlaşılacağı üzere affedicilik geniş kapsamlı ilâhî bir vasıf olmakla birlikte gerçekleşmesi insanda bulunması gereken bazı niteliklere bağlı. Bunların başında tereddütsüz iman geliyor. Birçok âyette buna yararlı davranışlar da (amel-i sâlih) eklenmiş.

Enfâl sûresindeki âyetlerde (8/2-4) Allah katında yüksek dereceler, mağfiret ve tükenmez rızkın vaad edildiği tereddütsüz imanın vasıfları şöyle sıralanmış: Allah’ın anılması halinde kalbin korkuya yaklaşan bir saygıya bürünmesi, Kur’an âyetlerine vâkıf olunduğu oranda imanın pekişmesi, Allah’a tevekkül edilmesi, namazın kılınması ve Allah yolunda harcama yapılması.

Kur’an ve sahih hadislerden oluşan naslarda Allah’tan samimiyetle mağfiret dilenmesi halinde şirk dışındaki bütün günahların affedileceği belirtiliyor. [7] Ebû Zer el-Gıfârî’den rivayet edilen kutsî bir hadise göre Cenâb-ı Hak, kendisinin özel olarak koruduğu kimseler hariç bütün insanların hatalı olduğunu bildirmiş, bu sebeple zâtından mağfiret dilenmesi halinde kusurları bağışlayacağını vaad etmiş. [8] İlgili hadislerde Hz. Peygamber’in belli şahıslar, muhacir ve ensar grupları ve bütün ümmeti için bağışlanma duasında bulunduğu nakledilmiş (a.g.e., IV, 534-535).

Resûlullah (sav) selâm verip namazdan çıkınca üç defa "Estağfirullah" diyerek istiğfâr edermiş. [9] Efendimiz’in sünnetine uyarak, kıldığımız farz veya sünnet namazlardan sonra “Allâhümme ente’s-selâm”ı okuruz. Ama bu zikirden önce üç defa, “Allah’tan beni bağışlamasını dilerim” anlamında “estağfirullah” deme âdeti pek yaygın değil. Resûl-i Ekrem’in farz namazlardan hemen sonra okuduğu bu istiğfârı, biz de hiç değilse tek başına kıldığımız namazlardan sonra okumalıyız.

Çünkü insan namazdan çıkınca Rabbinin huzurundan ayrılmış oluyor. Namazdan sonra istiğfâr etmekle, “Rabbim! Sana sunmam gereken kulluğu gereği gibi yapamadım; beni bağışla!” diyerek bu kul-Rab ilişkisini pek güzel bir şekilde sürdürmüş olur.

Demek ki: Namazdan sonra istiğfâr etmek, yapılan o ibadetin, kusuruyla birlikte kabulünü Cenâb-ı Mevlâ’dan niyaz etmek demek. Selâm vererek namazdan çıkınca “Allâhümme ente’s-selâm” zikri okunmak sünnet.[10]

Bu konuda Sevbân (ra) dan nakledilen bir hadise göre: "Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, selâm verip namazdan çıkınca üç defa istiğfâr eder ve “Allâhümme ente’s-selâm ve minke’s-selâm tebârekte yâ ze’l-celâli ve’l-ikrâm: Allah’ım selâm sensin. Selâmet ve esenlik sendendir. Ey azamet ve kerem sahibi Allahım, sen hayır ve bereketi çok olansın” derdi.

Hadisin râvilerinden biri olan Evzâî’ye: "İstiğfâr nasıl yapılır?" diye sorulunca: "Estağfirullah, estağfirullah demektir" demiş.[11] Aynı hadisi Hz. Âişe de rivayet etmiş. Ancak Sevbân mutlak bir ifadeyle Hz. Peygamber’in “selâm verip namazdan çıkınca üç defa istiğfâr ettiğini” söylemekte, Hz. Âişe ise “selâm verip namazdan çıktıktan sonra Allâhümme ente’s-selâm’ı okuyacak kadar oturduğunu” belirtm. [12]

Ali el-Kârî bu rivayet farkını dikkate alarak şöyle bir yorum getirmekte: "Şayet öğle, akşam ve yatsı namazlarında olduğu gibi farz namazdan sonra bir sünnet-i müekkede varsa, istiğfâr etmeyip sadece Allâhümme ente’s-selâm okunmalı ve sonra da o müekked sünnete başlamalıdır. Şayet sabah ve ikindi namazlarında olduğu gibi farzdan sonra bir sünnet kılınmıyorsa, o zaman önce üç istiğfâr getirmeli, sonra Allâhümme ente’s-selâmı okumalıdır."[13] 

Getirilen istiğfarla namazdaki eksiklikler için Allah’tan bağışlanma dilenmiş olur. Bu itibarla, kılınan namazın akabinde imam ve cemaatin münferiden “estağfirullah…” demesi sünnete uygun bir davranış.[14]

İstiğfar, işlenen günahlardan ve hatalardan dolayı Allah’tan af ve mağfiret niyaz etmek demek. Tevbe ise, haram işledikten sonra, pişman olup, Allahü teâlâdan korkmak, bir daha yapmamaya azmetmek, karar vermek, bir daha da yapmamak oluyor. Tevbe; kalp ile İstiğfar dil ile olur. Tevbe; kalbi günah kirlerinden temizler. İstiğfar; amel defterini günahlardan temizler. Tevbe; insanın yalnız kendi nefsi içindir. İstiğfar; hem kendisinin hem de başkasının nefsi için olur. Tevbe; geçmişte olan günahından nadim olup, gelecekte olacaktan sakınmaya azmetmektir. İstiğfar; işlenmiş olan günahlardan bağışlama dilemektir.Tevbe; zordur. İstiğfar; kolaydır.

Günahtan hemen sonra tevbe etmek farzmış. Dayanağı ise Kur'an-ı Kerimin "Allah’a tevbe edin!" [Nur 31], "Allahü teâlâ, tevbe edenleri sever."[Bakara 222], "Allah’a tevbe-i nasuh yapınız!"[Tahrim 8] ayetleri. Ayrıca Kur’an-ı Kerim’de işledikleri kötülüklerden pişman olup tövbe-istiğfarda bulunanlar övülmekte (Âl-i İmrân, 3/135).

Tevbe için üç şart öngörülmüş: Kalpden büyük bir pişmanlık duymak, Dil ile Allah-u Zülcelal' e tevbe etmek ve Âzâları günahların üzerinden çekmektir. Bu yüzden İnsan pişman olmuş bir kalp, tevbe eden bir dil ve günahlardan korkan ve uzak durmaya gayret eden bir vücut ile Allah-u Zülcelal' in huzuruna çıkarsa, Allah-u Zülcelal de ona merhamet ederek, af ve mağfiret eder deniliyor.

Kuran’da Mümin suresinin 60. ayetinde “bana dua edin, size icabet edeyim” buyrulmuş. Bakara suresinin 222. ayetinde de “Allah, çok tevbe edenleri ve temizlenenleri kabul eder” buyruluyor. Bu nedenle, “benim günahım büyük, Allah affetmez”, kuşkusuna kapılmadan günahtan tevbe ederek, bol bol istiğfar duası edilirse iman kuvvetlenecek ve ibadet sevabı kazanılacak.

Peki, tevbe istiğfar duası nasıl oluyor? Kaynaklarda içeriği bakımından “istiğfar” anlamı taşıyan pek çok dua var. Aslında kişinin Rabbine yönelerek içinden geldiği gibi dile getirdiği her türlü bağışlanma duası zaten bir istiğfardır. Ancak Hz. Peygamberin (s.a.s.) “Seyyidü’l-istiğfâr” (İstiğfârın en güzeli) diye nitelediği dua şöyle:


"Allah
ümme ente Rabbî lâ ilahe illâ ente halaktenî ve ene abdüke ve ene alâ ahdike ve vâ’dike mes’tetâtü eûzü bike min şerri mâ sanâtü ebû’ü leke bi-nîmetike aleyye ve ebû’ü bizenbî fağfirlî feinnehû lâ yağfıruz-zünûbe illâ ente."

"Allah’ım! Sen benim Rabbimsin! Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Beni sen yarattın. Ben Senin kulunum; gücüm yettiği kadarıyla Senin ahdin ve va’din üzere bulunuyorum. Yaptığım fenalıkların şerrinden Sana sığınırım. Üzerimde olan nimetlerini itiraf ederim; günahımı da itiraf ederim. Beni bağışla; çünkü Senden başka hiçbir kimse günahları bağışlamaz." (Buhârî, Deavât, 2)

Seyyidül istiğfar haricinde “Estağfîrullahel’azîm ellezî lâ ilâhe illâ huv el-hayyel-kayyûme ve etebü ileyh” şeklinde kısa olarak okunabileceği gibi uzun olarak da okunabilen bir tevbe duası daha bulunuyor. En çok bilinen ve okunan dua bu:


"Estağfirullah. Estağfirullah. Estağfirullahe'l-az
îm el-kerîm, ellezî lâ ilâhe illâ hüve'l-hayyü'l-kayyûmü ve etûbü ileyhi, tevbete abdin zâlimin li-nefsihî, lâ yemlikü li-nefsihî mevten velâ hayâten velâ nüşûrâ. Ve es-elühü't-tevbete ve'l-mağfirete ve'l-hidâyete lenâ, innehû, hüve't-tevvâbü'r-rahîm."

“Ya rabbi! Bu ana gelinceye kadar benim elimden, dilimden, gözümden, kulağımdan, ayağımdan ve elimden bilerek veya bilmeyerek meydana gelen bütün günah ve hatalarıma tevbe ettim, pişman oldum. Küfür, şirk, isyan, günah ve kusur her ne türlü hâl vaki oldu ise, cümlesine tevbe ettim, pişmanlık duydum. Bir daha yapmamaya azm ü cezm ü kast ettim. Sen bu tevbemi kabul eyle. Nefsime uyup, şeytana tabi olup da aynı günah ve kusurları bir daha tekrar etmeme imkan verme, yâ Rabbi. Bir daha iman ve ikrar ediyorum ki, Peygamberlerin evveli Âdem Aleyhisselâm, ahiri ise Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm, bu ikisi arasında her ne kadar peygamber gelip geçtiyse, Bunların cümlesine inandım, iman ettim, hepsi de haktır ve gerçektir. Bütün peygamberlere, onlara gönderilmiş olan İlâhi kitaplara ve içindeki emirlere şeksiz ve şüphesiz iman ettim, dilimle ikrar, kalbimle tasdik ediyorum ve yine iman ve ikrar ediyorum ki en son kitap Kur’ân-ı Azimüşşân ve en son Peygamber de Hazret-i Muhammed Aleyhisselâm’dır.”


[1] (el-Müfredât, “ḳvt” md.; Tâcü’l-ʿarûs, “ḳvt” md.; krş. Kāmus Tercümesi, “ḳvt” md.)

[2] (Câmiʿu’l-beyân, V, 253-256)

[3] (“Daʿavât”, 82)

[4] (Buhârî, “Ṣavm”, 48; Müslim, “Ṣıyâm”, 57)

[5] (Müsned, II, 232, 446; Buhârî, “Riḳāḳ”, 17; Müslim, “Zühd”, 18-19; krş. el-Ahzâb 33/28-29)

[8] (İbn Mâce, “Zühd”, 30)

[9] (Müslim, Mesâcid, 135; Tirmizî, Salât, 112).

[10] Kaynak: Riyazüs Salihin, Erkam Yayınları

[11] (Müslim, Mesâcid 135. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Vitir 25; Tirmizî, Salât 108; Nesâî, Sehv 81, 82; İbni Mâce, İkâme 32)

[12] (Müslim, Mesâcid 136)

[13] (Mirkat, III, 39-40)

[14] Kaynak <https://kurul.diyanet.gov.tr/Cevap-Ara/245/farz-namazlardan-sonra--estagfirullah--demenin-dayanagi-nedir-?enc=QisAbR4bAkZg1HImMxXRn5PJ8DgFEAoa2xtNuyterRk%3d>


CORONA NOTLARI: 

Türkiye'de toplam vaka sayısı 3 milyonu (3.149.094) aşmış durumda. Vefat sayısı ise 31 bin (30.772) sınırında. Ancak ölüm oranı yüzde birin altına düşmüş (%0,98) görünüyor.

Ülkemizde Mart ayında yeni mutasyonlardan kaynaklı bir vaka artışı yaşanıyor. 28 Şubatta 8.424 olan vaka sayısı 15 Martta 15.503'a 26 Marta da 29.081'e yükselmiş bulunuyor. Artış %245, bu çok çok ciddi bir yükseliş.

Soğukkanlı olmak gerek. Vaka/test oranına bakacak olursak bu artışı daha doğru bir şekilde görebiliyoruz. %7,7'den %10,26'ya 26 Martta da %13,2'ye ulaşmış. Yani test olan her 100 kişinin 13'ünden fazlası pozitif çıkıyor.

Tablodan da görülebileceği üzere artış hasta sayılarını daha az etkilemiş durumda. Ancak 28 Şubatta günlük 610 sayısındaydık, 15 Martta bu rakam 858'e çıkmıştı, 26 Martta da 1.253'e ulaştık. Artış %100 bu da ciddi bir durum.

Maalesef daha yavaş olmakla birlikte ağır hastalarda da artış var. 1.191'den 15 Martta 1.425'a yükselmiş bulunuyor. 26 Martta da 1.810'a ulaşmış durumda. Bu da %52 artış demek.

Bu vaziyet vefatlara da yansımış görünüyor. 15 Marta kadar ortalama 65 dolayındaydı. 11 gün içinde 153'e yükselmiş görünüyor. Bu da günde ortalama 111 demek. Bunun anlamı vefatlarda da %100'ün üstünde bir artış olduğu.

İyileşenlerin oranı ise %95,3'ten 15 Martta %93,9'a düşmüş görünüyordu. 26 Martta ise %92,8'e kadar inmiş.  

15 Marttaki kabine toplantısında alınan karar bu yükselişe dikkat çekerek uyarı mahiyetinde “Bir süre daha izleyelim" şeklinde olmuştu. Türkiye risk haritasında olumsuz yönde değişmeler olduğu anlaşılıyor. İller kendi çaplarında bölgelerinde tedbir almaya çalışıyorlar ama yeterli olacak mı göreceğiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder