15 Mart 2021 Pazartesi

15 Mart 2021 15:00 Pazartesi CORONA GÜNLERİ................................El-Basîr/Semi’allâhü limen hamideh-El-Hakem/Rabbena Lekel hamd

El-Basîr/Semi’allâhü limen hamideh

Bugün üç ayların 30.ncusu, Recep ayını bitirdik bu geceden itibaren artık Şaban ayına girmiş bulunuyoruz.Corona günlerinin de 367.ncisindeyiz. Bir yıllık alışılmadık zor bir süreci geride bıraktık. Ama bitti diyebilmemiz için de henüz erken. 

İnşallah üç aylar boyunca her gün bir “esma”yı anarak ve namazda okunan kısa zammı sure, dua, tesbih ve zikirleri öğrenerek bu manevi süreci değerlendirmeye devam ediyorum.

Sırada Esma ül Hüsna’nın otuzuncusu “El-Basîr'” var. Yine namazda RÜKÛ'dan doğrulunduğunda söylenen "Semi’allâhü limen hamideh"  cümlesi ile ilerliyoruz

EL-BASÎR: البصير “Görmek, bilmek ve sezmek” anlamındaki basar kökünden türetilmiş bir sıfat. Gören, her şeyi her yönüyle eksiksiz gören, yarattıklarına da görme duyusunu veren demekmiş.

Basîr, Kur’ân-ı Kerîm’de elli bir âyette geçmekte olup bunların kırk birinde Allah’ın sıfatlarından biri olarak kullanılmış. İbnü’l-Cevzî Kur’an’da basîr sıfatının dört ayrı anlama geldiğini belirterek bunları “sezen”, “gözüyle gören”, “kesin delil (hüccet) sayesinde gerçeği idrak eden” ve “ibret gözüyle bakan” şeklinde sıralıyor (Nüzhetü’l-aʿyün, “baṣîr” md.). Basîr kavramı esmâ-i hüsnâdan biri olarak “görmeye konu olan şeyleri bütün özellikleriyle idrak edip gören” şeklinde tarif edilebilir.

İlim sıfatını teyit edici bir nitelik taşıyan basîr, Allah hakkında kullanıldığı on âyette yine ilimle ilgili olan semî‘ (işiten), beş âyette de habîr (haberdar olan) ismiyle beraber yer almış. Kelime kuruluşu bakımından sıfat olan basîr bu âyetlerin bazısında mef‘ul almadan, mutlak mânada “görme sıfatına konu teşkil eden her şeyi gören” şeklinde geniş kapsamlı bir kavram olarak geçmekte. Çoğunda ise “kullarını gören, kulların günahlarından haberdar olan, yaptıklarınızı gören” şeklinde mef‘uller alarak hâlik ile mahlûk arasındaki münasebeti kulun ilgi ve dikkatini çekecek bir şekilde vurgulamış. Bir âyet-i kerîmede de, “O ne mükemmel görendir!” (el-Kehf 18/26) mânasında taaccüp fiili olarak Allah’ı nitelemiş. Bunlardan başka Kur’an’da Cenâb-ı Hak “bakmak” ve “görmek” mânalarına gelen nazar ve rü’yet kelimelerinin çeşitli türevleriyle de vasıflandırılmış.

Hadislerde basîr ismi Allah’a nisbet edildiği gibi nazar ve rü’yet köklerinden türemiş çeşitli kelimeler de O’nun sıfatı olarak zikredilmiş.[1]

Bu esmanın manası: 'O' her şeyi hakkıyla gören, bütün mevcudatta gizli açık her şeyi kemaliyle gören, her şeyi bütün incelikleriyle gören" demek.

SEMİ’ALLÂHÜ LIMEN HAMIDEH:  حَمِدَهُ  لِمَنْ  اللّهُسَمِعَ  Namazda rükûdan doğrulma sırasında okunan cümle. "Allah kendisine övgü ve senâda bulunan kimsenin bu ibadetini kabul eder" anlamındaymış.

Sem‘ kavramı çeşitli hadislerde Allah’a nisbet edilmiş. Kütüb-i Sitte’de yer almış (el-Muʿcem, “smʿ” md.). Hz. Peygamber’in şu duasında da sem‘ kavramı “kabul etmek” mânasıyla Allah’a nisbet edilmiş: “Allahım! Ürpermeyen kalpten, kabul olunmayan duadan, doymayan nefisten ve fayda sağlamayan bilgiden, özellikle bu dört şeyden sana sığınırım” (İbn Mâce, “Muḳaddime”, 23; Tirmizî, “Daʿavât”, 68; Nesâî, “İstiʿâẕe”, 64).[2]

Es-Semî’ esması sonsuz işiten, her türlü kısıtlamadan yüce olarak gizli açık her şeyi işiten; işitilecek şeyler kendisine gizli kalmayan; dilek, dua ve yakarışları kabul eden demek. Çünkü Allah Teâlâ, ister açık, ister gizli bütün sesleri, fısıltıları işitir. Kendisine içinden hamd edenin hamdini işiterek onu mükâfâtlandırır. Dua edenlerin dualarını kabul eder. Hamîd ise; övülmeye lâyık olan demek. Allah Teâlâ, bütün isimleri, sıfatları ve fiilleriyle övülmeye tek lâyık olan zâttır. Bütün varlığın diliyle övülen ve şükredilendir. Allah Teâlâ, bizâtihî övülmeye lâyık olandır. Aynı zamanda insanların işledikleri iyi fiiller sebebiyle onları över ve mükâfâtlandırır. Dolayısıyla da;


“Semi’allâhü lımen hamıdeh”
demek  "Allah kendine hamd edeni işitir" anlamına geliyor.


[2] Kaynak <https://islamansiklopedisi.org.tr/semi--esma-i-husna>

El-Hakem/Rabbenâ Lekel Hamd

Bugün üç ayların 31.ncisi, Corona günlerinin de 368.ncisi. İnşallah üç aylar boyunca her gün bir “esma”yı anarak ve namazda okunan sure, dua ve zikirleri öğrenerek bu manevi süreci değerlendirmeye devam ediyorum.

Sırada Esma ül Hüsna’nın otuzbirincisi “El-Hakem’' var. Yine namazda RÜKÛ'dan kalkılındığında "Semiallâhü limen hamideh" den sonra söylenen “Rabbena Lekel hamd" duasıyla ilerliyoruz.

EL-HAKEM: الحكم Sözlükte “iyileştirmek amacıyla menetmek, düzeltmek, hükmetmek” anlamlarına gelen hükm masdarından türemiş bir sıfat olup “bilgisi ve adaletiyle nihaî hükmü veren” demekmiş. Hakem, hâkim ve bazı âlimlere göre hakîm kelimelerinin temel anlamlarının ıslah etmek amacıyla zulme, fesada ve şerre engel olmak, bunu sağlamak için söz ve fiil ile müdahalede bulunmaktan ibaret olduğu anlaşılmakta.

Hüküm kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de çeşitli sîgalarla 210 yerde geçmektedir. Bunlardan yirmisi çeşitli fiil kalıplarıyla, on yedisi doğrudan doğruya “hükm” şeklinde Allah’a nisbet ediliyor. Üç âyette “hayrü’l-hâkimîn” (hâkimlerin en hayırlısı ve en isabetli karar vereni) ve iki âyette “ahkemü’l-hâkimîn” (hâkimlerin hâkimi, hüküm verenlerin en üstünü) terkipleriyle hüküm ve hakem kavramları O’na izâfe edilmiş. Ayrıca hakem ve hüküm Kur’an’da Resûl-i Ekrem’e, peygamberlere ve hüküm verme durumunda bulunan insanlara da nisbet edilmekte (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ḥkm” md.).

Bunun yanında kelimelerinin ve cümle kuruluşunun kusursuz, muhtevasının zengin olması, üstün sanat değeri taşıması bakımından ihkâm kavramı Kur’an’ın kendisine, sûre ve âyetlerine izâfe edildiği gibi (Hûd 11/1; Muhammed 47/20; Âl-i İmrân 3/7) peygamberlere indirilen kitapların insanlar arasında hakemlik yapma rolüne sahip bulunduğu da ifade edilmekte (el-Bakara 2/213; Âl-i İmrân 3/23).

Bazı âlimler, hakeme şaşmaz ve yanılmaz mertebede hâkimlik mânası yükledikleri için olmalıdır ki onun Allah’tan başkasına nisbet edilemeyeceğini söylemişler. Halbuki Kur’an’da karı ile koca arasında çıkan anlaşmazlıkların çözümü amacı ile her iki taraftan birer hakemin belirlenmesi öneriliyor (en-Nisâ 4/35). Buradan mutlak adaleti gerçekleştirme işi Allah’a mahsus olmakla birlikte güçleri nisbetinde insanların da hakemlik yapmalarının zaruri olduğunu anlıyoruz.

Çeşitli âyetlerde Allah’a izâfe edilen hakemlik türleri içinde âhiretteki hakemliğin ağırlık kazandığı göze çarpmakta. Çünkü mutlak adaletin tecelli edeceği yer, hak-bâtıl mücadelesine sahne olan imtihan dünyası değil her türlü davranışın karşılığını bulacağı ve bütün sırların ortaya çıkacağı ebediyet âlemidir. İnsanlar arasındaki dinî ve ideolojik anlaşmazlıklara dünyada son vermek ve hakkı benimseyen toplumları galip getirmek, en azından onların haklı olduğunu herkesin gözü önüne sermek ilâhî hakemliğin bir başka çeşidi. Nihayet insanlar arasındaki adaletin icrasını sağlayacak temel ilkeleri koyan bir hakemlik fonksiyonu da hakem isminin kapsamı içinde mütalaa edilmeli.

Kütüb-i Sitte’de yer alan çeşitli hadislerde hüküm muhtelif sîgalarla Allah’a nisbet edilmekte (el-Muʿcem, “ḥkm” md.). Ahmed b. Hanbel’in rivayet ettiği bir hadiste Hz. Peygamber’in üzüntü ve sıkıntıyı gidermek için öğrettiği duanın başlangıç kısmı, ilâhî hükmün mutlaka geçerli oluşu yanında adalet niteliği taşıdığını da vurguluyor: “Allahım! Ben senin âciz kulunum, senin kulun olan bir baba ile bir annenin evlâdıyım. Bütün varlığım senin elindedir. Benim için verdiğin hüküm daima geçerli, hakkımdaki kararın daima adaletlidir” (Müsned, I, 391, 452).

Esmâ-i hüsnâyı ihtiva eden Tirmizî rivayetinde hakem yer almışken (“Daʿavât”, 82) İbn Mâce’nin listesinde geçmemekte. Ebû Dâvûd ile Nesâî’nin naklettikleri bir rivayete göre ashaptan Hânî b. Yezîd bir elçi heyetiyle birlikte Resûl-i Ekrem’in huzuruna gelince Resûlullah kendisine “Ebü’l-hakem” (hakemlerin pîri) denildiğini öğrenmiş, sebebini sorduğunda Hânî, mensup bulunduğu kabile fertleri arasında ortaya çıkan anlaşmazlıkları giderdiği için bu lakapla anıldığını söylemiş. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Hakem sadece Allah’tır, her türlü hüküm O’na aittir” demiş ve Hânî’in künyesini büyük oğluna nisbetle Ebû Şüreyh olarak değiştirmiş (Ebû Dâvûd, “Edeb”, 62; Nesâî, “Ḳuḍât”, 7; İbnü’l-Esîr, V, 383-384).[1]

Sonuç olarak “El-Hakem”: 'O' hikmet sahibi olan, yaptığı her işte hikmeti gözeten, hüküm verme yetkisini elinde tutan, son hükmü verecek olandır. Hükmeden, hak ile batılın, yanlış ile doğrunun, güzel ile çirkinin ve iyi ile kötünün arasını ayıran" demek.


RABBENÂ LEKEL HAMD:
 
الْحَمْدُ لَكَ بَّنَا Namazda rükûdan kalkılınca “Semi’allahü limen hamideh” dendikten sonra "Rabbimiz, hamd sanadır" anlamında bir dua. Esasen Rükü'dan kıyâma doğrulunca ve iki secde arasında doğrulup oturulduğunda "Sübhânallah" diyecek kadar beklemek vacip. Bu süre içinde ''Rabbena Lekel Hamd'' demek ise sünnet.

Namaz kılarken söylenmesi gereken ve sünnet olan bazı sözler bulunuyor. Hanefi mezhebine göre namazda rukudan kalkarken söylenen ''Rabbena ve Lekel Hamd'' da böyle bir sünnet. Bunu söyleyen kişiler sünneti yerine getirmiş olurken, söylemeyenler ise bu sevaptan mahrum kalmış oluyor.

Enes b. Mâlik'in rivayet ettiği, "Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v) buyurdu ki: İmam 'semiallahü li-men hamideh' deyince siz 'Allāhümme rabbenâ leke'l-hamd' deyin" meâlindeki hadisle (Müslim, "Ṣalât", 77) Ebû Hüreyre tarafından rivayet edilen, "Resûlullah namaza kalktığında ayakta iken iftitah tekbiri alır, sonra rükûa varırken tekbir alır, sonra rükûdan doğrulurken 'semiallahü li-men hamideh', ardından ayakta iken 'rabbenâ ve leke'l-hamd' derdi" hadisi (Müslim, "Ṣalât", 28) bunlara örnek gösterilebilir.

Ebû Hüreyre'den ayrıca Enes'in rivayeti gibi bir rivayet nakledilmiştir. “İmamdan önce hareket etmeyin, o tekbir aldıktan sonra siz alın, “Veleddâllîn” deyince “âmîn” deyin. Rükû edince, siz de rükû edin, “Semi’allahü limen hamideh” deyince “Rabbenâ lekel hamd” deyin Çünkü, sözü meleklerin sözüne uygun düşenin geçmiş günahları affedilir.) ve imamdan önce başınızı kaldırmayın!) [Buhârî, Müslim, Ebu Davud, Tirmizî, Nesaî]

İmam-ı azama göre, İmam, Rabbenâ lekel hamd demez, İmameyne göre ise der. Kitapların çoğunda, İmam-ı a’zamın kavli tercih edilmiştir. (Redd-ül-muhtar) Hanbelî ve Şâfiî’de ise, imamın, cemaatin ve yalnız kılanın Rabbenâ lekel hamd demesi sünnettir.

Hanefilerde cemaatle namaz kılarken sadece "Rabbena lekel hamd" ,"Rabbena ve lekel hamd" veya "Alahumme rabbena lekel hamd" denir. Peki, rükûdan doğrulunca, (Rabbena lekel-hamd) mi, yoksa (Rabbena ve lekel hamd) mi demek gerekir? Bu sorunun cevabı: İkisi de caiz. Ancak meşhur olan (Rabbena lekel-hamd) demek.  (Rabbena lekel hamd) demek daha uygun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder