27 Şubat 2021 Cumartesi

27 Şubat 2021 21:00 Cumartesi CORONA GÜNLERİ.......................................El-Hâlık/Kâria-El- Bâri/Tekâsür

El-Hâlık/Kâria

Bugün üç ayların 14.ncüsü, Corona günlerinin de 351.ncusu. İnşallah üç aylar boyunca her gün bir “esma”yı anarak ve namazda okunan kısa zammı sure, dua ve zikirleri öğrenerek bu manevi süreci değerlendirmeye devam ediyorum.

Sırada esma ül hüsna’nın onikincisı “El-Hâlık” var. Yine namazda KIYAM halinde KIRAAT edilen, okunan zammı surelerden mushaf sırasına göre 101.ncisi olan “KâriaSûresiyle ilerliyoruz.


EL-HÂLIK: الخالق “Yaratmak” anlamındaki halk masdarından sıfat olup “yaratan” demek. Halk Kur’ân-ı Kerîm’de 171 yerde fiil sîgalarıyla, elli iki yerde de masdar olarak Allah’a nisbet edilmiş. Hâlik kelimesi sekiz âyette doğrudan doğruya, iki âyette “şekil verenlerin en güzeli” veya “kendilerine yaratıcılık nisbet edilenler içinde yegâne gerçek yaratıcı” anlamındaki ahsenü’l-hâlikīn terkibi içinde, bir âyette de tâzim amacıyla çoğul sîgası kullanılarak, “Onu siz mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratanlar biz miyiz?” ifadesiyle Allah’a izâfe edilmiş. İki âyette ise “devamlı ve mükemmel biçimde yaratan” mânasında mübalağa sîgası oluşturan hallâk kelimesi kullanılmış (bk. M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ḫlḳ” md.). Kur’an’da toplam 236 yerde Allah’a nisbet edilen halk kavramının çeşitli konu ve muhtevalarının başında göklerin ve yerin yani kâinatın yaratılışı geliyor. [1]

'O' Her şeyin varlığını ve geçireceği halleri takdir eden, her şeyin varlığını ve varlığı süresince görüp geçireceği bütün halleri, hadiseleri tayin ve tespit eden ve ona göre yaratan, yoktan var eden, hiçbir eşi benzeri herhangi bir örneği olmadan yepyeni bir şey inşa eden, sürekli olarak yaratan, büyüklükte eşi olmayan, sonsuz yaratma gücüne ve sıfatına sahip, ondan başka hiçbir yaratıcının olmadığı, ondan başka hiçbir varlığın yaratma gücü ve yeteneği olmayan' manasına geliyor.

KÂRİA SÛRESİ: 11 âyet. “Kâri’a”, vuran, çarpan, kapıyı çalan, yürekleri hoplatan şey demek. Burada, kıyamet gününü ifade ediyor. Mushaftaki sıralamada yüz birinci, iniş sırasına göre otuzuncu sûre. Kureyş sûresinden sonra, Kıyâmet sûresinden önce Mekke’de inmiş. Sûrede bazı kıyamet tasvirlerine yer verilmekte ve âhiret sorumluluğu bilinci aşılayan uyarılarda bulunulmakta. [2]

Kaaria suresi ayetleri, gerek üslup gerekse anlam bakımından kıyamet olayının büyüklüğünü ve şiddetini ifade ettiği gibi kıyametin ne zaman meydana geleceğinin bilinemeyeceğini de gösteriyor. Kıyamet gününde insanların kabirlerinden kalkarak mahşer yerine gidişleri tasvir edilmiş. Bütün bu tasvirler, kıyamet gününde yerkürede meydana gelecek olan sarsıntının ne derece şiddetli olacağını gösteriyor. [3] Ahirete inanmayan Mekke müşriklerinin şahsında kıyamete kadar ahirete ve yeniden dirilişe inanmayanlara kıyametin dehşetini, kıyamet koparken insanların ne durumda olacaklarını anlatmakta.


“El kariah. Mel kariah. Ve ma edrake mel kariah. Yevme yekunün nasü kelferaşil mebsus. Ve tekunül cibalü kelıhnil menfuş. Fe emma men sekulet mevazınüh. Fe hüve fi ıyşetir radıyeh. Ve emma men haffet mevazınüh. Fe ümmühu havıyeh. Ve ma edrake mahiyeh. Narun hamiyeh”
[4]

“Yürekleri hoplatan büyük felaket! Nedir o yürekleri hoplatan büyük felaket? Yürekleri hoplatan büyük felaketin ne olduğunu sen ne bileceksin? O gün insanlar, her biri bir tarafa uçuşan küçük kelebekler gibi olacaktır. Dağlar da atılmış renkli yünler gibi olacaktır. İşte o vakit, kimin tartıları ağır gelmişse, Artık o, hoşnut olacağı bir hayat içinde olacaktır. Ama kimin de tartıları hafif gelirse, İşte onun anası (varacağı yer) Hâviye'dir. Sen Hâviye'nin ne olduğunu ne bileceksin? O, kızgın bir ateştir.” [5]

O korkunç ses! O ne dehşetli ses! O korku salan sesin ne olduğunu bilir misin? O gün insanlar sağa sola dağılmış kelebekler gibi olur. Dağlar da atılmış renkli yüne dönüşür. Kimin tartılan amelleri ağır gelirse, İşte o mutlu bir hayat içinde olur. Amelleri hafif olana gelince, Onu kucaklayacak olan hâviyedir. O nedir, bilir misin? Yakıp kavuran bir ateş!” [6]



[6] Kaynak <https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/K%C3%A2ria-suresi/6163/6-11-ayet-tefsiri> 

El- Bâri/Tekâsür

Bugün üç ayların 15.ncisi, Corona günlerinin de 352.ncusu. İnşallah üç aylar boyunca her gün bir “esma”yı anarak ve namazda okunan kısa zammı sure, dua ve zikirleri öğrenerek bu manevi süreci değerlendirmeye devam ediyorum.

Sırada esma ül hüsna’nın onikincisı “El- Bâri” var. Yine namazda KIYAM halinde KIRAAT edilen, okunan zammı surelerden mushaf sırasına göre 102.ncisi olan “Tekâsür" Sûresiyle ilerliyoruz.

El-BÂRİ’:  البارئ Kelimenin kökü olan ber’, bür’ veya bürû’ “yaratmak” mânasına geldiği gibi “hastalık, kusur ve ayıp türünden olup insana hoş gelmeyen şeylerden uzak bulunmak; borç ve zimmetten berî olmak anlamlarına da geliyor. Ber’ kökünden türemiş olduğu takdirde bâri’ “yaratan, maddesi ve modeli olmadan icat eden; sıfatlarında yaratılmışlara benzemekten berî olan; birçok farklılıklarına rağmen evrenin bütün parçalarını âhenksizlik ve düzensizlikten uzak olarak meydana getiren; hiçbir borç ve zimmet altında bulunmayan, bütün nimetleri bir lutuf olarak veren” mânalarını taşır. Bery kökünden türemiş ise “yaratılmışları sağlıklı ve dengeli hale koyan” anlamına gelir.

Bâri’ esmâ-i hüsnâdan olmak üzere Kur’ân-ı Kerîm’de iki yerde geçmekte, ayrıca fiil ve sıfat sîgalarıyla “yaratmak, berî ve münezzeh olmak” mânalarında Allah’a nisbet edilmekteymiş. Esmâ-i hüsnâ hadisinde yer aldıktan başka (Tirmizî, “Daʿavât”, 82; İbn Mâce, “Duʿâʾ”, 10) ber’ ve bery köküne bağlı sözlük anlamlarıyla muhtelif hadislerde de kullanılmış. [1]

'O' evrenin bütün parçalarını, her hangi bir modele bağlı kalmadan, örneksiz, düzgün, eksiksiz, tertipli, âhenkli, düzenli, güzel, birbirine uygun ve kusursuzca yaratandır. Allah Teâlâ, zât ve sıfatları bakımından yaratılmışlara asla benzemez. Yarattığı her şeyi hiç bir modele bağlı kalmaksızın yarattığı gibi, tam bir uygunluk ve kusursuzluk halinde yaratmıştır' manasına geliyor.

TEKKÂSÜR SÛRESİ: 8 âyet. Tekâsür, mal, mülk ve çoluk çocuğun çokluğuyla övünmek demekmiş. Mushaftaki sıralamada yüz ikinci, iniş sırasına göre on altıncı sûre. Kevser sûresinden sonra, Mâ‘ûn sûresinden önce Mekke’de inmiş. Medine’de indiğine dair rivayet de var (bk. Buhârî, “Rikāk” 10; Şevkânî, V, 575).

Adını ilk âyette geçen tekâsür (nüfus çokluğu, servet ve şerefle övünme) kelimesinden almış. Bazı mushaflarla Buhârî (“Tefsîr”, 102) ve Tirmizî’de (“Tefsîr”, 102) Sûretü Elhâküm(ü’t-tekâsür) şeklinde kaydedilmiş, ashabın bu sûreyi el-Makbüre/el-Makbere diye adlandırdığı da rivayet edilmiş (Âlûsî, XXX, 626; M. Tâhir İbn Âşûr, XXX, 455). Âlimlerin çoğunluğuna göre sûre Kureyş kabilesine bağlı Abdümenâf ile Sehm kollarının, Mekke’de yaşayan mensupları ve ölüleriyle övünmeleri üzerine nâzil olmuş. Diğer bazı âlimlere göre ise olay Medine’de ensarın iki grubu arasında cereyan etmiştir. İbn Âşûr’un da belirttiği gibi (et-Taḥrîr ve’t-tenvîr, XXX, 456) sûrenin üslûbu ve bir anlamda suçlayıcı muhtevası muhataplarının müslümanlar değil müşrikler olduğunu göstermekte.[2]

Sûrede insanların, hayatın aldatıcı yönleriyle meşgul olmala­rından, dünya malını biriktirmeye olan düşkünlüklerinden ve âhiret hallerinden söz edilmekte. Tefsirlerde anlatıldığına göre Câhiliye Arapları mal, evlât, akraba ve hizmetçilerinin çokluğunu bir gurur ve şeref sebebi sayarlar, hatta bu hususta övünürken yaşayanlarla yetinmeyip kabilelerinin üstünlüğünü geçmişleriyle de ispat etmek için kabirlere gider, “Bizde şu şu şerefli insanlar vardı” diyerek ölmüş akrabalarının kabirlerini gösterir, onların dahi çokluğuyla övünürlermiş.

Sûrenin iniş sebebi olarak bu tür rivayetler bulunmakla birlikte genel anlamda insan fıtratındaki mal, evlât ve taraftarların çokluğu ile övünme vb. davranışlar eleştirilmekte, gerçek üstünlüğün âhirette ortaya çıkacağı belirtilmekte. [3]


“Elhâkumut tekâsur. Hattâ zurtumul mekâbir. Kellâ sevfe ta’lemûn. Summe kellâ sevfe ta’lemûn. Kellâ lev ta’lemûne ilmel yakîn. Le teravunnel cahîm. Summe le teravunnehâ aynel yakîn. Summe le tus’elunne yevmeizin anin naîm.”

“Çoklukla övünmek sizi, kabirlere varıncaya (ölünceye) kadar oyaladı. Hayır; ileride bileceksiniz! Hayır, Hayır! İleride bileceksiniz! Hayır, kesin olarak bir bilseniz...Andolsun, o cehennemi muhakkak göreceksiniz. Yine andolsun, onu gözünüzle kesin olarak göreceksiniz. Sonra o gün, nimetlerden mutlaka hesaba çekileceksiniz?[4]

“Çoklukla övünme yarışı sizi kabirlere varıncaya kadar oyaladı. Hayır! Yakında bileceksiniz! Hayır, hayır! Elbette yakında bileceksiniz. Hayır! Keşke kesin bir bilgiyle bilmiş olsaydınız! Yemin olsun, cehennemi mutlaka göreceksiniz! Sonra kuşkusuz onu gözünüzle ayan beyan göreceksiniz. Nihayet o gün nimetlerden elbette sorguya çekileceksiniz.”[5]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder