5 Aralık 2020 Cumartesi

05 Aralık 2020 Cumartesi 19:30 CORONA GÜNLERİ............................Cuma muhasebesi

Durum analizi

Bugün Corona salgınının 268.nci günü. Virüs maalesef tüm dünyada 65 milyondan fazla insana (65,4) bulaşıp 1,5 milyondan (1,51) fazla insanın ölümüne yol açtı. Her ne kadar %65’ler civarında iyileşen (42,1 milyon) varsa da sağlık sistemlerini felç eden sayıda aktif hasta ve yoğun bakım yükü var. Vaka sayıları her gün 600-700 bin (28 Kasımda 779.837 ile tüm zamanların en yüksek zirvesi gerçekleşti), ölümler de 10-12 bin (28 Kasımda 14.036’la tüm zamanların en yüksek zirvesi) dolayında artıyor.

Bu gün yani 4 Aralık itibariyle ülkemizde de son 24 saatte 194 bin 435 Kovid-19 testi yapılmış. Bunlardan %16,8’i yani 32 bin 736 kişinin testi pozitif çıktı. Maalesef 193 kişi de vefat etti. 32.736 vakanın 6.903’ü yani %21,1’i ise aktif hasta. Bu durumda ağır hasta sayısı ise 5 bin 713 oldu. Başından beri toplam hasta sayımız 527 bini aşmış (527.070) bulunuyor. Her ne kadar bunların 423 bin 142’i (%80,3)  iyileşip taburcu olmuş ise de vefat edenler de 14.509’u (%2,8), hastanede tedavi gören aktif hastalarımız da 89.419’yi (%17,0) bulmuş durumda. 

Dün yani 3 Aralık itibariyle ülkemizde de 187 bin 518 test yapılmıştı. Bunlardan %17,3’ü yani 32 bin 381 kişinin testi pozitifti. Maalesef 187 kişi de vefat etmiş 32.381 vakanın 6.511’i yani %20,1’i de aktif hastaydı. Tabloya göre, ağır hasta sayısı ise 5 bin 611 idi. Toplam hasta sayımız 520 bini aşmış (520.167) bulunuyordu. Her ne kadar bunların 418 bin 331’i (%80,4)  iyileşip taburcu olmuş ise de vefat edenler de 14.316’yı (%2,8), hastanede tedavi gören aktif hastalarımız da 87.520’yi (%16,8) bulmuş durumdaydı. 

Türkiye'de 25 Kasımdan bu yana semptom göstermeyenler de vaka sayısına dahil ediliyor. Bu nedenle günlük vaka sayıları o günden beri 29 binden aşağıya düşmedi. Her gün yeni zirvelerle artarak bugün yani 4 aralık itibariyle 33 bine dayanmış durumda. Aşağı yukarı bu sayıların %20’si tedavi gören hasta konumunda. Bunların sayısı da son on gündür 5 bin ile 7 bin arasında seyrediyor. Ölümler de yine son on gündür 170 ile 190 arasında gerçekleşiyor. Bu gidişle 200’e ulaşması yakın. Yapılan her 1000 testin 173’ü pozitif çıkarken, her pozitif bin kişinin de 200’ü tedaviye muhtaç. Toplam vakaların her 1000’inden 27’si ölürken, 803’ü iyileşiyor. Geriye kalan 170’i de hastanelik durumda. Evet bazı tedbirler alındı ama bu bilgilere göre henüz bir iyileşme emaresi yok.

4 Aralık itibariyle açıklanan Corona tablosuna göre ağır hasta sayımızın 5.703, yatak doluluk oranının %55,7, yoğun bakım doluluk oranının ise %71,7 olduğu anlaşılıyor. Bu sayılar dün yani 3 aralıkta 5.611, %55,7, %71,7 idi. Bir önceki gün 2 aralıkta ise 5.502, %55,7, %71,7 olmuştu. Ayın başında 1 Aralıkta tablo 5.303, %55,7, %71,7’i gösteriyordu. 30 Kasımda 5.190, %54,7, %71,3’tü. 29 Kasımda 5.011, %54,7, %71,3, 28 Kasımda 4.903, %54,7, %71,3, 27 Kasımda 4.816, %54,7, %71,3, 26 Kasımda 4.711, %54,7, %71,3 ve 25 Kasımda da 4.641, %54,7, %71,3 seviyesindeydi.

Anlaşılan o ki ağır hasta sayısı 10 gün içinde 4 bin 614'den her gün yüz kadar artarak yaklaşık 1000 ilavesiyle 5.703'e ulaşmış. Yatak doluluk oranı %54,7'den %55,7'ye, yoğun bakım doluluk oranı ise %71,3'ten %71,7'ye yükselmiş. Her ne kadar bu farklar nisbi olarak düşük bir miktarsa da düşmeyi değil de yükselmeyi göstermesi açısından vahim. Bu gidişle diğer hastalara yer kalmayacak.

Cuma bereketi

Dün “Cuma” idi. Mübarek ve övülmüş bir gün olduğuna inanırım. Hatta Cuma gününün haftanın bayramı mahiyetinde özel bir manevi havası olduğunu düşünürüm. Neden, çünkü o gün temiz olunur, temiz elbiseler giyilir ve bayram havasında Cuma namazına gidilir. Müslümanların toplanıp yeniden şarj olarak topluma, işine gücüne döndüğü bir “geri dönüşüm” işlevi görür adeta bu beraberlik.

Cuma namazı kılınır mı kılınmaz mı tartışmalarını, kadınların cuma kılıp kılmayacakları mevzusunu geçiyorum. Bu konuları erbabı olanlar yazsın, konuşsun. Sade bir müslüman olarak cuma günü diğer müminlerle bir araya gelmek, okunan hutbeyi dinlemek ve kılınan toplu namaz benim için  önemli. Benim anladığım cuma günü kutlu bir gündür ve ancak özgür insanların ikame ettikleri bir devlet namazıdır. 

Kur’an’da Cuma gününe has özel bir sure var. Bu sure mushaftaki sıralamaya göre 62.nci, iniş sırasına göre de yüz onuncu sırada. Medine döneminde inmiş. 11 âyetten oluşuyor. Adını 9. âyette geçen “elCumu’a”kelimesinden almış. Hz. Muhammed’in peygamber olarak gönderilişi, Yahudilerin Allah’ın dininden yan çizmeleri ve Cuma namazı ile ilgili hükümler yer alıyor.

Bazı müfessirlere göre bu sûrede yahudilerin kendileri için övünç konusu yaptıkları şu üç iddia çürütülmüş: a) Yalnız kendilerinin kutsal kitap sahibi oldukları ve başka bir toplumun içinden peygamber çıkamayacağı, b) Kendilerinin Allah’ın has ve imtiyazlı kulları oldukları, c) Allah’ın kendileri için kutsal bir gün (cumartesi) belirlediği ve müslümanların kutsal kitaplarında ise böyle bir belirleme bulunmadığı (bk. Zemahşerî, IV, 97).

Cuma suresinin 9.ncu ayetinde: “Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığında Allah’ı anmaya koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için çok hayırlıdır” deniyor. Hemen akabinde “Namaz kılındı mı artık yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lutfundan nasip arayın. Allah’ı da daima çok anın ki kurtuluşa eresiniz”(10) ifadesi var. 

Günümüz dijital dünyasında her şeyde olduğu gibi Cuma günü hakkında da oldukça kesif bir bilgi kirliliği var. O kadar şekle indirgenmiş ki işin aslı, özü adeta ikinci üçüncü plana itilmiş. Oysa biraz üzerinde düşünecek olsak cuma günü, hutbe, namaz ve "Namaz kılındı mı artık yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lutfundan nasip arayın. Allah’ı da daima çok anın ki kurtuluşa eresiniz” ayeti oldukça açık. 

Hayatı dondurup durdurmayan bir yaklaşım bu. “Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığında Allah’ı anmaya koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için çok hayırlıdır” ayeti de kısa bir süre için söz konusu. Allahı anmak, dua halinde olmak; hutbeyle aklını, namazla kalbini yıkayıp yenilenmek için. Hayata yeniden ama bu kez şarj olmuş olarak katılmak için.

Bu yüzden cuma gününün aynı zamanda bir "muhasebe" fırsatı olduğunu düşünürüm. Müslümanın kendisini, yaptıklarını ve yapamadıklarını sorguladığı bir fırsat. Müslüman için adeta çevresini, hayatı ve dünyayı reset ettiği bir gün cuma günü. İçinde bulunduğumuz hal ister hoşumuza gitsin, isterse coronavirüs gibi bir musibetle tehdit altında olalım; neticede herşeyde bir hikmet var. Görmek için bakmak, anlamak için düşünmek, gereğine tevessül etmek için de önce niyetlenmek gerekiyor.  

3 Aralık 2020 Perşembe

03 Aralık 2020 Perşembe 22:00 CORONA GÜNLERİ............................Corona aşısı

Aşı savaşları

Corona günlerinin sonuna geliyoruz galiba. Henüz bir ışık yok ama karanlık tünelde giderek artan “aşı” sesleri duymaya başladık. Haberler yoğunlaştı, bir biri ardına açıklamalar yapılıyor, aşı gündemli toplantılar duyuyoruz. 

Her ülke yüz milyonlarca dozluk aşı siparişi için sözleşme yapıyor. Amerika, Çin, Rusya, İngiltere ve Almanya bağlantılı küresel şirketler reklam olduğu aşikar, gündem oluşturan çıkışlar içinde. Sanki bir aşı savaşı var ortada ve tüm hızıyla da büyüyor. Bu tabloyu iflah olmaz aşı karşıtlarının akla ziyan komplo teorileri tamamlamakta.

Aşı üretimi aşamasına geldiğini reklam eden firmalar ile yapılan anlaşmalar peş peşe açıklanıyor. Ön siparişler yapılıyor ve aşı üreticisi firmalar, aşı üretim ve test aşamalarını bugüne kadar görülmedik bir hızla tamamlama çabasındalar. Ancak böyle bir yarış içerisinde, sade aşı çalışmalarının değil, pandemiden korunmayı hedef alan tüm çalışmaların sağlıklı yürüyebileceğine dair kaygılar da giderek artıyor. Çünkü Corona kabusu yetmezmiş gibi bu yarış da çoktan bir güç gösterisine evrilmiş durumda.

Aşıların etkinliği, üretici firmalar tarafından hep yüzde 90'ı aşan oranlarda bildiriliyor. 3.faz testleri tamamlanmadan, yan etkiler gibi pek çok şey daha çözülmemişken aşı etkinliği üzerinde bu kadar sansasyon yapılması, ticari kaygılardan kaynaklanan ve insanları yanıltan ciddi bir sorun.

Gelişmeler Kovid-19 aşısının bazı ülkelerde yıl sonundan önce başlayabileceğini gösteriyor. Beklentiler Avrupa Birliği, Amerika, Çin, Rusya gibi bir dizi ülkenin 2021’in ilk aylarında salgını kontrol altına alabileceği yönünde. Buna karşılık 7,5 milyar dünya nüfusunun tamamı için biraz daha zaman gerekecek. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), küresel anlamda bir kitlesel aşılamanın 2021’in ortalarında mümkün olabileceğini öngörüyor.

Halen Kovid-19 aşısı geliştirmek için dünyada 100’den fazla çalışma yapılıyor, bunlardan 11’i belirleyici ve son aşamayı oluşturan 3. fazda. Yine de bazıları üretime başladı bile. Mesela AstraZeneca 3 milyar doz aşı üretmeyi planlıyor. Avrupa Birliği ilk aşı sözleşmesini Ağustos sonunda bu şirketle imzaladı. Maliyet fiyatına 400 milyon doz aşı siparişi verildi. AB üyesi 27 ülkeye nüfuslarına göre dağıtılacak. Sözleşme ayrıca, kriz dönemi boyunca diğer Avrupa ülkelerine de aşı dağıtımı imkanı veriyor.

Ama AB başka şirketlerle de aşı sözleşmeleri yapıyor. Johnson & Johnson ile 400 milyon, Sanofi-GSK ile 300 milyon, Curevac ile 225 milyon ve Moderna ile 80 milyon doz aşı için sözleşme yapıldı. Bu beş sözleşmeye ilaveten AB başka görüşmeler sürdürüyor ve toplamda yedi ilaç şirketiyle daha anlaşma imzalanması bekleniyor. AB’nin nüfusu 450 milyon. Toplam aşı siparişi ise gerekenin hayli üstünde.

Büyük ihtimalle birbirine yakın tarihlerde birden fazla aşı onay alıp teslime hazır olacak. Ama hangi aşının onay alacağı, ne kadar etkili olacağı, gerçek yan etkilerinin neler olacağı ve kaç doz yapılması gerektiği henüz belli değil. DSÖ’ye göre bir aşının etkili kabul edilebilmesi için en az %50 başarılı olması, yani aşı yapılan iki kişiden birinin bağışıklık kazanması gerekiyor. Henüz kesin olmayan ilk bilgilere göre, en azından bazı aşılar bu oranı tutturacak.

Aşı geliştirmeye çalışan şirketler zamana karşı yarışarak olağan dönemlerde 10 yıl veya daha fazla süren işi tek bir yıla sığdırmaya çalışıyor. En etkili ve en güvenli aşıyı kimin üreteceği bir başka rekabet konusu. Elbette hiç kimse sonradan beklenmedik yan etkileri ortaya çıkacak bir aşıyı piyasaya sunan şirket olmak istemiyor. Ülkelerse artık şu sıralarda aşı uygulaması programlarını hazırlıyorlar. Sağlık sektöründe çalışanlar, 65 yaş üstü ve risk artırıcı hastalığı olanlar öncelikli gruplar arasında olacak. 

ABD’de Trump yönetimi Çok Hızlı Operasyon (Operation Warp Speed) adı altında bir kamu-özel kesim girişimi oluşturdu ve 10 milyar dolar bütçe ayrıldı. Şu ana kadar sekiz ilaç şirketiyle, AB’ye benzer şekilde, ABD nüfusunun hayli üstünde aşı siparişi içeren sözleşmeler imzalandı. Aşı dağıtımını Savunma Bakanlığı yapacak.

Rusya’da Sağlık Bakanlığı’na bağlı Gameleya Enstitüsü dünyanın ilk Kovid-19 aşısını geliştirdiğini açıkladı ve Sputnik V adı verildi. Rusya’nın yetkili kurumu, iki doz uygulanacak aşıya henüz 3. faz testler başlamadan önce onay verdi. Rusya bir yandan kitlesel aşı uygulamasına başlamayı o arada da aşıyı değişik ülkelere ihraç etmek istiyor.

Çin’den gelen haberler sınırlı ve devletin sıkı denetimi altında. Bazı gözlemciler ilk başarılı kitlesel aşı uygulamasının Çin’de başlayacağını, bazıları tam tersine, virüsün ilk çıktığı ülke olarak aylarca geriden geldiğini iddia ediyor. Resmi açıklamalara göre, 3. faz testlere başlamış dört şirkete sahip ülke olarak Çin küresel yarışın en önünde. Bunlardan ikisine henüz son aşamayı oluşturan 3. faz testler başlamadan önce resmi onay verildi. Batılıların düşüncesi Çin’in amacının  Kovid-19 aşısını küresel stratejik mücadelenin bir aracı olarak kullanmak istediği şeklinde.

Buna karşılık CanSino Biologics şirketi geçtiğimiz Ağustos’un ilk günlerinde son testlere başladı. Bu aşamaya ilk ulaşan Batılı şirket AstraZeneca, aynı ayın ortasında 3. faz çalışmalara başlamıştı.Gerçekten sıkı bir yarış! Etkili ve güvenli aşının milyarlarca doz üretilmesi gerekiyor. DSÖ, tüm dünya ülkelerinin hakça koşullarda Kovid-19 aşısı edinebilmesi için COVAX adı altında bir mekanizma oluşturdu. Dünyanın en büyük üç ekonomisinden ABD katılmayacağını, AB katılacağını açıkladı.

Kovid-19 aşısı temini için Türkiye ne yapıyor? Nereden, hangi aşamada ve kaç milyon doz alınacak? Hangi teknikle üretilen aşı tercih edilecek? 

Aşıda Türkiye cephesi

Türkiye bir yandan uluslararası arenada hareketlenen aşı çalışmalarını izliyor, bazılarıyla sözleşme imzalıyor, öbür yandan da yerli aşı çalışmalarına destek veriyor. Öyle anlaşılıyor ki bahara kadar 2-3 aşı belki de dört aşıyla tanışacağız. Türkiye bu açıdan hem riski dengeliyor hem de aşı temininde çıkabilecek sorunlara bugünden tedbir almış oluyor.

Bu konuda ilk anlaşmalar yapıldı. Öncelikle aralık-ocak-şubat aylarında Çin menşeli 50 milyon Sinovac aşısının Türkiye’ye gelmesi planlanıyor. Buna göre ilk etap asgari 20 milyon aşıyla Aralık ayında. Ardından Ocak ayında 10 milyon doz daha. Kalanı Şubat ayında. Bilim Kurulu aşının öncelikli olarak kimlere yapılması gerektiği konusunda çalışıyor. Dünkü toplantının da gündemi buydu.

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Bilim Kurulu Toplantısı sonrası yazılı açıklama yaparak, Türkiye'deki aşılama çalışmalarının dört aşamada yapılacağını duyurdu. Buna göre öncelikli gruplar; ilk aşamada sağlık çalışanları, 65 yaş üstü ile yaşlı, engelli, koruma evlerinde kalanlar ile kalabalık yerlerde yaşayanlar. Demek ki aşının sağlık çalışanlarından başlamak üzere riskli gruplar ve enfeksiyonu yayma potansiyeli yüksek olan kesimlere uygulanması planlanıyor. Aşı için herhangi bir ücret alınmayacağı da anlaşıldı. Öte yandan, Bakan Koca, sözleşmesi imzalanan ilk koronavirüs aşısının da 11 Aralık'tan sonra Türkiye'ye geleceğini açıkladı.

Bu arada ilk aşıların geleceği Çin şirketi Sinovac, Türkiye'de de denemeleri süren CoronaVac adlı aşının birinci ve ikinci faz sonuçlarının başarılı olduğunu açıkladı. Çinli uzmanlar aşının acil kullanıma uygun olduğunu söylemişler. Açıklamaya göre Türkiye’de 700 kişiyle yapılan denemelerde aşı, hızlı bir bağışıklık sağlamış.

Aralık ayında 1 milyon doz alınması planlanan Türk profesörler Uğur Şahin ve Özlem Türeci çiftinin yer aldığı Alman BioNTech firmasının ABD merkezli Pfizer ortaklığında geliştirdiği Covid-19 aşısının ise devamında 25 milyona kadar alınması konusu gündemde. 50 milyon Çin aşısı, 25 milyon da Alman aşısıyla birlikte toplam 75 milyon aşının Türkiye’ye gelmesi söz konusu. Sağlık Bakanı Koca yaptığı son dakika açıklamasında; "Aşıya aralık ve ocak ayında yoğun bir şekilde başlamak istiyoruz. Yerli aşıya ise Nisan ayında geçmeyi planlıyoruz. Her şey normal seyrederse aşıya 14 Aralık'ta, sağlık çalışanlarına yaparak başlayacağız" dedi.

Koronavirüs aşısını bulan BioNTech şirketinin CEO'su Prof. Uğur Şahin, aşının etkisinin yaz aylarında yoğun bir şekilde görüleceğini ve hayatın gelecek kış itibarıyla normale döneceğini söylemiş. Ancak Şahin, aşının vaka sayılarına çok büyük bir etkisi olmaması nedeniyle bu kış aylarının zor geçeceğini de ilave etmiş. Aşının başlıca yan etkileri ise, aşı yerinde birkaç gün süren ağrı ve bazı deneklerde yine birkaç gün süren hafif ateş olacak.

BioNTech ve Pfizer, geçen hafta yapılan testlerdeki ilk analizlerin aşının Covid-19'a yakalanmayı yüzde 90'dan daha fazla önlediğini söylemişti. BBC'de yayınlanan bir programa katılan Şahin, aşının hastalığın bulaşmasını azaltacağına ve aşı vurulmuş bir kişideki semptomların gelişmesini engelleyeceğine inandığını da söylemiş. Şahin aslında oldukça temkinli konuşuyor: "Ben böyle yüksek etkili bir aşıyla insanlar arasındaki bulaşmanın azalacağına inanıyorum. Belki yüzde 90 değil, belki yüzde 50 oranında. Ancak bunun salgının yayılmasında büyük bir azalma getireceğini de unutmayalım".

İlk etkili aşının bulunduğu açıklandığında Oxford Üniversitesi Profesörlerinden John Bell hayatın bahar aylarında normale dönebileceğini söylemişti. Ancak Şahin, bunun daha uzun süreceğini belirtiyor. Şahin amaçlarının Nisan ayı itibariyle dünya genelinde 300 milyon doz dağıtmak olduğunu ve bunun sadece "etkili olmaya başlamak" anlamına geldiğini de özellikle belirtiyor. Şahin’e göre daha büyük etki enfeksiyon oranlarının düşmesi, yaz ayları ve gelecek yılın sonbahar/kış aylarında yüksek düzeyde aşılanma oranı yakalanmasına bağlı. Salgının tamamen önlenmesi dünyadaki tüm aşılama programlarının gelecek sonbahardan önce bitirilmesine bağlı.

Nitekim uzmanlar tedbirlerle beraber toplumun yüzde 60'ı aşılandığında salgının ancak durabileceğini söylüyorlar. Aynı uzmanlar maske, mesafe, el hijyeni ve yayınlanmış olan kısıtlamalara harfiyen uyulmasıyla aşının toplumun yüzde 60’ına değil yüzde 10’una bile yapılması halinde salgın için bir fren görevi göreceğini ve yayılımı durduracağını vurguluyorlar.

Rusya’nın Gameleya Enstitüsü dünyanın ilk Kovid-19 aşısını geliştirdiğini açıklarken adının da Sputnik V olduğunu duyurdu. Rusya’nın yetkili kurumu ise, iki doz halinde uygulanacak aşıya henüz 3.ncü faz testler başlamadan önce onay verdi bile. Rusya böylece bir yandan kitlesel aşı uygulamasına başlarken öte yandan aşıyı değişik ülkelere de ihraç etmek istiyor.

Bu arada Türkiye'de de yerli aşı çalışmaları sürüyor. Bu konuda Sağlık Bakanlığı tarafından desteklenen toplam 16 aşı çalışması var. Erciyes Üniversitesi tarafından geliştirilen ve gönüllüler üzerinde denenen Covid-19 aşısında şu ana kadar ciddi bir yan etki gözlenmemiş. Yerli aşının Faz 3 çalışmalarının da tamamlanmasının ardından en geç nisan ayında yaygın kullanıma geçmesi planlanıyor.

1 Aralık 2020 Salı

02 Aralık 2020 Çarşamba REİS Gazetesi/sayı190.................................Lojistik

Lojistik

‘GZFT.05-LOJİSTİK’ başlığı üzerinde yapılan tarama ve durum analizi çalışmasında bu sektörde Susurluk için ’Güçlü yön’: ‘GY.05.1-Üretim merkezleri ve büyük pazarlara geçiş noktasında yer alması’ olarak belirlenmişti. Bu başlık altında önümüze gelecek ‘Fırsatlar’ise: ‘FRS.05.1-Bölgede Lojistik ağını güçlendirmeye yönelik altyapı projeleri’ ile ‘FRS.05.2-ilçemiz sınırlarında bir Lojistik merkez kurulmasıyla ilgili çalışmalar’ olarak görülüyordu. Öte yandan aynı sektörde tespit edilen Zayıf yan’ımız; ’ZY.05.1-Ulaşım dışında gerekli Lojistik altyapısının bulunmaması’karşımıza çıkacak ‘Tehdit’ ise: ‘THD.05.1-Bölgede öngörülen bazı lojistik merkezlerinin öncelikle Balıkesir ve Bandırma için planlanması’ şeklinde öngörülmüştü.

Bildiğiniz gibi ‘AMAÇ.1-BÖLGESİNDE YÜKSELEN, ÖNE ÇIKAN GELİŞMİŞ BİR SUSURLUK’ ise bunun için ‘StrA.1.1-Sosyal ve ekonomik kalkınma’ başlıklı bir Stratejik amacımız var. Bu amacın ilk Stratejisi de ‘Str.1.1.1-Güçlü yanları ve fırsatları kullanmak’ oluyor. O halde öncelikle bu konuda avantajlı olduğumuz hususları ele alarak güçlü yönlerimizi daha da güçlendirecek, fırsatlardan yararlanmayı sağlayacak ne gibi hedefler koyabileceğimizi düşünelim. Meselâ; halen mevcut bulunan ‘GY.05.1-Üretim merkezleri ve büyük pazarlara geçiş noktasında yer alması’ Susurluğun Lojistik açısından konumundan kaynaklanan güçlü yönü. Ayrıca netleşmemekle birlikte bölge bazlı bazı plan ve toplantılarda ifade edilen ‘FRS.05.2-ilçemiz sınırlarında bir Lojistik merkez kurulmasıyla ilgili çalışmalar’ ilçemiz için orta vadede çok önemli bir fırsat. Bu nedenle söz konusu faktörler değerlendirilebildiği takdirde Susurluğun gelişmesine katkı sağlayabileceği anlaşılıyor. Zira İstanbul ve Bursa illeriyle İzmir arasındaki bağlantıyı sağlayan devlet yolu ile yeni otoyol ilçemizden geçiyor. İlaveten Bandırma’yı İzmir’e bağlayan demiryolu üzerindeyiz. Bu bağlamda ilçemizin konumu itibariyle Manisa ve Balıkesir illerinin üretim bölgeleri ile İstanbul, İzmir ve Bursa gibi büyük pazar ve tüketim merkezleri arasında bulunması önemli bir artı. Özellikle de ilçemizin tarım ve hayvancılık konusundaki potansiyeli göz önüne alındığında İstanbul’a yakınlık lojistik alanında stratejik bir avantaja dönüşüyor. Çünkü çok yakınımızdaki Bandırma bir Anadolu yük birleştirme merkezi konumunda. Burada toplanan yükler limandan Tekirdağ’a denizyoluyla ulaşarak Avrupa’ya ve diğer dış pazarlara yol alacak. Bu kapsamda Tekirdağ-Bandırma Trenferi Projesi ile trenlerin feribotla deniz üzerinde bir yerden başka yere taşınması planlanmış durumda. Ayrıca Bakü-Tiflis-Kars Demiryolu Projesi ile bütünleşme hedeflenmiş. Böylece bölgemizden yüklenen ürünler, Avrupa ve Orta Asya’ya kadar kesintisiz ulaştırılabilecek. Bölgenin sanayi mallarının yanı sıra yöremizin tarımsal ürünleri; et, süt, kuru gıda, konserve gibi maddeleri de oluşan lojistik merkezlerden yüklenip yurtiçi ve yurtdışına taşınabilecek. Bu projelerin hayata geçmesiyle Bandırma ilçesi başta olmak üzere bölgemizin stratejik anlamda daha fazla önem kazanacağı gün gibi aşikâr. Bu bağlamda konumu itibariyle İstanbul İzmir Bursa gibi büyük Pazar ve tüketim merkezlerine yakınlığımız ve ulaşım imkânlarımız bizim için çok değerli bir avantaj. Tarım ve Hayvancılık, Hizmetler ve Sanayi sektörlerinde uzmanlaşmış farklı bölgeleri birbirine bağlayan konumuyla ilçemiz özellikle lojistik sektörü için son derece cazip bir nokta. Buna bağlı olarak, mal ve hizmet akımlarının geçiş yaptığı, yönetildiği ve yönlendirildiği muhtemel bir altyapıya da aday. O halde bu pozisyonumuzu değerlendirmek, kazanca ve istihdama dönüştürmek bir an evvel Susurluk’ta bir Lojistik Bölge teşekkül etmesine bağlı. Bunun için öncelik elbette daha önce ‘GZFT.03-KALKINMA VE TEŞVİKLER’ başlığı kapsamında belirlenmiş ‘HDF.1.3.1.2- Lojistik bölge alanını belirlemek, tesisini kolaylaştırmak’ hedefinde. Ancak bununla beraber önümüze onu tamamlayıcı mahiyette ‘HDF.1.1.1.12-Lojistik bölge alt yapı ve bağlantı yollarını ikmal etmek’ şeklinde bir hedef daha koymamız mümkün. Zira seçilecek alanın alt yapısının mutlaka önceden yapılması gerekiyor. Kaldı ki bölgenin üretim, ticaret ve pazarlama faaliyetlerini sürdürebilmesi için demiryoluna ve otoyola bağlantılarının gözden geçirilip güçlendirilmesi de olmazsa olmaz bir konu. Daha sonrasında sıra lojistik bölgemizin Bursa, İzmir ve İstanbul gibi yakın ticaret merkezleri ile Bandırma ve Tekirdağ limanı yoluyla dış pazarlara entegre edilmesine gelecek. Bunun için ‘HDF.1.1.1.13-Lojistik bölgenin iç ve dış pazarlara entegrasyonunu sağlamak’ şeklinde bir hedef koymamızı gerektiriyor. Bütün bu çabalar neticede Susurluğun ‘GY.05.1-Üretim merkezleri ve büyük pazarlara geçiş noktasında yer alması’ şeklindeki güçlü yönünü daha da güçlendirmiş olacaktır.

        İçinde bulunduğumuz bölge zaten coğrafi konum ve ulaşım ağları açısından tartışmasız stratejik bir öneme sahip. İlçemiz de bu bölgede oldukça avantajlı bir konumda. Bu sebeple FRS.05.1-Bölgede Lojistik ağını güçlendirmeye yönelik altyapı projeleri’ bizi çok yakından ilgilendiriyor. Örneğin ilçemizden geçen demiryolu hattı Bandırma limanı ile bütünleşmiş bir şekilde Susurluk üzerinden Balıkesir-Soma-Manisa-İzmir’e kadar uzanıyor. Bu arada 2023 yılına kadar yapımı planlanan yüksek hızlı demiryolu hatlarından biri de Bölgeyi ilgilendiren Bursa-Balıkesir-İzmir hattı. Gerek yolcu taşımacılığı gerekse Bölge ekonomisinin girdileri ile üretilen mamullerin iç ve dış pazarlara ulaştırılması açısından söz konusu proje de büyük önem arz ediyor. Zira çift yönlü toplam 245 km uzunluğundaki demiryolu hattının Bandırma-Susurluk-Balıkesir-Soma-Bergama hattı üzerinden Çandarlı Limanı ve Aliağa’ya ulaşması planlanıyor. İlaveten bu hatta Bandırma-Biga-Çanakkale bağlantısının sağlanması da düşünülmüş. İlçemiz Balıkesir’deki Gökköy Lojistik Köyü gibi bir TCDD projesi ya da özel sektör girişimiyle oluşacak lojistik merkezler için son derece uygun alanlara sahip. Ki bu tercihler aynı zamanda kurulması öngörülen OSB ile Bandırma limanına da yakın olmuş olacak. Geleceğe baktığımızda orta vadede bölgemizde dört önemli gelişmenin şekillenmekte olduğu anlaşılıyor. Biri Çanakkale 18 Mart köprüsü ve bağlantı yolları, diğeri Balıkesir havaalanı, üçüncüsü uluslararası Tekirdağ ihraç limanı, dördüncüsü de Bursa-Bandırma-İzmir yüksek hızlı tren projesi. İşte bu gelişmeler inşallah zaten mevcut olan güçlü ulaşım ağlarımızı, dolayısıyla da pozisyonumuzu çok daha güçlendirmiş olacak. O halde StrA.1.3-Cazibe merkezi olma’ şeklindeki Stratejik amacımız doğrultusunda ‘Str.1.3.1-OSB ve Lojistik bölge kurulmasını sağlamak’ stratejisi izleyeceksek ki doğru olan da budur. O zaman odaklanmamız gereken ilk hedef; HDF.-1.3.1.03-Yahyaköy istasyonunda bir TCDD Lojistik Köyü kurulmasını sağlamak olmalı. Çünkü bu konu zaten TCDD’nin planlarında olan, onun harekete geçirilmesiyle hayata geçirilebilecek bir devlet yatırımı. Doğal olarak orada başlayan ilk adım HDF.1.3.1.04-Özel Sektör Lojistik Bölgesinin teşekkülüne katkı sağlamak’ suretiyle büyüyecektir. Bu konuda önerimiz; Yahyaköy Göbel Okçugöl istikametinde belirlenecek bir alanda özel sektör lojistik firmalarının konumlandırılmasıdır. Zira lojistik bölgesinin bir liman çevresinde, tren yolu ile otoyol ve karayollarının birbirlerine en yakın bulunduğu alanda temerküz etmesi işin tabiatında var.

            Rekabet edebilir bir fiyat için ulaştırma ve lojistiğin önemi büyük. Zira işletme faaliyetlerinin yüksek maliyete sahip olan kalemlerinden biri bu. Uygun kazancın elde edilebilmesi için lojistik yöntemi ve tedarik zinciri kısmının da başlı başına iyi yönetilmesi gerekiyor. Bu nedenle ülkemizde lojistik merkezlerin öncelikle, OSB’ler ile bağlantılı olarak yük taşıma potansiyelinin yoğun olduğu toplam 19 merkezde inşa edilmesi planlanmış. Bu istikamette bölge ulaşım ağı açısından önem taşıyan projelerden biri TOBB’un öncülüğünde ve Ulaştırma Bakanlığı’nın desteğiyle yürütülen Büyük Anadolu Lojistik Organizasyonlar (BALO) projesi. Proje ile yurtiçindeki toplama merkezlerinden konteynerlerle alınan yüklerin tren seferleriyle Anadolu ve Avrupa yakasındaki yük birleştirme merkezlerinde toplanacağı ve gideceği şehirlere göre ayrıştırıldıktan sonra Avrupa’daki lojistik kentlere ulaştırılacağı öngörülmüş. Meselâ bu bağlamda Bandırma ilçesi de bir Anadolu yük birleştirme merkezi. Toplanan yükler limandan Tekirdağ’a denizyoluyla ulaşarak Avrupa’ya yol alacak. Bu kapsamda Tekirdağ-Bandırma Trenferi Projesi ile trenlerin feribotla deniz üzerinde bir yerden başka yere taşınması planlanıyor. Ayrıca Bakü-Tiflis-Kars Demiryolu Projesi ile bütünleşme hedeflenmiş. Böylece bölgemizden yüklenen ürünler, Avrupa ve Orta Asya’ya kadar kesintisiz ulaştırılabilecek. Bölgenin sanayi mallarının yanı sıra yöremizin tarımsal ürünleri; et, süt, kuru gıda, konserve gibi maddeleri de oluşan lojistik Bölge/Merkez ve Köylerden yüklenip yurtiçi ve yurtdışına taşınabilecek. Böylece Avrupa ve dış pazarlara gönderilen ihraç mallarının ulaşım süresi ile maliyetlerinin yarıya düşürülerek İstanbul’un yükünün hafifletilebileceği öngörülüyor. Bu projelerin hayata geçmesiyle Bandırma ilçesi başta olmak üzere bölgemizin stratejik anlamda daha fazla önem kazanacağı gün gibi ortada. Demir yolu ve otoyola sahip, boydan boya karayolu üzerinde yer alan, limana çok yakın, yeni otoyol ve hızlı tren projeleriyle bağlantılandırılmış bir Susurluğun bu fırsatı iyi değerlendireceğini umut ediyorum. Çünkü giderek bölgemizdeki ulaşım; dış ve iç ticaret açısından daha kapsamlı, daha ekonomik hale geliyor. En azından bu sayede Susurluğun ürünlerinin de kolay, ucuz ve hızlı biçimde çevresindeki büyük kent pazarlarına ulaşabileceğini bekleyebiliriz. Ayrıca Susurluk bu avantajını iyi kullanabilirse; tarımsal üretime dayalı işletmeler, kendisine yer arayan bazı sanayi kuruluşları ve lojistik şirketleri için de yeni bir cazibe merkezi olacaktır. Bu nedenlerle ‘Bölgede Lojistik ağını güçlendirmeye yönelik altyapı projeleri’ ile ‘ilçemiz sınırlarında bir Lojistik merkez kurulmasıyla ilgili çalışmalar’ çok kıymetli birer fırsat olarak önümüzde duruyorlar. 
    
Daha önce yapılan tarama çalışması ve katkılar sonucunda 
’LOJİSTİK’ sektöründe tespit edilen ‘Zayıf yan’ımız; ’ZY.05-Ulaşım dışında gerekli Lojistik altyapısının bulunmaması’ olarak belirlenmişti. Lojistik merkezler; farklı işletici ve taşıyıcılarla ulusal ve uluslararası, yük taşımacılığı, dağıtımı, depolama ve diğer tüm hizmetlerin yapıldığı alan olarak tanımlanıyor. Lojistik ve taşımacılık şirketleri ile ilgili resmi kurumların içinde yer aldığı, her türlü ulaştırma moduna (karayolu, demiryolu, havayolu, denizyolu vb.) etkin bağlantıları olan, depolama, bakım-onarım, yükleme-boşaltma, elleçleme, tartı, yükleri bölme, birleştirme, paketleme vb. faaliyetlerini gerçekleştirme imkânları olan ve taşıma modları arasında düşük maliyetli, hızlı, güvenli, aktarma alan ve donanımlarına sahip bölgeler. Karayolu, demiryolu, denizyolu ve yerine göre havayolu erişimi ile kombine taşımacılık imkânlarının olduğu depolama ve ulaştırma hizmetlerinin birlikte sunulduğu merkezler. Yapılması planlanan 16 adet lojistik merkeze bakıldığında ülkemizin her bölgesinde,  öncelikle organize sanayi bölgeleriyle bağlantılı olarak, yük taşıma potansiyelinin yoğun olduğu bölgelerde yapıldığı gözleniyor. İlçemizde şu an için herhangi bir lojistik merkez oluşumunun bulunmaması bir zafiyet. Ancak orta vadede bu alanda güçlü hale gelmemiz şaşırtıcı olmaz. Zira TCDD tarafından yapılan lojistik merkezler, iltisak hatları, Marmaray, Kars-Tiflis-Bakü, Kars-Nahcivan-İran, Nusaybin-Musul-Basra Demiryolu Projesi, Van Gölü Feribot Geçişi, Kavkaz-Samsun ve Derince-Tekirdağ, Bandırma-Tekirdağ Feribot Projesi vb. projelerin yapım çalışmaları sürüyor. Ancak Lojistik sektöründe sadece güçlü ulaşım ağlarında bulunmamızın yeterli olmadığı, bu alanda güçlü firmalara ve bağlantılara da sahip olmamız gerektiği de açık. Ama çok daha önemlisi bu faaliyetlerin ancak mümbit bir üretim alt yapısı üzerine bina edilebileceği. O halde StrA.1.3-Cazibe merkezi olma’ şeklindeki Stratejik amacımızı gerçekleştirmek üzere ‘Str.1.3.2-Konum, doğal kaynak ve çevre imkânlarını değerlendirmek’ stratejisi izlememiz gerekiyor. Bu noktada öncelikle en güçlü bulunduğumuz Tarım ve hayvancılığa dayalı ürünlerin sevkiyatına ve pazarlanmasına dayalı hedeflerimiz olmalı. ‘HDF.1.3.2.11-Entegre et, süt ürünleri, konserve ve dondurulmuş gıda üretim tesislerine sahip çıkmak’ bunlardan biri. Fakat bunu sözde değil fiiliyatta somut adımlarla yapmamız gerek. Hemen beraberinde HDF.1.3.2.12-Soğuk hava depoları, paketleme ve pazarlama tesislerini teşvik etmek’ gibi bir hedef koymamız yerinde olur. Böylece söz konusu hedeflerle Lojistik alt yapımızın sağlam temellere dayalı olarak güçlenmesi mümkün olabilecektir. Ayrıca ‘AMAÇ.2-KALKINMAYI BAŞARMIŞ ÜRETKEN BİR SUSURLUK’’ için ‘StrA.2.4-Özgün, ileri ve Güçlü olma’ Stratejik Amacımız da çok önemli. Bu yoldaStr.2.4.3-Güçlenme’ stratejisi izlemek aynı zamanda zayıf taraflarımızı da telafi etmemize yarayabilir. Bu istikamette mesela; öncelikle ‘HDF.2.4.3.04-Mevcut lojistik firmalarımızı güçlenmesi için kollamak’, süreç ilerledikçe arzu edenler için eskiden çok başarılı ve özgün bir örnek olan ‘HDF.2.4.3.05-Taşıyıcılar kooperatifi benzeri örgütlenmeleri teşvik etmek’ de zayıf olan lojistik alt yapımızı güçlendirecektir.

‘GZFT.05-LOJİSTİK’ başlığı altında karşımıza çıkması muhtemel bir tehdit: THD.05.1-Bölgede öngörülen bazı lojistik merkezlerinin öncelikle Balıkesir ve Bandırma için planlanması’ olabilir. Bu tür yatırımların öncelikle Balıkesir ve Bandırma için planlanması bir vakıa. Ayrıca tarihsel süreç içinde pek çok örneği de var. Ancak lojistik sektörü hareketli ve akışkan bir sektör. Biz güçlendikçe ve ne yaptığımızı bilerek ilerledikçe onlar da orta vadede Balıkesir ve Bandırma’ya sıkışmak istemeyeceklerdir. Üretimin ve kazancın arttığı noktaya yönelmeleri şaşırtıcı olmaz. Kuşkusuz inşallah Ömerköy’de özel bir OSB kurulması pek çok şeyi etkileyecek ve tetikleyecektir. O bölge gibi, Susurluğun özellikle Yahyaköy mahallesi de tren yolu, otoyol ve karayolunun neredeyse birbirine kenetlendiği çok stratejik bir nokta. Oluşturduğu çemberin içinde M.Kemal Paşa OSB’si, Seker Fabrikası, et ve süt ürünleri tesisleri, muhtelif konserve ve gıda firmaları bulunuyor. Ayrıca Bandırma’ya ve limana yakın olma avantajı var. Neticede Susurluğun hiç de azımsanmayacak bir ürün potansiyeli olduğunu da biliyoruz. Bu yüzden lojistik sektörünün kısa süre içinde ilçemizde de konuşlanacağını beklemek yanlış olmaz. Bu sektörün ulaşımla ilgisi olduğu kadar pek çok başka sektörle de yakın alakası var. Ayrıca bir lojistik merkezinin depolar, entegre depolama satış dağıtım tesisleri, soğuk hava depoları, paketleme ve pazarlama tesisleri ile daha birçok destek ünitelerini de içerdiğini unutmayalım. Böyle bir oluşum elbette üretim, kazanç ve istihdam demek. İşte bu nedenlerle ilçemizin bir lojistik merkezine sahip olmasını ısrarla talep etmeli ve takipçisi olmalıyız. Böyle bir talep ‘StrA.2.3-Üretkenlik ve Rekabetçilik’ şeklinde ifadesini bulan Stratejik Amacımızın da gereği. Dahası çevremizden kaynaklanan tehdit mahiyetindeki bu gibi plan, oluşum ve gerçeklikler bizi daha fazla ‘Str.2.3.2-Rekabetçiliği benimseme’ stratejimize yaklaştırmaktadır. Bu sebeple  HDF.2.3.2.01-Lojistikte rekabetçi bir yaklaşımla hareket etmek’ bir tercih değil aksine bir zorunluluk gibi görünüyor.

yyalcin3@gmail.com

01 Aralık 2020 Salı 12:30 CORONA GÜNLERİ.......................................Göreceli haller

İmtihan dünyası

Biz insanlar olayların sadece görünen kısmını görür ve öyle zannederiz.  Halbuki o şeyin hakikatinde belki de bizim bilmediğimiz nice farklı hikmetler olabilir. Kur’an bu göreceli hali bize şöyle açıklıyor: “..hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırlı, hoşlandığınız bir şey ise sizin için şer olabilir. Allah hakkınızda hayırlı olanı bilir, ama siz bilemeyebilirsiniz”(Bakara Suresi 216. Ayet)

Bize düşen her hoşlandığımız şeyi abartmadan, şer durumlarda da umutsuzluğa ve üzüntüye kapılmadan; “Bunda da bir hayır vardır İnşallah” diyerek istikametimizi bozmamaktır. Böyle yapmazsak hem Allah’ın bu ayetini anlamamış, hem de kendimize zarar vermiş oluruz.

Neden? Çünkü başımıza bir musibet geldiğinde. Mesela corona virüs gibi bir illetle uğraşırken isyan etmenin, tedbirlere uymayıp ona buna sataşmanın, ortalığı karıştırmanın ne faydası var ki. O belayı savamadığımız gibi hem çevremize zarar vermiş hem de kendimize ve imanımıza da keder getirmiş oluruz. O yüzden böyle göreceli hallerde en iyisi “..Allah bilir, siz bilmezsiniz” ayetini hatırda tutmak ve daima Rabbimizden hakkımızda hayırlı olanı dilemeli sebat etmeliyiz.

Maden bir Kur’an ayetiyle başladık yine kitabın ortasından devam edelim. Diyor ki Kur’an bir başka ayette: ‘’Onlar; başlarına bir musibet gelince, “Biz şüphesiz her şeyimizle Allaha aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler.’’ (Bakara -156). Bizler Kur’anı ölülerimize okumakta özenli ve ısrarcıyız. “İnna lillahi veinna ilyhi raciun)’’ yani “Allahtan geldik ona döneceğiz’’ayetini de  sadece ölüm haberi aldığımızda söylüyoruz. Halbuki bu ayet her sıkıntı halinde söylenebilmeli.

Bu minvalde bir başka ayet de şöyle: “Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz. Ancak bize döndürüleceksiniz.’’ (Enbiya -35) Evet elbette herkes bir bahane ile ölecek; kimi kanserden, kimi kalp krizinden, kimi de corona vs. hastalıklardan. Kimi de trafik kazası, deprem ya da terör olaylarından. Bunların herbiri insanın başına gelebilecek musibetler. Sonunda elbet ona dönmüş olacağız. Ama dikkat! Bir başka önemli şey da söyleniyor bu ayette:  “..Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz..” Sabredip tedbir alarak direniyor muyuz, belalardan korktuğumuz Allah’a sığındığımız kadar nimetleri dolayısıyla da ona hamd edip şükredebiliyor muyuz?

Bu imtihan meselesi önemli yüce Allah bir başka ayet i kerimesinde bakın ne diyor: “Andolsun, mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz. … Eğer sabreder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız bilin ki, bunlar yapmaya değer azmi gerektiren işlerdendir.’’ (Ali imran -186) Her insanoğlu ömrüne denk gelen zamanda bazı sınama vesileleri yaşayabilir. Allah bildiği için önceden bizi uyarmış:  “..İşte orada mü’minler denendiler ve şiddetli bir şekilde sarsıldılar..’’(Ahzab -11)

Bu ayetlerde hastalık ve ölüm acısı dahil çekeceğimiz tüm acılarda bir imtihan bilinci taşımamız gerektiği açıklanıyor. Savaş, terör, yangın, sel, kasırga, deprem, salgın hastalık v.b tüm felaketlerle veya başka nedenlerle malımızın, mülkümüzün kaybedilebileceği, hatta sevdiklerimize ve bize dokunan pek çok acılarla sarsılabileceğimiz bildiriliyor.

İnsanoğlu bütün kibrine rağmen zayıf da bir varlık. Bütün bu musibetler karşısında düştüğü acziyeti yaratıcımız bizzat önceden haber vermiş: “İnsana bir zarar dokunduğunda bize yalvarır. Sonra ona tarafımızdan bir nimet verdiğimizde, ‘Bu, bana ancak bilgim sayesinde verilmiştir’ der. Hayır, o bir imtihandır. Fakat onların çoğu bilmezler." (Zümer,49) Rabbim bizi böyle nankörlerden eylemesin.  Nimet verilince Allahı hamd eden, bela ve musibet karşısında da Allahı hatırlayıp, ona dayanıp dua ve tedbir ile sebat eden kullarından eylesin.

Rabbim bizi böyle nankörlerden eylemesin.  Nimet verilince Allahı hamd eden, bela ve musibet karşısında da Allahı hatırlayıp, ona dayanıp dua ve tedbir ile sebat eden kullarından eylesin.

Ayetlerdeki dersler

Corona salgınının 265.nci günündeyiz. Virüs maalesef tüm dünyada 65 milyona (63,2) yakın insana bulaşıp 1,5 milyon (1,47) insanın ölümüne yol açtı. Her ne kadar %65’ler civarında iyileşen (40,5) varsa da sağlık sistemlerini felç eden sayıda aktif hasta ve yoğun bakım yükü var. 

Vaka sayıları her gün 500 bin, ölümler de 10 bin dolayında artıyor. Özellikle başta Amerika kıtası ve Avrupa’da, Brezilya, Hindistan ve Rusya’da tırmanış durdurulamıyor.  

30 Kasım itibariyle ülkemizde de son 24 saatte 176 bin 656 Kovid-19 testi yapılmış. Bunlardan %17,6’sı yani 31 bin 219 kişinin testi pozitif. Maalesef 188 kişi de vefat etmiş. 31.219 vakanın 6.514’ü yani %20,8’i aktif hasta. Tabloya göre, ağır hasta sayısı ise 5 bin 190 olmuş. Başından beri toplam hasta sayımız 500 bini aşmış (500.865) bulunuyor. Her ne kadar bunların 404 bin 727’si (%80,8)  iyileşip taburcu olmuş ise de vefat edenler de 13.746’yı (%2,7), hastanede tedavi gören aktif hastalarımız da 82.392’yi (%16,5) bulmuş durumda.  Bunlar son derece ciddi rakamlar.  

İşte böyle bir tabloda bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de yeni tedbirler devreye girdi. Sokağa çıkma kısıtlaması gibi ve daha önce alınmış bazı tedbirlerin genişletildiğini gördük. Çok şükür ki insanlarımız devletin aldığı tedbirlere genellikle uyuyor. Bazı aymazlar hala varsa da neticede bu mücadele, inşallah da bir seferberlik ruhuyla hep birlikte muvaffak olunacak. Bu arada aşı çalışmalarına dair haberler de yoğunlaştı. Sanırım yeni yılın ilk ayları yoğun bir aşılama göreceğiz.

Başımıza gelen şey ne olursa olsun ona karşı tedbir almayı, sebebe tevessül etmeyi, ye’se düşmeden sabredip direnmeye devam etmemiz gerekiyor. Hoşumuza gitmese de, acıya da sebep olsa olup bitenlerin sadece gördüğümüz değil göremediğimiz yüzleri de var. İnsanoğlu için içinde bulunduğumuz, baktığımız her şey; varlıklar, olaylar aslında birer ayet. Bizatihi insan bedeni ve ruhu da böyle. Aklımız gibi gönül gözümüzün de daim açık olması, işin özünü, hakikatini görebilmemiz lazım.

Kehf suresi 60 ile 82.nci ayetler arasındaki Hz. Musa ve (Allah u alem ) Hızır (as) arasında geçen olaylar da bu konuda ders alınması gereken bir kıssa. Söz konusu ayetlerde son derece çarpıcı bazı olaylar anlatıldıktan sonra “…Bunları ben kendi görüşüme göre yapmadım. İşte senin, sabredemediğin şeylerin içyüzü budur.”(82.ayet) denilerek Hz. Musa’ya bir ders verilir.

Şüphesiz Allah(cc) sonsuz akıl ve hikmet sahibidir. En nihayetinde hakkımızda neyin şer, neyin hayırlı olduğunu ancak Allah(cc) bilir. İşte ..Allah(cc) bilir siz bilmezsiniz“(Bakara-216) ayeti bu hakikati ifade ediyor. Dünya hayatında meydana gelen her olay onun ilmi dahilinde hayır ve hikmetle yaratılmış. İnsan ancak olayları görebildiği, anlayabildiği kadarıyla onlara muhatap. Her şey göreceli. İnsan ancak kendi kavrayışı ile bu olayları değerlendirebiliyor.  

Bu sınırlılık kimi zaman aslında iyilik ve güzellik olan bir şeyi olumsuz, şer; kötülük ile dolu olan bir olayı da olumlu ve hayırlı olarak nitelendirebiliyor. Sahip olduğu kısıtlı bilgi ve anlayış ile yanlış sonuçlara varabiliyor. Bu durumda hakkı ve doğruyu görebilmek; öncelikle iman etmiş olmayı gerektiriyor. O zaman Allah'ın sonsuz kudretine dayanmak ve başa gelen her olayın hayra çıkmasını dilemek kolaylaşır.

29 Kasım 2020 Pazar

29 Kasım 2020 Pazar 21:30 CORONA GÜNLERİ..................................Tünelin içi

Tahtalıköy mü, Bakırköy mü?

“Dışarı çıksak tahtalıköy, evde kalsak Bakırköy!” Galiba gülümsediniz. Komikmiş değil mi? Sosyal medyada bir paylaşımda gördüğümde ben de gülümsemiştim. Adeta bir corona kara mizah örneğiydi. Bu corona tabi ki ciddi, tehlikeli ve acılı bir durum. Ama bize yaşattıkları sadece bunlar değil.

Korku, endişe ve panik halleri sıradan bildiğimiz duyduğumuz haller. Evham, allerji, anksiyete, uyku problemleri, yeme bozuklukları, obsesif (takıntılı) düşünceler için de doğrusu çok verimli bir ortam. Stres, bunalma, sıkılma çok hafif kalır böylesi sorunlar yanında.

Maksadım bunları anlatmak değil elbette. Yeniden A-normal bir döneme girdik ya başımıza neler gelecek onu düşünüyorum. Neyse ki Nisan Mayıs aylarından biraz tecrübeliyiz. Önemli bir fark var ama aralarında. O zaman ne olduğunu neleri nasıl yaşayacağımıza dair bir fikrimiz yoktu. O yüzden geldi, yaşandı, geçti. 

Şimdi öyle değil. Ne olduğunu, neyle karşı karşıya bulunduğumuzu, neleri nasıl yaşayacağımızı biliyoruz artık. Üstelik bu günkü rakamlar öncekini neredeyse katladı geçti bile. 28 Kasım itibariyle açıklanan Corona tablosuna göre yapılan 174.443 testten 6.714 hasta ve 23.389 semptom göstermeyen toplam 30 bin 103 yeni vaka tespit edilirken 182 kişi de vefat etmiş. Ayrıca o tablodan ağır hasta sayısının da 4.903 olduğu anlaşılıyor.

Rakamlar gerçekten devasa. Bugüne kadar 18.247.424 test yapılmış. Bu 83 milyon nüfusumuzun %22 si yani neredeyse dörtte biri demek. Toplam hasta sayımız da 487.912 olmuş. Bu da her test yapılan 1000 kişiden 27'sinin (%2,67) semptom gösterip hastalandığını gösteriyor. Vefat edenler 13.373'e ulaşmış durumda. 396.227 kişi de iyileşerek hastalığı atlatmış. Bu da %81,2 oranına denk geliyor. 

Ama hastalanan her bin kişiden 27'si de maalesef ölmüş bulunuyor. Geriye kalan 78.312 kişi  (%16,1) tedavi görürken, bunların 4.903'ü de ağır hasta. Tedavi görenlerin %6,2'sinin ağır durumda olması endişe verici.Hastanelerin yoğun bakım ünitelerinin %60-70'ler seviyesinde dolu olması da ayrı bir sorun.  

Bütün bunlar işin "tahtalıköy" tarafı. Bir de madalyonun "Bakırköy" tarafı var ki evlere mahsus. İnsanların bir virüs sebebiyle evlerinden çıkamamaları yeterince rahatsız edici zaten. Bunun üzerine işyerlerini kapatmak zorunda kalan, işsiz kalan, işleri bozulan onca insanın derdini ekleyin. İlave olarak bir de dar alanda yaşanan aile içi sorunlar, okula kreşe gidemeyen çocukların yükü, hanımların dayanılmaz imtihanı, çocukların okula gidememeden kaynaklı hırçınlıkları, gençlerin zapt edilemez mahpuslukları. 

İşte bütün bunlar bekliyor bizi önümüzdeki günlerde. Bakırköy söz temsili, şükür ki biraz abartı. Ama insanın böylesi bir atmosferde daralmaması da mümkün değil. 

65 yaş üstü hikayeler

Şu Corona çıktı çıkalı 65 yaş üstü insanlarımızın çektiği çile bini aştı. Kısıtlamaların odak noktasında hep onlar oldu. Dostlarından akrabalarından uzak kaldılar. Bayramlar geldi geçti çocuklarıyla torunlarıyla doya doya bayramlaşamadılar. Komşularıyla kapı önü, parkta bank sohbeti yapamadılar. İhtiyaçlarını birilerine telefon ederek, yardım isteyerek gidermek zorunda bırakıldılar. Cuma teravih kılamadılar, çok zaman camiye bile gidemediler.

Elbette haklı sebepler vardı. O yaşlar yorulan zayıflayan bedenlere başka hastalıkların da üşüştüğü ömrün sonbaharı sayılıyor. Coronavirüs de böyle bedenleri seviyor. Ağır seyrediyor bu yaşlarda; şayet bir de böyle kronik hastalıkları da varsa. Ölümle sonuçlanan vakalar yüzde 60’ın üstünde bu kesim. Aslında onu korumaya yönelik bu tedbirler. Fakat başından beri bu maksat tam anlaşılamadı.

****

Pek çok hikaye yaşandı onlara özgü, pekçok gülümseten anılar kaldı hatırımızda. Rahmetli annem Mart Nisan ilk dalga sırasında hastaydı. Hastalığı covid değildi ama mide kanseri olduğu anlaşılmıştı. Bir müddet yattığı hastaneden eve getirdiğimizde ülkemizde ilk vakalar da görülmeye başlanmıştı. Tedbirler hastaneye gidip gelmelerimizi de kısıtlamış, PET raporunu almak bile çok zor olmuştu. Sonuçları doktorlarıyla bir türlü yüz yüze görüşemiyorduk. Anneme sezdirmemeye çalışıyorduk ama aramızdaki konuşmalarda sık sık geçen “corona”lafını duyan annem bize “Kim o be!” diye çıkışmıştı. O zaman gülmüştük ama bugün acıyla hatırlıyoruz. Allah rahmet etsin.

****

İlk günlerde sokakta yaşlı insanları durdurup tartaklayanları da gördük ne yazık ki. Sanki “virüs taşıyıcı onlarmış da neden sokağa çıkıp hastalığı yayıyorlarmış” muamelesi görmüşlerdi. Tartaklanan amcam ne desin, ne yapsın? Bir yandan hükümet “65 yaş üstü olanlar sokağa çıkmasın” diyor, öbür yandan onları “yürüyen hastalık” sanan saygısızlar da itip kakıyordu. O zaman bütün ülkenin içi acımıştı o sahnelere. Yetkililer “yaşlılar bizim baştacımız, bu tedbirler onları korumak için” uyarıları yapsalar da epey geç kalınmıştı galiba.  

****

Bazıları isyan noktasına geldi tabi. Bu işin uzadıkça uzaması bir “insan hakları” ihlali sayıldı onlarca. Dediler ki: “65 yaş öyle pek de ileri bir yaş değil. Bugün Türk siyasetinin pek çok önemli ismi 65 yaşın üzerinde. Eğer böyle bir siyasi iseniz gezmek serbest. Sağlık çalışanı iseniz de yasak yok. Ama 65 yaşını geçmiş bir avukat ya da müvekkilseniz mahkeme işleriniz zor. 64 yaşında iseniz serbestsiniz 65 çizgisini geçmişseniz “riskli” sınıfına terfi ediyorsunuz. Bakkal, kasap, manav vb. bir esnaf iseniz dükkanınızı açamıyorsunuz. Emekli adamın camiye bile gidememesi ne kadar zordur bilemezsiniz. Evet bir yanda makul ve doğru görünen bir uygulama ama diğer yanda sanki büyük bir haksızlık var gibi." Yine de isyan edip sokağa dökülmediler. 

****

“Evde kalın”, “Hayat eve sığar” gibi sloganlarla devam ettirilen gönüllü karantina uygulamalarında aslında en fazla kurallara uyan kişilerdi bu insanlar.  Kurulan Vefa grupları da özellikle bu insanlara yardım etmek amacıyla çok güzel şeyler yaptılar. Evde yiyeceği biten, ilaç lazım olan, evinde tamirat gereken 65 yaş üstü insanlar bir telefonla hizmet alabildiler. Kapının zili çalınca sanki çocukları gelmiş gibi gidip kapıyı açtılar. Yüzünde maske olan genç bir görevli: “Teyze, belediyeyi arayıp yardım istemişsiniz. Nasıl yardımcı olabilirim? Ne lazım?”  diye sorunca: “Evladım..” diyerek titrek bir sesle sıraladılar isteklerini. “Size zahmet olacak ama…” diye de bitirdiler sözlerini.  “Ne demek teyze” cevabı içlerini ısıtmıştı. 

****

Dışarı çıkıp ekmek alma, ya da pazara gitme bahanesiyle bile hava alıp gelmeler geride kalmıştı. Çok zaman balkonda, ya da pencere kenarında sokağı seyrederek geçti günleri. İyi ki şu akıllı telefonlar var çocuklarıyla torunlarıyla görüntülü konuştular sık sık. En büyük üzüntüleri “Dede, Babaanne ya da anneanne!” diyerek telefona uzanan küçük torunlarını öpüp koklayamamaktı. Televizyon hep açık oldu evlerinde. Haberleri dikkatle dinlediler. Dünyanın değişik yerlerindeki kononavirüsle ilgili haberleri kaçırmadılar.

İspanya’daki huzurevinde terk edilen yaşlıların yataklarında ölü olarak bulundukları haber de üzdü onları, ülkemizdeki sokağa çıkma yasağına rağmen dışarıya çıkmış olan yaşlı bir adamla alay eden gençlerle ilgili bir haber de. “Bu gençleri biz mi yetiştirdik?”  diye sordular kendi kendilerine. “Allah’ım, bu günler kısa zamanda bitsin. Can kayıpları olmasın. İnsanlar işsiz kalmasın. Normal hayatımıza dönüp eşimizle dostumuzla çocuklarımızla yeniden kucaklaşabilelim” diye dua ettiler bol bol.

Kapının zili çalınca heyecanla açtılar. Siparişlerimi getiren görevliye tekrar tekrar teşekkür ettiler “Ne demek amca. Bir ihtiyacınız olduğunda, bir sıkıntınız olduğunda gece gündüz demeden ve hiç çekinmeden her zaman bizi arayabilirsiniz” diyen, telefon numarasını veren insan evlatlarına da dua ettiler. “Demek iyi insanlar da yetiştirmişiz” diye mutlu oldular.