29 Kasım 2020 Pazar

29 Kasım 2020 Pazar 21:30 CORONA GÜNLERİ..................................Tünelin içi

Tahtalıköy mü, Bakırköy mü?

“Dışarı çıksak tahtalıköy, evde kalsak Bakırköy!” Galiba gülümsediniz. Komikmiş değil mi? Sosyal medyada bir paylaşımda gördüğümde ben de gülümsemiştim. Adeta bir corona kara mizah örneğiydi. Bu corona tabi ki ciddi, tehlikeli ve acılı bir durum. Ama bize yaşattıkları sadece bunlar değil.

Korku, endişe ve panik halleri sıradan bildiğimiz duyduğumuz haller. Evham, allerji, anksiyete, uyku problemleri, yeme bozuklukları, obsesif (takıntılı) düşünceler için de doğrusu çok verimli bir ortam. Stres, bunalma, sıkılma çok hafif kalır böylesi sorunlar yanında.

Maksadım bunları anlatmak değil elbette. Yeniden A-normal bir döneme girdik ya başımıza neler gelecek onu düşünüyorum. Neyse ki Nisan Mayıs aylarından biraz tecrübeliyiz. Önemli bir fark var ama aralarında. O zaman ne olduğunu neleri nasıl yaşayacağımıza dair bir fikrimiz yoktu. O yüzden geldi, yaşandı, geçti. 

Şimdi öyle değil. Ne olduğunu, neyle karşı karşıya bulunduğumuzu, neleri nasıl yaşayacağımızı biliyoruz artık. Üstelik bu günkü rakamlar öncekini neredeyse katladı geçti bile. 28 Kasım itibariyle açıklanan Corona tablosuna göre yapılan 174.443 testten 6.714 hasta ve 23.389 semptom göstermeyen toplam 30 bin 103 yeni vaka tespit edilirken 182 kişi de vefat etmiş. Ayrıca o tablodan ağır hasta sayısının da 4.903 olduğu anlaşılıyor.

Rakamlar gerçekten devasa. Bugüne kadar 18.247.424 test yapılmış. Bu 83 milyon nüfusumuzun %22 si yani neredeyse dörtte biri demek. Toplam hasta sayımız da 487.912 olmuş. Bu da her test yapılan 1000 kişiden 27'sinin (%2,67) semptom gösterip hastalandığını gösteriyor. Vefat edenler 13.373'e ulaşmış durumda. 396.227 kişi de iyileşerek hastalığı atlatmış. Bu da %81,2 oranına denk geliyor. 

Ama hastalanan her bin kişiden 27'si de maalesef ölmüş bulunuyor. Geriye kalan 78.312 kişi  (%16,1) tedavi görürken, bunların 4.903'ü de ağır hasta. Tedavi görenlerin %6,2'sinin ağır durumda olması endişe verici.Hastanelerin yoğun bakım ünitelerinin %60-70'ler seviyesinde dolu olması da ayrı bir sorun.  

Bütün bunlar işin "tahtalıköy" tarafı. Bir de madalyonun "Bakırköy" tarafı var ki evlere mahsus. İnsanların bir virüs sebebiyle evlerinden çıkamamaları yeterince rahatsız edici zaten. Bunun üzerine işyerlerini kapatmak zorunda kalan, işsiz kalan, işleri bozulan onca insanın derdini ekleyin. İlave olarak bir de dar alanda yaşanan aile içi sorunlar, okula kreşe gidemeyen çocukların yükü, hanımların dayanılmaz imtihanı, çocukların okula gidememeden kaynaklı hırçınlıkları, gençlerin zapt edilemez mahpuslukları. 

İşte bütün bunlar bekliyor bizi önümüzdeki günlerde. Bakırköy söz temsili, şükür ki biraz abartı. Ama insanın böylesi bir atmosferde daralmaması da mümkün değil. 

65 yaş üstü hikayeler

Şu Corona çıktı çıkalı 65 yaş üstü insanlarımızın çektiği çile bini aştı. Kısıtlamaların odak noktasında hep onlar oldu. Dostlarından akrabalarından uzak kaldılar. Bayramlar geldi geçti çocuklarıyla torunlarıyla doya doya bayramlaşamadılar. Komşularıyla kapı önü, parkta bank sohbeti yapamadılar. İhtiyaçlarını birilerine telefon ederek, yardım isteyerek gidermek zorunda bırakıldılar. Cuma teravih kılamadılar, çok zaman camiye bile gidemediler.

Elbette haklı sebepler vardı. O yaşlar yorulan zayıflayan bedenlere başka hastalıkların da üşüştüğü ömrün sonbaharı sayılıyor. Coronavirüs de böyle bedenleri seviyor. Ağır seyrediyor bu yaşlarda; şayet bir de böyle kronik hastalıkları da varsa. Ölümle sonuçlanan vakalar yüzde 60’ın üstünde bu kesim. Aslında onu korumaya yönelik bu tedbirler. Fakat başından beri bu maksat tam anlaşılamadı.

****

Pek çok hikaye yaşandı onlara özgü, pekçok gülümseten anılar kaldı hatırımızda. Rahmetli annem Mart Nisan ilk dalga sırasında hastaydı. Hastalığı covid değildi ama mide kanseri olduğu anlaşılmıştı. Bir müddet yattığı hastaneden eve getirdiğimizde ülkemizde ilk vakalar da görülmeye başlanmıştı. Tedbirler hastaneye gidip gelmelerimizi de kısıtlamış, PET raporunu almak bile çok zor olmuştu. Sonuçları doktorlarıyla bir türlü yüz yüze görüşemiyorduk. Anneme sezdirmemeye çalışıyorduk ama aramızdaki konuşmalarda sık sık geçen “corona”lafını duyan annem bize “Kim o be!” diye çıkışmıştı. O zaman gülmüştük ama bugün acıyla hatırlıyoruz. Allah rahmet etsin.

****

İlk günlerde sokakta yaşlı insanları durdurup tartaklayanları da gördük ne yazık ki. Sanki “virüs taşıyıcı onlarmış da neden sokağa çıkıp hastalığı yayıyorlarmış” muamelesi görmüşlerdi. Tartaklanan amcam ne desin, ne yapsın? Bir yandan hükümet “65 yaş üstü olanlar sokağa çıkmasın” diyor, öbür yandan onları “yürüyen hastalık” sanan saygısızlar da itip kakıyordu. O zaman bütün ülkenin içi acımıştı o sahnelere. Yetkililer “yaşlılar bizim baştacımız, bu tedbirler onları korumak için” uyarıları yapsalar da epey geç kalınmıştı galiba.  

****

Bazıları isyan noktasına geldi tabi. Bu işin uzadıkça uzaması bir “insan hakları” ihlali sayıldı onlarca. Dediler ki: “65 yaş öyle pek de ileri bir yaş değil. Bugün Türk siyasetinin pek çok önemli ismi 65 yaşın üzerinde. Eğer böyle bir siyasi iseniz gezmek serbest. Sağlık çalışanı iseniz de yasak yok. Ama 65 yaşını geçmiş bir avukat ya da müvekkilseniz mahkeme işleriniz zor. 64 yaşında iseniz serbestsiniz 65 çizgisini geçmişseniz “riskli” sınıfına terfi ediyorsunuz. Bakkal, kasap, manav vb. bir esnaf iseniz dükkanınızı açamıyorsunuz. Emekli adamın camiye bile gidememesi ne kadar zordur bilemezsiniz. Evet bir yanda makul ve doğru görünen bir uygulama ama diğer yanda sanki büyük bir haksızlık var gibi." Yine de isyan edip sokağa dökülmediler. 

****

“Evde kalın”, “Hayat eve sığar” gibi sloganlarla devam ettirilen gönüllü karantina uygulamalarında aslında en fazla kurallara uyan kişilerdi bu insanlar.  Kurulan Vefa grupları da özellikle bu insanlara yardım etmek amacıyla çok güzel şeyler yaptılar. Evde yiyeceği biten, ilaç lazım olan, evinde tamirat gereken 65 yaş üstü insanlar bir telefonla hizmet alabildiler. Kapının zili çalınca sanki çocukları gelmiş gibi gidip kapıyı açtılar. Yüzünde maske olan genç bir görevli: “Teyze, belediyeyi arayıp yardım istemişsiniz. Nasıl yardımcı olabilirim? Ne lazım?”  diye sorunca: “Evladım..” diyerek titrek bir sesle sıraladılar isteklerini. “Size zahmet olacak ama…” diye de bitirdiler sözlerini.  “Ne demek teyze” cevabı içlerini ısıtmıştı. 

****

Dışarı çıkıp ekmek alma, ya da pazara gitme bahanesiyle bile hava alıp gelmeler geride kalmıştı. Çok zaman balkonda, ya da pencere kenarında sokağı seyrederek geçti günleri. İyi ki şu akıllı telefonlar var çocuklarıyla torunlarıyla görüntülü konuştular sık sık. En büyük üzüntüleri “Dede, Babaanne ya da anneanne!” diyerek telefona uzanan küçük torunlarını öpüp koklayamamaktı. Televizyon hep açık oldu evlerinde. Haberleri dikkatle dinlediler. Dünyanın değişik yerlerindeki kononavirüsle ilgili haberleri kaçırmadılar.

İspanya’daki huzurevinde terk edilen yaşlıların yataklarında ölü olarak bulundukları haber de üzdü onları, ülkemizdeki sokağa çıkma yasağına rağmen dışarıya çıkmış olan yaşlı bir adamla alay eden gençlerle ilgili bir haber de. “Bu gençleri biz mi yetiştirdik?”  diye sordular kendi kendilerine. “Allah’ım, bu günler kısa zamanda bitsin. Can kayıpları olmasın. İnsanlar işsiz kalmasın. Normal hayatımıza dönüp eşimizle dostumuzla çocuklarımızla yeniden kucaklaşabilelim” diye dua ettiler bol bol.

Kapının zili çalınca heyecanla açtılar. Siparişlerimi getiren görevliye tekrar tekrar teşekkür ettiler “Ne demek amca. Bir ihtiyacınız olduğunda, bir sıkıntınız olduğunda gece gündüz demeden ve hiç çekinmeden her zaman bizi arayabilirsiniz” diyen, telefon numarasını veren insan evlatlarına da dua ettiler. “Demek iyi insanlar da yetiştirmişiz” diye mutlu oldular.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder