Tuna’yla Ankara
Dönüş planımız şöyleydi. Eylülün dördüne kadar yazlıktaki işlerimizi halledecektik. Oğuzhan İstanbula geçerken bizi de Susurluğa bırakacaktı. Böylelikle acil olmayan eşyaların önemli bir kısmı arabayla gönderilmiş olacaktı.
5 Eylül Susurluğun kurtuluşudur. Çarşamba günü de pazarı. 5 Eylülde Susurlukta olacak, pazarda kışlık peynirimizi aldıktan sonra 10 Eylülde de otobüsle Ankara'ya gidecektik.
Yazlığın en sıkıcı günleri açarken ve kapatırken geçer. Yapılması gereken işler vardır. Bahçe işleri, temizlik ve onarım bakım vs. gibi. Bu defa da benzer şeyler vardı önümüzde. İlk iki gün hava da güzeldi yürüyüş, deniz ve sahilde dolaşmak gibi Orjan'la vedalaştık. 17 yıllık fıstık çamımızı kestirdik. Kerestesini ilerde çatı onarımımızda kullanmak üzere bir kenara istif ettik.
Zeytinimizi topladık, iki kilo kadar oldu maşallah. Bu sefer kırma zeytin olarak bir bidona koydum. Kalan şeftalilerimizi ve elmalarımızı da topladım. Panda için hem ön hem arka tarafa epey idare edecek kedi maması koydum. Mamanın geri kalan 10-15 kilosunu arka komşuya bıraktım. Onlar kışın da orada kalıyorlar.
Eylülün 4'ünde sabah 11'e kadar evi toplayıp kapattık. Eşyalarımızı peyderpey göndermemize rağmen yine de 4-5 parça eşyamız oldu. Alıştık artık, senelerdir bu böyle. Oğuzhan bizi Susurlukta rahmetli annemin evine bıraktığında saat 14.30 sularıydı. Evi açtık, biraz toz aldık ve dinlendik.
Ertesi gün 5 Eylül kurtuluş şenliklerinin pandemi nedeniyle olmayacağını öğrenince öğleden sonra Demirkapı köyüne gittik eski bir arkadaşımızın evine. Rahmetli teyzeden kalan bahçeli köy evini çok güzel bir yere dönüştürmüşler. Çiçek bahçesine dönmüş her köşesi. Meyva ağaçları, bir yanda da sebze bahçesi. Evin hayat denilen verandasında oturduk çay içip sohpet ettik. Arkadaşlıklarımız çok eski. Neredeyse elli yıllık. Rahmetli teyzeyi de annem gibi bilirdim. Onlar da benim gibi emekli olmuşlar artık. Aynen bizim gibi çocukları ve torunlarıyla meşguller.
Bir sonraki gün de Buzağılık köyünde bir bahçedeydik. Selma hanımın yengesinin. Kardeşinin kocası ve damadı ilgileniyorlarmış. Yazlık iki odası, mutfağı ve tuvaleti de var. Akşam yemeği ve çayda hep birlikteydik. 7 Eylülde rahmetli babamla annemin kabirlerini ziyaret ettim. Annem babamın hemen ayak ucunda yatıyor. Birbirlerini çok severlerdi, orada da ayrı değiller.
Çarşambaya kadar susurluğun köfteci niyazisini, kokoreççi şakirine gittik. Salçalı tostunu yedik köpüklü ayranını içtik. Selma hanımın bahçesi yıllardır temizlik görmemiş, adeta orman olmuş. Temizlik bakım yaptırmak istedik ancak anlaştığımız adam sözünde durmadı, yapamadık. Çarşamba güzü pazara gidip yıllardır alışveriş yaptığımız peynirciden ihtiyacımız peynir ve loru aldık.
Otobüsümüz ertesi gün yani perşembe saat 13'teydi. Çünkü eşim gece yolculuk yapmak istemez. 10 Eylülde koltuklarımıza oturduğumuzda Artık Ankara'yı düşünüyorduk. Haberlere göre Ankara'da corona vakaları beşe katlanmış. Çok kötü diyorlar. Gidince kendimizi en az bir hafta izole etmeyi kararlaştırdık. Evimizi, çocuklarımızı, torunlarımızı bayağı özlemişiz.
Ayın 16'sında yeni oturma odamızdaydık. Televizyonu da duvara monte ettirmiştim. 19'unda Ece'yi bize bıraktı anne babası. Onun için de bizim için de güzel bir gündü. Üç aydan sonra işte güzel prensesimize de kavuşmuştuk. Ertesi gün Tuna bizdeydi. Kınalı kuzucuğumuz daha bir büyümüş, hareketlenmişti sanki. Anneannesiyle hasret giderdi, dedesinin kucağında uyudu yavrucak. Teyzesi ile görüntülü görüşürken telefonu öptüğünü bizzat biz de gördük yaşadık.
Ertesi hafta sonu bu defa ikisi de bizdeydi. O akşam Tuna'nın ilk tay tayını gördük. Fotoğrafını da çektim o anda. Belli ki artık hafta sonları bizim ev kreşe dönecekti. Cumartesi günü birlikte, pazar günü de Tunayla geçecekti. 27 Eylül Pazar günü Tuna şehir parkına götürüldü. Çimlerde emeklemesi, köpeklerle oynaması görülecek şeydi.
29'unda kış için domates konservesi yaptık Selma hanımla. Corona morana ama hayat da devam ediyordu bir taraftan. Aldığımız haberler Ankara'da salgının ateşinin düştüğünü gösteriyordu. Yine de tedbiri elden bırakmamak lazımdı.
Tuna nöbetleri
Bugün mevlid kandili. Mevlid, doğum zamanı demek. Miladi takvime göre 571 yılı Nisan ayının yirmisi Peygamber efendimizin (sav) doğduğu Rebiul'evvel ayının 12 sine denk geliyor. Bu gece islam dünyasında doğum günü anlamında Veladet-i Nebi ya da Mevlid en-nebi olarak biliniyor. Ancak bu tarih Hicri takvime göre her yıl 10 gün kadar geriye kayar.
Âlemlere rahmet olarak gönderilen Allah Resulünün doğumu insanlık için bir müjde. O kıyamete kadar sönmeyecek bir ışıktır bizim için. Rehberliği İslam alemi kadar insanlık için de bir kurtuluş yoludur. Ona selatü selam olsun. Rabbim bizi daima onun izinde yürüyen, o'nun önderliğini kabul etmiş, mahşer gününde de onun sancağı şerifi etrafında toplanacak mü'min-müslüman kullarından eylesin.
Kandil geceleri İslam'ın ilk zamanlarında var olan bir âdet değil. Hicrî 3. asırdan itibaren kutlanmaya başlanmış. İlk defa hicretten yaklaşık üç yüz elli yıl kadar sonra Mısır'da, Şii Fâtimî Devleti döneminde kutlandığı biliniyor. Türkiye'de ise Osmanlı Devleti padişahı II. Selim'den itibaren bu gecelerde, minarelerde kandil yakıldığı için kandil adını almışlar.
Bugün aynı zamanda corona günlerinin de 232.ncisi. Yaklaşık 8 aydır bu salgınla yatıp kalkıyoruz. Herşeyi olduğu gibi manevi hayatımızı da olumsuz etkiledi. Bu akşam camide önceki yıllara göre daha sönük ve kısa bir süre geçirdik. Namaz öncesinde Yasin i şerif okundu ve kısa bir dua yapıldı. Yatsı namazımızı 50 kişi kadar bir cemaatle kıldık. Diğer vakitlerde olduğu gibi maskemiz ve seccademiz yanımızdaydı. Kıldık ve çıktık. Ne özel bir program ne de cıvıl cıvıl bir ortam vardı.
Şu anda can sıkıcı haberler alıyoruz. Vakalar Ankara'da düşerken İstanbul onu beşe katlamış durumda. Ülkemizde Coronavirüs vakaları Ağustosun sonlarından (27 Ağustosta 1.491) itibaren yine artmaya başlamıştı. Özellikle 18 Ekimden (1.815) sonra bu artış daha da hızlandı. Nisan ayı ile kıyas edilemez ama bu güne kadar 1000’in altına indirilemediği (En düşük 30 Eylülde 1.391) gibi 2000’lerin de üstüne çıkmış (27 Ekimde 2.209) görünüyor. Grafiklere göre ülkemizde Nisanda, Haziranda, Ağustos ve Eylül kabarmalarından sonra şimdi de bir Ekim yükseltisi yaşanmakta.
Vefat sayılarına baktığımızda Eylül ve Ekim
kabarması daha bariz görülebiliyor. Zira 27 Ağustosta 26 ile başlayan bu süreç, 5
Eylülde 56, 15 Eylülde 67, 24 Eylülde 74, 1 Ekimde 67, 16 Ekimde 73,20 Ekimde
74, 23 Ekimde 74 ve 27 Ekimde de 76’yı göstermiş durumda.
Dünya genelinde ise 27 Ekim itibariyle toplam
vaka sayısı 44 milyona dayanmış (43.979.777) bulunuyor. 1 milyon kişi başına
vaka sayısı 5.656. Şu ana kadar ölenlerse 1.167.124’e ulaşmış durumda. Dünyada vakalarda
1 Hazirandan itibaren (122.917) sürekli bir artış var. (18 Haziranda 181.449, 4
Temmuzda 212.319, 12 Temmuzda 230.370, 20 Temmuzda 305.682, 27 Temmuzda
328.808, 26 Eylülde 338.811, 10 Ekimde 408.988, 17 Ekimde 432.009 ve 24 Ekimde
526.893) Bu dönemde günlük vaka sayılarında zaman zaman yüksek zirveler de var.
Örneğin 20 Temmuzda 305.682, 27 Temmuzda 328.808, 10 Ekimde 408.988, 17 Ekimde
432.009 ve 24 Ekimde 526.893 rakamları görülmüş.
Günlük Vefat sayıları ise aynı dönemde zaman
zaman zirveler görse de hafif bir artışla stabil düzeyde seyrediyor. (18
Haziranda 5.245, 4 Temmuzda 5.134, 12 Temmuzda 5.282, 20 Temmuzda 6.108, 27
Temmuzda 6.625, 26 Eylülde 5.864, 10 Ekimde 8.680, 17 Ekimde 6.237 ve 24 Ekimde
6.794) Bu rakamlar vefat sayısının 5.000 ile 10.000 arasında kaldığını
gösteriyor. Ancak yine bu dönemde zaman zaman yüksek zirveler de görülmüş.
Mesela 24 Temmuzda 9.753, 8 Eylülde 9.566, 3 Ekimde 8.756 ve 10 Ekimde 8.680
gibi.
Ekim ayı torunlarımız için nöbet hizmeti verdiğimiz
bir ay oldu. Önce Ece için cumartesi, Tuna için de Pazar günü demiştik. Ancak
Hilal cumadan gelip Pazar gecesi gidince cumartesi duble olmak üzere hafta
sonlarımız full geçmeye başladı. Son hafta da Eceyi hafta içi de getirmeye
başladılar. Haklı ve zaruri sebeplerden dolayı tabi ki. Oğuzhan da yanımızdaydı
epey yorulduk. Camiye namaza bile gidemedim bu sürede.
Tuna'yı sık sık şehir parkına götürdük. Ece de zaten parka götürülecek kadar büyüdü. 16 Ekimde 2,5
yaşına girdi. Onları parka götürmek bizim için de değişiklik oldu sayılır. Tuna
ise bu ay hem bir yaşına girdiği hem de yürüme denemeleri yaptığı için artık
ele avuca sığmaz oldu. Ama o kadar sevimli, güleç yüzlü ki maşallah olmadığı
zaman eksikli gibiyiz. Artık ağzında yedi dişi var. Anne, baba, dede, anneanne,
gangi ganga (?!), aaba (araba), hav (köpek), kuu (kuş) ve daha bir çok kelime
söyleyebiliyor.
Ekimin 21’i Tuna’nın bir yaşına bastığı gün. Bu
yüzden aile bir araya gelsin istedik. Elifler Adapazarından, Oğuzhan da
İstanbuldan gelecekti. Ayın 17 sinde Oğuzhan gelmişti. 23’ü akşamı da Elifler
geldi. Yanlarında sadece Yağız gelmişti. Nazlı kursu olduğu için ve kedileri
Pati nedeniyle gelememişti. Ertesi gün hava da çok güzeldi. Doğum gününü
Gölbaşı Şehir parkında açık havada yaptık. Kız kardeşlerim de bizimleydi. Akşam
da evde devam ettik birlikte olmanın keyfini çıkarmaya.
Ekim ayı bizim için kışın kapısı sayılır. Bu kış ta her bakımdan zorlu geçeceğe benzer. Torunlarımız sık sık bizde olacaklar. Özellikle de hafta sonları. Selma hanım hem mutlu oluyor hem de yoruluyor. Çocuklarından uzak kalmak, onları görmemek onun için çok daha zor. Tümden bakamam, ama onlarsız da yapamam havasında. Şimdilik torun bakma işini nöbete bağlamış gibi duruyoruz. Neler olacak bilemeyiz. Rabbim neylerse güzel eyler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder