8 Ekim 2020 Perşembe

08 Ekim 2020 Perşembe 23:00 CORONA GÜNLERİ................................Yaptığımız, yapamadığımız şeyler

Ne yapmıyorum? 

Corona günlerinde bilhassa yaptığımız şeyler gibi yapmadığımız, yapmamaya çalıştığımız şeyler de var. Mesela maskesiz dışarıya çıkmıyorum. Zorunlu olmadıkça keyfi olarak gezmeye gitmiyorum. Kalabalık ortamlara girmiyorum, bahardan bu yana hiç AVM'ye gitmedim. Mümkün olduğunca diğer insanlara bir metre mesafeden daha yakın olmuyorum. Karşılaştığım dostlarımla el sıkışmıyorum, musafaha etmiyorum. El öpmüyorum, evlatlarıma ve torunlarıma dahi elimi vermiyorum.

 

Altı aydır hiçbir düğüne gitmedim. Çok istediğim halde davetlerine icabet edemedim. Sevdiğim değer verdiğim arkadaşlarım üst makamlara geldi hayırlı olsuna bile gidemedim. Her hafta meclise gider eski mesai arkadaşlarımla görüşür, hiç değilse birkaç ziyaret yapardım uzun zamandır bunu da unuttum. Bazı sorunlarım oldu meclis hastanesine bile gitmek içimden gelmedi. Birkaç dostum, çok kıymetli bazı büyüklerim virüs kaptı ancak kuru bir "geçmiş olsun" mesajı çekebildim. Hasta ziyaretleri benim için çok önemliydi, gidemedim yapamadım.

 

Bu arada annem vefat etti cenazesine kimseyi çağıramadım. İzinle cenazesine gittik. Duyanlar telefon etti, başsağlığı mesajı gönderdiler. Haberleri olmadığını söylediler, "durum meydanda kimseye haber vermedik" dedik üzülerek. Çocuklarım ve bir elin parmaklarını geçmeyen sevenlerimizle alel acele toprağa verip aynı gün içinde de döndük. Oysa bizim oralarda en az bir hafta kur'an okunur cenazenin ardından, okuma yeri yapılır eş dost akraba ile. Yapamadık, herkes kendisi okudu dua etti ardından. İnternet üzerinden infak ettik elimizden geldiğince.

 

Çok şükür cami yakın, gidiyorum. Ancak maskesiz seccadesiz girmiyorum. Yere işaret koymuşlar, birer buçuk metre mesafe ile seccademizi serip namaza duruyoruz. Eskiden namazdan önce, sonra üç beş cümle de olsa muhabbet ederdik. Şimdi olmuyor, ezan okununca camiye giriyor, namaz bitince dağılıyoruz. Cuma namazları semtimizdeki boş bir Pazar yerinde kılınıyor. Eskinin namazgahları gibi bir uygulama, değişik bir duygu. Şimdi hava müsait, açık havada Cuma hutbesi dinlemek, namaz kılmak güzel. Sonra hava soğuyacak, yağmur yaşlık olacak ilerde nasıl olur bilmem.

 

Dolmuşa otobüse bindiğimde dip dibe olmamaya çalışıyorum. Zorunlu alışveriş için markete girdiğimde etrafın sakin olan kısımlarında dolaşıyorum. Böyle durumlarda kullandığım maskeyi eve döndükten sonra bir daha kullanmıyorum. Maske takınca aksi gibi burnum, gözüm, yanağım kaşınıyor. Sabrediyor hemen elimi atmıyorum. Özellikle maskenin ağzıma gelen kısmına değmemeye çalışıyorum.


Ne yapıyorum?

Tabi ki virüsle mücadele için söylenen tedbirlere uyuyorum. Maske-Mesafe-Temizlik üçlüsü kendimizi korumanın en basit yolu. Biraz zahmetli, alışkanlıklarımızı zorlayan şeyler. Özellikle de maske ve mesafe işi. Hijyen ya da bizim bildiğimiz şekliyle temizlikte sorun yok. Zaten alışkınız. Daha sık elimizi yıkar olduk, araya dezenfektanlar girdi filan. Bu konuda esas hanımların iş yükü arttı. Hatta bu işi biraz abartanlar da onlar.  Eve giren her poşetin temizlenmesi, havalandırılması onlara bakıyor. İşi abartıp her malzemenin çamaşır suyuyla silinmesi ne kadar doğrudur bilemem. 


Evet, elimi yüzümü yıkamaktan, abdest almaktan başka ellerimi de sık sık sabunluyorum. Bu özenime rağmen dışardan her eve girişimde eşimin "Ellerini yıka!" uyarısına da alıştım artık. Lavaboya her yönelişimde sanki virüs elimdeymiş de onu yıkayıp atıyormuş gibi düşünüyorum.Neden? Çünkü kendimi ve ailemi korumak zorundayım. Maske takmak, mesafeye dikkat etmek korunmak için bilinen en etkili yol. Virüsle mücadele etmenin yolu, hastanelere düşüp tedavi olmak değil ondan korunabilmek.


Maske almak, epey zamandır evin ihtiyaç listeleri arasına girdi. Sadece eczanelerde değil, bakkalda, markette hatta seyyar satıcılarda bile var. Çeşit çeşit maske olduğu gibi. Rekabetten dolayı 60 kuruşa bile maske bulunuyor piyasada. Henüz yıkanabilen maske kullanmadık. Merak edip nasıl bir şeydir aramadım da. Normal olanı nasıl olsa ucuz ve lazım olduğunda bulunabiliyor. Kullanıp atmak daha zahmetsiz. 


Aslında mesafe konusu en kolay ama en zor olanı. Nasıl oluyor yani hem kolay hem zor? Şöyle; insanlarla araya mesafe koymak kolay, zor olan araya giren görünmez duvarlar. Yakınlaşmamak, dokunmamak, şöyle candan kucaklaşamamak zor olan. Daha az konuşmak insanların daha az sosyalleşmesi demek. Yalnızlıklarımızın daha da artması demek. İşte bütün bunlar öte yana, tedbirdir diye riayet etmek bu yana. Ne yapalım, geçecek bu günler.


Corona günlerinin benim için epey bereketli geçtiğini söylesem de dersiniz? Hayır, şaka yapmıyorum bu dönemde yazdıklarımı daha önce hiç yazmamıştım. Evde kalmanın, çok dışarı çıkmamanın bana böyle bir  faydası oldu. Bir defa her gün "CORONA GÜNLERİ" üzerine yazdım. Genellikle de gecenin bu saatlerinde. İşte bugün 212.nci yazımı yazıyorum. İki ya da üç günde bir blogumda birleştiriyorum yazdıklarımı. Bu yüzden konu bütünlüğüne dikkat ediyorum günlüklerimde.


Susurluk REİS gazetesi için yazdığım haftalık yazılar da devam ediyor. Bu hafta 172.sini gönderdim. 3,5 sene doldu, dörde doğru gidiyorum. Yalnız, corona günleriyle eş zamanlı olarak son yedi aydır sadece Susurluk için yazıyorum.Üstelik oldukça iddialı bir yazı dizisi bu. Susurluğun geleceği için bir stratejik plan önerisi yapıyorum. Şu anda yarısına gelmiş durumdayım, muhtemelen bahara kadar da sürecek. Yani salgın gibi olağanüstü bir süreçte belki de memleketim için rehber olabilecek bir eser ortaya çıkacak sonunda. Normal bir zamanda böyle bir işe girişebilir miydim, bilemiyorum. 


Bu çalışmamın dışında kitaplık çapta üç birikmişim daha var. Biri '70'li yıllar' başlığıyla toparlanacak. Bir diğeri 'Türkü ve Şiir' üzerine. 2013'ten beri bu konuda yazdıklarımı içerecek. Üçüncüsü yine bir şiir kitabı: 'Yüreğimin sesi II'. İlk şiir kitabımın devamı niteliğinde. Facebook şimdilik yazdıklarımı paylaştığım bir araç. Oradan Bloguma link vererek yazdıklarımın okunmasını sağlamaya çalışıyorum. Ancak herkese açık olmasına rağmen okuyan sayısı 20'yi geçmiyor. Gariptir profil değiştirdiğimde en az 70-80 kişi ifade bırakıyor. Bu hal okuma sıkıntımızdan mı yoksa yazdıklarımın okunabilir olmamasından mı, doğrusu onu da bilemiyorum.


Corona günlerinde en çok yaptığım şeylerden biri Türkiye'deki ve Dünya'daki salgınla ilgili istatistikleri takip etmek. Rakamlarla 40 yıllık bir birlikteliğim oldu. Veriler, oranlar ve grafikler mesleğimde en çok severek meşgul olduğum araçlardı. Bu konuda zengin bir birikimim var onun da farkındayım. Herkes baktığı şeyi kendi penceresinden görür. Ben de salgın sürecini izlerken onun bu tarafıyla ilgilenmeyi sürdürüyorum. 


Yapmayı sürdürdüğüm bir başka şey de "sabah yürüyüşleri". Corona günlerinde bazen aksasa da bırakmadım bu alışkanlığımı. Nisan Mayıs aylarında pek evden çıkamadık zaten. Hem corona, hem ramazan hem de annemin hastalığı bize göz açtırmadı. 2  Haziranda seyahat yasağı kalkınca yazlığa gittik. Oradaki sabah yürüyüşlerime bir de denize girme eklendi. Sonra günümüz genellikle evde, balkonda geçiyordu. Eylül başında Ankaraya dönünce yine bir on gün evden çıkmadık. Sonrasında yine yürüyüşe devam. En azından haftada 4-5 gün böyle. İnşallah da sağlığım elverdikçe vazgeçmeyeceğim. 


Salgın elbette ki yaşamımızdaki pek çok şeyi etkiledi, bazı şeyleri de tetikledi diye düşünüyorum. Çalışma hayatını etkiledi, eğitim öğretimi etkiledi, hatta siyaset yapma biçimini de etkiledi. "Evden çalışma" fantazi olmaktan çıktı sadece özel sektörde değil kamu çalışanlarında da yaygınlaştı. Yüz yüze eğitim yapılamayınca "uzaktan eğitim" uygulamaya girdi. Siyaset adamları "video konferans" yöntemiyle çalışır oldular. Evlerine kapanan aileler de akılllı telefonların "görüntülü görüşme" imkanını keşfedip bol bol kullandılar. Tabi bütün bu alternatif alanların hayatımıza girmesi internet ve iletişim teknolojilerinin gelişmesi sayesinde oldu.Biz de aile olarak bu dönemde bol bol görüntülü görüşme yaptık. Küçük torunlarımız bile bu tür sanal bir araya gelişleri bekler ve ister oldular. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder