
Bayram bitti, çocuklarımız gitti bizde kendimizi yollara vurduk. Allah nasip ederse üç günlük bir gezi ayarladık ödül olarak. Rotamız Çanakkale üzerinden Trakya. Tekirdağ-Kırklareli ve Edirneye gideceğiz. Şu anda ilk günümüz bitti. Kırklareli öğretmenevindeyiz.
Kırklareli bizim 35 sene önce görev yaptığımız bir yer. O zaman zirai donatımda çalışıyordum ve 1983 yılının mayıs ayında buraya muhasebeci(şef) olarak terfien atanmıştım. Üç yıldan fazla kaldık Kavaklı beldesindeki fabrikada. Zor günler çetin yıllardı yaşadığımız. 2 ve 3 yaşında çocuklarımız vardı. Kasım 1985 te de üçüncü çocuğumuz Hilal doğdu burada. 1986 yılı eylülünde de yine terfien bu defa müdür yardımcısı olarak Ankara genel müdürlüğe geçmiştik. Kırklarelinde bizde iz bırakmış hatıralar var. Ama 35 yıldır çok istediğimiz halde bir türlü gelip görememiştik. Niyetimiz buraları bir kez daha görmek, bulabildiğimiz dostlarımızı ziyaret etmek.
İlk gün oldukça yoğun geçti. Sabah 08.30 da körfezden yola çıktık. Çanakkale üzerinden lapsekiye oradan Feribot la Geliboluya geçtik. Tekirdağ Marmara ereğlisinde yazlığında bulunan yaşlı ilkokul öğretmenimi ziyaret ettik önce. Çok memnun oldu tabi. Bir saat kadar görüştük konuştuk. Duasını aldık bol bol. Sonra da oğlumuz bizi Çorluda bırakıp İstanbula geçti.
Oradan yaklaşık 45 dakika mesafede Lüleburgaz vardı hedefimizde. Otogardan alıp evlerine götürdü bir akrabamız. Meğer onlarda da bir aile büyüğümüz ve iki çocuğu bayram için bir araya gelmişler. Derken burada görev yapan bir astsubay delikanlı da eşi ve çocuğu ile gelince bizim ziyaret tam bir susurluklular buluşmasına dönüştü. Sağolsunlar yemek çıkardılar, çay içildi, sohbet muhabbet derken saat 22'yi buldu. Öğretmen evine geldiğimizde saat 23'tü.
Yarın sabah inşallah şimdi kırklareli üniversite yerleşkesi olan Kavaklı daki eski fabrikaya gideceğiz.
Saat 19.15 biraz sonra Edirneye hareket edeceğiz. Bir günlük Kırklareli nostaljimiz sona erdi. 35 yıl sonra bir çok eski dostu gördük, görüştük. Ölenler olmuş onları da rahmetle andık.
Hiç birşey değişmeden durmuyor. Şehir değişmiş, caddeler farklılaşmış, yeni binalar doldurmuş her yanı. İnsanlar da yaşlanmışlar. Ya da bize öyle geldi.
Kırklarelinde tam 8 saati dolu dolu geçirdik. Sabah kahvaltımızı bir çorbacıda oldu. Sonra çarşamba pazarını dolaştık. Valiliğin karşısında çerezcilik yapan bir abimizi soruştururken iki eski mesai arkadaşımızı da bulmuş olduk. Derken eskiden ailece görüştüğümüz bir başka dostumuz da çıka geldi. Üstelik kendisi Düzce'de yaşıyormuş. Bayram ziyareti için kırklarelindeymiş. Nasibe bakın.
Oradan çerezci hacı abi bizi eski fabrikaya götürüp bırakıverdi sağolsun. 3,5 yıl çalıştığım, yaşadığımız yerleri gördük yeniden. Şimdi kırklareli üniversitesinin iki yüksek okulu bir Fakültesi var orada. Benim odam öğrenci işleri bürosu olmuş, servis de dekan odası. Lojmanlar aynen duruyor. Yalnız misafirhanemiz atıl duruyor. Bahçedeki fidanlar şimdi koca koca ağaç olmuşlar. Hele lojmanımızın önünde bir ıhlamur o kadar büyümüş ki balkon ve pencereler görünmüyor. Arkada bizim bahçe yaptığımız yerler yine aynı. Sebze bostan yeşilliği halinde. Cimcime ile kartopunun nesli de epey çoğalmış. En az 3 köpek, 7 yavru saydım.
Kavaklıya gittiğimizde ilk önce "ekmekçi İbrahim abiyi" aradık. Sağmış, fırın işini bırakmış oğluna market açmış kendisi de arılarıyla meşgul oluyormuş. Sonra bir eski çalışanı bulduk, konuşkan biri. "seyit amca" yı sorduk onlar vefat etmiş. Haber verdiler, oğlu geldi yanımıza. Tarladaymış. Aldı bizi eve götürdü. O eve bir kaç defa gitmiştik, tanıdım. Hemen hemen aynı çok değişmemiş. Sağolsunlar bizimle ilgilendiler, muhabbet edip ayrıldık. Kavaklıdan çıktığımızda saat 18'di.
Şoföre sorduk: "kırklarelinde ne yenir?" "Köfte" dedi. Nerede yiyebileceğimizi de tarif etti. Belediyenin yakınındaki BİRTAT lokantasının köftesi gerçekten güzelmiş, yanında getirdikleri piyaz ve yoğurt da öyle.
Edirne'ye geldiğimizde akşam ezanları okunuyordu. Traky. Ün. Uygulama oteli otogara çok yakın rektörlükteymiş. Geldik yerleştik. Kısa bir süre çay içmek için yakındaki bir cafeye gittik geldik. Bu arada iki gece kalacağımız da netleşti. İnşallah cuma sabahı yola çıkacağız.
Allah nasip ederse yarın tam gün Edirne deyiz. Bakalım Edirne bize neler gösterecek.
Şu anda Edirne'de Meriç nehri üzerindeki tarihi köprünün yanındayız. Köprünün sol tarafında, nehrin karşı kıyısında Edirne belediyesinin bir çay bahçesi var. Edirne bayağı sıcak, sabah 30 dereceydi muhtemelen şimdi 33-34 derece. Burası gölge, üstelik esiyor.
Buradan kalktığımızda Edirne nin meşhur ciğercisine gideceğiz. Daha sonra tarihi Ali Paşa çarşısında yine Edirnenin meşhur renkli kokulu mum sabunlarından alacağız hatıra olarak. Bir de badem ezmesi ve peynir düşünüyoruz yerinden bulabilirsek. İkindi namazını da tarihi camilerden birinde kılarız inşallah. Dükkanları dolaşırız. Akşam namazından sonra misafirhane döneriz diye düşünüyorum.
Sabah Edirne merkeze bir taksiyle geldik. Tavsiye üzerine saraçlar caddesinde İmren kahvaltı evinde kahvaltı ettik. Sonra da yolumuzun üzerinde tarihi Ali Paşa çarşısını gezdik.
Dışarısı çok sıcaktı bir an evvel Selimiye camisine ulaşmaya çalıştık. Hamd olsun öğle namazımızı orada kılmak nasip oldu. Cami gerçekten de muhteşem bir eser. Bana göre fazla olarak bir de zarif ve güzel. İçinde namaz kılarken, bakarken insan osmanlıyı ve koca Sinanı hissediyor.
Nasıl yapmış, yapılmış? Bak burada eli var, burada gölgesi. Burada göz nuru dökülmüş, burada da duaya açılmış onca el. Burada hakkın divanına çıkmak, ibadet etmek ne hoş. Bir eserin neredeyse 600 yıldır böylesine ulu ve güzel kalması ne kadar hayranlık verici. Ne kadar gurur verici böyle eserlerin varisi olmak, böyle hissedebilmek.
Camiden çıkınca hemen avluda yan tarafta bulunan vakıf müzesini gezdik. Muhtemelen vaktiyle medreseydi. Avlulu ve çepeçevre küçük odalarla kare düzende bir yer. Sanırım eski camilerden çıkan objelerle meydana getirilmiş. Bir de mimar Sinanın hayat hikayesi kendi ağzından yazılmış panolara. Güzeldi. Aslında bana kalsa burada gezilecek görülecek pek çok müze var ama hanım pek sevmiyor. Onun sevdiği yerler tarihi çarşılar.
O yüzden önce Arasta çarşısını sonra da Bedesten çarşısını gezip bir şeyler aldık. Sonra da yine saraçlar caddesine çıktık. Ciğer yemek için biraz daha acıkalım diye de bir taksiye binip doğru Meriç nehri kenarına geldik. Bu köprüden bir kaç yüz metre öncesinde Tunca nehri üzerinde yine bir tarihi köprü var. Aslına bakarsanız Edirne nereye bakarsanız bakın tarih dolu. Şehir merkezine yüksek bina yapılmasına müsaade edilmiyormuş bu yüzden. Bence çok isabetli.
Bir günde gezilecek, tamam gördük denilecek bir yer değil burası. Nihayetinde Osmanlı'ya istanbuldan önce başkentlik etmiş bir şehir.
Bugün artık dönüyoruz. Salı günü çıkmıştık yola. İlk gün Tekirdağ Marmara ereğlisi, Çorlu, Lüleburgazdaydık. Gece Kırklareline vardık ve orada kaldık. Ertesi gün çarşambaydı ve yoğun bir ziyaret programımız oldu. Akşam 19.30 da Edirneye gitmek üzere yola çıktık. Perşembe günü Edirneyi gezdik. Görülecek yerleri gördük. Yedik, içtik, alışveriş yaptık. Otobüs saati öyle gerektirdiği için bir gece daha kaldık misafirhanede. Sabah 9.30 otobüsüyle dönüyoruz. Şu anda Geliboludan lapsekiye geçtik Çanakkale yolundayız.
Edirne bazı yönlerden hayran bıraktı, bazı konularda da hayal kırıklığı oldu. Şunu söyleyebilirim ki oraya sadece Selimiye yi görmek için bile gidilebilir. Hemen karşısında meydanda eski ulu cami, biraz ilerde Lari camisi var. Sadece şehir merkezinde 5-6 tane öyle irili ufaklı tarihi cami gördüm. Yine tarihi Ali Paşa çarşısı, Bedesten çarşısı gibi Osmanlı yadigarı alışveriş mekanları eski canlılığında olmasa da gezmeye değerler.Tunca ve Meriç üzerindeki eski köprüler de öyle.
Özellikle ulu cami üzerinde biraz durmak gerek. 1414 yılında yapılmış. Banisi Osmanlı devletinin ikinci kurucusu sayılan sultan Çelebi Mehmet. Kendisi Bursa ulu camiyi yaptıran Yıldırım Beyazidin oğlu. Dönem aynı olunca Edirne ulu cami de Bursa'daki adaşını çok andırıyor. Büyük yazıları, süslemeleri, taş yapısı çok benzer. Fakat tabi Bursadaki ulu cami söz verilmiş 20 kubbeli cami yerine yapıldığı için bundan çok büyük. Yine de bu caminin Selimiyenin olmadığı, İstanbul henüz fethedilmediği için Edirnenin başkent olduğu yıllara ait olduğunu hatırlamalıyız. Yani ulu cami bir payitaht şehri camisi, onun baş eseriydi. Orada namaz kılarken dışarıdaki sıcağı, buradaki serinlik ve huzuru düşündüm. Allah banisine, mimarına, kalemkarlarına, usta ve işçilerine rahmet etsin.
Edirne tava ciğeri gerçekten meşhur olduğu kadar güzelmiş. Yanında istenirse manda ve koyun yoğurdu da veriyorlar. Onlar da nefisti. Meriç kıyısında küçük şirin tarihi bir binayı çay bahçesi yapmış Edirne belediyesi. Manzarası, havası, çayı güzeldi. Mutlu olduk, dinlendik. Şehir meydanında tam ulu caminin karşısındaki çay bahçesi de hoşumuza gitti. Taksicileri, küçük esnafını dürüst, konuşkan ve yardımsever bulduk.
Ama Edirne belediyesi bizden geçer not alamadı. Şehrin en meşhur alışveriş bölgesi olduğu söylenen Saraçlar caddesi bize sanki yarım kalmış, ya da bakımsız bırakılmış gibi geldi. Ciğercilerin bulunduğu ara sokaklar da öyle. Tuvaletler çok kötüydü. Hele de otogar sadece tuvaletleriyle değil her yeriyle leş gibiydi.
Edirneye has kokulu renkli mum sabun neredeyse bitmiş. İki dükkan gördük onlar da akşam üstü erkenden kapatmışlar. Gündüz biriyle konuşma fırsatı bulmuştuk, piyasanın çok kötü olduğundan şikayet etti bol bol. Bir an suçlu gibi hissettim kendimi, "Akşam üstü dönerken hatıra alalım, şimdi yük olmasın" dedim ama baktık ki erkenden kapatmış.
Şehir içi toplu taşıma otobüsün küçüğü minibüsün büyüğü araçlarla yapılıyor. Pis ve özensizdiler. Şoförler kendi üniversitelerini bilmiyor gibiydi. Kaldığımız misafirhane trakya üniversitesi uygulama oteliydi. Nedense hiç duymamışlardı. Rektörlüğü bile bilen olmadı. Koca üniversiteye fakülte deyip duruyorlar.
Edirne yeşil bir şehir. Yüksek binaya müsaade edilmiyormuş. Her yanında tarih var. Daha birçok eserler ortaya çıkarılmaya, restore edilmeye çalışılıyor. Misal eski saray öyle, Selimiye nin hemen önündeki han-çarşı kalıntıları öyle. Hatta pek çok eski ev harap viran vaziyette zamana direnmeye çalışıyor.
Allaha hamd olsun biz üç günlük planımızı gerçekleştirip yeniden Körfeze yazlığımıza dönüyoruz. Şu anda Çanakkale'yi geçtik Ezine ye doğru yol alıyor otobüsümüz. Epeydir şehirlerarası otobüse binmemiştik. Pandemi kurallarına uyuluyor. Sık sık kolonya döküyorlar. Ama kasaba otobüsleri gibi dur kalk dur kalk gidiyoruz.
Edirne den sonra Havsa vardı. Sonra Uzunköprü ardından Keşan. Trakya zengin çiftçi memleketi. Her taraf ekili arazi. Buğday hasadı bitmiş, şimdi ayçiçek var deniz gibi tarlalarda. Havsa Uzunköprü arasında çeltik ekili araziler gördük epey. Ara ara üzüm bağları da ilişti gözümüze.
Şu an peynir ilçesi, Yahya çavuşun memleketi Ezinedeyiz. İnebilseydik buradan Ezine keçi peyniri ve peynir helvası almak isterdim ama olmadı. Ezineyi geçince sola Bayamiçe yol dönüyor, kazdağlarının arkasına, Çan ve Yenice istikametine doğru. Oralar da güzeldir. Meyvalık ormanlık yerler. Ancak bizim yolumuz kazdağlarının önüne: küçükkuyu, altınoluk, akçay, Edremit ve Burhaniyeye doğru.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder