
Corona günlerinde Susurluk
2020 yılı başından bu yana altı aydır Susurluk için bir yazı dizisi üzerine çalışıyorum. Bu sürenin son 100 günü Corona salgınıyla geçti. Görünen o ki corona günleri devam ediyor, Susurluk yazılarım da öyle.
Kuşkusuz iki konu birbirinden çok farklı, ancak hayat da böyle bir şey değil mi? Yaşadıklarımız illa ki birbirine uyumlu denk şeyler olmuyor. Salgın hastalık süreci genelde acı, korku, tedirginlik ve belirsizliklerle sürüyor. Susurlukla ilgili yazdıklarımız ise daha çok bir 'umut yolculuğu' na dönüştü.
Bugünlerde salgın dalgalı seyrediyor, henüz durulmuş değil. Susurluk yazılarımız ise Staratejik plan yönteminin ilk, yani 'Neredeyiz?' aşamasında. Susurluklu bazı değerli dost ve arkadaşlarımı yazılarımdan ve görüşlerimden haberdar etmek, destek ve katkılarını almak üzere eş zamanlı olarak bir WhatsApp grubu kurmuştum. Grup üyeleri elbette ki değişik siyasi görüşlere sahip insanlar. Ama nihayetinde politik bir amacım yok, aksine Susurluğun geleceği için bir konsensüs arıyorum. Geleceğe uzanan yolumuzu tanımak, aydınlatmak ve Susurluğu da buna hazırlamaya çalışıyorum.
Mevcut durum, misyon ve temel ilkelerden hareketle geleceğe dair bir vizyon oluşturulması, bu vizyona uygun amaçlar ile bunlara ulaşmayı mümkün kılacak hedef ve stratejiler belirlenmesi, ölçülebilir kriterler geliştirerek performansın izleme ve değerlendirilmesi katılımcı ve esnek bir yönetim yaklaşımına ihtiyaç gösteriyor. Bu yaklaşıma kısaca ‘Stratejik yönetim’ deniyor. Bu tarz bir yönetim yaklaşımı, öncelikle; “Neredeyiz?, Nereye ulaşmak istiyoruz?, Ulaşmak istediğimiz noktaya nasıl gideriz? Ve Başarımızı nasıl değerlendiririz?” şeklinde ifade edilebilecek dört temel soruya cevap aranarak işe başlıyor. Sonuçta bir stratejik plân ortaya konulmasıyla da olgunlaşıp sonuçlanıyor.
Bu çalışma önerimiz olan stratejik planın kendisi olmayacak elbette. Onu Susurluğun kendisi yapacak. Biz sadece yolu göstereceğiz. Yapabilirsek; anlaşılmasını, benimsenmesini, inanmayı, destek ve katkı verilmesini kolaylaştırmak istiyoruz. Amacımız işte bu süreci Susurluğa mal edip benimsetebilmek. Duymayan kulaklara, okumayan gözlere, umutsuz gönüllere ulaştırabilmek. İnanın ki sonrası üç kişiyle de olur on kişiyle de. Aslında kişisel olarak Susurluk'ta birlikte yürünebilecek bir zemin var mı yok mu diye de merak etmiyor değilim. Fark şu ki: olmasa da, yazacaklarımı bitirmeden inşallah vazgeçmeyeceğim. Bakalım, niyet halis, inşallah akıbet de halis ola!
Şu anda odaklandığımız ve önerdiğimiz şey; "Susurluğun geleceğine yönelik makro bir bölgesel / stratejik plan yapılması". Bunun için radarlarımızı biraz daha geniş bir çapa ayarlamamız gerekiyor. Yetişmiş pek çok Susurluk değerinin bu tür bir makro plan çalışmasına katkısı olabileceğinden eminim. Ancak, böyle bir zemin oluşabilecek mi, başarabilecek miyiz, onu göreceğiz.
Kuşkusuz iki konu birbirinden çok farklı, ancak hayat da böyle bir şey değil mi? Yaşadıklarımız illa ki birbirine uyumlu denk şeyler olmuyor. Salgın hastalık süreci genelde acı, korku, tedirginlik ve belirsizliklerle sürüyor. Susurlukla ilgili yazdıklarımız ise daha çok bir 'umut yolculuğu' na dönüştü.
Bugünlerde salgın dalgalı seyrediyor, henüz durulmuş değil. Susurluk yazılarımız ise Staratejik plan yönteminin ilk, yani 'Neredeyiz?' aşamasında. Susurluklu bazı değerli dost ve arkadaşlarımı yazılarımdan ve görüşlerimden haberdar etmek, destek ve katkılarını almak üzere eş zamanlı olarak bir WhatsApp grubu kurmuştum. Grup üyeleri elbette ki değişik siyasi görüşlere sahip insanlar. Ama nihayetinde politik bir amacım yok, aksine Susurluğun geleceği için bir konsensüs arıyorum. Geleceğe uzanan yolumuzu tanımak, aydınlatmak ve Susurluğu da buna hazırlamaya çalışıyorum.
Mevcut durum, misyon ve temel ilkelerden hareketle geleceğe dair bir vizyon oluşturulması, bu vizyona uygun amaçlar ile bunlara ulaşmayı mümkün kılacak hedef ve stratejiler belirlenmesi, ölçülebilir kriterler geliştirerek performansın izleme ve değerlendirilmesi katılımcı ve esnek bir yönetim yaklaşımına ihtiyaç gösteriyor. Bu yaklaşıma kısaca ‘Stratejik yönetim’ deniyor. Bu tarz bir yönetim yaklaşımı, öncelikle; “Neredeyiz?, Nereye ulaşmak istiyoruz?, Ulaşmak istediğimiz noktaya nasıl gideriz? Ve Başarımızı nasıl değerlendiririz?” şeklinde ifade edilebilecek dört temel soruya cevap aranarak işe başlıyor. Sonuçta bir stratejik plân ortaya konulmasıyla da olgunlaşıp sonuçlanıyor.
Bu çalışma önerimiz olan stratejik planın kendisi olmayacak elbette. Onu Susurluğun kendisi yapacak. Biz sadece yolu göstereceğiz. Yapabilirsek; anlaşılmasını, benimsenmesini, inanmayı, destek ve katkı verilmesini kolaylaştırmak istiyoruz. Amacımız işte bu süreci Susurluğa mal edip benimsetebilmek. Duymayan kulaklara, okumayan gözlere, umutsuz gönüllere ulaştırabilmek. İnanın ki sonrası üç kişiyle de olur on kişiyle de. Aslında kişisel olarak Susurluk'ta birlikte yürünebilecek bir zemin var mı yok mu diye de merak etmiyor değilim. Fark şu ki: olmasa da, yazacaklarımı bitirmeden inşallah vazgeçmeyeceğim. Bakalım, niyet halis, inşallah akıbet de halis ola!
Şu anda odaklandığımız ve önerdiğimiz şey; "Susurluğun geleceğine yönelik makro bir bölgesel / stratejik plan yapılması". Bunun için radarlarımızı biraz daha geniş bir çapa ayarlamamız gerekiyor. Yetişmiş pek çok Susurluk değerinin bu tür bir makro plan çalışmasına katkısı olabileceğinden eminim. Ancak, böyle bir zemin oluşabilecek mi, başarabilecek miyiz, onu göreceğiz.
Stratejik
plan hazırlığının 'Neredeyiz?' sorusu 'Tehditler',
'Fırsatlar' 'Güçlü' ve 'Zayıf' yönlerle ilgili. Bu aşamada en azından üzerinde
konuşulabilecek bir alt yapının ortaya
çıkacağını umuyorum. Sonraki aşamalarda 'Nereye varmak istiyoruz?', 'Oraya nasıl gideceğiz?' ve 'Başarımızı nasıl ölçer değerlendirebiliriz?' soruları var. Şu an için yol
haritamızda toplam 14-15 yazılık bir 'Durum analizi' söz konusu. Böylece önümüzde duran 'tehdit' ve 'fırsat' ları, 'güçlü' ve 'zayıf' yönleri hep o stratejik plan
yaklaşımı içinde ele alıp analiz etmiş olacağız. Sonuçta dört aşamalık tüm çalışma
için inşallah yaklaşık bir yıl emek verilecek, düşüncelerimizi paylaşacağız. Bunlar
Susurluğun gelecek önderleri tarafından sahiplenilmesi gereken adımlar.
Son
iki aydır 'Durum analizi' ile ilgili değerlendirmeler yapıyoruz. "Susurluğun
gelişmesini zorlaştıracak, engelleyecek ve zarar verebilecek dış 'Tehdit' ler" ile "Susurluğun gelişmesini
kolaylaştıracak, hızlandıracak ve destekleyecek dış 'Fırsat’ lar"ı gözden geçiren 5 yazı "Fırsat ve tehditler"
başlığıyla çıktı. Ardından gelen "Güçlü ve zayıf yönler" serisinin de
şu anda 6.sı yayınlanmış durumda.Bugün Susurluğun
sahip olduğu 'Güçlü' yönlerin daha da gelişmesi, "zayıf"
taraflarınsa en azından (0) noktasına getirilerek, sonra da güçlüye doğru evrilmesi
stratejik nitelikte adımlara ihtiyaç duyar. Umuyorum ki bu aşama bittiğinde genel
değerlendirme yaparken elimizdekilerin bize ne kadar güç verdiğini,
verebileceğini, ne kadar da köstek olduğunu, olabileceğini görmüş olacağız.
Dilimizde
‘sıla’ kelimesi insanın doğup büyüdüğü ya da bir süre
ayrı kaldığı yer anlamına geliyor. Öyle ki sıla, eskiden beri Anadolu insanının
dilinde gurbetteki bir kimse için doğup büyüdüğü ve özlediği yer, yani
‘memleket’ anlamına kullanılmakta. Çoğu zaman kişi için doğup büyüdüğü ülke,
yurt, bölge, yurt ve yer ‘memleketim’ kelimesiyle ifade ediliyor. Bu bakış
açıyla doğduğu yerden uzaktaki insanlar, yani gurbette yaşayanlar için ‘sıla-i
rahim’ akrabalık bağından daha fazla bir anlam taşıyor.
Yıllardır ‘sıla’mdan yani ‘memleket’im Susurluk’tan uzakta yaşıyorum. Yatılı okul, üniversite, 35 yıl gurbette memuriyet ve nihayet emeklilik dönemim doğduğum yerden uzaklarda geçiyor. Elbette sıla-i rahim sebebiyle alâkam hiç kesilmedi. Her geçen yıl benden büyük akrabalarım giderek azalsa da köklerimin orada olduğunu biliyorum. Akranlarımın çoğu hayat mücadelesi nedeniyle Susurluk'ta değiller, yeni gençleri ise neredeyse hiç tanımıyorum. Bu yüzden gittiğimde kendimi yalnız ve yabancı hissetsem de nihayetinde oraya ait olduğumun farkındayım. Bu yüzden “Nerelisin?” diye soranlara “Susurlukluyum” demeye devam ediyorum. Olmasam da kalbim Susurluk’la beraber.
1960’lı yıllarda da Susurluğun sorunları vardı elbette. Ancak bunlar keyfe keder konulardı. Şeker fabrikası gürül gürül çalışıyor, hayvancılığıyla, etiyle, sütüyle, yoluyla, mola tesisleriyle Susurluk’ta bir şekilde teker dönüyordu. Henüz evlatlarını okumaya ve çalışmaya dışarı göndermenin acısını tatmamışlardı. Yurt dışındaki Susurluklular ise tatile geldiklerinde çevrelerine katkı ve hareket sağlıyorlardı. Henüz kimse ‘acı vatan Alamanya’ gerçeğiyle yüzleşmemişti. İnsanlar daha güzel şeylerin umudundaydılar ve gezmeye, eğlenceye bolca vakit ayırabiliyorlardı.
Ardından 70’li yıllarda daha fazla genç okumaya gitti Susurluk’tan. Doğal olarak Şeker fabrikasına giremeyen bir çok genç ayrıldı ana ocağından. İşte o yıllardan bu yana Susurluk nüfusu ve ekonomisi adeta patinaj yapmaya başladı. Şeker fabrikası ve Susurluk yetmez oldu yeni yetişen gençlere. 70’li, 80’li ve 90’lı yıllar zaten ülkenin de türbülansa girdiği yıllardı. Susurluk bu dönemin yaralarını ne yazık ki sıcağı sıcağına pek anlayamadı. Alıştıkları devranın öyle gideceğini sandılar. Geleceğe yönelik bir atılım içine girmediler, giremediler. Ama 2000’li yıllar Susurluğun yüzüne hep birer şamar gibi indi, ondan da bir ders çıkaramadılar. Önce Şeker fabrikası teklemeye başladı, ardından Yörsan’la ilişkileri gerildi, son olarak dinlenme tesislerinin akıbeti belirsiz bir süreç izlemeye başladı.
Bir şeyler yapmak gerektiği açıktı. 1999’da yapılan seçimde memleketime olan vefa borcumu ödemeye çalıştım. Susurluğu gelecek yıllar ve gelişmelere karşı uyardım. Yeni sanayi yatırımlarına ihtiyaç olduğunu, Susurluğu teğet geçecek bir İzmir otobanı plânlandığını, gençler için bu günden bir şeyler yapılmazsa ilerde büyük sorunlar yaşanacağını dilim döndüğünce anlattım. Ne yazık ki aynı şeyleri 20 yıldır söylüyor ve yazıyorum.
Yıllardır ‘sıla’mdan yani ‘memleket’im Susurluk’tan uzakta yaşıyorum. Yatılı okul, üniversite, 35 yıl gurbette memuriyet ve nihayet emeklilik dönemim doğduğum yerden uzaklarda geçiyor. Elbette sıla-i rahim sebebiyle alâkam hiç kesilmedi. Her geçen yıl benden büyük akrabalarım giderek azalsa da köklerimin orada olduğunu biliyorum. Akranlarımın çoğu hayat mücadelesi nedeniyle Susurluk'ta değiller, yeni gençleri ise neredeyse hiç tanımıyorum. Bu yüzden gittiğimde kendimi yalnız ve yabancı hissetsem de nihayetinde oraya ait olduğumun farkındayım. Bu yüzden “Nerelisin?” diye soranlara “Susurlukluyum” demeye devam ediyorum. Olmasam da kalbim Susurluk’la beraber.
1960’lı yıllarda da Susurluğun sorunları vardı elbette. Ancak bunlar keyfe keder konulardı. Şeker fabrikası gürül gürül çalışıyor, hayvancılığıyla, etiyle, sütüyle, yoluyla, mola tesisleriyle Susurluk’ta bir şekilde teker dönüyordu. Henüz evlatlarını okumaya ve çalışmaya dışarı göndermenin acısını tatmamışlardı. Yurt dışındaki Susurluklular ise tatile geldiklerinde çevrelerine katkı ve hareket sağlıyorlardı. Henüz kimse ‘acı vatan Alamanya’ gerçeğiyle yüzleşmemişti. İnsanlar daha güzel şeylerin umudundaydılar ve gezmeye, eğlenceye bolca vakit ayırabiliyorlardı.
Ardından 70’li yıllarda daha fazla genç okumaya gitti Susurluk’tan. Doğal olarak Şeker fabrikasına giremeyen bir çok genç ayrıldı ana ocağından. İşte o yıllardan bu yana Susurluk nüfusu ve ekonomisi adeta patinaj yapmaya başladı. Şeker fabrikası ve Susurluk yetmez oldu yeni yetişen gençlere. 70’li, 80’li ve 90’lı yıllar zaten ülkenin de türbülansa girdiği yıllardı. Susurluk bu dönemin yaralarını ne yazık ki sıcağı sıcağına pek anlayamadı. Alıştıkları devranın öyle gideceğini sandılar. Geleceğe yönelik bir atılım içine girmediler, giremediler. Ama 2000’li yıllar Susurluğun yüzüne hep birer şamar gibi indi, ondan da bir ders çıkaramadılar. Önce Şeker fabrikası teklemeye başladı, ardından Yörsan’la ilişkileri gerildi, son olarak dinlenme tesislerinin akıbeti belirsiz bir süreç izlemeye başladı.
Bir şeyler yapmak gerektiği açıktı. 1999’da yapılan seçimde memleketime olan vefa borcumu ödemeye çalıştım. Susurluğu gelecek yıllar ve gelişmelere karşı uyardım. Yeni sanayi yatırımlarına ihtiyaç olduğunu, Susurluğu teğet geçecek bir İzmir otobanı plânlandığını, gençler için bu günden bir şeyler yapılmazsa ilerde büyük sorunlar yaşanacağını dilim döndüğünce anlattım. Ne yazık ki aynı şeyleri 20 yıldır söylüyor ve yazıyorum.
Emekli
olduktan sonra son iki buçuk senedir de sırf Susurluğa katkım olsun diye REİS
gazetesine bilâ ücret yazı yazıyorum. Elim, dilim, yüreğim yettiğince de
yazmaya ve önerilerde bulunmaya devam edeceğim. O da olmazsa dua ederim. Bu
benim anama, babama, atama bağlılığım gibi sıla-i rahim inancımla da ilgili.
Gelecek günlerde de fırsat oldukça yazmaya devam edeceğim inşallah. Belki
"Susurluk için bir şeyler yapılmalı?" diyen birilerine yardımım ve
katkım olur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder