
Bugün cuma namazını cemaatle ve açık alanda kıldık.
Özlemişiz. Bir hafta önce uygun olan yerlerde cemaatle Cuma kılınacağı belli
olmuştu. Karar üzerine müftülükler harekete geçmiş ve nerelerde Cuma kılınacağı
tespit edilip açıklanmıştı. Semtimiz için yapılan büyük kapalı pazar yeri bunun
için düzenlenmiş. Herkes kendi seccadesi ile gelmişti. Pazar yerinde belediye
tarafından gerekli temizlik vs. yapılmış müftülük elemanları ile birlikte Cuma
saatine hazır hale getirilmişti. Belediye görevlileri ayrıca plastik seccadeler
de verdi gelenlere. Maskeli ve mesafeli olarak kıbleye duruldu. Arkaya baktım
hava biraz serin olmasına rağmen herkes hazırlıklı gelmiş. Bayağı da kalabalık
olmuşuz.
Gittiğimizde hatim duası yapılıyordu. Çevredeki 4
caminin imamı da oradaydı. Ardından ezan ve hutbe okundu. Ahşaptan 3-4
basamaklı bir minber yapmışlar. Ses tertibatı iyiydi. Cuma namazını kıldıktan
sonra kısa bir dua yapıldı ve dağıldık. Son sünnetleri evde tamamladık.
Bugün hem yeniden cuma kılmanın sevincini yaşadık, hem
de 29 Mayıs İstanbul'un fethini kutladık. 567 yıl önce genç sultan Mehmedin
liderliğinde Bizans'ın yani doğu Roma'nın kalbi, Müslümanların kızıl elması
konstantinopolis'e kutlu bir ordu girmişti. Cuma kılarken kendimi Ayasofya'da
imiş gibi hissettim. Şehrin fethini müteakip orada kılınan ilk cumayı
hatırladım. Rabbim kabul etsin.
Salgın
hastalık dolayısıyla tam yetmiş gün olmuş cuma
namazlarımızı kılmayalı. Elhamdülillah bu hafta uygun olan camilerimizin bahçeleri, avlular, alanlar,
pazar yerleri ve dahi stadyumlar bile birer namazgâha dönüştü. Böylece ecdadın sefer
güzergâhlarında, savaş meydanlarında, yol kenarı menzillerde düzenleyip
yaşattığı bir geleneği daha hatırlamış olduk. Müslüman için bütün yeryüzü
aslında bir namazgâhtı. Salgın hastalık bu gerçeği bir
kez daha bize gösterdi. Rabbim camilerin, cuma namazının, cemaat olmanın hikmet
ve nimetini bilmeyi daim eylesin. İnşallah bir süreliğine daha sadece öğlen ve
ikindi namazlarını da yine kurallara dikkat ederek camilerimizde cemaatle eda
edebileceğiz.
Evet
"Camiye gitmeyi özledik / Cumalarımızı özledik /
Cemaati, dostlarımızı arkadaşlarımızı özledik". Bu yıl ramazan da bir garip
geldi geçti. "Teravihi, mukabeleleri özledik / Her şeyde bir hikmet varmış
/ selamlaşmayı, musafahalaşmayı, kucaklaşmayı özledik!" Bu cumayla birlikte şu
salgın belasından hayra çıkarız inşallah.
Cuma çok özel bir gün. Daha çok bir düşünme, tefekkür etme, işitme, görme ve tasarruf
edebilme fırsatı. Cuma her hafta böyle bir tezekkürle yenilenme ve diriliş vesilesidir bizlere. Adeta bir sonraki haftamızı istikamet üzere tutar. Cuma aslına bakarsanız hem istiklalimizi, özgürlüğümüzü haykırdığımız, hem de çaresizliklerimizi arz ettiğimiz bir meydandır. Cuma günüyle bir genişleme ve ferahlık, inşirah gelir dünyamıza.
Sıkıntılarımızı unutturur, onarır, geleceğe yeniden umutla bakmamıza yardımcı
olur. Bir yönüyle de Cuma vakti bir rahmet ve mağfiret sağanağı gibidir
bedenlerimize. Bereket yağdırır ruhlarımıza. Sadece cuma namazı vakti değil "Dua, dua, dua..." saatleridir gün boyu. Mübarek olması da işte bütün bunlardan
dolayı olmalı.
Ünlü
Rus yazar Tolstoy'un "İnsan Ne İle
Yaşar "adlı kitabında, Çiftçi Pahom’ un hazin ve
ibretlik bir hikayesi anlatılmış. Sıradan, kendi halinde
bir çiftçi olan Pahom, daha zengin bir hayatın hayalini kurmaktadır. Uzak
bir yerlerde, cömert bir reisin karşılıksız toprak
verdiğini duyunca, daha çok toprak elde etmek için reise gidip talebini iletir.
Gerçekten de Reis herkese istediği
kadar toprak veren cömert biridir. Pahom’a “Sabah güneşin doğuşundan batışına kadar kat ettiğin bütün yerler
senin fakat güneş batmadan yeniden başladığın yere dönmen lazım” der. “Yoksa
bütün hakkını kaybedersin.” Pahom güneşin doğuşuyla beraber başlar yürümeye. Tarlalar, bağlar, bahçeler
geçer. Tam geri dönecekken gördüğü sulak bir araziyi es geçemez. Şu bağ, bu
bahçe derken bakar ki güneşin batmasına az kalmış. Koşar, koşar, ama kesilir
takâti. Halsiz adımlarla yürümeye devam ederken, Pahom’un burnundan kanlar
damlamaya başlar. Tam başladığı noktaya yaklaşmışken de cansız yığılır yere ve
bir daha kalkamaz. Reis olanları izlemekte çok kereler şahit olduğu olay yeniden vuku bulmuştur. Adamlarına bir
mezar kazdırır ve Pahom’u gömerler. Reis Pahom’un mezarının başında şöyle der:
“Bir insana işte bu kadar toprak yeter!"
Mütemadiyen biriktirmek istiyoruz. Yiyemeyeceğimiz kadar erzak,
giyemeyeceğimiz kadar kıyafet, kullanamayacağımız kadar eşya, oturamayacağımız
kadar evimiz olsun istiyoruz. Gözlerimiz midelerimizden, arzularımız
ihtiyaçlarımızdan daha büyük.
Tüketmeye de çok meraklıyız. Biriktirdiğimiz paranın, eşyanın, malın mülkün
yanında bolca zaman ve söz de tüketiyoruz. Aslında biriktirirken, benliğimizi tükettiğimizi fark
edemeyiz. Sofraya koyabildiğimiz bir bardak çayın,
zeytinin, ekmeğin ne büyük bir zenginlik olduğunu unuturuz. Gören bir gözü, tutan bir eli, yürüyen bir
ayağı satın alamayacak ve kaybedince tekrar sahip olamayacak kadar fakiriz
aslında hepimiz. Bir nefes sıhhatin karşılığı ne olabilir ki şu dünyada ?
Corona günleri elbette bir gün bitecek. Yeni bir musibetle sınanmadan önce
acaba tükettiğimiz her günün özünü
anlayabilecek, kıymetini
bilebilecek miyiz?
Resûlullah (sav) "Kime dört şey verilmişse, ona dört şey daha
verilmiş demektir" buyurmuş. Sonra da bu sözünü Kur'ân'dan âyetlerle
açıklamış:
"Kime
Allah'ı zikretme nasib edilmişse, Allah da onu anar. Çünkü
Allah Kur'ân'da, 'Beni zikredin ki, Ben de sizi rahmetimle anayım"
buyuruyor.”
"Kime
dua yapmak nasib edilmişse, kendisine cevap verilecektir. Çünkü Allah Kur'ân'da, 'Bana dua edin, size cevap vereyim" buyuruyor.
"Kime
verilen nimetlere şükretme nasib edilmişse, fazlası
verilecek demektir. Çünkü Allah Kur'ân'da, 'Şükrederseniz daha çok veririm" buyuruyor.
"Kime
istiğfar etmek nasib edilmişse, o bağışlanacak demektir. Çünkü Allah Kur'ân'da, 'Rabbinizden af dileyin, çünkü O çok
bağışlayıcıdır" buyuruyor. (İbni Mes'ud (ra)'dan
rivayet edilmiş, Mu’cemu’s-Sağir 703)
Allahım! Darda olanlara ferahlık, sıkıntıda olanlara
selamet, hasta olana şifa, imtihanda olana metanet nasip eyle!
567
yıl önce o zamanlar Doğu Roma İmparatorluğu yani diğer adıyla Bizans'ın başkenti olan Constantinopolis Peygamber Efendimizin övgüsüne mazhar olan genç bir Fatih ve onun kutlu ordusu tarafından 29 Mayıs 1453 tarihinde fethedilmişti. Bu fetihle beraber Osmanlı
Devleti bir İmparatorluk olurken tarihteki en önemli devletlerden biri olan
Bizans İmparatorluğu da sona ermişti. Bu nedenle II. Mehmedin 21 yaşında
İstanbul'u fethi sadece Türk tarihinin dönüm
noktalarından biri değil, dünya için çok önemli bir olay oldu. 1000 yıllık Bizans İmparatorluğu'na son verilmiş olması birçok tarihçi tarafından Orta Çağ'ın sonu ve Yeni Çağ'ın başlangıcı
olarak kabul edildi. Genç Osmanlı sultanı Mehmet Fetih'ten sonra önce fethin
babası anlamına gelen "Ebû'l-Feth" daha sonraki dönemlerde de "Çağ Açan Hükümdar" ve
"Kayser-i Rûm" (Roma İmparatoru) ünvanları ile anıldı.
Genç
Mehmed'in "Ya İstanbul beni alır, ya ben İstanbul'u" sözü tarihe
geçmiştir. Fakat bu sözün arka planı pek
bilinmez. Bütün barış kapılarını kapatarak görüşmeleri
engelleyen Bizans imparatoru, kuşatma başlayınca işin ciddiyetini kavrar ve
yeniden müzakere için bir heyet gönderir. Fakat artık ok yaydan çıkmış, karar
verilmiştir. 21 yaşındaki genç hükümdar çok kararlıdır ve "Bizans artık
hüsranına ağlasın!" diyerek elçileri geri gönderir. Onlara, kendi ordusuna
ve mağrur Bizans imparatoruna ulaştırılmak üzere son sözleri söyle olmuştur: "Ya İstanbul beni alır, ya ben
İstanbul'u!" Bu inanç ve
kararlılık şehrin fethine kadar sürecektir. Kuşkusuz bu bir vizyondur Osmanlı ordusu ve tarih için. Kendini ortaya koyacak kadar gözükara bir aşk, inanç ve
cesaret örneğidir. Bu azimle yıkılmıştır şehrin surları. İstanbul'un alınması
basit bir şehrin zapt edilmesi değildir. İstanbul alınmasaydı Anadolu'da
kalabilmenin ve barınmanın imkanı olmazdı. Bugün
bile güvenliğimiz halâ bu kilidi elimizde tutmamıza bağlı. Bunca
badireye bakarak İstanbul'daki bir zaafın bütün yurdu sarsacağını çok iyi biliyor olmamız lazım. Öyle değil mi?
Sen,
ey fethiyle çağ kapatıp çağ açılan 'efsunlu şehir'. Komutanı ve askerleri
efendimiz(sav) tarafından övülen ve müjdelenen kızılelma.
Nebi'nin işareti, Fatih'in alınteri olan İstanbul! Şaire, "Ana gibi yar
olmaz, İstanbul gibi diyar / Güleni şöyle dursun,
ağlayanı bahtiyar" dedirten güzel belde.
Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın 'sevdam' dediği kutlu mekan. Bu
ülkedeki herkesin bir parçasının orada yaşadığı, Türkçesi
bülbül kokan, kültürümüzün mihenk taşı İstanbul!
Bir Cuma günü ülke çapında kurulan namazgâhlarda bir bakıma Fethin 567. yıldönümünü de kutlamış olduk. Biraz garip, biraz hüzünlü, biraz buruk ama onurla ve şükranla. Bu vesile ile Fatih Sultan Mehmet Hanı ve fethinde görev yapmış şanlı ecdadımızı rahmet, minnet ve şükranla anıyorum.
Bir Cuma günü ülke çapında kurulan namazgâhlarda bir bakıma Fethin 567. yıldönümünü de kutlamış olduk. Biraz garip, biraz hüzünlü, biraz buruk ama onurla ve şükranla. Bu vesile ile Fatih Sultan Mehmet Hanı ve fethinde görev yapmış şanlı ecdadımızı rahmet, minnet ve şükranla anıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder