29 Mayıs 2020 Cuma

29 Mayıs 2020 Cuma 14:30 CORONA GÜNLERİ...................................Fetih ve Cuma

Fetih ve Cuma 

Bugün cuma namazını cemaatle ve açık alanda kıldık. Özlemişiz. Bir hafta önce uygun olan yerlerde cemaatle Cuma kılınacağı belli olmuştu. Karar üzerine müftülükler harekete geçmiş ve nerelerde Cuma kılınacağı tespit edilip açıklanmıştı. Semtimiz için yapılan büyük kapalı pazar yeri bunun için düzenlenmiş. Herkes kendi seccadesi ile gelmişti. Pazar yerinde belediye tarafından gerekli temizlik vs. yapılmış müftülük elemanları ile birlikte Cuma saatine hazır hale getirilmişti. Belediye görevlileri ayrıca plastik seccadeler de verdi gelenlere. Maskeli ve mesafeli olarak kıbleye duruldu. Arkaya baktım hava biraz serin olmasına rağmen herkes hazırlıklı gelmiş. Bayağı da kalabalık olmuşuz.

Gittiğimizde hatim duası yapılıyordu. Çevredeki 4 caminin imamı da oradaydı. Ardından ezan ve hutbe okundu. Ahşaptan 3-4 basamaklı bir minber yapmışlar. Ses tertibatı iyiydi. Cuma namazını kıldıktan sonra kısa bir dua yapıldı ve dağıldık. Son sünnetleri evde tamamladık.

Bugün hem yeniden cuma kılmanın sevincini yaşadık, hem de 29 Mayıs İstanbul'un fethini kutladık. 567 yıl önce genç sultan Mehmedin liderliğinde Bizans'ın yani doğu Roma'nın kalbi, Müslümanların kızıl elması konstantinopolis'e kutlu bir ordu girmişti. Cuma kılarken kendimi Ayasofya'da imiş gibi hissettim. Şehrin fethini müteakip orada kılınan ilk cumayı hatırladım. Rabbim kabul etsin.

Salgın hastalık dolayısıyla tam yetmiş gün olmuş cuma namazlarımızı kılmayalı. Elhamdülillah bu hafta uygun olan camilerimizin bahçeleri, avlular, alanlar, pazar yerleri ve dahi stadyumlar bile birer namazgâha dönüştü. Böylece ecdadın sefer güzergâhlarında, savaş meydanlarında, yol kenarı menzillerde düzenleyip yaşattığı bir geleneği daha hatırlamış olduk. Müslüman için bütün yeryüzü aslında bir namazgâhtı. Salgın hastalık bu gerçeği bir kez daha bize gösterdi. Rabbim camilerin, cuma namazının, cemaat olmanın hikmet ve nimetini bilmeyi daim eylesin. İnşallah bir süreliğine daha sadece öğlen ve ikindi namazlarını da yine kurallara dikkat ederek camilerimizde cemaatle eda edebileceğiz.

Evet "Camiye gitmeyi özledik / Cumalarımızı özledik / Cemaati, dostlarımızı arkadaşlarımızı özledik".  Bu yıl ramazan da bir garip geldi geçti. "Teravihi, mukabeleleri özledik / Her şeyde bir hikmet varmış / selamlaşmayı, musafahalaşmayı, kucaklaşmayı özledik!"  Bu cumayla birlikte şu salgın belasından hayra çıkarız inşallah.

Cuma çok özel bir gün. Daha çok bir düşünme, tefekkür etme, işitme, görme ve tasarruf edebilme fırsatı. Cuma her hafta böyle bir tezekkürle yenilenme ve diriliş vesilesidir bizlere. Adeta bir sonraki haftamızı istikamet üzere tutar. Cuma aslına bakarsanız hem istiklalimizi, özgürlüğümüzü haykırdığımız, hem de çaresizliklerimizi arz ettiğimiz bir meydandır. Cuma günüyle bir genişleme ve ferahlık, inşirah gelir dünyamıza. Sıkıntılarımızı unutturur, onarır, geleceğe yeniden umutla bakmamıza yardımcı olur. Bir yönüyle de Cuma vakti bir rahmet ve mağfiret sağanağı gibidir bedenlerimize. Bereket yağdırır ruhlarımıza. Sadece cuma namazı vakti değil "Dua, dua, dua..." saatleridir gün boyu. Mübarek olması da işte bütün bunlardan dolayı olmalı.

Ünlü Rus yazar Tolstoy'un  "İnsan Ne İle Yaşar "adlı kitabında, Çiftçi Pahom’ un hazin ve ibretlik bir hikayesi anlatılmış. Sıradan, kendi halinde bir çiftçi olan Pahom, daha zengin bir hayatın hayalini kurmaktadır. Uzak bir yerlerde, cömert bir reisin karşılıksız toprak verdiğini duyunca, daha çok toprak elde etmek için reise gidip talebini iletir. Gerçekten de Reis herkese istediği kadar toprak veren cömert biridir. Pahom’a “Sabah güneşin doğuşundan batışına kadar kat ettiğin bütün yerler senin fakat güneş batmadan yeniden başladığın yere dönmen lazım” der. “Yoksa bütün hakkını kaybedersin.” Pahom güneşin doğuşuyla beraber başlar yürümeye. Tarlalar, bağlar, bahçeler geçer. Tam geri dönecekken gördüğü sulak bir araziyi es geçemez. Şu bağ, bu bahçe derken bakar ki güneşin batmasına az kalmış. Koşar, koşar, ama kesilir takâti. Halsiz adımlarla yürümeye devam ederken, Pahom’un burnundan kanlar damlamaya başlar. Tam başladığı noktaya yaklaşmışken de cansız yığılır yere ve bir daha kalkamaz. Reis olanları izlemekte çok kereler şahit olduğu olay yeniden vuku bulmuştur. Adamlarına bir mezar kazdırır ve Pahom’u gömerler. Reis Pahom’un mezarının başında şöyle der: “Bir insana işte bu kadar toprak yeter!"

Mütemadiyen biriktirmek istiyoruz. Yiyemeyeceğimiz kadar erzak, giyemeyeceğimiz kadar kıyafet, kullanamayacağımız kadar eşya, oturamayacağımız kadar evimiz olsun istiyoruz. Gözlerimiz midelerimizden, arzularımız ihtiyaçlarımızdan daha büyük. Tüketmeye de çok meraklıyız. Biriktirdiğimiz paranın, eşyanın, malın mülkün yanında bolca zaman ve söz de tüketiyoruz. Aslında biriktirirken, benliğimizi tükettiğimizi fark edemeyiz. Sofraya koyabildiğimiz bir bardak çayın, zeytinin, ekmeğin ne büyük bir zenginlik olduğunu unuturuz. Gören bir gözü, tutan bir eli, yürüyen bir ayağı satın alamayacak ve kaybedince tekrar sahip olamayacak kadar fakiriz aslında hepimiz. Bir nefes sıhhatin karşılığı ne olabilir ki şu dünyada ? Corona günleri elbette bir gün bitecek. Yeni bir musibetle sınanmadan önce acaba tükettiğimiz her günün özünü anlayabilecek, kıymetini bilebilecek miyiz?

Resûlullah (sav) "Kime dört şey verilmişse, ona dört şey daha verilmiş demektir" buyurmuş. Sonra da bu sözünü Kur'ân'dan âyetlerle açıklamış:  

"Kime Allah'ı zikretme nasib edilmişse, Allah da onu anar. Çünkü Allah Kur'ân'da, 'Beni zikredin ki, Ben de sizi rahmetimle anayım" buyuruyor.”
"Kime dua yapmak nasib edilmişse, kendisine cevap verilecektir. Çünkü Allah Kur'ân'da, 'Bana dua edin, size cevap vereyim" buyuruyor.
"Kime verilen nimetlere şükretme nasib edilmişse, fazlası verilecek demektir. Çünkü Allah Kur'ân'da, 'Şükrederseniz daha çok veririm" buyuruyor.
"Kime istiğfar etmek nasib edilmişse, o bağışlanacak demektir. Çünkü Allah Kur'ân'da, 'Rabbinizden af dileyin, çünkü O çok bağışlayıcıdır" buyuruyor. (İbni Mes'ud (ra)'dan rivayet edilmiş, Mu’cemu’s-Sağir 703)

Allahım!  Darda olanlara ferahlık, sıkıntıda olanlara selamet, hasta olana şifa, imtihanda olana metanet nasip eyle!

567 yıl önce o zamanlar Doğu Roma İmparatorluğu yani diğer adıyla Bizans'ın başkenti olan Constantinopolis Peygamber Efendimizin övgüsüne mazhar olan genç bir Fatih ve onun kutlu ordusu tarafından 29 Mayıs 1453 tarihinde fethedilmişti. Bu fetihle beraber Osmanlı Devleti bir İmparatorluk olurken tarihteki en önemli devletlerden biri olan Bizans İmparatorluğu da sona ermişti. Bu nedenle  II. Mehmedin 21 yaşında İstanbul'u fethi sadece Türk tarihinin dönüm noktalarından biri değil, dünya için çok önemli bir olay oldu. 1000 yıllık Bizans İmparatorluğu'na son verilmiş olması birçok tarihçi tarafından Orta Çağ'ın sonu ve Yeni Çağ'ın başlangıcı olarak kabul edildi. Genç Osmanlı sultanı Mehmet Fetih'ten sonra önce fethin babası anlamına gelen "Ebû'l-Feth" daha sonraki dönemlerde de "Çağ Açan Hükümdar" ve "Kayser-i Rûm" (Roma İmparatoru) ünvanları ile anıldı.

Genç Mehmed'in "Ya İstanbul beni alır, ya ben İstanbul'u" sözü tarihe geçmiştir.  Fakat bu sözün arka planı pek bilinmez. Bütün barış kapılarını kapatarak görüşmeleri engelleyen Bizans imparatoru, kuşatma başlayınca işin ciddiyetini kavrar ve yeniden müzakere için bir heyet gönderir. Fakat artık ok yaydan çıkmış, karar verilmiştir. 21 yaşındaki genç hükümdar çok kararlıdır ve "Bizans artık hüsranına ağlasın!" diyerek elçileri geri gönderir. Onlara, kendi ordusuna ve mağrur Bizans imparatoruna ulaştırılmak üzere son sözleri söyle olmuştur: "Ya İstanbul beni alır, ya ben İstanbul'u!" Bu inanç ve kararlılık şehrin fethine kadar sürecektir. Kuşkusuz bu bir vizyondur Osmanlı ordusu ve tarih için. Kendini ortaya koyacak kadar gözükara bir aşk, inanç ve cesaret örneğidir. Bu azimle yıkılmıştır şehrin surları. İstanbul'un alınması basit bir şehrin zapt edilmesi değildir. İstanbul alınmasaydı Anadolu'da kalabilmenin ve barınmanın imkanı olmazdı. Bugün bile güvenliğimiz halâ bu kilidi elimizde tutmamıza bağlı. Bunca badireye bakarak İstanbul'daki bir zaafın bütün yurdu sarsacağını çok iyi biliyor olmamız lazım.  Öyle değil mi? 

Sen, ey fethiyle çağ kapatıp çağ açılan 'efsunlu şehir'. Komutanı ve askerleri efendimiz(sav) tarafından övülen ve müjdelenen kızılelma. Nebi'nin işareti, Fatih'in alınteri olan İstanbul! Şaire, "Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar / Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar" dedirten güzel belde. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın 'sevdam' dediği kutlu mekan. Bu ülkedeki herkesin bir parçasının orada yaşadığı, Türkçesi bülbül kokan, kültürümüzün mihenk taşı İstanbul! 

Bir Cuma günü ülke çapında kurulan namazgâhlarda bir bakıma Fethin 567. yıldönümünü de kutlamış olduk. Biraz garip, biraz hüzünlü, biraz buruk ama onurla ve şükranla. Bu vesile ile Fatih Sultan Mehmet Hanı ve fethinde görev yapmış şanlı ecdadımızı rahmet, minnet ve şükranla anıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder