12 Nisan 2019 Cuma

12 Nisan 2019 Cuma 16:30 ŞİİR VE TÜRKÜ..........................................Türkü Yazıları

Türkü Yazıları (*)

Vakit gelse yine çıksam yaylaya / Doya doya baksam suna boyluya
Senin için yalvarayım Mevla’ya / Belki seni bana yazar yaradan”

Ne bilirdim bu türkünün ağırlığını; Kuş tüyü çocukluk yaşadığımız yayla yamacında oğlakları yayılımdan getirirken bir kuşluk vakti çadırın önünde yayık yayan, komşumuzun koca kızı Fatma ablamızın altı pilli Schaup Lorenz radyolarının kulağını sağa doğru biraz daha kıvırıp komşularla birlikte karşı yamaçta davar sağdıran çobanlara da dinlettiği o yıllarda.Ne bilirdim yıllar sonra Ankara’da “Ticaret Turizm”in üçüncü katında açık pencereden Numune Hastanesi’nin büfesinde radyodan duyduğumda yüreğimin üzerinde bir top kor ateşin yanacağını.

Ayrılık ah ayrılık!.. Yaman ayrılık. Bizim ölüm ile ayrılığı gönül kefemize koyup tartan türkülerimiz de var;

“Ölüm ile ayrılığı tartmışlar / Elli gram ağır gelmiş ayrılık”

Allah’ım ölümü metanetle karşılayacak, ayrılığın yükünü kaldıracak güç ver bize.

Bir tarafta Sarı Zeybeği dağlara yaslandıran türkü yüreğimizi kabartırken, diğer tarafta bir iskân türküsü bir isyanı dile getirir, konargöçer aşiretlerin alışamadığı, onlara göre dünyanın sonu olan yerleşik hayatın acısını anlatır.

“Aşağıdan iskân evi geliyor/ Bezirgânlar koçyiğide gülüyor
Kitabın dediği günler oluyor / Yoksa devir döndü ahir zaman mı”

diyen Avşar Beyi Dadaloğlu’nun Padişah fermanına kafa tutar, dağları inleten sesi yankılanır Toroslarda,Binboğalarda.

Ben türkülerin dilini şehirlerarası yolculuklara ilk çıktığım zamanlarda anlamaya başladım.
O dil gönül dilidir, o dil çaresizliğin, acının, hasretin, uzletin dilidir.

“Kahramanmaraş-Ankara istikametinde seyahat eden Aksu Turizm’in sayın yolcuları Turpet dinlenme tesislerine hoş geldiniz” dediğinde lokantadan gelen bu sesle perişan uykudan uyanır otobüsün kapısı açılır açılmaz sesi dışarıya verilmiş hoparlörden enstrümantal olarak çalan “Yedi Karanfil”i duyduğumda önce anamın hayali gelirdi gözlerime. Soğuktan buğulanan camlardan daha çok buğulanırdı gözlerim. O halimi görmesinden utandığımdan koltuk arkadaşımdan tarafa yönümü dönemezdim. Gündüz telefon direklerini sayar gece dağların karaltısının arkasında hangi köyler kasabalar var sorusuna cevap arardım saatlerce. Diğer yanda süremediği lavantayı konsolun gözüne koyan İstanbullu kızın hayıflandığı dizeler aklıma gelir de bu sefer de ben hayıflanırdım yayla çiçeklerinin tabii kokusundan nasibini alamayan insanlara acırdım.

Sipsinin sesinden içime akan bir boğaz havas beni alıp ötelere götürür Zümrüdüanka’nın kanatlarına bindirip Kaf Dağı’nın arkasına aşırır. Bozkırın Tezenesi Neşet Ertaş sazının teline değil benim gönül telime vurur, vurur da hem titretir hem de yakar kavurur.

Yanan kavrulan ruhum Hezari’nin türküsünde Başkonuş Yaylası’nın başında temmuz ayının bunaltıcı sıcağında bunalan bedenim gibi bir kamalak gölgesinde asude bir gün geçirir.

Çıksam baksam görünür mü / Başkonuş’ dağı şimdi
Yaylalarda dem sürmenin / Geldi çattı çağı şimdi

Ben yaylaları iyi bilirim türküleri de. Evvel bahar yaz gelince sürüden seçilen kuzunun tazeliği gibi her gün yayla yamaçlarını gezen ruhumuzun derinliklerine sızan bizim yaylalara has endemik bitkilerin kokusu ile gönlüm ve dimağım tazelenir. Düşlerime giren yayla pınarlarının oluğundan akan suya ağzımı verip doya doya içerim de yine bir yayla türküsü takılır dilime, yaylanın dumanı başımı bulandırır.

“Yastadır ey deli gönül yastadır / Gelir diye kulaklarım sestedir
Yağmur yağar zülüfleri ıslanır / Vaz geç duman bu yaylanın üstünden
Duman senin pare pare karın var / Benim gizli derdim ah u zarım var
Benim bu yaylada nazlı yârim var / Vaz geç duman bu yaylanın üstünden”

Mecnun Leyla’sına olan sevgisinde gerçek aşkı bulur. Aşk belasını cana minnet bilir de şöyle seslenir;

“Ya Rab belâ-yı aşk ile kıl aşina beni / Bir dem belâ-yo aşktan etme cüda beni”

Mecnun bu aşkla kendini çöllere vururken, Leyla da Mecnun’un yokluğuna dayanamaz ölür ve Mecnun onun mezarının başına gelip toprağını kucaklayarak şöyle seslenir;

“Ya Rab bana cism ü can gerekmez / Canansız cihan gerekmez”

diyerek oracıkta son nefesini verir.

Her şeye gücü yeten Koç Köroğlu’nun gücü gönlüne yetmez. Köroğlu’dur bu, şanından taviz vermediği gibi aşkından da taviz vermez Kafkas toprağında sevdiği Han Nigâr’ı aklından çıkaramaz zorla da olsa onunla evlenir. Ona halini şöyle arz eder;

“Han Nigâr’ım benden yüzün çevirme / Bir yiğide iki güzel çok mudur
Beni görüp başın yere eğdirme / Bir yiğide iki güzel çok mudur
Koç Köroğlu derler benim adıma / İki güzel gelir benim yâdıma
Biri bana bakar biri atıma / Bir yiğide iki güzel çok mudur”

Yine Anadolu’nun yanık bağrından bir âşık çıkar. Sevgiliye olan bağlılığını şöyle terennüm eder. O hepimizi bildiği aşkın şairi Karac’oğlan’dır

“İneyim gideyim tozlu yollara / Karışayım boz bulanık sellere
Adı sanı duyulmadık ellere / Gitmeyince gönül yardan ayrılmaz
Gönül düştü bir geyiğin postuna / Azrail’de can almanın kastına
Döne döne teneşirin üstüne / Yatmayınca gönül yardan ayrılmaz”

Lal olan dilbaz kesilir âşık olunca. Sevgiliye kavuşmak bir derttir kavuşamamak ayrı dert.
Bu dert de öyle bir derttir ki: “Derdim bana dermanımış bilmedim” diyenlerinki gibi. Türkülerle dile gelir, ağaçla yaprakla, taşla toprakla paylaşılır. Çağdan çağa, nesilden nesile aktarılır.

Divanlara cönklere, kitaplara konu olur. Gönülleri yakar toprağa siner, o toprağın insanlarının dili olur, malı olur anonimleşir. Millet, din, töre tanımaz, o coğrafyanın hafızasına kazınır.Uzaklardaki sevgiliye olan özlemini yayla ile paylaşır bizim insanımız. Yayla dumanından şikâyet eder, gönlünde gezdirdiği güzelin zülüflerinin ıslanmasını istemez, yaylada gönül gezdirir ya sevgiliyi de yanında gezdirir, türkülere döker derdini, türkülerin dili ile dertlenir. Yine de türküler düşmez dilinden.

Böyle işte; türküler gönlümüze dökülen yayla pınarı, bağrımıza esen yayla yeli, burnumuza tüten yayla çiçeğidir. Nice güzelleri nice yiğitlerin, nice yiğitleri nice güzellerin gönül yaylasında gezdirir türkülerimiz.
---------------------------
(*) Ali İhsan Kekeç / Hece taşları dergisi, s.20, 50. sayı, 10 Nisan 2019

11 Nisan 2019 Perşembe

11 Nisan 2019 Perşembe 17:30 GÜLÜMSETEN KELİMELER................Lagaluga,Ardılmak,Zıbıtmak,Cumurluk


Lagaluga, genellikle laf olsun diye söylenmiş, bir değeri olmayan söz, saçma sapan konuşma olarak biliniyor.

Kelimenin kökeninde arapça iki kelime var. Arapçada 'lağa' söyledi, lakırdı etti anlamında bir kelime. 'luğa' ise onun pasifi, yani söylendi, lakırdı edildi manasına geliyor. Bire bir türkçeye çevirdiğimizde karşılığı lagaluga.

Dedikodu türü sözün farsçası 'guft û gû' imiş. Arapçası 'kil û kâl' da aynı şey. 

Ama lagaluga böyle değil. Tamamen laf olsun diye söylenmiş, bir değeri olmayan, içi boş laf, lakırdı anlamında kullanılıyor. Yani boş boş konuşmak anlamında bir kelime.

Ardılmak
Memleketim çok acı görmüş, çok çekmiştir ama adım başı gülümseten hallerle de doludur. Bunlar bazen hoşsohpet insan, bazen zihni sinir icat ya da inşaat, bazen de kelimelerle çıkar karşımıza. Böyle bir örneği kendi kasabamda gördüm geçen hafta. 

İlçemin içinden geçen dere taşkınlara karşı ıslah edilip yüksek bir kanalla tahkim edilmiş. Üstüne de eski taş köprüleri hatırlatan çok güzel bir kemerliköprü yapılmış. Kanal boyu düzenlenip gayet zarif perforje demir parmaklıklarla güvenliği sağlanmış. Üstüne de bir uyarı levhası asılmış ne olur ne olmaz diye. 

Buraya kadar herşey gayet normal ve yerinde. Ancak levhada 'Korkuluklara ardılmak tehlikeli ve yasaktır' yazıyor. İşte burada kullanılan 'ardılmak' kelimesi tam da yurdumun gülümseten hallerine örnek kelimelerden. Durup fotoğrafını çekmekten ve yazmaktan kendimi alamadım.

Ardılmak Balıkesir Susurluk-Manyas bölgesi halk ağzında 'dayanmak, abanmak, yaslanmak, yüklenmek, asılmak, tutunmak, tırmanmak' anlamlarına geliyor. Binmek, Uzanmak, Sarkmak, Eğilmek de aynı kapsamda. Fakat, başka yörelerde daha geniş anlamda 'birinin arkasına, sırtına abanmak, yüklenmek, asılmak', 'Birisine musallat olmak, sataşmak, takılmak, saldırmak, çatmak' veya 'Üstüne atılmış olmak, dolanmış olmak' olarak da kullanılıyormuş.

Hatta hiç duymadım ve okumadım ama 'Aleyhinde bulunmak, takip etmek, alay etmek, kızdırmak, şakalaşmak, eziyet etmek, konuşan ya da ağız kavgası yapan iki kişi arasına girmek ve birisine yük olmak' da aynı kelimeyle ifade edilebiliyormuş..

Türk Dil Kurumu sözlüğünde 'ardıl' kelimesi birinin ardından gelip onun yerine geçen kimse, halef, öncel karşıtı olarak yer alıyor. Ancak ardılmakla ilgisi olup olmadığını bilmiyorum.

Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğüne göre 'ardılmak' kelimesine Balıkesirden başka Tefenni -Burdur, Acıpayam -Denizli, Ünye -Ordu, Fethiye-Muğla ve Güdül-Ankara yörelerinde de rastlanıyormuş.

Kelimeyi ben ailemden 'Zıbıtıp atmak' şeklinde duydum. Bir nevi 'Fırlatıp atmak' anlamında. Nitekim yerel türkçe kullanımı olarak Susurluk - Balıkesir'de 'Atmak' manasında yaşıyor. Örneğin "Bir taş zıbıtmak, Yalan atmak" olarak.


Eğridir köyleri -Isparta, Çal -Denizli'de ve Korucuk -Sinop'ta 'zıbıtmak' fiili 'dövmek' anlamında kullanılıyormuş. Kastamonu'da ise 'Azarlamak' anlamında.

Sözlük anlamı ise; 'Dövmek, Azarlamak, Atmak, Yalan atmak' olarak görünüyor.

İnternet ortamında bu kelimeyi öğretmeninden "iyice zıbıttınız be !" şeklinde duyduğunu anlatanlar olmuş. Bir nevi 'sapıtmak ya da saçmalamak' anlamında. Yaygın olarak orta Anadolu'da kullanılıyormuş. Bu şekil kullanımı hiç  duymamış okumamıştım.

Argo gibi görünüyor ama değil. Sadece gülümseten bir kelime.

'Cumurluk' kelimesini halen müze olan I.TBMM binasında sergilenen eski bir gazete manşetinde gördüm. Haberi okudum. Yanlış yazılmamıştı. Cumhuriyet manasına kullanılıyordu. Hatta aynı haberde cumhurbaşkanı için de 'Cumur Başkanı' ifadesi kullanılmıştı.

Merak edip araştırdım. 1930'larda çok kısa bir süre kullanılıp terk edilmiş. Sözlüklerde bile pek geçmiyor. Bulabildiğim bilgiye göre: 'Cumur' Cumhur (Halk / Public) anlamındaymış. O zaman Cumhurbaşkanına da bir süre Reisi Cumhur (President de la Republique) yerine 'Cumur Başkanı' denilmiş. 

Aynı şekilde Cumhurbaşkanlığına Riyaseti Cumhur yerine 'Cumur Başkanlığı', Cumhuriyetper yerine de aynı kökten 'Cumurcu' ve 'cumurcul' kelimeleri türetilmiş. Dolayısıyla birden çok Cumhuriyetten söz edildiğinde de 'Cumuriyetler ya da cumurluklar' kelimeleri kullanılmış. 'Cumursal' da böyle türemiş kelimelerden.

Sonrası, 'Cumurluk' önce 'cumuriyet' nihayetinde de aslına rücu edip Cumhuriyet olmuş. Çok da iyi olmuş, biz 'Cumhuriyet'imizi seviyoruz.

Bu arada ilginç bir şey daha öğrendim: 'cumur' kelimesi Türkçe sözlükte Trabzon yöresine özgü bir tür pide olarak geçiyor. Hatta; Yağda kızartılmış ekmek, Peynirle taze mısır ekmeğinden yapılan bir çeşit yemek olarak detay verilmiş. Benzer şekilde Malatya yöresinde de yağda kızartılmış ekmek lokmalarıyla yapılan bir çeşit tatlıya da cumur deniliyormuş.

10 Nisan 2019 Çarşamba

10 Nisan 2019 Çarşamba REİS Gazetesi/sayı106..................................Beysin !

Beysin !

Edabali ceddimiz Osman gaziye nasihat etmiş. O da Orhan’a vasiyet etmiş bu kutlu sözlerle. Dilden dile, gönülden gönüle aktarılmış asırlar boyu. Söz karşılık bulursa değer kazanır, vasiyet tutulursa yerini bulur. 

Şimdi ey emaneti yüklenen bey kardeşim ! Artık hızlandır bacaklarını, uzat ellerini ki yıldızlara erişebilesin. Uzan ki dünya avuçlarına gelsin. Bütün dünya bile üstüne gelse inanıyorsan güçlüsün. Allahın yardımı ve izniyle muvaffak olmak senin elinde. Bu inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin. Bu ölmekten de kötüdür eğer bilirsen.

Elbet hayat bir mücadeledir. Hasımların değil, rakiplerin olacak. Yenilgilerin de olacak, başarıların da. Fakat, büyükler en büyük zaferin önce kendi nefsini tanımak olduğunu söylüyor. Neden ? Çünkü genellikle düşman, insanın kendisi olabiliyor da ondan. 

Eğer nefsini tanımış, bilmişsen, onu kontrol etmeyi de başarabilirsin. O zaman en iyi dostun da kendin olursun. Harama el uzatmazsın, çirkin şeylere yaklaşmazsın. Daima adalet ve iyilik üzere olur, haklıya hakkını teslim eder, mazlumu yetimi kollar, gözetirsin.

Şayet bir davan varsa -ki olmalıdır- sevgi ve aşk üzere olursa yaşar. İnşallah böylece; kendini, aileni sevmek, büyüklerini sevmek, memleketini bayrağını sevmek de şiarın olabilir. Ama şunu bil ki sevmek sessizlikte değerlidir kardeşim. Bağırarak sevilmez. Kâlplerden kalplere, gönüllerden gönüllere yollar vardır, unutulmamalı ve asla çiğnenmemelidir.

Biliyorum, henüz yolun başındasınız. Fakat omuzlarınızdaki yükün ağır olduğunu, işinizin çetin, gücünüzün kıla bağlı olduğunun farkında olmalısınız. Rabbim hepinizin yâr ve yardımcısı olsun. Yolunuzu, işinizi, gayretinizi hayırlı kılsın. Hak yoluna, millet yoluna yararlı etsin. Işığınızı parıldatsın ve uzaklara iletsin. Sizlere yükünüzü taşıyacak güç, ayağınızı sürçtürmeyecek akıl ve kâlp versin. Selametle yürüyün ! Dualarımız sizlerledir.