16 Kasım 2018 Cuma

16 Kasım 2018 Cuma 20:30 İİTİAksaray'da............................................Vakıflar yurdu


Vakıflar yurdu

18.4.1975, Vakıflar yurdu/Fatih

 Saat şu anda gecenin 1'i. Yurdun okuma salonundayım. Biraz önce her zamanki gibi dernek dosyasını ve diğer yazı dosyasını düzenledim. Daha önce yazdığım yazılara biraz göz gezdirdim. Epey güzel olmuş.

Yazılar…yazılar…Sıcağı sıcağına pek anlaşılmıyor. Bir başkasının yazısı imiş gibi okunduğu zaman daha bir değer kazanıyor haz veriyorlar.

Ayrıca geçen seneki hatıra defterini de karıştırdım biraz. Orada da çok hoşuma giden bahisler okudum. Hakikaten hatıra defteri tutma ısrarım çok yerindeymiş. Çok çok ilerde bu satırları düşünüyorum da..Bayağı heyecan verici.

Her neyse biz yine şu andaki durumuma dönelim. Neler oldu, neler bitti ? Nasılım, nasıl olmam lazım ? Yapacağım şeyler neler ?..

Yeni elbisemi sevdim. Bayağı iltifat alıyorum. Ben de özen gösteriyorum artık giyimime kuşamıma. Keyfim, moralim iyi, böyle devam etsin inşallah.

Derslere başladık. Hani korkmuyor değilim ama arkadaşlarla toplu çalışmalarımız epey faydalı olacak. Eğer aksatmadan yürütebilirsek özellikle bana pratik öğrenme kolaylığı sağlayacak.

Söz buraya gelmişken Üzeyir'den bahsedeyim. Üzeyir, haftada dört gün Kocamustafa Paşadaki evinde topluca ders çalışacağımız bir arkadaş. Uzuna yakın, atletik, zengin, oldukça neşeli bir arkadaş. Kadınlarla ilgili anlattıklarının çoğu palavra bile olsa kalanı bizim gibi garibanları özendirecek kadar renkli. Üstelik dindar da. Ufuk dergisi okuyor, süleymancılığı methediyor. Babası, annesi hacı. Kadınları beş dakikalık görüyor. Söylediğine göre hiçbir zaman kadın peşinde koşmuyormuş. Kadınlar ona geliyormuş. Zengin ve yakışıklı olduğundan herhalde.

Herneyse, biz bundan böyle ders çalışmaya gittiğimizde kadınlardan bahsetmeyeceğine dair söz aldık. Yoksa o kadar konuşuyor ki durdurmak kabil değil. Bizdeki de nefis yani…

Derslere başladım ama, en büyük problem geç kalkma meselesi. Gece geç yattığımız için sabah da geç kalkıyoruz doğal olarak. Vücut alışmış, nasıl yeneceğim bu durumu ? Sabah namazına kaldırması için bir arkadaşa rica ettim. Bazen o da kalkamıyor, dolayısıyla  ben gene 11'lere kadar uyuyorum. Böyle olunca da sabah normal kalkıp derslere devam edemiyorum. Sene bitiyor hala sınıfla kaynaşamadım. Bizimkiler de olmasa hiç kimseyi tanıyamıyacağım.

Bu arada mali durumum çok fena. İki aylık kredimi bir onbeş gün daha alamayacağım. Kredi yurtlar kurumuna ders geçme sistemine göre geçen yıl sınıfımı geçtiğimi bildiren bir belge gönderdim. Bakalım ne olacak. Yarın için param yok. Yine bir arkadaştan borç almak zorundayım. Kültür dergisinin son sayısını yurtta satabilirsem biraz para tedarik etmiş olurum. Krediyi alıncaya kadar da onunla idare edebilirim.

MTTB ile ilişkilerim yine hareketlendi. Sanıyorum herkes üzerinde iyi tesir bırakıyorum. Pazartesi günü İstanbul'daki bankaların merkez şubelerine Milli Gençlik davetiyeleri götüreceğim. İnşallah başarırım.

23 Nisanda memlekete gitmeyeceğim. Mali durumum fena, bir gün için niye gideyim. Gitmesem daha iyi. İmtihanlardan önce belki giderim.

Şimdi defteri kapatıp marş marş yatağa !..

3.5.1975, Demircan Oba gazinosu, Boğaz


Günlerden cumartesi. Boğazda temiz, güzel bir gazinodayım. Buranın sahiplerinin kardeşlerinden birisi Süleymaniye camiinde vaiz. Çok mükemmel bir hatip. Ateşli ve klasik çizgileri aşan hutbeler veriyor. 

Bunların büyük kardeşlerinden biri eskiden İstanbul'un en ünlü kabadayısı imiş. Uygunsuz yerlerden aldığı haracı öksüz, yetim ve fakirlere dağıtırmış. Çifte tabancayla gezer, cuma günü kardeşi Ali Rıza Demircan'ın hutbesini en ön safta dinlermiş. 

Buraya geçen hafta ilk defa geldim. Daha önceden duymuştum ama nasip o günmüş. O günden bu yana üçüncüdür geliyorum. Gerçi biraz pahalıya mal oluyor ama manzarası çok güzel ve sakin. Beni kendine çekiyor adeta. Hem az buçuk ders de çalışabiliyorum burada.

Şimdi ders çalışmayı kestim. Televizyona yakın bir yerde hem tv seyrediyor hem de defterime bir şeyler yazıyorum.

Yurttaki günlük hayatım pek iç açıcı değil, ibadet grafiğim düzenli seyretmiyor ve uykum ise bir türlü belli bir düzene girmedi. Genellikle 11'e doğru uyanıyorum. Daha doğrusu daha önce uyanmış olsam da yataktan kalkmak zor oluyor.

Akşamları biraz tv seyredeyim derken saat on iki oluveriyor. Dolayısıyla geç yatmanın geç kalkmak gibi tabii bir neticesi oluyor.

Bu yurt hayatına bir türlü alışamadım. Herhalde alışamayacağım da. Lisede yatılı okudum ama bu ona benzemiyor. Orada disiplin, belli bir düzen vardı. Burada özgürüm ama bu bana pişmanlık olarak geri dönüyor.

Kredim hala bankaya yatmamış. Evden para istemem lazım. Borçlarım da var. Onları kapatabilmek için başka borçlar almam gerekiyor. Kredim niye kesildi ona bir türlü akıl erdiremiyorum. Sınıfta kalma söz konusu olmadığına göre nedir, niye kesildi acaba ? Mektup yazdım, ona da hala bir cevap yok.

'Boykot' adlı hikayemin son düzeltmelerini de yaptım. Ama üşenip daha daktilo edemedim. Belki bu yüzden bu ayki MG dergisinde çıkmayacak. Oysa çıksa ne iyi olacaktı. Tam da aktüaliteye uygundu.

Aslında şu günlerde diğer yazılarımla birlikte onu da daktiloya çekip bir an önce teslim etmem gerek.

Yarın sabah Sakarya'ya gideceğiz. Orada Gençlik yürüyüşü var. 

Bu arada siyaset cephesinde oldukça ilginç şeyler oldu. Milliyetçi cephe çalışmaları muarızların milleti cephelere bölüyorlar ! velveleleri üzerine 'Milliyetçi Partiler Topluluğu' oldu. Erbakan'sa ona sürekli 'Milli cephe' demeye devam ediyor. Ama hükümet kurulmasına en fazla ve en etkili katkıyı da o verdi.

Teorik olarak ve pratikte hükümet bütün engellemelere, erken seçim isteklerine rağmen kuruldu. Başardılar. Ama bu süreç Ecevit'i de 'Karaoğlan' yaptı.

 bu hükümette 8 bakanlığı var. Geçenkinde 6 idi. Hükümet kurulur kurulmaz gübreyi ucuzlattılar. Fakirlerin bedava hastanelerde bakılmasını sağladılar. Anarşi konusunda da sanki başarılı gidiyorlar gibi. Hoca yine fabrikalardan bahsediyor. Harp sanayi çalışmalarını başlattılar. Motor, takım tezgahları ve elektronik sanayinin adımları atılıyor. Bunlar daha 20 günlük icraatları.

Parlamentoda da gayet iyi çıkışlar yaptılar. DP bu bunalımdan en zararlı çıkan parti oldu. Sayıları 45'ten 29'a düştü. CGP'si grubunu kaybetti, 9 kişi kaldılar. MSP'den bir kişi istifa etti birinin durumu şüpheli. Hasılı hükümet öyle sancılı doğdu ki o kadar olur.

12.5.1975, Vakıflar yurdu

İmtihanlar yaklaşıyor. İlki Haziranın üçünde. Diğerleri iki üç gün arayla peşpeşe geliyorlar.

Bütün gücümle ders çalışmaya uğraşıyorum. Fakat alışık olmadığım, özünü kavrayamadığım, hatta kapağını açmadığım dersler çok sıkıcı geliyor. 

Geçen sene de böyle duygular içindeydim. Aslında hepsine gireceğim ve bir kaç gün içinde olsa o derslere çalışacağım çaresiz. Gel gör ki nefsim tam da tecrit edilmesi gereken zamanda olmadık şeyler çıkarıyor. Gezmek, iyi giyinmek, temiz hava ve deniz kıyıları çekiyor beni kendine. Hep de böyle zamanlarda...

Muhasebeye çalıştım. Eğer buna çalışmak denirse tabi. Uykum geldi yatacağım...
......

23.6.1975, Vakıflar yurdu

İmtihanlar başladığından beri defterime bir şey yazamadım. Bir, iki derken 8 tanesine de girdim. Bu arada koskoca bir ay daha geride kaldı.

İmtihanlar genellikle iyi gitti. Zannederim ufak tefek sıyrıklarla bu seneyi de atlatmış olacağım. Olsa olsa iki dersten eylüle kalırım. Bir de Borçlar hukuku oldu 3. Eh, üç ders eylül için yeter de artar bile.

Yarın üniversiteler arası giriş imtihanı yapılacak. Anadolu'dan binlerce genç geldi İstanbul'a. Bu arada amcaoğlu Ziya da geldi. Beraber kalıyoruz. Üç gündür epey gezdik İstanbul'u. Fakat koskoca İstanbul bu, gezmekle biter mi ? Ziya sabah imtihana gireceği için erken yattı. Ben yerimi ona verdiğim için bu gece uyumayacağım. Defterimi yazarım, belki pinpon oynarım. Böylece sabahı bulurum işte.
........

Çarşamba günü Ziya ile birlikte Susurluğa gideceğiz. 1 Temmuzda tekrar dönmek üzere tabi. Bu yaz buradayım, çalışacağım.

İmtihanlar sırasında günlük yaşantım arkadaşlarla beraber ders çalışmak, akşamları huzur çay bahçesi ve Fatih caddesinde volta atmalarla geçti. Bu arada aldığım kredileri de harcadım. Parasız kaldım yani...

15 Kasım 2018 Perşembe

15 Kasım 2018 Perşembe 13:30 SİNEMA YAZILARI..............................Bir Millet Uyanıyor

Bir Millet Uyanıyor 

Kurtuluş Savaşıyla ilgili çekilmiş ‘Bir Millet Uyanıyor’ filminin ikinci versiyonu yönetmeni Ertem Eğilmez olan 1966 yapımı 35 mmlik siyah beyaz bir film. Senaryosu Sadık Şendil tarafından yazılmış. Yapımcı hazırlık sürecinde Erman Film (Nahit Ataman), yapım sürecinde ise Arzu Film (Ertem Eğilmez) olmuş. 

Görüntü Yönetmeni Orhan Kapkı, Kriton İlyadis. Oyuncular; Kartal Tibet (Kaptan Davut), Münir Özkul (Tilki Onbaşı), Atıf Kaptan, İhsan Yüce (Borazancı) ve Erol Taş (Ahmet).  

Ertem Eğilmez’in aynı adla çektiği ikincisi Antalya’da ödül almış olmasına rağmen ticari olarak iş yapmamış bir film. Yönetmeni Ertem Eğilmez bir röportajında bu konuda şöyle konuşuyor: 

“Bir Millet Uyanıyor’u çok ama pek çok beğenirim. Ziyan olmuş, önemi anlaşılamamış bir filimdir. Daha uzun bir süre istiklâl Savaşı hakkında bu kadar güzel, yer yer doğru mesajı olan bir film çıkmayacağı kanısındayım.” 

Aynı röportajında Ertem Eğilmez filmin Nizamettin Nazif’in eseri ile alakası olmadığını, sadece ticarî açıdan ismini kullandıklarını da itiraf ediyor. İlk versiyonun senaryosu üstünde Sadık Şendil’le bir yıl çalışmışlar, ama onu beğenmeyip yeniden yazmışlar. İstemişler ki İstiklâl savaşı çok önemli, bunun filmi de güzel olsun.

Ertem Eğilmez filmin çekim aşamasında yaşadıklarını da şöyle anlatıyor: 

“Filmin istiklâl Savaşı'nı en iyi yansıtacak açıdan baktığına eminim. İstiklâl Savaşı sıfırdan, bir minicik kıvılcımın doğuşuyla başladı, imkânsızlıklar içinde sürdürüldü. Bunu belirli bir kasabaya, bir çevrenin içine benzer çekim imkânsızlıkları içinde sıkıştırdık. Bunu da Nâzım'ın destanındaki yorumla yaptık. Tek tek kişileri almıştı, birbirleriyle bağlantıları yoktu, ama bütünü destana ulaşıyordu. Bu noktadan yola çıktık, savaşı başlatanları Çanakkale'de dövüşmüş 96. alayın hayatta kalmış 6-7 ferdine indirdik. Türkiye'nin çeşitli yerlerine dağılmışlardı. Onları topladık, savaşı onlarla başlattık. Filmin anlatım dili de benim için çok başarılı oldu. Biz de istiklâl savaşı koşullarıyla çalıştık. Ordular vadettiler tabanca vermediler. Binlerce mermi var dediler çok az mermiyle çalıştık. Oyuncular hep bam, bum diye bağırarak çektik filmi. Bilecik'te 45 gün ne yaptığımı bilmeden çalıştım. Dramatik yapısı belki iyi kurulmamıştı ama yer yer bu savaşı en iyi yansıtan filmlerden biri oldu. İstiklâl Savaşı'na ait filmlerde, genellikle savaşın tek bir noktasındaki hikâye anlatılmıştır. Savaşa genel olarak baktık biz. Bu genel bakışla, bence istiklâl Savaşı'nın tümünün ruhunu aksettirecek bir biçim ancak bu kadar doğru verilebilirdi...”

1929 yılında Trabzon’da doğan Ertem Eğilmez oldukça renkli bir kişilik. Yayıncılıktan langırt krallığına, yapımcılıktan yönetmenliğe, senaryo yazarlığından ekip başılığa ve oyuncu koçluğuna kadar pek çok farklı alan ve rolde faaliyet göstermiş inatçı bir isim. İktisat öğrenimi görmüş. 1954'te Çağlayan Yayınevi'ni kurmuş, 1960’ta da ‘Tef’ adlı mizah dergisini yayınlamış. 

Sinemaya Arzu Film'i kurarak başlaması da aynı yıl. Önce yapımcı olarak başarısız birkaç iş yapmışlar. Ardından ilk yönetmenlik denemesi 1964'te ‘Fatoş'un Fendi Tayfur'u Yendi’ filmiyle olmuş. Bu kez epey başarılı olmuşlar. 

Ertem Eğilmez sinemada başarının ve ticari kazancın peşinde her türü denemiş, batmış çıkmış inanılmaz bir girişimci. 
 
 


14 Kasım 2018 Çarşamba

14 Kasım 2018 Çarşamba REİS Gazetesi/sayı85....................................İyilikteki sır


İyilikteki sır
İnsanı şerefli yapan, aynı zamanda iyi olmayı ve teşekkür etmeyi öğreten tılsım iyilik yapmakta saklı. Bu nedenle iyilik yapmak mü’min müslümanın en önemli özelliklerinden sayılmış. 

Bu yüzden her daim iyiliğin tavsiyesi ve emredilmesi hatırlatılmış. Onun içindir ki insanın gördüğü iyiliği, iyilik olarak anlaması ve yapana teşekkür etmesi öğretilmiş.

İyilik her insanın mayasında var. Şayet unutmuşsak, şaşırmışsak onu salimen bulduracak çok bol da işaret levhaları konulmuş etrafımıza. Biraz dikkat edersek onları görebiliriz.

Anlaşılan iyilik yapmak sırat ı müstakimde yol almanın garantisi gibi. Hem kendisi, hem diğer insanlar için kurtuluş diyeti adeta. Yapıldıkça, verdikçe, dağıttıkça çoğalıyor, hiç tükenmiyor. Hem dünyada hem ahirette kazandıran bir hal. 

Bu hazinenin sahibi olmak mümkün, sırrı; yalnızca iyi olmak ve iyilik yapmakta gizli.