25 Nisan 2018 Çarşamba

25 Nisan 2018 Çarşamba 13:00 KÜÇÜK/BÜYÜK ŞEYLER.....................Küçük şeyler

Küçük şeyler mutlu eder insanı. Ya da küçük şeyler yaralar gönüllerimizi. Mevsimlere denk gelir hissettiklerimiz. Bahar gibi canlı, sonbahar gibi hüzünlü olursun.

Böyledir işte yaşam.

Bugün de bir bahar günü. Sabah erken saatlerde penceremi açmış, dışarıyı seyrediyordum. Çiçeklenen göğeren dallar, yeşillenen çimler, ılık bir sıcaklık ve tertemiz bir hava. Kuş cıvıltıları bu muhteşem tabloyu tamamlıyor. Adeta lahuti bir ortam var dışarda.

Bu güzel anı ıskalayan insanlar işe yetişmenin telaşında, çocuklar hızlı hızlı okullarına gidiyor. Sokağa çıkan araçların gürültüsü yükseliyor ara ara. 

Dikkatimi yeniden önümde uzanmış manzaraya çeviriyorum. Birkaç kelebek görüyorum uçuşan. Biraz ötede bir kaç küçük köpek yavrusu da neşeyle birbirleriyle güreşiyorlar.

Zaman zaman hafif bir sabah rüzgarı okşuyor yüzümü. Bir bardak su içiyorum berrak ve tatlı. Kuş cıvıltıları yükseliyor soldaki ağacın üstünden. Yeni patlamış taze yapraklar arasında sanki kovalamaca oynuyorlar. 

Gözlerimi kapatıyorum; Dışarda ılık bahar sıcaklığı, hafif serinlik, mis gibi bir yeşillik kokusu, kuş cıvıltıları, çocuk koşturmacası ve hatta araç sesleri...

Hepsi bir orkestranın parçası gibi geliyor. Sanki bu güne kadar yazılmamış nefis bir beste icra ediyorlar.. O kadar doğal ve o kadar da uyumlu. 

Hamdediyorum Rabbime. Bize böyle güzel nimetler verdiği için. Çok şükür ki baktığımı görebiliyorum. Şükürler olsun ki bu güzellikleri kalbimle hissedebiliyor, gönlümle de yaşayabiliyorum.

Sağlıklıyım, büyük bir ailem, güzel çocuklarım, torunlarım var. İnşallah yeni bir torun daha bekliyorum bu günlerde. O yüzden de kalbim helecanlarda.

Ne diyeyim, mutluyum işte ! Sanki yaşadığım bütün acıları, sıkıntıları, zor günleri unuttum. Neticede bu günün, şu anın hazzı her kötülüğün önüne geçti. 


Rabbim daim eylesin. Herkese de nasip etsin.Çünkü 'O' El-Vehhâb'tır.

Eskiden denince neler geliyor insanın aklına; 

Kerpiç ahşap karışımıyla yapılmış, çamurla ve kireçle sıvanmış evler, eğri büğrü, yer yer taşla bastırılmış çatılar, ağaç desteği üzerinde evi koruma altına almış gibi duran köhne saçaklar, aşağıdan yukarıya doğru uzanıp saçak boyunca yeşil bir şapka gibi yayılmış üzüm asmaları, pencerelerde kırmızı toprak saksı ya da eski kap kacak ne olursa onlarda büyütülmüş sardunya, küpeçiçeği ve karanfiller.. Kapı önlerinde, sokakta yalınayak, başı kabak, yanağı kıpkırmızı, güneş yanığı esmer ama turp gibi sağlıklı çocuklar..

O zamanlardan çocukluk anısını 'Evimiz dere boyundaydı. Kış ayları, baharlarda, evin içinde, avluda dolaşırken dışarda akan derenin sesini duyardık. Kalın biçilmiş ağaçtan aşı boyalı çift kanatlı avlu kapısı açıldıkça, sokağın öbür yanında, derenin diz boyu yüksekliğindeki setini, iki kıyısında boy atan kavak ağaçlarını görürdük. 

Derenin tahta köprülerinden biri evimizin dört beş adım yukarısındaydı. Köprüyü geçince hemen karşıda mahallenin fırını, fırının az ötesinde de Kurşunlu Camisi vardı. Cami ile fırın yöresinde, çatılarının kararmış kiremitleri, tahta pancurlu, kafesli, içlerinde fesleğen, sardunya saksıları dizili küçük pencereleri ile bağdadî yapılı, kireçle badanalanmış Müslümanevleri sıralanırdı.' diye anlatır Makedonya 1900 adlı kitabında Necati Cumalı.

Bugün betonarme, doğal gazlı, elektriği suyu içinde apartman evlerinde yaşıyoruz. Çocuklarımız, torunlarımız çok az toprak ve yeşil görüyorlar. Sokak oyunlarının çoğu unutulup kayboldu. Varsa yoksa futbol. O da oynayacak alan varsa. Vakitlerinin çoğu bilgisayar, akıllı telefon ya da tablet başında sanal dünya oyunlarıyla tükeniyor. 

Hiçbiri eline çakı alıp sipsi yapmayı denemedi. Kendi oyuncağını kendi yapmayı hiç yaşamadı. Komşu cocuklarıyla birdirbir, yakartop, sek sek, saklambaç, kovalambaç, kombi, evcilik oyunu oynamanın zevkini tatmadı. 

Şimdinin saçakları erişilmez yükseklikte, zaten apartmanlarda asma çardaklar düşünülemez bile. Pencerelerde sardunya çiçekleri görülmez o beton yığınlarında. Zaten çoğu çiçek apartman evlerinde yaşamaz, yaşayamaz. Kadınlar, genç kızlar eskisi gibi kırma yaprak ve dallarla çiçek çoğaltmayı bilmez. Çiçeklere bakan, sulayan onlarla konuşan annelerimiz, ninelerimiz de yavaş yavaş terki dünya eylediler. Şimdi herkes çalışıyor, okuyor, boş zamanında da cep telefonuyla ya da kulaklığıyla meşgul. Kim bakacak çiçeğe, böceğe. Olan çiçekler de zaten yerini giderek plastiklere bıraktı bu yüzden.

Eski ama içinde hayat olan evlerdi onlar. Kırık dökük, yer yer sıvaları dökülmüş olabilirdi ama saçağı, penceresi yeşille, renk renk çiçekle bezeliydi. İçinde binbir dünya taşıyordu o küçücük mekanlar. İnsanları sıcak, misafirperver, inançlı, sabırlı, çalışkan ve sevgi doluydular.

Küçük dünyalarında büyük yaşamlar saklıyordu o pencerelerin ardı. Saçaklardan, pencerelerden, o küçücük bahçelerden dışa vuran yeşil ve renkli çehre o insanların ruh güzelliklerinin de yansımasıydı adeta.

Bunlar belki küçük şeyler, ama kökleri derinlerde büyük şeylerdi de. Bugün kurumuş gibi görünen bu güzelliklerin geçmişte kalması ne büyük bir kayıp. Ne yazık ki onlar sessizce bizi bırakıp gittiklerinde yokluklarını anladık acıyla. Yüreğimizden bir şeyler koptu gitti. 

Ne güzeldi o evler, ne renkliydi o çiçekli pencereler, ne iyiydi o insanlar…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder