Küçük
şeyler mutlu eder insanı. Ya da küçük şeyler yaralar gönüllerimizi. Mevsimlere
denk gelir hissettiklerimiz. Bahar gibi canlı, sonbahar gibi hüzünlü olursun.
Böyledir işte yaşam.
Bugün de bir bahar günü. Sabah erken saatlerde
penceremi açmış, dışarıyı seyrediyordum. Çiçeklenen göğeren dallar, yeşillenen
çimler, ılık bir sıcaklık ve tertemiz bir hava. Kuş cıvıltıları bu muhteşem
tabloyu tamamlıyor. Adeta lahuti bir ortam var dışarda.
Bu güzel anı ıskalayan insanlar işe
yetişmenin telaşında, çocuklar hızlı hızlı okullarına gidiyor. Sokağa çıkan
araçların gürültüsü yükseliyor ara ara.
Dikkatimi yeniden önümde uzanmış manzaraya
çeviriyorum. Birkaç kelebek görüyorum uçuşan. Biraz ötede bir kaç küçük köpek
yavrusu da neşeyle birbirleriyle güreşiyorlar.
Zaman zaman hafif bir sabah rüzgarı okşuyor
yüzümü. Bir bardak su içiyorum berrak ve tatlı. Kuş cıvıltıları yükseliyor
soldaki ağacın üstünden. Yeni patlamış taze yapraklar arasında sanki kovalamaca
oynuyorlar.
Gözlerimi kapatıyorum; Dışarda ılık bahar sıcaklığı,
hafif serinlik, mis gibi bir yeşillik kokusu, kuş cıvıltıları, çocuk
koşturmacası ve hatta araç sesleri...
Hepsi bir orkestranın parçası gibi geliyor.
Sanki bu güne kadar yazılmamış nefis bir beste icra ediyorlar.. O kadar doğal
ve o kadar da uyumlu.
Hamdediyorum Rabbime. Bize böyle güzel nimetler
verdiği için. Çok şükür ki baktığımı görebiliyorum. Şükürler olsun ki bu
güzellikleri kalbimle hissedebiliyor, gönlümle de yaşayabiliyorum.
Sağlıklıyım, büyük bir ailem, güzel
çocuklarım, torunlarım var. İnşallah
yeni bir torun daha bekliyorum bu günlerde. O yüzden de kalbim helecanlarda.
Ne diyeyim, mutluyum işte ! Sanki yaşadığım
bütün acıları, sıkıntıları, zor günleri unuttum. Neticede bu günün, şu anın
hazzı her kötülüğün önüne geçti.
Rabbim daim eylesin. Herkese de nasip
etsin.Çünkü 'O' El-Vehhâb'tır.
Eskiden
denince neler geliyor insanın aklına;
Kerpiç ahşap karışımıyla yapılmış, çamurla ve kireçle sıvanmış
evler, eğri büğrü, yer yer taşla bastırılmış çatılar, ağaç desteği üzerinde evi
koruma altına almış gibi duran köhne saçaklar, aşağıdan yukarıya doğru uzanıp
saçak boyunca yeşil bir şapka gibi yayılmış üzüm asmaları, pencerelerde kırmızı
toprak saksı ya da eski kap kacak ne olursa onlarda büyütülmüş sardunya, küpeçiçeği ve karanfiller.. Kapı önlerinde,
sokakta yalınayak, başı kabak, yanağı kıpkırmızı, güneş yanığı esmer ama turp
gibi sağlıklı çocuklar..
O zamanlardan çocukluk anısını 'Evimiz
dere boyundaydı. Kış ayları, baharlarda, evin içinde, avluda dolaşırken dışarda
akan derenin sesini duyardık. Kalın biçilmiş ağaçtan aşı boyalı çift kanatlı
avlu kapısı açıldıkça, sokağın öbür yanında, derenin diz boyu yüksekliğindeki
setini, iki kıyısında boy atan kavak ağaçlarını görürdük.
Derenin tahta köprülerinden biri
evimizin dört beş adım yukarısındaydı. Köprüyü geçince hemen karşıda mahallenin
fırını, fırının az ötesinde de Kurşunlu Camisi vardı. Cami ile fırın yöresinde,
çatılarının kararmış kiremitleri, tahta pancurlu, kafesli, içlerinde fesleğen,
sardunya saksıları dizili küçük pencereleri ile bağdadî yapılı, kireçle
badanalanmış Müslümanevleri sıralanırdı.' diye anlatır Makedonya 1900 adlı
kitabında Necati Cumalı.
Bugün betonarme, doğal gazlı, elektriği
suyu içinde apartman evlerinde yaşıyoruz. Çocuklarımız, torunlarımız çok az
toprak ve yeşil görüyorlar. Sokak oyunlarının çoğu unutulup kayboldu. Varsa
yoksa futbol. O da oynayacak alan varsa. Vakitlerinin çoğu bilgisayar, akıllı
telefon ya da tablet başında sanal dünya oyunlarıyla tükeniyor.
Hiçbiri eline çakı alıp sipsi yapmayı
denemedi. Kendi oyuncağını kendi yapmayı hiç yaşamadı. Komşu cocuklarıyla
birdirbir, yakartop, sek sek, saklambaç, kovalambaç, kombi, evcilik oyunu
oynamanın zevkini tatmadı.
Şimdinin saçakları erişilmez
yükseklikte, zaten apartmanlarda asma çardaklar düşünülemez bile. Pencerelerde
sardunya çiçekleri görülmez o beton yığınlarında. Zaten çoğu çiçek apartman
evlerinde yaşamaz, yaşayamaz. Kadınlar, genç kızlar eskisi gibi kırma yaprak ve
dallarla çiçek çoğaltmayı bilmez. Çiçeklere bakan, sulayan onlarla konuşan
annelerimiz, ninelerimiz de yavaş yavaş terki dünya eylediler. Şimdi herkes
çalışıyor, okuyor, boş zamanında da cep telefonuyla ya da kulaklığıyla meşgul.
Kim bakacak çiçeğe, böceğe. Olan çiçekler de zaten yerini giderek plastiklere
bıraktı bu yüzden.
Eski ama içinde hayat olan evlerdi
onlar. Kırık dökük, yer yer sıvaları dökülmüş olabilirdi ama saçağı, penceresi
yeşille, renk renk çiçekle bezeliydi. İçinde binbir dünya taşıyordu o küçücük
mekanlar. İnsanları sıcak, misafirperver, inançlı, sabırlı, çalışkan ve sevgi
doluydular.
Küçük dünyalarında büyük yaşamlar
saklıyordu o pencerelerin ardı. Saçaklardan, pencerelerden, o küçücük
bahçelerden dışa vuran yeşil ve renkli çehre o insanların ruh güzelliklerinin
de yansımasıydı adeta.
Bunlar belki küçük şeyler, ama kökleri
derinlerde büyük şeylerdi de. Bugün kurumuş gibi görünen bu güzelliklerin
geçmişte kalması ne büyük bir kayıp. Ne yazık ki onlar sessizce bizi bırakıp
gittiklerinde yokluklarını anladık acıyla. Yüreğimizden bir şeyler koptu
gitti.
Ne güzeldi o evler, ne renkliydi o
çiçekli pencereler, ne iyiydi o insanlar…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder