10 Aralık 2017 Pazar

288 10 Aralık 2017 Pazar 17:30 UMRE GÜNLÜĞÜ............................Dönüş yolculuğu

 Dönüş yolculuğu

10 Aralık 2017 Pazar: Umre yolculuğumuzda 23. gün

Cidde havaalanındayız. Nasip olursa 2-3 saat sonra Yine bir Onur air uçağıyla İstanbul'a uçuyor olacağız.

Artık dönüyoruz. 18 Kasım Cumartesi günü sabaha karşı Ankara'dan İstanbul'a, oradan da Medine'ye uçarak yolculuğumuza başlamıştık. O gün akşam ezanı okunurken Medine'ye girmek nasip olmuştu. 

Beşinci gün, yani 22 Kasım Çarşamba günü Medine'den ayrılmış ve yine bir akşam ezanı vakti Mekke'ye girmiştik. Mekke'de de 18 gün kaldıktan sonra, dün yani 9 Aralık Cumartesi günü yatsıdan sonra Cidde'ye hareket etmiştik.

Bugün 23. gün, dönüş yolundayız.

Saat 02.30 oldu. Henüz Cidde havaalanında uçak saatini bekliyoruz. Buradan kalkışımız 03.40 imiş. Defterimi yazmaya devam ediyorum.

Umre ziyaretimizde her şeyden evvel kutsal beldeler hakkında bildiklerim, gördüklerim ve hatırladıklarımdan farklı şeylerle karşılaşmış olduğumu söylemeliyim. 

Eşim için zaten her şey sıfırdan farklı gibiydi. Onun orada görüp yaşadıklarını kafasındakilerle karşılaştırmış olduğunu sanmıyorum.

Mesela zihnimdeki, hayalimdeki hicaz çöl içinde olmalıydı. Ancak gördük ki bu bölge daha çok volkanik yüzlerce dağın bulunduğu bir yer. Belki volkanik yapısından belki de sıcaktan yanmış gibi simsiyah kayalık, kuru, çorak bir bölge. Arada, dağlardan inen sel sularının oluşturduğu küçük vadiler var. Oralarda bile bodur küçük ağaçlar ve çalılık yeşillikten başka bir şey yok. Develere buralarda rastladık. Yaprakla besleniyorlar.

Dağ demişken burada iki şeye hayret ettim. Biri Arafat. Arafat dağının ben daha yüksek   olduğunu zannediyordum. Diğeri de Nur ve Sevr dağları. Hıra ve Sevr mağaralarının da bu kadar yüksekte olabileceğini düşünmemiştim. Şaşırdım.

Bu salon biraz serin, üşüdük galiba. Grup olarak hep beraber daha sıcak bir bekleme salonuna geçtik. Demek geceleri buralar biraz soğuk oluyor. Cidde deniz kenarı bir şehir, belki ondandır.

Cidde (Jeddah),yaklaşık 2 milyonun üstünde nüfusuyla bu ülkenin, başkent Riyad'dan sonra gelen ikinci büyük şehri imiş.  III. halife Osman zamanından bu yana daha güneyde yer alan "Şuaybe Limanı" yerine Mekke'nin yeni limanı durumunda.

Cidde batı yönünde, Kızıldeniz kıyısında, Mekke'ye 100 km. Hava alanı ise şehrin diğer tarafı, 50 km. daha kuzey batısında. 

Otobüs şehre girmeden, sağa havaalanına doğru dönüyor. Bu şekilde Mekke-Cidde (King Abdulaziz International Airport) Havaalanı yolculuğu toplam yaklaşık 1,5 saat mesafede.

Defterimdeki son sayfaları yazıyorum. Şu anda saat 03.30, sanırım almak üzereler.
-----
Şok !..Şok !..Şok !..Uçak rötar yapmış. Saat 5'te kalkacakmış. Canımız sıkıldı. Ama olsun, ne yapalım, hayırlısıyla gidelim de. Hiçbir aksaklık bu manevi yolculuğun iklimini bozmamalı.

Ancak beklemeleri sevmem. Hele de ayakta uzun bekleyişleri. Bereket bu salonda oturacak yer var. Uykusu gelenler uyuyor. Kimi sohpet ediyor, kimi de  telefonlarıyla meşgul.

Ben umre ziyaretimizi düşünüyorum parça parça. Aklımda kalanları bir kez daha gözden geçiriyorum. Detaylar unutulmasın istiyorum. Özellikle de hatırlanması gerekenleri.

Yapabilirsem uçakta bunları bir kez daha notlamak isterim. Defterimi son satırına kadar doldurmaya kararlıyım. Böylece hem vakit geçer, hem de onu kayda geçerek değerlendirmiş olurum.

Mesela Suud yönetiminin diğer taraflardaki hissiz ve perişanlığına rağmen hem Mescidi Nebevi hem de Mescidi Haram'a gözü gibi baktığının şahidi olduk. Çok temiz, her an bakımlı ve ışıl ışıl. 7/24 her an yüzbinlerce insanın hareket halinde olduğu bu mekanlarda özellikle temizliği ve bakımı sürdürebilmek çok ciddi bir uğraş. Bu işleri kendi mesleki tecrübemden gayet iyi bilirim.

Beklerken sabah namazını kılalım diye düşündük. Abdest alıp namazlarımızı kıldık. Nihayet vakit geldi, kapıdan körüklü tünele aldılar. Yerimizi bulup oturduk. Hanım biraz yorgun görünüyordu ama korku veya panik emareleri yoktu. Çok şükür.

Uçak ancak 5.30'da kalktı. Yine bir onur air uçağı. Boing tipi, çok kalabalık. Eşya  da öyle.

Eskiden insanlar gemiyle, atla, deveyle ya da arabayla gelirlermiş bu topraklara. Üç ay süren hac yolculukları anlatılıyor eskilerden.  Önce Medine'ye gelir, dönerken de orada kalırlarmış. Şimdi Medine'de eskiye oranla çok daha az, üş dört gün kalınıyor.

Eskiden yerine göre istanbul'a, Konya'ya, Urfa'ya, Şam'a, Bağdat'a, Kudüs'e de uğrayarak gidilirmiş. Sonraları sanırım 50'li, 60'lı, 70'li yıllarda otobüslerle karayolundan gidilmiş umreye, hacca. Bunlar artık eski zamanlarda kaldı maalesef. Şimdi dünyanın dört bir tarafından uçakla gidiliyor kutsal beldelere.

Şimdi bizim gittiğimiz İstanbul ile Cidde arası yolculuk mesafesi 2374 Km imiş. Uçakla bu mesafe 3 saat 23 dakikada alınıyormuş. Cidde ile Istanbul Ataturk Airport arası uçuş haritasına göre rotamız; Mısır, Akdeniz, Kıbrıs, Mersin ve Isparta üzerinden İstanbul Atatürk havaalanı.

Yolculuğumuz iyi geçti. Eşimde sorun yoktu. Hatta uyudu bile. Sadece İstanbul'a inerken gerildiğini hissettim. 

Ancak şu an çok daha büyük bir sorunumuz var. Bu rötar nedeniyle bizim saat 10'daki Ankara uçağına yetişmemiz neredeyse imkansız.

9'da ineceğiz ama pasaport kontrolü ve bagaj alımı var. Sonra da iç hatlara geçip bagajımızı vermek, biletimizi alıp 45 dakika öncesinde uçağa binmek gerekiyor. Bütün bunların olabilmesi mümkün değil. 10 uçağı şimdiden kaçtı sayılır.

Bagaj beklerken firmayı aradık. Birkaç görüşme sonrası firma bize yeniden bilet aldı. Artık nasipse 13 uçağı ile gideceğiz. 

Bu arada Elif'le ve Cüneyt'le de haberleştik. Durumu onlar da öğrendiler.

Gerçekten de bagaj bantı çok geç geldi. Valizlerimizi aldığımızda zaten saat 11'di. Selçuk hoca ve birkaç arkadaşla vedalaştıktan sonra gruptan ayrıldık. 

Dış hatlar çıkışı firma elemanı bize PNR numarası verdi. Hızlı bir şekilde iç hatlara doğru yöneldik.

İç hatlara geldiğimizde bir thy görevlisinin yardımıyla ekran üzerinden biletimizi aldık. Sonra kuyruğa girip bagajlarımızı da teslim ettik. Hurmaları elinize alın dediler. İpi söktük, kolileri yanımıza aldık.

Güvenlikten de sıkıntısız geçtik. Şimdi 403 numaralı kapıda uçağa alınmak üzere bekliyoruz. Saat 12.

Dışarda hava yağışa döndü. Oysa inerken gayet güzeldi, sorunsuz inmiştik. Bekleyişimiz uzadıkça hava şartlarından dolayı rötar olabileceğini düşünmeye başladım. 

Nitekim kapıdan almaya başladıklarında saat bir geliyordu. Görevlilerden ekibin bir başka uçaktan gelişinin geciktiğini duymuştuk.

Uçağa binmek üzere otobüslere bindik. Yağışlı havada alanda ilerleyen otobüs bizi uçağımızın merdivenlerine kadar götürdü. Hava şıpıdık soğuktu. Uçakta 21 D ve 21F numaralı sağ taraftaki yerimizi bulup hurma kolilerini  kabin bagajı denilen baş üstündeki eşya koyma yerine kaldırdık. Yerlerimize oturup kemerlerimizi bağladığımızda saat 13.19'du.

Artık gideceğiz, şükürler olsun. Artık yine defterimi çıkarıp yazabilirim.

Suud yönetiminin hem Mescidi Nebevi'de hem de Mescidi Haram'da giderek artan ziyaretçi sayısını göz önüne alarak genişletme çalışmaları yaptığı açık. Her ikisi de artık milyona varan umreci ve hacının aynı anda ibadet edebileceği büyük mekanlara dönüşmüş.

Eskiden buralara gelenlerin tanıyamayacağı ölçüde büyük yapılaşmalar oluyor. Özellikle mescidi haramda işin sadece yarısının bittiği görülebiliyor. 

Muhtemelen önümüzdeki  yıllar içinde oraya gidenler çok daha süpersonik bir haremle karşılaşacaklar.

Bu iyi mi kötü mü bilemiyorum. Ama konuya farklı açılardan bakan birçok muhalif görüşü okudum ya da dinledim. Ben büyük otobanların, ince zarif doğayla iç içe eski yolları vahşi bir şekilde katledip olanca ağırlığıyla ruhuma çöktüğünü hisseden bir insanım. Üzerinde giderken "çok şükür" dedirten bu modern zaman atardamarları, bir taraftan da bana böyle bir iç sızısı yaşatırlar. Biraz kabede de bu duyguyu yaşadım sanki.

Böyle düşünceler içindeyken uçakta beklemenin giderek uzadığını fark ettim. Eşim uyuklamaya başlamıştı. Tam bu esnada pilottan bir anons geldi: "Kalkış için 25 sıradayız…"

Saat 14'ü gösterdiğinde uçak ağır ağır hareket etmeye başlamıştı. Anlaşılan hava şartları ve Atatürk hava alanındaki yoğunluk sebebiyle kalkışımız en az bir yarım saat daha gecikecekti. Cüneyt'e bir mesaj çektim. İnşallah üç buçuğa doğru ancak Ankara'da olabilecektik.

Gerçekten de başkaca bir aksaklık yaşamadık ama uçağımız ancak 14.20'de kalkabildi. Esenboğa'ya sorunsuz indiğimizde ise saatimiz üçü beş geçiyordu.

Körüklü tünelle iç hatlar binasına geçtik. Doğruca valizlerimizi almak üzere döner turnikeleri bulduk. On dakika içinde çantalarımızı almış çıkışa doğru yürüyorduk. 

Gerçekten bizim havaalanlarımız gördüğümüz diğer Medine ve Cidde'dekilere nazaran süper sayılabilirdi. İçten içe iftihar ettim.

Bizi ailemizin gençleri karşıladı. Cüneyt, Oğuzhan, Nazlı ve Yağız. Yanlarında Safiye de gelmiş. Sarıldık, hasret giderdik. Özellikle Yağızın boynuma atlayışına dayanamadım. Gözlerimden birkaç damla yaş döküldü yanaklarıma. Allah razı olsun. Cenab ı Mevlam inşallah onlara da nasip etsin bu kutlu ziyareti.

Sevgili kızım Elif ailesiyle dünden bize gelmişti. Sabah geleceğimiz varsayımıyla güzel bir kahvaltı hazırlamış. Ancak biz eve girdiğimizde saat 16'yı bulmuştu. Mecburen kahvaltı sofrası çoktan kalkmıştı masadan.

Cüneyt yolda Sibel'i almak üzere ayrılmıştı. Biraz sonra onlar da geldiler. Sadece Hilal ve Ümit yoktu aramızda. Hep birlikte kucaklaştık. Avucumun içini öptürdüm onlara. 

Onlara ilginç geldi, anlattım: "Tavaf sırasında sağ elimizi hacer ül esved hizasında kaldırıp selamlıyor sonra da öpüyorduk. Mümkün olan elini sürüp, daha da başarılı olan kendisini öpüyordu. İşte siz de bu şekilde hacer ül esvedi öpmüş oluyorsunuz".

Eskilerden, büyüklerden öyle görmüştüm. O zaman ben de anlayamamıştım ama şimdi çok mantıklı geliyor. Gerçi ben ancak uzaktan selamlayabildim. Elimi süremedim, öpemedim de. Hanımla ilgilenmem, onu yalnız bırakmamam gerekiyordu. Keşke yapabilseydim.

Ondan daha çok kabeye iki elimle dayanıp, başımı duvara koyup tövbe etmeyi, doya doya ağlamayı isterdim. Hatimde namaz kılamadım o da içimde kaldı.

Rabbim yine nasip etsin inşallah. Hele de hacca gitmeyi. İnandım, teslim oldum: o çağırınca gidiliyor. İnşallah davet edilenlerden oluruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder