22 Aralık 2015 Salı

253 22 Aralık 2015 Salı 21:30 ZAMAN DURAKLARI......................Ona selam olsun !

Ona selam olsun !

Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) Kameri aylardan Rebiü'l-evvel ayının 12. gecesi doğmuştu. Yani milâdî takvime göre 571 yılı Nisan ayının yirmisinde. İşte bu geceye islami gelenekte mübarek "Mevlid Kandili" deniyor.

Cenab-ı Hak peygamber efendimiz için Kuran-ı Kerimde "Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik." [1] diyor. O yüzden bu gece, islam dünyasında büyük hürmet görüyor, müslümanlar arasında asırlardır büyük bir coşku ile kutlanıyor ve sevgili Peygamberimiz derin bir saygı ile anılıyor.

Bu konuda Süleyman Çelebi tarafından yazılan ve asıl adı "Vesiletün'necat" olan mevlid kitabı O'nun doğumunu, üstünlüğünü ve mucizelerini çok güzel bir şekilde dile getirir.

Böyle gecelerde okunan mevlidleri dinlemek, O'na çok çok salât ve selâm göndermek özellikle bizim milletimize has bir güzellik. Sevgili Peygamberimize olan engin sevgi ve bağlılığının bir ifadesi.

Bununla beraber, böyle her vesileyle O'nun ahlâk ve fazilet dolu hayatını öğrenmek ve örnek alacağımız davranışlarını hayatımıza aktarmak ne kadar güzel olur değil mi ? Belki inşallah asıl o zaman Rabbimizin sevgisini ve hoşnutluğunu kazanmış oluruz.

Onun hayatı ve bize örnek davranışları hayranlık uyandırıcı güzelliklerle dolu. Kuran-ı Kerimde bu hususta "Andolsun, Allah'ın rasûlünde sizin için, Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar için ve Allah'ı çok ananlar için güzel bir örnek vardır." [2] denmesi boşuna değil. Mesela selam vermek ve musafaha yapmak da bunlardan biri.

İki müslümanın birbiriyle karşılaştığı zaman selâmlaştığında tokalaşması (musafaha yapması) İslâm'ın âdâbı ve ahlakından. Çünkü, birbirleri ile karşılaşan Müslümanların önce selamlaşmaları ardından da musafaha (tokalaşma) yapmaları sünnet. [3]

Zira karsılaşınca musafaha yapmak, kucaklaşmak Peygamberimizin hem sözlü, hem de fiilî bir sünneti. [4]

İki Müslüman karşılaştıkları zaman önce "Esselâmü Aleyküm" "Ve aleykümüsselam" diyerek selâmlaşırlar, musafaha yaparlar ve "Allahümme salli âlâ seyyidinâ Muhammed" diyerek Peygamberimizin üzerine salavat getirir. Bunların hepsi de sünnet.

Müslümanların selâmlaşmaları bir sâlih amel, musâfaha yapmaları ise bir başka güzel davranış. Bunların her ikisi de Resûl-i Ekrem tarafından övülüp teşvik edilmiş. İyi mü’min olmanın da belirtisi olan bu güzel davranışların, inşallah kul hakkının dışında kalan küçük günahların bağışlanmasına vesile teşkil edeceği müjdelenmiş.

Çünkü onlar karşılaşmaları esnasında birbirlerine dua ederler. [5] Kur’ân-ı Kerîm’de [6]ve Resûl-i Ekrem’in bir hadisinde de açıkça belirtildiği gibi, iyilikler çirkinlikleri yok eder. [7]

Mastar olarak “es-selâmu aleyküm” demek, 'selâmet emniyet sizin içindir, sizinle beraberdir' demek. Allah’ın ismi olarak "Selâm" ise, Allah seni korumayı, gözetmeyi üzerine almıştır, kefildir anlamında. Selâm aynı zamanda İtaat ve barış da demek.

Kur’an-ı Kerim’de: "salât ve selam" edin buyuruluyor. [8] Ayette geçen Allah’ın salât etmesi, Peygamberimize rahmet etmesi ve şanını yüceltmesi anlamına geliyor. Meleklerin salât etmesi peygamberin şanını yüceltmesi ve müminlere bağış dilemesi, Müminlerin salâtı ise dua anlamında kullanılmış. Bu âyette geçen selâm kelimesi ise eksikliklerden ve her türlü musibetlerden korunmuş olmayı Allah’tan niyaz etme anlamı taşıyor.

Hz. Peygamber (asv)’a selâm vermek, mü’minlerin birbirine verdiği gibi O’nu selâmlamak, ayrıca zaman zaman ve özellikle ismi anıldığında manevi şahsiyetini selâmlamaktır. Bu selâm aynı zamanda insanların O’na itaat etmek ve yolunu dilemeyi de içeriyor elbette.

Bütün bunları bir arada düşündüğümüz zaman, müslümanların işledikleri her hayırlı işin, selam ve salatlarının bile onların hem dünyada hem de ahirette kendileri için birer kazanç olduğunu anlıyoruz.

Ayrıca, sevgi ve kardeşliğin belirtilerinden biri olan selâmdan sonra el sıkışmak, aralarında var olan sevgi ve kardeşliği, dostluğu, insanların birbirlerine karşı samimiyetini ve değer verişlerini daha da öne çıkarıcı bir unsur.

Peygamberimizin sünnet olan bu hareketini mutlaka erkekler tatbik edecek diye bir kaide de yok. Elbette ki bu sünneti mü'min erkekler yapabildikleri gibi, mü'min kadınlar da yapar.

Tokalaşmanın fazîleti hakkında pek çok kıymetli hadis gelmiş. [9] Bu hadislerin hepsi, musafahada sünnet olanın; sadece bir elle tutmak olduğunu gösteriyor. [10] Bununla birlikte her iki elle birlikte tokalaşmanın da bid'at olduğu söylenemez.[11] Ancak anlaşılıyor ki sünnet olanı sadece bir elle tokalaşmakla yetinmek. [12]

Demek ki tokalaşmak, sahâbe -Allah onlardan râzı olsun- arasında meşhur âdetlerden birisiymiş.[13]

Ancak musâfaha/tokalaşma kendi başına bir sünnet. Ve bu sünnet, iki Müslümanın karşılaştıkları ilk anda uygulanıyor.[14] Eğer bu karşılaşma namazın sonrasına rastlamışsa, tabii ki sünnet burada da uygulanabilecek.

Diğer yandan ne namazdan önce, ne de sonra musafaha edeceksiniz diye herhangi bir dinî emir de yokmuş. O halde böyle bir emir varmış gibi davrananlar, başkalarını da böyle musafahaya zorlayanlar, mahiyetini bilmedikleri bir alışkanlıklarını icra ediyorlar aslında.

Ancak yok demek, yapılırsa günah olur demek de değil elbette. [15] Musafaha, karşılaşan müminlerin sevgi ve saygı işareti olarak el tutuşup sıkışmasından ibaret güzel bir sünnet. Ancak bu da cami içinde ve dışında çok sıkça yapılırsa mânâsını kaybedebilir, lüzumsuz bir alışkanlık halini de alabilir endişesi var.

Elbette bazen halkın aşırı giderek bunu kusurlu halde yapmaları onu sünnet olmaktan çıkarmaz.  Aynı şekilde halkın bazı vakitler işledikleri sünnete bid’at denilemeyeceği gibi, halkın bu sünneti sabah ve ikindi namazlarından sonra müstehab ve meşru olmayan şekliyle yapmalarına da sünnet denilemez. Çünkü sünnet olan musafahanın zamanı, ilk karşılaşma zamanı. Bu sebeple Vakit namazlardan sonra cemaatin cami içinde sıraya girerek birbirlerine “Allah kabul etsin” deyip musafaha etmeleri ve bunu adet haline getirmeleri, bu kapsama girmiyor.

Bundan dolayı Nevevi gibi bazı alimler bunun, bayram namazlarında, bazan da cuma namazlarında yapılabileceğini ifade etmişler. Ancak cuma ve bayram dışında sanki dinin bir emri imiş gibi beş vakitte herkese elini uzatıp da musafahaya zorlamak bidattan başka bir mânâya gelmez. [16] Muhatapları zorlayarak yapılan böyle bir musafaha da maksadına ulaşamayabilir.

Çünkü Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.) ve ashab-ı kiram (r.a) zamanında, namazlardan sonra toplu musâfaha yapıldığına dair bir rivayete rastlanmıyor. Bu yüzden, musâfahayı namaza eklemek açık bir sünnet değil. Sünnet olan uygulama; Müslümanların birbirleriyle karşılaştıkları her yerde bunu yapmak. [17]

Ayrıca bunun başka mahzurları da olabiliyor. Uygulana uygulana bu durum, yapılması gerekli bir şeymiş gibi idrak edilmeye, yapmayanlara farklı nazarla bakmaya da sebep olabiliyor.

Bu sebeple 'seyrek yapılırsa hikmetine daha uygun olur, sık yapılırsa zıddına inkılap eder' kanaati var. Karşılıklı sevgi, saygı çoğalmasına değil belki lâubâlileşmeye sebep oluyor.

Zür gıbben, tezded hubben!. buyurulmuş. Yani ‘ziyareti seyrekleştir ki muhabbet çoğalsın.’ Musafaha da öyle olsa gerek. İhtiyaç halinde yapılsın ki muhabbete vesile olsun, alışkanlık halini almasın.

Fıkıhta bir kaide varmış: “Her mubah ki, eğer yapılması/uygulanması yanlış bir inanca götürüyorsa o mekruhtur.”[18] Hatta bu hüküm, diğer amelî-Sünnî mezheplerimizden Şafii ve Malikîler'de de aynıymış. [19]

Bilhassa ehl-i tarik zatların devam ettirdiği namazdan sonra musafaha âdetinin sonradan ihdas edildiği anlaşılıyor. Efdâl olanın cami içindeki bu musafahanın terki olduğu belirtiliyor. Hele imamlar için... Çünkü cemaat imamlardaki hâli zarurî zannedebilir. [20] Şurası da var ki, İbn-i Âbidin’de bazı cuma ve bayramlarda âdet etmeden yapılan musafahanın mübah olduğuna işaret edilmekte. 

Demek âdet etmemek ve ısrarda bulunmamak kaydıyla bâzan yapılabilir. İşin özü, her şey zamanında-zemininde makbul ve güzeldir. Merak edenler için Kütüb-ü Sitte’den “Sünen-i Ebî Davud” un Türkçe tercüme ve şerhinde konuyla ilgili faydalı bilgiler yer alıyor.  [21]

Kaldı ki, cami içi, kalb ve gönlün bütünüyle dış alakalardan kesilip Rabb'a teveccüh etmesi gereken yerdir. Böylesine bir teveccüh sırasında kalbi, gönlü teveccüh ettiği yerden çekip alarak kendine çeviren bir musafaha faydadan ziyade zarar getirebilir.


Bu yüzdendir ki, camiye giren müminler mümkün olduğu kadarıyla sessiz, sakince girmeli, kıbleye yönelerek teveccühünü yapmış kimseleri meşgul etmemeli.  Hatta belki selam vermeyi bile o anda terketmeli ki, kendini dış alakalardan kurtarıp murakabeye varmış, tefekküre dalmış insanlara engel olmasın. Bir hayırlı iş yaparken daha hayırlı bir işe mani olmasın.

Bununla birlikte Kur'ân-ı Kerîm'de, Ahzâb Sûresi 56. ayette de Efendiler Efendisine (s.a.v) salâvat getirmek açıkça emrediliyor.  [22] 

Hiç kuşkusuz salavâtlar efendimiz ile aramızda manevi bir bağ oluşturuyor. "Salâvat çekerek, Efendimiz'e 'Seni tanıyor, Seni seviyor, Sana inanıyor, Seninle yaşıyoruz' demiş oluyoruz.

Salâvatın çeşitleri de oldukça çok. Mesela namazların son oturuşunda okunan salli barikler birer salâvat. Ramazanlarda teravih aralarında segâh makamında okunan bestesi Buhurizade Mustafa Itri’ye ait "Allahümme salli ala seyyidina muhammedini'n-nebiyyi'l-ümmiyyi ve ala alihi ve sahbihi ve sellim" de bir salavat.

Salat-ı Ümmiye adı verilen bu salavatın manası ‘Allah'ım, Efendimiz olan ümmi peygamber Muhammed'e ve onun ailesine ve ashabına salat (rahmet manasında dua) ve selam olsun’ şeklinde.

Güzel olan duadan önce Elhamdülillâhi Rabbil âlemîn diyerek Allaha hamdetmek sonra da peygamber efendimize vessalâtü vesselâmü alâ seyyidinâ Muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn şeklinde salavat getirmek olmalı.

Aslında Peygamber efendimize salâvat getirmek için “Allahümme salli ala seyyidina Muhammed“ demek de kâfi. En kısa salavat bu.

Zaten “Aleyhisselam” dediğimiz zaman ‘Allah’ın selamı, onun üzerine olsun demiş oluyoruz. “Aleyhissalatu vesselam” ‘Allah’ın salatu selamı onun üzerine olsun’ demek. “Sallallahu aleyhi ve sellem” ‘Allah’u Teala, Ona salatu selam etsin’, “Allahumme salli ala Muhammedin ve ala ali Muhammed” ise ‘Allah’ım! (peygamberimiz) Hz.Muhammede ve aline (evladu iyaline) rahmet eyle’ anlamına geliyor.

Aşağıda bilinen salavat-ı şerifelerden bazılarını anlamlarıyla vermeye çalıştım.

Allahumme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim (Ey Allah’ım ! Efendimiz, büyüğümüz Muhammed'e, evladu iyaline, ashabına salatu selam -Rahmet et, selametlik ver- eyle.)

Allah’umme salli ala seyyidina Muhammedin tıbbil'kulubi ve devaiha ve afiyetil, abdani ve şifaiha ve nuril'ebsari ve ziyaiha ve ala alihi ve sahbihi ve sellim. (Ey Allah'ım ! kalblerin doktoru ve devası, vucutların şifası, gözlerin nuru ve ziyası olan Muhammed'e (s.a.v) aline ve ashabına salatu selam eyle.)

Allah’umme salli ve sellim ve barik ala seyyidina Muhammedin ve ala ali seyyidina Muhammedin bi'adedi ilmike (Ey Allah'ım ! efendimiz Hz. Muhammed'e (S.A.V.) ve efendimiz Hz.Muhammedin (S.A.V.) aline nihayetsiz olan ilminin adedince salatu selam ve bereketler ihsan eyle.)

Allah’umme salli ala seyyidina Muhammedin ve ala ali Muhammedin ve Ademe ve Nuhin ve İbrahime ve Musa ve İsa ve ma beynehum minen'nebiyyine vel'murselin. Salevatullahi ve selamuhu aleyhim ecmain. (Ey Allah’ım ! Hz.Muhammed'e(s.a.v), Hz.Adem, Hz.Nuh, Hz.İbrahim, Hz.İsa(a.s.v) ve bunların arasında (gelip geçmiş bütün) peygamberlere rahmet ihsan eyle.)

Allahumme salli ala seyyidina Muhammedin abdike ve Resulike ve alel'muminine vel'muminati vel'muslimine vel'muslimati. (Ey Allah’ım ! kulun ve Resulun Hz.Muhammed'e salat-Rahmet- et. Mümin olan erkek ve kadınlara, müslüman olan erkek ve kadınlara da merhamet eyle.)

Allah’umme salli [23] (Ey Allah’ım, Hz.Muhammed’e ve O'nun âline salat et. Hz. İbrahim (A.S.)'a ve âline salat ettiğin gibi. Şüphe yok ki, sen Hamidsin,(Öğülmüş yalnız sensin), Mecidsin-Şan ve şeref sahibi yanlız sensin-.

Allah’umme barik [24](Ey Allah’ım, Hz.Muhammed’e ve O'nun âline mübarek eyle. Hz. İbrahim (A.S.)'a ve âline mübarek eylediğin gibi. Şüphe yok ki, sen Hamidsin -Öğülmüş yalnız sensin, Mecidsin -Şan ve şeref sahibi yanlız sensin-.

Salaten Münciye [25] (Ey Allâh’ım! Efendimiz Hz. Muhammed'e (s.a.v) aline ehl-i beytine (ve ümmetine) öyle bir salatu selam eyle ki, O salatu selam ile bizi tüm endişelerden, korkulardan, âfetlerden, felaketlerden, muhafaza eyle. O salatu selam ile tüm hacetlerimizi –ihtiyaçlarımızı- ihsan eyle. O salat ile bizi bütün kötülüklerden ve bütün günahlarımızdan temizle. O salat ile bizi en yüksek derecelere yükselt. Gayelerin en son, en yüksek makamına bizi onunla ulaştır. O salat ile hayat ve ölümümüzden sonra da rahmetinle bizi hayırların nihâyetine kavuştur. Muhakkak sen her şeye kaadirsin. O bize kafidir. O ne güzel vekil, ne güzel koruyucu ve ne güzel yardımcıdır.)

Salât-ı Tefriciyye - Salât-ı Nariye [26] (Allâh’ım, kendisi hürmetine dügümler çözülen, gamlar-kederler açılan, ihtiyaçlar giderilen, isteklere, hüsn-i hâtimelere güzel âkibetlere nâil olunan, kerem (cömertlik) sahibi yüzü-suyu hürmetine bulutların sulandığı, Efendimiz Muhammed Mustafa’ya (s.a.v.) ve onun âl ve ashâbına; her bakış ve her nefeste ve zâtınca mâlum olanların sayısınca, kâmil bir rahmet ve tam bir selâmet ihsan eyle.)

Salavât Efendimiz'e olan saygının bir ifadesi. Ve Allah Kuran-ı keriminde bize bu saygı ifadesini her zaman söylememizi açık açık emrediyor. Bu nedenle Hazreti Peygamber'e salât getirmeyi mü'minlerin bir vazife addetmesi gerekiyor.[27]

Cenab-ı Allah bize, orucu, namazı ve pek çok ibadeti de Kur'ân-ı Kerîm'de emrediyor ama bu ibadetlerin hiç birini kendisi yapmıyor. Ancak, Ahzâb Sûresi 56. ayette Peygamber'e melekleriyle birlikte salât ve selamda bulunduğunu söylüyor. Sonra da kendi yaptığı bir şeyi kullarına da emrediyor. Bu husus oldukça dikkat çekici.

Bu yüzden Hazreti Peygamber'e (s.a.v) salât edip selam vermeyi hayatımızın bir parçası yapmalıyız. [28] İnananların, nefsin bitmek tükenmek bilmeyen isteklerine karşı koyabilmek, Cenâb-ı Allah ile olan irtibatını sağlamlaştırabilmek için salâvatı dilden düşürmeme yolundaki tavsiyelere kulak vermesi gerekiyor.

Çünkü "O'nun adı anıldığında salât göndermenin vacip olduğu, namazda salât okumanın  ise Efendimiz'in (s.a.v) sünneti olduğu konusunda âlimler ittifak etmiş durumda. [29] 

O'na selam olsun. O'na, aline ve ashabına selat ü selam olsun. Geceniz hayırlı, kandiliniz mübarek olsun.


[1] Enbiyâ, 107
[2] Ahzâb, 21
[3] Musafaha (Tokalaşma) Üzerine kütübü sittede 4 kayitli hadis var
Hz. Enes (ra)`a sordum: "Resulullah (sav)`in Ashabı arasında müsafaha var mıydı?" Bana: "Evet!" diye cevap verdi. (Ravi Katade, Hadis No 3390)
Resulullah (sav) buyurdular ki: "İki müslüman karşılaşıp musafahada bulununca, ayrılmalarından önce (küçük günahları) mutlaka affedilir."(Ravi Bera, Hadis No 3391)
Tirmizi`nin İbnu Mes`ud`dan kaydettiği bir diğer rivayette şöyle buyrulmuştur: "(Müsafaha etmek üzere mü`min kardeşin) elinden tutulması selamlaşma cümlesindendir." (Ravi  İbnu Mes`ud, Hadis No 3392)
Resulullah (sav) buyurdular ki: "Müsafaha edin ki, kalblerdeki kin gitsin, hediyeleşin ki birbirinize sevgi doğsun ve aradaki düşmanlık bitsin." (Ravi Ata el-Horasani, Hadis No 3393)
[4] Enes’in ilk rivayetinden musâfahanın Peygamber Efendimiz zamanında varlığını ve sahâbe arasında yaygınlığını anlıyoruz Bir şeyin Efendimiz zamanında müslümanlar arasında uygulanması aynı zamanda onun meşrûiyetini ortaya koyar. Hadis kitaplarımızın bir çoğunda yer alan rivayetlerden, sahâbe-i kirâmın selâmdan sonra musâfaha yaptıklarını öğreniyoruz.
[5] Ebû Dâvûd’un bir rivayetinde ifade edildiği gibi, iki müslüman karşılaştıkları zaman musâfaha yaparlar, her ikisi Allah’a hamdeder ve bağışlanmalarını dilerlerse, her ikisi mağfiret olunur (Ebû Dâvûd, Edeb 143).
[6] Hud sûresi(11), 114
[7] Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, IX, 160
[8] “Şüphesiz Allah ve melekleri Peygambere salât ediyorlar. Ey iman edenler! Sizde ona salât edin ve selamedin.” buyurulmuştur. (Ahzab, 33/56)
[9] Musafaha ile ilgili olarak Peygamberimizden nakledilen iki hadis şöyledir:
Berâ radıyallahu anh anlatıyor: Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “İki Müslüman karşılaşıp musafahada bulununca ayrılmalarından önce (küçük günahları) mutlaka affedilir.” (Ebû Davud, Edeb, 153; Tirmizi, İsti’zân, 31)
Atâ el-Horasani anlatıyor: Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: “Musafaha edin ki kalplerdeki kin gitsin. Hediyeleşin ki birbirinize sevgi doğsun ve aradaki düşmanlık bitsin.” (Muvatta, Hüsnü’l-Hulk, 16).
[10] Silsiletu'l-Ehâdîsi's-Sahîha"; c: 1, s: 22
[11] Hanifî ve Mâlikîlerden bazı âlimlerin, mü'minin, sol elinin içini (avucunu), mü'min kardeşinin sağ elinin dışına koymak sûretiyle her iki elle tokalaşmasını müstehap görmelerine gelince, bu konuda Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- ve ashâbından -Allah onlardan râzı olsun- alışılagelmiş bir sünnet sâbit olmamıştır/bildirilmemiştir. Bu konuda en fazla gelen şey; bazı hadislerde Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- eğitim ve irşada daha fazla dikkat çekmek için sahâbînin elini iki eliyle tutmuştur. Bunun içindir ki ilim ehlinin çoğunluğu, bir elle tokalaşmanın, sünnetin yerine getirilmesi için yeterli olacağı ve tokalaşmanın, müslümanlar ve sahâbe -Allah onlardan râzı olsun- arasında yaygın olan bir gelenek olduğu görüşüne varmışlardır.
[12] İlmî Araştırmalar ve Dâimî Fetvâ Komitesi'nin fetvâlarında şöyle gelmiştir: "Her iki elle birlikte tokalaşmaya gelince, bu konuda herhangi bir şeyin (delilin) olduğunu bilmiyoruz. Fakat böyle yapılmaması gerekir. Bu konuda daha evlâ ve yerinde olan; sadece bir elle tokalaşmaktır." ("İlmî Araştırmalar ve Dâimî Fetvâ Komitesi Fetvâları"; c: 24, s: 125)  Ayrıca bu konuda şu kaynaklara da bakabilirsiniz: "el-Mevsûatu'l-Fıkhiyye (Kuveyt Fıkıh Ansiklopedisi)"; (Musafaha lafzı bölümü), "Tuhfetu'l-Ahvezî"; c: 7, s: 431-433)
[13] Ebü’l-Hattâb Katâde şöyle dedi: Ben Enes’e: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashâbı arasında el sıkışma âdeti var mıydı diye sordum O da: Evet, diye cevap verdi Buhârî, İsti’zân 27
[14] Bir topluluğun başka bir toplulukla karşılaşıp musâfaha yapmadan konuşmaları, ilim müzâkeresinde bulunmaları veya uzun bir süre bir arada kaldıktan sonra ayrılacaklarında ayağa kalkıp salâvat getirerek el sıkışmaları sünnete uygun bir davranış olmayıp, mekruh kabul edilmiştir Çünkü ilk karşılaşmalarında bu görevi yerine getirmeleri gerekir
[15] Bazı bölgelerde ve camilerde cemaatin âdet haline getirdikleri sabah namazından ve ikindi namazından sonra musâfaha yapmalarının şer’î bir mesnedi yok. Fakat bunda herhangi bir günah veya kerâhet de söz konusu değil. Mesela bir malın alış verişi esnasında el tutuşmanın sünnetle ilgisi olmasa da, karşılıklı hoşnutluk ve rızâyı ifade etmesi açısından bir mahzuru bulunmadığı gibi.
[16] Cami içinde namazı müteâkip sıraya girip de yapılacak bir sünnet musafaha âdeti yoktur. Böyle musafahanın “bid’at” olduğu yolunda hükümler vardır. İmam-ı Nevevî’nin bazı eserlerinde bu musafahanın kendi zamanında sabah ve ikindi namazından sonra başladığı, daha sonraları da bütün namazlardan sonra yapılmaya devam edildiği kaydı vardır. Namaza bağlı toplu musafahanın, zamanla, cemaat namazının bir sünneti biçiminde algılanmasından endişe duyan kimi âlimler, bu toplu uygulamaya bid’at da demişlerdir. “Şemsü’r-Remli” fetvâsında: Bu bir bid’attır. Ancak yapılmasında beis de yoktur, denmektedir.
[17] Peygamber Efendimiz (asm) ve Ashab-ı Kirâm (ra) devrinde namazlardan sonra, törene benzer şekilde toplu tokalaşma yapılmamıştır. Öyleyse, namazın ardından toplu biçimde musafaha yapmak namazın sünneti değildir. Fakat, nerede olursa olsun musafaha yapmak, müstakil olarak sünnet-i seniyyedendir.
[18] Tebyîn-i Mehârim isimli eserin sahibi de şöyle der: “İmam Ziyaeddîn-i Şâmî, Düreru'l-Mültekıta'da, namazları edadan sonra musâfaha yapmak, her hâlukârda mekruhtur. Zira sahabe (r.anhüm), namazları edadan sonra musâfaha yapmamışlardır. Bir de Şunun için ki, namazların arkasından musâfaha yapmak Râfızî’lerin âdetlerindendir.” [el-Âmesî,Yûsuf, Sinânüddîn Halvetî (d.?-v.1000/1592), Tebyînü'l-Mehârim, Süleymâniye Kütüphânesi, Es’ad Efendi kısmı, No: 596]
[19] Şafii ulemasından İbn Hacer (rahimehümüllah) şöyle demiştir: “Zamanımızda beş vakit namazın, cuma ve bayram namazlarının arkasından insanların yaptıkları musâfaha bid’attır, mekruhtur; Şeriat-ı Muhammediyye’de bunun aslı yoktur. Yapanlar önce uyarılır, bid’attır diye. Buna rağmen devam edecek olurlarsa, tazir edilir."
[20] Bağdad’da neşredilen (Et-Terbiyetü’l-İslâm)’ın 27Mayıs 1979 sayısı
[21] İmam Nevevî, “el-Ezkâr” isimli eserinde musafaha konusunda şöyle diyor: “Şunu bil ki her karşılaşmada musafaha yapmak müstehabtır. Halkın sabah ve ikindi namazlarından sonra âdet hâline getirdiği güzel musafahanın ise şeriatla ilgisi yoktur. Ancak bunun zararı da yoktur. Çünkü prensip olarak musafaha sünnettir. Ve halkın çoğu hallerde aşırı giderek bunu kusurlu halde yapmaları onu sünnet olmaktan çıkarmaz. (…) Mubah olan bidatlerden birisi de sabah ve ikindi namazlarından sonra tokalaşmaktır.” (Muhammed İbn Allân, el-Futûhâtü’r-Rabbâniyye, V, 397-399.)
Hanefi ulemasından Aliyyü’l-Kâri, İmam Nevevî’nin bu görüşüne itiraz ederek şöyle demiştir: “İmam Nevevî’nin bir nevi çelişki içinde bulunduğu aşikârdır. Çünkü halkın bazı vakitler işledikleri sünnete bid’at denilemeyeceği gibi, halkın bu sünneti sabah ve ikindi namazlarından sonra müstehab ve meşru olmayan şekliyle yapmalarına da sünnet denilemez. Çünkü meşru olan musafahanın zamanı, ilk karşılaşma zamanıdır. Bazen halk karşılaştıkları halde musafaha yapmadan uzun süre sohbet ve ilim müzakeresi yapıyorlar. Sonra namazı kılınca musafaha ediyorlar. Nerede sünnet, nerede bunların yaptıkları! Onun için bizim Hanefî ulemasından bazıları, İmam Nevevî’nin sözünü ettiği bid’atin mekruh ve mezmûm (kınanmış) bidatlerden olduğunu açıkça ifade etmişlerdir.” (Aliyyü’l-Kârî, Mirkâtü’l-Mefâtîh, IV, 74-575.)
(…) Bu konuda İbn Abidin şöyle diyor: “Sadece namazlardan sonra musafahaya devam etmek, bazı cahillerin bunun sünnet olduğunu ve diğer zamanlarda yapılan musafahalardan daha faziletli olduğunu zannetmelerine yol açar. Oysa seleften hiç bir kimse bu vakitlerde musafaha etmemiştir. Binaenaleyh namazdan sonra musafaha her hâlükârda mekruhtur ve Rafızîlerin sünnetlerindendir.” (İbn Abidin, Reddu’l-Muhtâr, V, 244.) KAYNAK: Sünen-i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Hüseyin Kayapınar, Necati Yeniel, Necat Akdeniz, Şamil Yayınevi, Edep, 141-142. bâb. 5212. hadisin şerhi)
[22] Yüce Allah bu âyet-i kerime de şöyle buyuruyor: "Allah ve melekleri, peygambere salâvat getirirler. Ey mü'minler! Siz de ona salât edin ve samimiyetle selam verin."
[23] ALLAHumme salli ala Muhammedin ve ala ali Muhammed, kema salleyte ala İbrahime ve ala ali ibrahim,. İnneke hamidun mecid.
[24] ALLAHumme barik ala Muhammedin ve ala ali Muhammed, kema barekte ala İbrahime ve ala ali İbrahim, İnneke hamidun mecid.
[25] Allâhumme salli alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âl-i seyyidinâ Muhammedin salâten tuncînâ biha min cemîil'ehvâli vel'âfât. Ve takdîlenâ bihâ cemîal'hâcât. Ve tutahhiruna, bihâ min cemîis'seyyiât. Ve terfeunâ bihâ indeke âledderacât. Ve tubelliğunâ bihâ eksal'ğâyât, min cemî'ilhayrâti fil'hayati ve bâdel'memât. Hasbunallâhu ve nî'mel vekîl, nî'mel mevlâ ve nî'men'nasîr.
[26] Allâhumme salli salâten kâmileten ve sellim selâmen tâmmen alâ seyyidinâ Muhammedinillezi tenhallu bihil'ukadu, ve tenfericu bihil'kurabu, vetukdâ bihil'havâicu, ve tunâlu bihir'regâibu, ve husnul'havâtimi, ve yusteskal'ğamâmu bivechihil'kerimi ve alâ âlihi ve sahbihî fî kulli lemhatin ve nefesin bi adedi kulli mâlûmin lek.
[27] Prof. Dr. Faruk Beşer,
[28] Mehmet Y. Şeker
[29] Konuya dair çeşitli ihtilaflarda söz konusudur. Bazı âlimler, Allah Resulünün adının her anıldığında salâvat getirmenin vacip olduğunu, bazıları da Hz. Peygamber'in (sas) adının kaç defa anılırsa anılsın bir kez salâvat getirmenin vacip olduğunu söyler.

21 Aralık 2015 Pazartesi

252 21 Aralık 2015 Pazartesi 22:25 ESKİMEYEN KELİMELER..........Salât, Musâfaha, Salâvat, Selâm

Salât, Musâfaha, Salâvat, Selâm

Salât
İncelediğim kaynaklara göre salât kelimesi, dua, istiğfar, rahmet gibi anlamlara geliyormuş. Istılahta ise salât, bildiğimiz namaz anlamına geliyor. Ancak, salât kelimesi her zaman dua veya her zaman namaz diye tercüme edilirse yanlış oluyormuş. Doğrusu cümledeki yerine göre mana vermek.

Örneğin bir âyet-i kerimede geçen salât, Allah'ın rahmet, meleklerin istiğfar, müminlerin ise, dua etmesi anlamındaymış.[1] Yani bana salât edecek -rahmet edecek- olan Allahtır manasında.

Bir tasnife göre "Salât" kelimesi Müslümanların yerine getirdikleri özel ibadet, ibadet yeri ve dua gibi çeşitli anlamlara gelebiliyormuş. Bu da salât sözcüğünün Yüce Allah veya Müslümanlarca değişik manalarda kullanılmasından kaynaklanmış.

Örneğin Kur'an-i Kerim'de salât kökünden ve bu kökten türemiş kelimelerden çok yararlanılmış ve her biri belli anlamda kullanılmış.

Kur'an'da salât sözcüğünün Müslümanların yerine getirdikleri özel ibadet anlamında kullanılışı İslam'ın doğuşundan sonra bu kavramın kazandığı yeni anlamla ilgili. [2] Hac suresinin 40. ayetinde yer alan salâvat kelimesi ise ibadet yeri anlamında kullanılmış. [3] Nihayet Kur'an'da bir çok ayette salât kökünün dua anlamında kullanıldığı anlaşılıyor. [4]

Bu yüzden "Allah'ın salâtının anlamı rahmet, meleklerin salâtı bağışlanma dilemek ve insanların salâtının anlamı dua etmektir" denmiş. [5]

Demek ki esas itibariyle Salât sözcüğü lügat olarak dua anlamında oluyor. Ancak onu duanın özel bir hali olan namaz için kullanılması o kadar yaygınlaşmış ki artık ne zaman salât sözcüğü kullanılsa dua değil, namaz akla geliyor. Yine de salât kelimesinin eskiden olduğu gibi kök anlamı olan dua anlamını koruduğu söylenebilir. Ancak unutulmaması da gerek. 


[1] Allah ve melekleri, Resule salât ediyor. Ey iman edenler, siz de salât edin. [Ahzab 56]
[2] Bakara: 3 "Onlar, gayba inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızklardan (Allah yolunda) harcarlar."
Bakara: 43 " Dosdoğru namaz kılın, zekât verin ve rükû edenlerle birlikte rükû edin."
Maide: 58" Namaz için çağırdığınızda onu alay ve eğlenceye alırlar. Bu, onların düşünmeyen (ve anlamayan) bir topluluk olmalarındandır."
[3] Hac: 40" Onlar, sadece "Rabbimiz Allah'tır." demeleri yüzünden haksız yere yurtlarından çıkarıldılar. Allah, insanlardan bir kısmını diğer bir kısmı ile defetmesiydi, içinde bol bol Allah'ın ismi anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler yıkılıp giderdi. Allah, kendisine yardım edene mutlaka yardım eder. Allah, güçlüdür ve üstündür."
[4] Tevbe: 103 "Onların mallarından kendilerini temizleyeceğin ve arıtacağın bir sadaka (zekât) al ve onlara dua et. Kuşkusuz senin duan, onlara huzur kaynağıdır. Allah işitendir ve bilendir."
Ahzap: 43 "Sizi karanlıklardan nura çıkarmak için O ve melekleri size rahmet eder. O, sürekli müminlere merhamet edendir."
Ahzap: 56, "Kuşkusuz Allah ve melekleri, Peygamber'e salât (özel rahmet) ederler. Ey iman edenler! Ona salât gönderin ve en güzel şekilde onu selamlayın."
[5] El-Mizen 43. ayetin tefsiri

Musâfaha
Musafâhanın bir sözlük anlamı bir de hadis ilmi [1] karşılığı var. Genel olarak "tokalaşma" anlamına geliyor. Bildiğimiz anlamda, karşılaşan iki insanın selamlaştıktan sonra, tokalaşması yani.

Gerek erkeklerin, gerekse de kadınların birbirleriyle, karşılaştıkları zaman selâmlaşmaları, hal-hatır sormaları, musâfaha yapmaları, tokalaşmaları, kucaklaşmaları, birbirlerine güleryüz göstermeleri İslâmî kardeşliğin bir icabı. Bu davranışların tamamı sadaka ve ibadet olarak değerlendiriliyor.

İşte dilimizde “tokalaşma”, el sıkışma mânâsıyla yaşayan “musâfaha”, bir sünnet. Anlaşılıyor ki sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) bunu hem uygulamış, hem de rahmet müjdesiyle teşvik etmiş. [2]

Hiç kuşkusuz tokalaşmak, birbiriyle karşılaşan iki kimse arasındaki sevgi ve muhabbeti ifâde ediyor. Sonuçta bu yaygın uygulama, müslümanlar arasındaki kini, nefreti, birbirinden iğrenmeyi, geçimsizliği ve birbirinden hoşlanmamayı ortadan kaldıran önemli bir güzellik. 

Bu yüzden "Musâfaha (tokalaşmak), âlimlerin geneline göre güzel bir davranış olarak değerlendirilmiş. [3]  Bir kimse avucunu, arkadaşının avucunun içine koyduğu anda musâfaha meydana gelmiş oluyor.

Bir kimsenin elinin içini başkasının elinin içiyle birleştirmesi, birbirlerinin ellerini bu vaziyette tutmaları şeklindeki Musâfaha çok eski bir davranış biçimi. Onu ilk ortaya çıkaranların da Yemenliler olduğu anlaşılıyor. [4]

Geleneğimizde ilk karşılaşma sırasında musâfaha yapılması sünnet, her karşılaşmada musâfaha ise müstehap olarak tanımlanıyor. 

Karşılaşma esnasında önce selâmlaşılır, sonra el tutuşulur. Musâfaha için elini uzatandan yüz çevirmek ve mukabelede bulunmamak doğru bir davranış tarzı kabul edilmiyor ve edebe aykırı görülüyor.


[1] Hadis ilminde, muteber hadisçilerden birinin rivâyet ettiği bir hadisin senedindeki râvî sayısının, aynı hadisi rivâyet eden bir başka kimsenin senedindeki ravî sayısı ile eşit olmasıdır. Musafaha, muteber hadis kitabına göre kıyaslanan hadisin isnadının âlî olduğuna işaret eder. (bk. Âlî İsnad)
[2] Bera b. Azib’in (r.a.) rivayetiyle Resûlüllah Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “İki Müslüman karşılaşıp masâfahalaşırken, Allah’a hamd edip (biribirlerinin) bağışlanmasını dilediklerinde, her ikisi de bağışlanır.” Yine aynı râvi şöyle bir hadis-i şerif daha nakletmiştir: “Karşılaşıp tokalaşan hiçbir Müslüman yoktur ki, ayrılmadan önce bağışlanmış olmasınlar!” [Ebû Dâvûd, Sünen, Edep, 142]
[3] Nevevî şöyle demiştir: İki müslümanın birbiriyle karşılaştığında tokalaşması, üzerinde ittifak edilen sünnettir." ("Fethu'l-Bârî"; c: 11, s: 55)
[4] Resûl-i Ekrem, bir kısım sahih rivayetlerinde çeşitli vesilelerle Yemenlileri methetmiştir Onların îmanlarının güçlü, kendilerinin iyi mü’min ve hikmet ehli olduklarını övdüğünü görürüz Bu, Yemenlilerin o günün önde gelen medenî topluluklarından biri oluşlarıyla alâkalıdır, denilebilir Çünkü Yemenliler herhangi bir zorlama söz konusu olmadan ve benimseyerek İslâm’ı kabul etmişler, gerçekten de dini en iyi yaşayan topluluklardan biri olarak temayüz etmişlerdi Bu, övülmeye ve takdire değer bir haldir Enes’in ikinci hadisinden öğrendiğimize göre, Efendimiz musâfaha âdetini ilk getirenlerin de Yemenliler olduğunu söylemişlerdir ki, bu da onların lehine ve methine yönelik bir hadistir Ayrıca bu hadis vesilesiyle bir kere daha tekrar etmemiz gereken bir gerçek vardır: İslâm, daha önce insanlar arasında yaygın olup da Kur’an ve Sünnet’e aykırı olmayan güzel âdetleri ibkâ etmiş, ortadan kaldırmamıştır Bu durum, insanlığın tarih boyunca geliştirdiği iyi ve güzel hasletlerin, bütün insanlığın ortak bir eseri olduğunu, bunlardan Allah’ın rızâsına uygun ve insanlara faydalı olan hiçbir şeyi İslâm’ın reddetmediğini gösterir

Salâvat
“Salâvat” “salât” kelimesinin çoğuluymuş. Salât kelimesi lügatte; tebrik, dua, istiğfar, namaz, rahmet manalarına geldiği gibi kendisinden türetilen bazı fiillerinde bereket manası da olduğu belirtiliyor.

Nitekim, Ahzab sûresinin 56.âyeti için ibn Abbas, “Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’i bereketle kuşatırlar...” manasını vermiş. El-Müberred’de salât kelimesinin aslında “rahmetle dua etmek” manasına geldiği, Allah tarafından yapıldığında “rahmet”, melekler tarafından yapıldığında ise “Allah’ın rahmetini istemek” anlamında olduğu beyan ediliyor.

Kuşeyrî de bu hususta, “Allah’ın insanlara salâtı, onlara rahmet etmesi, peygamberlere salâtı ise onlara şeref vermesi ve ziyade ikram etmesidir” diyor.

Elhasıl “salât” Allah’tan olunca rahmet, meleklerden olunca mağfiret-i İlahiyi istemeleri, mü’minler tarafından dile getirildiğinde de hayırla dua etmek manalarına geldiği anlaşılıyor. [1]

Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in hayatı üzerine yemin etmiş, yüce ismini, onun ismiyle birlikte zikretmiş ve zatı uluhiyyesine imanı, onun nübüvvetine iman şartına bağlamış. 

Huzurunda seslerin yükselmesine razı olmamış, mübarek isminin sıradan bir isim gibi zikredilmesini istememiş, bütün bunlara ilaveten kendisinin ve meleklerinin onu yâd ile çokça salât ü selam ettiklerini bildirerek Ümmet-i Muhammedin de aynı şekilde ona bol bol salât ü selam getirmelerini istemiş.

Nitekim ayet-i kerimede: “Allah ve melekleri, peygamberi çok salât ederler, Ey müminler! Siz de ona salâvat getirin ve tam bir teslimiyetle selam verin.” [2] buyruğu uyarınca ona salat ü selam getirmek müminler için ilahî bir emir hükmünde.

Bundan dolayıdır ki islamî âdâba göre dualarda, Allah’a hamd ve Rasulullaha salâvat ile başlayıp yine onlarla nihayete erdiriliyor.

Bilinen, söylenegelen pek çok selatü selam var. Bunlardan çok söylenen, bilinen bazılarını hatırda kalacak şekilde manalarını görüverelim.

Aaleyhisselam: "Allah'ın selamı, onun üzerine olsun."

Aleyhissalatu vesselam: "Allah'ın salatu selamı onun üzerine olsun."

SallALLAHu aleyhi ve sellem: "Allah'u Teala, Ona salatu selam etsin."

Allahumme salli ala Muhammedin ve ala ali Muhammed: "Allah'ım! (peygamberimiz) Hz.Muhammed'e ve aline (evladu iyaline) rahmet eyle."


[1] Değişik Yönleriyle Hz. Peygamber (asm), İbrahim Bayraktar, s.145-146
[2] El-Ahzab-56

Selâm
Selām, İslam sözcüğüyle aynı semantik kökten. Barış, her çeşit âfet ve kaderlerden emin olan demek. Bu nedenle selam kapısı, daima barış, emniyet, huzur, selamet, sağlık, esenlik, sağlık, sağlamlık, rahatlık, iyi netice ve kurtuluşa açılıyor.

Bir işten kurtulmak, ayıp, âfet, noksanlık, acizlik, hastalık vb. şeylerden beri olmak anlamındaki "s-l-m" kökünden türeyen selâm, Allah'ın sıfatı [1] olarak, insanlara ârız olan ayıp, kusur, eksiklik, âfet, hastalık, acizlik, ölüm vb. şeylerden berî olan; yaratıklarını âfet ve belalardan kurtaran, zulmetmeyen, güven arayanları güvene erdiren demekmiş aynı zamanda.

Allah’ın ismi olarak kullanıldığı gibi, selâmlaşmak, kusurlardan beri olmak, emniyet ve sulh manalarına da geliyor. Böylece selām ismiyle Allah, her türlü eminliğin, sâlimliğin aslı olup, ayıptan, kusurdan ve her çeşit eksikliklerden uzak olan yüce yaratıcı olduğunu kullarına belli etmiş.

Halk arasında insanların birbirleriyle karşılaştıklarında kullandıkları yakınlık dostluk, saygı ifade eden söz, yaptıkları işaret veya harekettir de selâm. Bu anlamda, “selâmünaleyküm” sözünün kısaltılmışıdır da diyebiliriz.

Selâm, bir dostluk ve iyi niyet işareti.  Zira insanların birbirlerine barış, rahatlık ve esenlik dilemeleri her şeyden önce iyi bir iletişim ortamı sağlar. Bu nedenle de Müslümanlar karşılaştıkları zaman, karşılıklı olarak ‘selâm !’ hitabıyla birbirlerine sağlık ve esenlik dileklerini sunarlar.

Bu anlamda "Selâmün aleyküm!" “Size iyilikler, güzellikler dilerim. Allah sizi her türlü kötülükten korusun!” anlamına geliyor. Kendisine selam verilen kişi ise "Aleyküm selâm!” diyerek “Ben de sizin için aynı şeyleri diliyorum” demiş oluyor.

Selâm vererek Müslümanların birbirlerine barış, sağlık ve esenlik dileklerini sunmaları İslam dininde önemlidir. Öyle ki bir dostluk ve iyi niyet işareti olan selâmı vermek sünnet; almak ise farz biliniyor. Peygamberimiz, birçok hadisinde selâmın önemi ve yaygınlaştırılmasının gereği üzerinde durmuş. [2]

Yine Peygamberimizin öğretisine göre: “Küçükler büyüklere, binekli atlı veya arabalı olanlar yayalara, yürüyenler, oturanlara; arkadan gelenler yetişince öndekilere; iki grup karşılaştığı zaman, az olanlar çok olanlara önce selam verirler." [3] Gruplar arası selâmlaşmada ise, grubun birinden bir kişinin selâm vermesi, diğer gruptan da bir kişinin alması yeterlidir. [4] Yine İslâmî âdâba göre bir gruptan ayrılırken ayrılan kişi tarafından da selâm verilmesi gerekiyor. [5]

Ancak bazı durumlarda selam verilmiyor. Örneğin, Namaz kılan, Kur'an okuyan, yemek yiyen vb. gibi.

Aynı şekilde bir kimseden selam getiren birisine: "Aleyhi ve aleyke’s-selam!" şeklinde cevap verileceği, bir mektuba yazılmış bir selâm için ise: "Ve aleyke’s-selam" denileceği yahut; cevabi mektupta bu ifade yazılacağı belirtiliyor.

[1] “Allah'ın sıfatı olarak Kur'ân'da sadece, "O... selâmdır, mümindir, müheymindir..." (Haşr, 59/23) âyetinde geçmiştir.
"Onunla (kitapla) rızasının peşinden gidenleri selâm yollarına iletir..." (Mâide, 5/16),
"Onlar (müminler) için Rableri katında selam yurdu vardır, yaptıkları işlerden dolayı O, onların dostudur." (En'âm, 6/127),
"Allah selâm yurduna çağırır..." (Yûnus, 10/25) âyetlerindeki "selâm" kelimesinin de Allah'ın ismi olduğunu söyleyenler olmuştur.
Namazların sonunda okuduğumuz şu hadis, Allah'ın selâm isminin anlamını ifade etmektedir: "Allahümme ente's-Selâmû ve min ke's-Selam..." (Allah'ım! Sen selâmsın ve selamet de sendendir) (Müslim, Mesacîd, 135-136).
[2] Bu husustaki hadis-i şeriflerden birkaçı şöyle:
(Mümin kardeşine selam vermek, yanına gelince ona yer göstermek ve hoşlandığı isimle hitap etmek, aradaki sevgiyi pekiştirir.) [Taberani]
(Darlıkta infak eden, rastladığı müslümana selam veren, kendi aleyhinde de olsa adaletli davranan, iman hasletlerini toplamış olur.) [Ebu Nuaym]
(Yirmi müslümana selam veren bir mümin Cenneti hak eder.) [Deylemi]
(Tatlı dilli olmak, selamlaşmak ve yemek yedirmek, Cennete götürür.) [Hakim]
[3] Buhârî, İsti’zân, 4-7; Müslim, Selâm, I
[4] Ebu Dâvud, Edeb, 141
[5] Ebu Dâvud, Edeb, 139