15 Ocak 2014 Çarşamba

121 15 Ocak 2014 Çarşamba 19:42 KAYIP DEFTER'den......................Kritik görüşme

Kritik görüşme

Gazeteci Yusuf
Hizmet aracım Bursa'dan Görükle kampüsüne giden düz, uzun yolda hızla ilerliyor. Gözlerim dışarda, akıp giden binalar, bahçeler ve ağaçlar arasında, düşünüyorum.  

Saat 09.25, biraz sonra makamımda genç misafirlerimi bekliyor olacağım. Dünkü olay sırasında bu davetimi herkes duydu. Gelmemeleri mümkün değil. Gelecekler, hem de dünün rövanşını almak üzere. Ama, bu sefer ben de hazırlıksız değilim. Yapabileceğim herşeyi yaptım, her ihtimali düşündüm. Yine de huzursuz ve tedirginim.

"Müdürüm kantine girebilecek miyim. Fotoğraf çekmem ve bazı öğrencilerle görüşmem gerek." Arabanın arka koltuğunda sol yanımdan gelen bu sesle irkiliyorum. Bursa'nın mahalli gazetesi Olay'dan bir muhabirdi. Yanımda götürüyordum. Sabah erkenden Bursa Jandarma Alay Komutanlığına ve Valiliğe gitmiş, dünkü olayın değerlendirmesini yapıp, gereken desteği aldıktan sonra Olay gazetesini ziyaret etmiştim. Ne zamandır yurtla ilgili bir haber yapmak istiyorlar, ama yurda girmelerine izin verilmediği için olmuyordu. Bu sefer ben onları davet etmiştim.

Genç bir muhabirdi Yusuf. Aynı zamanda gazetede yazıyordu. Zaman zaman telefonla beni arıyor, ısrarla haber yapmak istediğini söylüyordu. Davetimi sevinerek kabul etti. "Tabi, önce odamda bir çay içeriz. Kısa bir görüşmem var, sonra da seni görevli arkadaşlarla kantine gönderirim" dedim. Dünkü pankart olayından hiç bahsetmemiştim. Nasıl olsa öğrenecekti.

Amacım görüşme sırasında elinde fotoğraf makinesi olan bir gazeteci şahidim olmasıydı. Böylece görüşmenin kontrolden çıkmasını önleyebileceğimi düşünüyordum. "Ne görüşmesi bu ?" diye sordu genç muhabir. Konuyu onun için ilginç hale getirmeliydim. "Yurttaki sol gruplardan biri" diye imalı bir bakışla cevapladım sorusunu. Birdenbire canlanmıştı "Fotoğraf da çekebilir miyim ?" diye sordu ilgiyle. "Elbette" dedim gülerek. Bir elimle de sağ omzuna vuruverdim hafifçe.

Araba süratle kampüse girdi, şoföre “Mustafa sağ taraftan gidelim“ dedim.  Burası toprak, etrafı koru ormanı yeşillik bir yoldu. Üniversite binaları arasından geçen ana yoldan gitmek istememiştim. Çünkü riske girmemeliydim, o yolda beklenmedik sürprizler olabilirdi. Bu yol biraz daha dolambaçlı, uzun, tenha bir yoldu. Bekleyen varsa ana yolda beklerdi, böyle bir tali yolda değil.

Araba son tümseği aşıp, sola doğru virajı döndüğünde yurdun giriş kapısı tam karşımızdaydı. Etrafta bir anormallik de görünmüyordu. Kapı açılıp içeri girdiğimizde, telefon kulübelerinin önünde bir anne baba görüp şoförü durdurdum. "Hadi gel Yusuf, burda inelim." Birlikte indik, kızlarıyla ayakta konuşmakta olan anne babanın ilgisini çekmiştik. Gülümseyerek onlara doğru yürüdüm, "Hoşgeldiniz, neden burda bekliyorsunuz ? İçerde bir çay ocağımız var, orda oturabilirdiniz."

Adam uzattığım eli sıkarken yüzüme merakla bakıyordu: "Müdür beyi bekliyoruz, görüşmek istedik de…" Güldüm, "Beyini bilmem de Müdür benim. Buyrun o zaman odama geçelim, burada ayakta kalmayın, buyrun hanımefendi." Yusufu da sağ yanıma aldım, birlikte idare binasına yürümeye başladık. Bir yandan birşeyler konuşuyor, diğer yandan etrafı kolaçan ediyordum.

Evet, oradaydılar. Kültür merkezinin köşesinde bir grup genç toplaşmış konuşuyorlardı. İçlerinden bazılarını tanıdım. Pankart açan gruptandılar. Bizi görmüş, birbirlerine işaret ediyorlardı. Onları fark etmemiş gibi yaptım. Neşe içinde misafirlerimle ilgilenmeye ve yürümeye devam ettim.

Beklenen görüşme
Hala düşünüyordum, görüşmeye yeterince hazır mıydım ? Sanki hala birşeyler eksik gibiydi. Artık merdivenlere yaklaşmıştık. Beklediğim cevap solumdan geldi "Günaydın hocam ! Nasılsınız ?" Geçen seneki Blok toplantılarından tanıdığım iki kız öğrenciydi. Döndüm ellerini sıktım "Günaydın hanımlar, iyiyim, ya siz ?"

Yüzü güleç, konuşkan kızlardı, hemen yanımıza sokuldular. O anda karar verdim görüşmede onlar da olmalıydı; "Haydi gelin size sıcak bir çay ısmarlayayım, üşümüşsünüzdür." Yedi kişi birlikte merdivenlere yöneldik. Makam odamın bulunduğu katta alışılmadık bir sessizlik vardı. Memurlar ve iki Müdür yardımcısı odalarına çekilmiş, adeta biraz sonra olacak fırtınadan gizlenmeye çalışıyorlardı. Ya da bana öyle geldi.

Misafirlerimle odaya girdik, gazeteci hemen sağda ilk koltukta, aile ve kızları onun yanında sıralanmış, sol tarafa da iki kız öğrenci oturmuşlardı. Olabildiğince neşeli olmaya çalışıyordum. Hoşbeş, selam kelam, ne var ne yok gibisinden konuşmalar su gibi aktı. Ortamda ılık bir hava oluşmuş, benim de keyfim düzelmişti.

Bu arada çaylar da geldi, servis yapıldı. Kaşık sesleri arasında kızlardan biri duramayıp, fıkırdadı "Hocam, dün çok korktuk. Size zarar verecekler sandık. Ama bravo valla, çok cesur muşsunuz." Güldüm sadece, cevap verip ilgiyi dağıtmak istemiyordum. Şimdi sırası değildi. Saatime baktım, 10,05'i gösteriyordu, yani vakit tamamdı. Yanılmamıştım, bir yönetim memuru kapıda belirdi: "Müdürüm, geldiler" Masamdan kalkarken "Tamam alın içeri" dedim, bir taraftan da misafirlerime açıklama yapıyordum: "Bir öğrenci grubuyla görüşmem var, uzun sürmez, siz rahatınıza bakın."

Ben kapıya doğru ilerlediğimde grup içeri girmişti. "Hoşgeldiniz" deyip birer birer ellerini sıktım. Beş kişiydiler, oturmaları için kapının hemen yanında, makam masamın tam karşısındaki toplantı masasını göstermiştim. İçerdeki kalabalığı görünce şaşırmışlardı, gözlerinden tereddüt ettiklerini anladım. "Lütfen oturun, misafirler yabancı değil, bu arkadaşlarınızı tanırsınız D Bloktan, bu öğrencimizin de adı Özlem, bu yıl yeni kayıt oldu.” Bu sefer diğerlerine dönüp açıkladım, "Bu gençlerle dünden verilmiş bir sözümüz vardı, benimle görüşmek için geldiler."

İki kız öğrencinin gülümsemeleri yüzlerinde donmuştu. Devam ettim "Bu da Bursa Olay gazetesinden Yusuf Tahiroğlu, yurdumuzla ilgili bir haber yapacak." Yusuf'u en sona bırakmış, ses tonumla tane tane ama olabildiğince vurgulu biçimde tanıtmıştım. Yusuf tam da istediğim etkiyi yapmıştı. Grubun gözlerindeki ışığı gördüm, geçip masaya oturdular. Bir gazeteci onlar için ala bir propaganda vesilesi olacaktı. Yine de gergin ve heyecanlıydılar. Bu her hallerinden belliydi.

Geçip masama oturdum. Bu arada biri hanım üç müdür yardımcım da içeri girdiler. Biri gelip kulağıma eğildi "Müdür bey, Jandarma geldi, dışarda tertibat aldılar, komutanı benim odaya aldık." Gözümle ve baş hareketlerimle "Tamam, sen onunla ilgilen" dedim, odadan çıktı. Kalan iki müdür yardımcıma kız öğrencilerin yanında yer gösterdim.

Durum hala bir garipti. Gençler tam karşımızdaki toplantı masasına sıralanmış, aile daha ne olup bittiğini anlamamış, iki kız öğrenci bir bana bir gruba bakıp kalksak mı kalkmasak mı kararsızlığı yaşıyor, Yusuf'sa sanki haberin kokusunu almış gibi, gözünü kulağını dikmiş olup biteni dikkatle izliyordu. Ortamı yumuşatmam lazımdı, kapıdan bakan görevliye "Gençler içinde çay getir Bekir, bak değerli müdür yardımcılarım da burada, bizimkileri de tazeleyebilirsin" diye seslendim.

Gençlerden lider pozisyonunda olan Uğur'u geçen seneden tanıyordum. Üçü dünkü gruptandı. Birini ise tanımıyordum. Uğur'a hitap ederek "Nasılsın Uğur? Epeydir görüşmemiştik. Dün de yoktun, demek bu gençler senin arkadaşların."  Uğur yine çatık kaşlı ve gergin bir yüzle "İyi değilim, dün arkadaşlarımıza antidemokratik bir baskı uygulayarak, pankartımızı engellemişsiniz."

Odada gergin bir elektrik dolaştı. Aileye dönerek bir açıklama yapmak iyi olacaktı "Bu gençler dün kantinde açılan yasadışı bir pankartla ilgili olarak, davetim üzerine benimle görüşmeye geldiler." Gruptan itiraz sesleri yükseldi "Ne demek yasa dışı", "Asıl sizin tavırlarınız faşistçe", "Pankart devrim şehitlerimizi anmak içindi", "Devrimci mücadelemiz yine sürecek." Baktım Yusuf küçük bir defter çıkarmış konuşmaları atlamadan not etmeye çalışıyordu. Aile bir bana bir gruba bakıyordu. Kızlar iyice tedirgin olmuşlardı. Kontrollü gerginlik iyiydi ama, daha net bir tablo olmalıydı ortada.

"Tamam arkadaşlar, burası sizlere daima açık, gelip benimle konuşabilir, taleplerinizi rahatlıkla iletebilirsiniz. En azından o pankart bizden izin alınmadan asılmıştı, kabul edin." Yine sözümü kesip itiraza hazırlanıyorlardı ki "Gençler sizden bir ricam var, bakın burda bir basın mensubu da var. Birbirimizle uygarca konuşalım. Mesela o pankartı bize gösterebilir misiniz. Neyin üzerinde konuştuğumuzu bilelim."

Bir sorun mu var ?
Böyle bir şey beklemiyorlardı, birbirlerine baktılar. Sonra Uğur eğilip sağındaki gence birşeyler söyledi, o genç de ayağa kalkıp odadan çıktı. Uğur Yusufa bakarak konuştu, olabildiğince sakin ve ikna edici olmaya çalışıyordu "Arkadaş pankartı getirecek, gazeteci arkadaşımız da görsün. O pankartta yasa dışı bir şey yok. Bize göre izin almamız da gerekmiyor." 

Çaylar gelmişti "Teşekkür ederim Uğur'cum, neden çayını İçmiyorsun ?"

Uğur konunun değişmesine sinirlenmişti. Yüzü ekşimiş, kaşlarını çatmıştı "Midem rahatsız, çay içmiyorum" dedi tepkiyle. "Ne var ki midende ? daha çok gençsin" dedim üstüne giderek. "Gastritmiş" dedi kısaca. "Geçmiş olsun, dikkat et kendine genç yaşta ülser olmayasın" dedim vurgulayarak. Anne acıyarak bakıyordu Uğur'a, Baba da "Geçmiş olsun" dedi hayretle.

Kapı açıldı, bir yönetim memuru, arkasında biraz önce çıkan gençle göründüler. Elinde rulo edilmiş bir pankart vardı. Yönetim memuru merakla yüzüme bakıyordu. "Tamam gelsin, sen çıkabilirsin Tahsin" dedim ona. Ayağa kalktım gence "Pankartı şöyle yere serer misin, misafirlerimiz de görsün" dedim. Genç aklınca gurur duyduğu pankartı anında açıverdi masanın önünde. Sarı zemin üzerine kırmızı boya ile yazılmış orta kısmında Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının resimleri bulunan ve bildik sloganları içeren ürkütücü bir tabloydu karşımızdaki.

Yusuf hemen fotoğraf makinesine el atmış arka arkaya çekiyordu. Babaya dikkat ettim, bayağı huzursuz olmuştu, anne gayriihtiyari kızının koluna yapışmış korkuyla pankarta bakıyordu. Kızlardan biri dayanamadı "Ya biz böyle şeyler istemiyoruz yurtta, huzursuz oluyoruz böyle şeylerden. Her an bir olay çıkacak korkusuyla yaşamak istemiyoruz." Baba da ayağa kalkmıştı "Müdür bey, lütfen bu gibi eylemlere mani olunuz, nasıl bir yurt bu böyle ? Devletin resmi yurdu değil mi burası ? Çocuklarımızı nasıl emanet edeceğiz size ?" Müdür yardımcısı varlığını hatırlatmak istercesine “Size daha önce de defalarca bu tür eylemlere müsaade etmeyeceğimizi söylemiştik” diye araya girdi. Yusuf fırsatı kaçırmıyordu, hemen gençlere sorusunu sordu "Arkadaşlar, sizce bu tür pankartlar yurtta izinsiz asılabilir mi ? O zaman bu bir yasa dışı pankart asma eylemi olmaz mı ?"

Gençler her yandan gelen bu sözlere cevap verme telaşıyla kontrolü iyice kaybetmiş durumdaydılar. Artık söyledikleri hep tekrar edip durdukları bildik sloganlardan başka bir şey değildi. Yusuf bir taraftan not alıyor, bir taraftan da her açıdan bol bol fotoğraf çekiyordu. O bile aldığı cevaplardan memnun olmamış, artık soru sormayı bırakmıştı. Zaten aile ve kızlar da üzerlerinden tedirginliği atmışlar, artık doğrudan Yusuf'a yönelmişlerdi. Grup ikinci planda kalmıştı.

Tam da bu esnada Jandarma Bölük komutanı ile Müdür yardımcısı kapıyı açıp başlarını içeriye uzattılar. Komutan "Müdür bey, bir sorun mu var ?" Grup iyiden köşeye sıkışmış durumda, bunalmış, ne yapacaklarını bilemez haldeydi. Ayağa kalkıp "Teşekkür ederim komutan, biz konuşuyoruz. Herhangi bir sorun yok. Değil mi gençler ?" dedim. Gruptan tek kelime çıkmıyordu, önlerine bakıyor, parmaklarıyla oynuyor, parkalarının düğmelerini, boyun atkılarını çekiştirip duruyorlardı. Komutan vurgulu bir şekilde dik dik pankarta bakıyordu. Ayağa kalkıp "Tamam komutan, siz istirahat edin biz konuşuyoruz."

Son perde
Kapıyı kapatarak tekrar masama geçtim. Artık sıra son perdeye gelmişti. Herkesin yüzüne bakarak, kelimelerin üstüne basa basa konuştum:

"Burası 5000 kişilik bir yer. Türkiye'nin en büyük yurdu. Hepinizin, hepimizin evi, ocağı. Ancak, son yıllarda burada huzur ve güven kaybolmuş. Özellikle geçtiğimiz birkaç yıl boyunca acı olaylar yaşanmış. 

Fikirler, görüşler farklı olabilir. İnancı, kökeni ayrı olabilir. Buna saygı duymak lazım. Kimse görüşünden, inancından ötürü kınanmamalı, düşman ilan edilmemeli. Kimse kimsenin üzerinde zorbalık hakkına da sahip değil. Var olan farklılıklar da kavgayı değil, tam aksine kaynaşmayı sağlayacak şeyler olarak görülmeli. 

Bu yüzden bu gibi toplu yaşanan yerlerde belli kurallara uymak mecburiyeti var. Neden ? Çünkü, burada hep birlikte yaşama ihtiyacı içindeyiz. Bu doğrudan yaşam hakkıyla ilgili bir şey. Bu yüzden geçen yıl sizlerin de desteğiyle, hep birlikte buranın huzur ve güveni için bazı adımlar attık. Bir taraftan hizmetimizi iyileştirip geliştirmeye çalışırken, bir taraftan da sizlerle diyalog içinde olmaya özen gösterdik. 

Etrafınıza bakın, geçen yıldan farklı çok daha yaşanabilir bir yurt göreceksiniz. Ama bu çabalarımızın devamı sizlerin desteği ve katkısına bağlı. Bindiğiniz dalı kesmemelisiniz. Sizin önem verdiğiniz fikirler ve değerler de buradaki ortamın iyileşmesiyle yaşayacak. Diğerininki de, öbürününki de…Herkesin özgürlüğü diğerinin saygısıyla mümkün, sizin özgürlüğünüz öteki saydığınız kişilerin de özgür olmasına bağlı. Demokratik yaşam biçimi de bu değil midir zaten?" 

Uğur sinirli bir şekilde sözümü kesti "Biz devrimci demokrat bir örgütüz. Öncelikle bu yurtta, faşist ve gerici anlayışları istemiyoruz. Jandarma ve polisin üniversiteye girmesine de karşıyız. Eylemlerimiz için sizden izin almak zorunda değiliz. Bu bizim özgürlüğümüz için bir tehdittir. Elbette bu tür faşist uygulamalara karşı tepkimizi göstereceğiz. Kendimizi, görüşlerimizi özgürce ifade edebilmek bizim en temel hakkımızdır. Kimse bu mücadelemizi engelleyemeyecektir. "

Bu defa baba girdi araya "Evladım, ülkemizde demokrasi var. Elbette görüşlerinizi açıklayacak, inançlarınızı yaşayacaksınız. Ancak bu hakkınız diğerlerinin haklarını kısıtlamamalı. Kendinizi ifade etmek isterken, başkalarına zarar vermeyeceksiniz. Ben evladımı buraya bırakıp gideceğim, aklım burada kalacak. Acaba ne oldu, ne olacak diye ? Sizlerin de anne babası var. Onların da üzülmesini istemezsiniz değil mi ? Bence yaptığınız çok yanlış. Bak Müdür bey ne güzel söylüyor. Dersinizi çalışın, güzel güzel okuyun, varsa bir ihtiyacınız gelin Müdür beye anlatın. Yapmayın böyle şeyler…"

Uğur'un sağındaki iki genç adamla alay eder bir eda ile güldüler. Uğur onları bir el hareketiyle susturdu. 

Devam edip toparlamalıydım. "Beyefendi doğru söylüyor, biz burada her görüşten, her inançtan, her kökenden gençlerimizin birlikte yaşayabilmeleri için varız. Toplu yaşamın gereklerini, ihtiyaçlarını karşılayabilmek için görevdeyiz. 

Bu pankart yasa dışı, hadi öyle demeyelim ama izinsiz. Huzur ve güveni olumsuz etkiliyor, ortamı geriyor. Farklı görüşteki arkadaşlarınızın tepki göstermesine neden oluyor.  Oysa kantin gibi toplu alanlar hepinizin. Orada en az sizin kadar diğerlerinin de güven içinde yemeğini yemesi, çayını içip sohpet etmeye hakkı var. 

Bakın bu yıl orada sizlerin ihtiyaçlarını karşılayacak bir çok işletme açtık. Huzur ve güven ortamı devam ederse pastane, kafeterya gibi yenilerini de düşünüyoruz. Ancak böyle izinsiz korsan eylemler haklı bile olsanız sizi haksız konumuna düşürüyor. O zaman konu masum bir anma etkinliği olmaktan çıkıyor, diğerlerinin özgürlüğünü de tehdit eden bir güvenlik sorunu haline geliyor. 

Çünkü bu eyleme karşı birileri size saldıracak olsa durum ne hale gelir biliyorsunuz. Bu defalarca yaşanmış burada, hatırlayın. Sizler üniversite öğrencilerisiniz, aydın, vatansever gençlersiniz. Gelin bu ortamın huzurunu bozmayalım. Birlikte yaşam ilke ve kurallarına riayet edelim. Biz sizin için varız, kapımız da her zaman açık. "

Uğur'un yüzünde seyirmeler görüyordum, bir eli sürekli midesindeydi. Eminim o da  artık sıkıştıkları bu cendereden bir an evvel kurtulmak istiyordu. Bir an onun için üzüldüm, nihayet o bir liderdi. İtibarını korumalıydım.


Son sözlerimi ona hitap ederek tamamladım "Bak Uğur, seni takdir ediyorum. Benimsemesem de mücadelene saygı duyuyorum. Diyalog istediğimi, benimle her zaman konuşabileceğini biliyorsun. Bu pankart işi yanlış. Artık böyle şeyleri bu yurtta görmek istemiyorum. 

Hepinizin bu ortamda hem de kılınıza zarar gelmeden, huzur ve güven içinde yaşaması en temel hak. Benim de vazifem bunu sağlamak. Kendinizce önemsediğiniz insanları anmak mı istiyorsunuz ? Size söz veriyorum, benden izin isteyin size salon tahsis edeyim, orada rahat rahat programınızı yapın. Hatta davet ederseniz ben de seve seve aranızda olurum. 

Şimdi, pankartınızı toplayın ve gidin. Müdür Yardımcım size çıkışa kadar eşlik etsin. Herhangi bir zarar görmeden emniyet içinde yurdu terk edin. Bu mesele de burada kapansın, tamam mı ? Hadi bakalım !"

12 Ocak 2014 Pazar

120 12 Ocak 2014 Pazar 17;15 ŞİİR VE TÜRKÜ..................................Mevlid Kandili ve Vesîletü'n Necât

Mevlîd [1] Kandili Vesîletü'n Necât

Rahmetli babama...
 Mevlid, "doğum zamanı" [2] demektir. Halk arasında mevlit, mevlüd, mevlüt olarak da söylenir. Türkçeye Arapça'dan girmiş bir kelime olarak, "Peygamberin doğum günü" anlamında kullanılmaktadır.
Mefhar-i Mevcûdat, Hazret-i Fahr-i Âlem Muhammed Mustafa râ Salâvât.
Kâinatın kendisi ile iftihar ettiği, bütün âlemlerin kendisi ile şeref bulduğu Hazret-i Muhammed Mustafa'ya  salâvât getirelim.

Asr-ı Saadet ve Dört Halife Döneminde kandiller yer almadığı için geçmişi pek eskiye dayanmaz. Kandil geceleri hicrî 3. asırdan itibaren kutlanmaya başlanmıştır. Türkiye'de Osmanlı Devleti padişahı II. Selim'den itibaren bu kutlama gün ve gecelerinde, minarelerde kandil yakılmasıyla birlikte kandil adını almıştır.

Allâh adın zikr edelim evvelâ, / Vâcip oldur cümle işde her kula
Evvelâ Allâh'ın adını analım, söyleyelim. Herhangi bir işe başlamadan evvel her kulun Allâh'ın adını anması vâciptir. Biz de bu zikrimizi yapalım ve bismillâhirrahmanirrahiym diyerek bu vazifemizi yerine getirelim. 

Allâh adın her kim ol evvel ana / Her işi âsân ide Allâh ana
Bir şeye, bir işe başlamadan evvel kim Allâh'ın adını anarsa, yâni besmele ile işine başlarsa, Allâh o kişinin her işini kendisine  kolaylaştırır.

Allâh adı olsa her işin önü / ergiz ebter olmaya ânın sonu
Allâh adıyla başlanan bir iş asla kuru ve verimsiz olmaz.

Her nefeste Allâh adın de müdâm / Allâh adıyle olur her iş tamam
Kendini , her fırsatta Allâh'ın adını daima anabilmeğe alıştır. Çünkü Allâh'ın adıyla ancak her iş tamam olabilir. “Besmelesiz başlanılan bir iş görünüşte tamam olsa bile, ecir ve sevabı açısından meydana gelen bir eksikliğinin olduğunu unutmamalıyız. Kalp atışlarımızı kulağımızla dinlersek, biz istemesek de kalbimizin Allâh Allâh dediğini duymaktayız.” 

Bir kez Allâh dise aşk ile lisan / Dökülür cümle günah misl-i Hazan 
İnsan bir defa aşk ile "Allâh" dese bütün günahları sonbahar yapraklarının ağaçlardan döküldüğü gibi dökülür. 

İsm-i pâkin pâk olur zikr eyleyen / Her murâda erişür Allâh diyen
Allâh'ın temiz, pak ismini anan, zikr eyleyen kendisi de pak olur. Saflaşır, temizlenir. Allâh  O kişiyi isteklerine eriştirir.

Aşk ile gel imdi Allâh diyelim / Derd ile göz yaş ile âh idelim
İçtenlikle ve coşku ile gelin şimdi Allâh diyelim.  Gafil zamanlarımız için, üzülerek, ağlayarak üzüntümüzü ve pişmanlığımızı belirtelim. 

İslam peygamberi Hz. Muhammed'in doğum günü Hicrî Rebiülevvel ayının onikinci gecesidir. Bu yüzden İslam dünyası her yıl 12 Rebiülevvel gününü Mevlid Kandili ya da Veladet Kandili (Mevlid en-Nebi) olarak kutlar.
Âmine hatun Muhammed anesi / Ol sadefden doğdu ol dür danesi
Saf, pâk ve sedef gibi temiz bir kadın olan, Âmine hatundan, inci tanesi gibi çok değerli bir bebek  "Muhammed"   doğdu.

Ol Rebîûl evvel ayı nicesi / On ikinci gice isneyn gicesi
Rebîûl evvel ayının ortalarına doğru, onikinci pazartesi gecesiydi.

Ol gice kim doğdı ol hayrül beşer / Anesi anda neler gördü neler
İnsanların en hayırlısı o gece doğarken, Annesi  neler, ne fevkalâde şeyler gördü.

Dedi gördüm ol habîbin anesi / Bir acep nur kim, güneş pervanesi
O sevgili bebeğin annesi, "bir ışık gördüm ki güneş onun etrafında dönüyordu" dedi.

Berk urup çıkdı evimden nâgehan / Göklere dek nur ile doldu cihan
O ışık, şimşek gibi çakarak evimden yükselip dışarıya çıktı. Göklere kadar her yer ışıkla, nûr ile doldu.

Gökler açıldı ve feth oldu zulem / Üç melek gördüm elinde üç alem
Gökler açıldı ve karanlıklar yok oldu. Elinde bayrakları olan üç melek gördüm.

Biri meşrik, biri mağribde anın / Biri damında dikildi Kâ'benin
Meleklerden biri doğuda, diğeri batıda, diğeri de Kâ'benin damında dikiliyordu.

Bildim anlardan kim ol halkın yeği / Kim yakin oldu cihana gelmeği
Meleklerin hallerinden, gelişlerinden anladım ki, o halkın en üstününün dünyaya gelmesi yakınlaştı.

İndiler gökden melekler sâf sâf / Kâ'be gibi kıldılar evim tavaf
Gökten bölük bölük, sıra sıra melekler indiler. Kâ'be'yi tavaf eder gibi evimi tavaf ettiler.  Etrafında döndüler.

Kâ'be savt etdi o demde nâgehan / Dedi doğdu bu gice şems-i cihan
Kâ'be ansızın dile gelerek, bu gece cihanın güneşi doğdu diye seslendi.

Mevlid günlerinde oruç tutulması, geceleri ilâhiler, kasîdeler ve Mevlîd-i Şerif okunması, dua ve sohbet edilmesi, Kur’an-ı Kerîm okunması gibi ibadetler ile kutlama yaygındır.
Bu gice ol gicedir kim ol şerif / Nur ile âlemleri eyler lâtif
Bu gece o kadar şerefli bir gecedir ki, onun nuruyla âlemler daha nâzik olurlar.

Bu gice dünyayı ol cennet kılar / Bu gice eşyaya Hak rahmet kılar
Bu gece Allah cc her şeye rahmet nazarıyla bakar, dünyayı cennet gibi yapar.

Bu gice şâdân olur erbab-ı dil / Bu giceye can verir eshab-ı dil
Bu gece gönül erbapları sevinirler. Bu geceyi gönül sahipleri ihya ederler. Boş geçirmezler.

Doğdu ol saatde ol sultan-ı din / Nura gark oldu semavat-ü zemin
O anda doğum gerçekleşti. Dînin sultanı doğdu.  Yer ve gökler nûrla, ışıkla doldu, aydınlandı.

Edebî bir terim olarak „Mevlîd“, peygamberin doğumunu, hayatından kısa pasajları, mucizelerini anlatan mesnevi tarzındaki metinlerin tümüne verilen isim olmakla beraber, İslâm edebiyâtında bir edebî türdür.
Mevlîd, özel günlerde (sünnet töreni, hac dönüşü, asker uğurlama, bir ölümün 40. günü gibi) ve kutsal gecelerde, İslam'a göre son peygamber Muhammed'in doğumunu anlatan edebî metinlerin makam ve usûl ile okunmasıdır. [3]

Merhaba ey al-i sultan merhaba / Merhaba ey kân-ı irfan merhaba
Hoşgeldin ey büyük sultan hoşgeldin, Hoşgeldin ey ilim ve irfanın kaynağı hoşgeldin.

Merhaba ey sırr-ı fürkan merhaba / Merhaba ey derde derman merhaba
Hoşgeldin, ey gizli ilimleri bilen, hakkı batıldan ayırabilen hoşgeldin. Hoşgeldin, ey dertlerin ilâcı, hoşgeldin.

Günümüzde Türkiye'de bu türün en tanınan örneği, Süleyman Çelebi‘nin [4]15. yüzyıl tarihli "Vesîletü'n Necât" (Kurtuluş Vesilesi) ismini taşıyan manzum, Türkçe eseridir. Bu nedenle "mevlîd" kelimesi ile kastedilen çoğunlukla Süleyman Çelebi'nin sözkonusu eseridir. [5]

Süleyman Çelebi Mevlid'inin günümüze kadar gelen bestesi Bursalı Sekban isimli bir müzisyenin 17. yüzyılda bestelediği sanılmaktadır. [6] Halka mal olmuş bir müziktir
Dediler oğlun gibi hiç bir oğul / Yaradılalı cihan gelmiş değil
Dediler ki, cihan yaratılalı beri bu çocuk gibi hiçbir çocuk dünyaya gelmiş değildir.

Bu senin oğlun gibi kadr-i cemil / Bir anaya vememiştir ol Celil
Bu senin oğlun gibi güzel, değerli ve itibarlı bir çocuğu. O büyük, Ulu Allah'ım hiçbir anneye vermemiştir.

Ulu devlet buldun ey dildar sen / Doğiserdir senden ol hûlk-ı hasen
Ey sevgili hanım, sen çok büyük, ulu bir devlet buldun. Senden "dünyaya iyi ahlâk ve güzellikleri getirecek"  evlât doğmaktadır.

Bu gelen <<İlm-î ledün>> sultanıdır / Bu gelen tevhîd-ü irfan kânıdır
Bu doğan çocuk, Allah'ın izni ile gizli olan şeyleri açarak gösteren, Allah'ın  sırlarını öğretebilenlerin sultanıdır. Bu çocuk ilim sahiplerini tevhid akidesine götürenlerin esas kaynağıdır. İrfan cevheri ile tevhidi öğretecektir.

Bu gelen aşkına devreyler felek / Yüzüne müştakdürür ins-ü melek
Dünyalar, güneşler, yıldızlar ve galaksiler bu gelen aşkına dönmektedirler. İnsanlar ve melekler onun yüzünü görmek arzusundadırlar.

Mevlid kutlaması, Osmanlı'da 1588'de, resmi bir devlet protokolü haline getirildi. Sarayın önceleri Ayasofya Camisi'nde, daha sonra Sultanahmet Camisi'nde düzenlediği törenlere devletin ileri gelenleri ile birlikte halk da katılırdı. Sultan Abdülaziz döneminde Ortaköy, I. Abdülhamid devrinde Yıldız Camii'nde tören düzenlenirdi.
Kandil olarak nitelendirilen önemli dinî gün ve gecelerin dışında, vefât sebebiye, nikâh ve sünnet merasimlerinde, hacıların dönüşü ve asker uğurlama gibi vesilelerle mevlid okunması Anadolu’da gelenekselleşmiştir.

Süleyman Çelebi’nin Mevlüdü Münâcat (Allâha yalvarma, Dua bölümü) bölümü ile biter.

Yâ ilâhî ol Muhammed hakkı çün / Ol şefaat kânı Ahmed hakkı çün
Yâ ilâhî; O Muhammed kulunun hakkı için, şefaat yetkisini sadece ona verdiğin  Ahmed kulunun hakkı için,

Sidre-vü arş-i muallâ hakkı çün / Ol sülûk-i seyr-i âlâ hakkı çün
Yaradılmış varlık âleminin dışında olan o yüksek arş'ın hakkı için, O çok yüksek ve şerefli yolculuğun hakkı için,

Ol gece söyleşilen söz hakkı çün / Ol gece Hakk'ı gören göz hakkı çün
Mirac gecesinde konuşulan sözlerin hakkı için, O gece Hakk'ı, Rabb'ini gören göz hakkı için,

Sırr-ı fürkan, nûr-i âzam hakkı çün / Kuds-ü Kâbe, Merve, Zemzem, hakkı çün
Kur'anın içerdiği sırların, o büyük nûrun hakkı için, Mübarek Kâbe'nin, Merve tepesinin, Zemzem suyunun hakkı için,

Gözü yaşı hakkı çün aşıkların / Bağrı başı hakkı çün sadıkların
Hakk âşıklarının gözlerinden akan yaşların hakkı için, Sadık kullarının gönlünün, bağrının, başının hakkı için,

Aşk od'undan ciğeri püryan için / Derd ile kan ağlayan giryan içün
Allah ve resulullâh sevdası ateşinden ciğerleri kavrulanların hakkı için, Eksikleri yüzünden üzülerek gözlerinden kanlı yaşlar akıtanların hakkı için,

Sıdk ile yolunda kaim kul içün / Hazretine doğru varan yol için,
Sadakatle senin yolunda duran kullarının hakkı için, Hazretine kullarını ulaştıracak olan yolun hakkı için,

Şol zaman kim müddet-i ömr-ü hayat / Âhir ola ere hengâm-i memat
Verdiğin ömür zamanı dolup, ölüm zamanımız geldiğinde,

Yâ ilâhî saklagıl imanımız / Verelim îman ile ta canımız
Ey Allâh'ım, îmânımızı sen muhafaza eyle ki canımızı îmân ile verebililim.

Biz günahkâr, âsi, mücrim kulları / Yarlıgayüb kıl günahlardan berî
Biz, günahkâr, asi, mücrim, suçlu kullarınız, Bağışlayarak günahlarımızdan bizleri arındır.

Kabrimiz iman ile pür nur kıl / Mûnisi gılman ile hem hûr kıl
Kabrimizi îmân nûru ile doldur. Bizelere iyi davranan cennet oğlanları ve cennet kızları ile bizleri beraber eyle,

Hem dahi mizanımız eyle sekil / Cennete girmeğe lütfun kıl delil
Hem bizim hesabımızı kolay eyle, Cennete  lütfun ile girelim.

Mustafa'ya hem civar et yâ Kerîm / Cennet-ül firdevs içinde yâ Rahîm
Ey çok esirgeyen ve çok ikram sahibi Rabb'im, bizleri firdevs cennetleri içinde Resulün Mustafa'ya yakın bir yerde cennetine koy.

Lutf ile göster bize didarını / Nimetinle toyla gıl kullarını
Bize yüzünü görebilme mutluluğunu lûtfet ve bu ikramınla, bu nîmetinle kullarını coşkuyla sevindir.

Afvedüb isyanımız kıl rahmeti / Ol habibin yüzü suyu hürmeti
O sevgilinin, habibinin yüzü suyu hürmetine isyanlarımızı affederek bize rahmetinle muamele et.

Sana lâyık kullarınla hemdem et / Ehl-i derdin sohbetine mahrem et
Sevdiğin, beğendiğin kullarınla bizleri beraber eyle, eksiklerini bilip düzeltmeğe çalışan iyi kullarının sohbetlerinde, konuşmalarında bulunmayı bizlere nasip et.

Hem Süleyman-ı fakire rahmet et / Yoldaşın îman makamın cennet et
Bîçâre kulun, Süleymân Çelebiye de rahmet et. Yol arkadaşını îmân ve makamını da cennet et.

Yâ ilâhî kılma bizi dâllin / Bu düâya cümleniz deyin amin
Ey Allah'ım bizi sapkınlardan, dâlâlete düşenlerden eyleme. Doğru yoldan ayrılmaktan, sapıtmaktan koru. Bu duaya hepimiz âmîn diyelim. 

Ümmetinden razı olsun ol muin / Rahmetullahi aleyhim ecmain
İki cihan saadeti için ümmetine yol gösteren ve yardım eden o Resul, ümmetinin cümlesinden razı olsun.  Allah'ın rahmeti hepimizin, bütün ümmetin üstüne olsun. Âmîn. 

Dua niyetine inşallah. Kandiliniz hayır ve mübarek ola.
 --------------------------
[3] İslam'da Muhammed'in doğum günü farklı mezheplerde kutlanır. Sünniler Rebiülevvel ayının 11.sini 12.sine bağlayan geceyi, Şiiler 17. günü Mevlid günü ve 17'ye dönen geceyi de Mevlid Gecesi olarak adlandırırlar. Bu iki tarih arasındaki haftayı da Vahdet Haftası ilan etmişlerdir.
[4] Türkçede olduğu gibi Arapça, Kürtçe, Arnavutça gibi birçok dilde de mevlidler yazılmıştır. Türkçe mevlid geleneğinde olduğu gibi özel günlerde ve kutsal gecelerde okunduğu gibi, diğer zamanlarda da isteyenler tarafından okunmaktadır. Musikî terimi olarak “mevlîd”, cami ve tekke musikisinin bir türünü ifade eder. İslâm musikîsinde “Mevlîd” okuyanlar, Farsça’dan türetilmiş "mevlidhan" tâbiri ile nitelendirilir. Günümüzde icrâ edilmekte olan mevlid bestesini, 17. yüzyılda Bursalı Sekbân adlı bir musikîşinas tarafından bestelendiği sanılmaktadır. Türk edebiyat literatüründe 63 mevlid yer alır. En önemlisi, Süleyman Çelebi tarafından 15. yüzyılda yazılmış olandır. Diğer mevlitlerin hemen hepsi Süleyman Çelebi'nin mevlidine naziredir. Yalnızca Süleyman Çelebi'den önce yaşamış olan Erzurumlu Mustafa Darir'in "Tercümetü'd Darir" adlı eseri, İbn-i İshak'ın "Siret'ün Nebi" eserinden çeviridir. Hamdullah Hamdi'nin ve Şemseddin Sivasi Efendi'nin yazdığı mevlidler, başarılı örneklerdendir. Ancak hiçbir eser Süleyman Çelebi'nin yazdığı mevlidin seviyesine erişememiştir.
[5] Süleyman Çelebi (d. 1351- ö. 1422), 1409’da Mevlid mesnevisini yazarak Anadolu kültürünün önemli parçalarından mevlid törenlerinin mimarı olmuş şair. Orhan Gazi döneminde doğmuştur. Hayatı hakkında fazla bilgi bulunmaz. Kimi kaynaklara göre Osmanlı Sultanı I. Murat'ın vezîrlerinden Ahmed Paşa'nın oğlu, Şeyh Mahmûd Efendi'nin torunudur. Dedesi Mahmûd Bey, Şeyh Edebali'nin torunudur ve 1338'de Süleymân Paşa önderliğinde Rumeli'ye sal ile geçenlerdendir. Süleyman Çelebi'nin 1346-1351 yılları arasında bir tarihte doğduğu, ölüm tarihinin ise 1422 olduğu sanılıyor. Gençliğinde Bursa'da iyi bir eğitim aldığı sanılmaktadır. O devirde, Çelebi ünvanı ilim adamlarına ve Mevlevi tarikatı büyüklerine verilmekteydi. Mevlevi olduğuna dair kanıt yoktur. Bilgili tavırlarıyla Padişah Yıldırım Bayezid’in dikkatini çekmiş ve yapımı 1399’da tamamlanan Ulu Cami’ye imam olarak atanmıştır. Ünlü eseri Vesiletü'n Necat'ı getirildiği bu görev esnasında yaşadığı bir olaydan etkilenerek kaleme aldığı bilinmektedir. Söylenceye göre Süleyman Çelebi, Muhammed'in diğer peygamberlerden pek farkı olmadığını söyleyen bir İranlı vaize içerleyerek onun diğer peygamberlerden üstün olduğunu dile getirmek için Mevlid'i kaleme aldı. Süleyman Çelebi, Osmanlı Devleti'nin zayıf bir evresi olan ve Anadolu topraklarında her türlü kargaşalığın hüküm sürdüğü Fetret Devri'nde batini görüşler ile ehl-i sünnet arasındaki çekişmede ehl-i sünnetin tarafında yer almıştı. Mevlid'in yazılmasının bir amacının da ehl-i sünnet taraftarlarına destek vermek olduğu ifade edilir. Eserini, 1409 yılında (tahminen 60 yaşında iken) tamamladı. Eserini yazarken, referans aldığı eserlerin, Âşık Paşa’ nın “Garibnâme” si, Erzurumlu Darîr’in “Siyerü’ n- Nebî”'si, Eb’ul Hasan Bekrî’nin “Siyer”'i ve Muhiddîn-i Arabî’nin “Füsûs”'u olduğu tesbit edilmiştir. Mevlid, bilinen tek eseridir. 1422'de vefat ettiği düşünülen Süleyman Çelebi'nin mezarı Bursa’da Çekirge yolu üzerindedir. Mezarının bulunduğu yere 1952'de bir türbe yapılmıştır. 
[6] Süleyman Çelebi tarafından 1409'ta yazılmıştır. Asıl adı "Vesîletü'n Necât" (Kurtuluş Vesilesi)'tır. 16 kısım ve 770 beyitten oluşur. Kaside şeklinde yazılan eserin içinde gazel formunda yazılan bölümler de vardır. Aruzun "failatun failatun failun" vezni kullanılmıştır; sadece "velâdet” bölümünün sonundaki on beyit “ mef’ ulü-fâilâtü-mefâilü- fâilün” kalıbı ile yazılmıştır. Süleyman Çelebi, eserini yazarken, referans aldığı eserlerin, Âşık Paşa’ nın “Garibnâme” si, Erzurumlu Darîr in “Siyerü’ n- Nebî” si, Eb’ul Hasan Bekrî’ nin “Siyer” i ve Muhiddîn-i Arabî’ nin “Füsûs-u Hîkem“i olduğu tesbit edilmiştir. Halk arasında geleneksel olarak okunan mevlid Süleyman Çelebi'nin derlediği mevliddir. Kaynak <http://tr.wikipedia.org/wiki/Mevlid
[7] Bir beste olmaktan ziyade, her bir bölümün hangi makamda nasıl seslendirileceği konusunda rehber niteliğindedir. Ülkenin değişik bölgelerinin kendine özgü bir mevlid tavır ve üslubu gelişmiştir. Hâfız Sadettin Kaynak ve Hâfız Kemal Batanay gibi bestekarlar da mevlidi bestelemiştir ancak pek yaygınlaşmamıştır. 2010 yılında ise Cumhurbaşkanlığı Yüksek Himayeleri tarafından finanse edilen bir proje ile dünyaca ünlü besteci ve orkestra şefi Selman Ada tarafından, evrensel müzik standartlarına uygun şekilde "kantat" formunda bestelenmiş şekli ile seslendirilmiştir.