15 Ocak 2014 Çarşamba

121 15 Ocak 2014 Çarşamba 19:42 KAYIP DEFTER'den......................Kritik görüşme

Kritik görüşme

Gazeteci Yusuf
Hizmet aracım Bursa'dan Görükle kampüsüne giden düz, uzun yolda hızla ilerliyor. Gözlerim dışarda, akıp giden binalar, bahçeler ve ağaçlar arasında, düşünüyorum.  

Saat 09.25, biraz sonra makamımda genç misafirlerimi bekliyor olacağım. Dünkü olay sırasında bu davetimi herkes duydu. Gelmemeleri mümkün değil. Gelecekler, hem de dünün rövanşını almak üzere. Ama, bu sefer ben de hazırlıksız değilim. Yapabileceğim herşeyi yaptım, her ihtimali düşündüm. Yine de huzursuz ve tedirginim.

"Müdürüm kantine girebilecek miyim. Fotoğraf çekmem ve bazı öğrencilerle görüşmem gerek." Arabanın arka koltuğunda sol yanımdan gelen bu sesle irkiliyorum. Bursa'nın mahalli gazetesi Olay'dan bir muhabirdi. Yanımda götürüyordum. Sabah erkenden Bursa Jandarma Alay Komutanlığına ve Valiliğe gitmiş, dünkü olayın değerlendirmesini yapıp, gereken desteği aldıktan sonra Olay gazetesini ziyaret etmiştim. Ne zamandır yurtla ilgili bir haber yapmak istiyorlar, ama yurda girmelerine izin verilmediği için olmuyordu. Bu sefer ben onları davet etmiştim.

Genç bir muhabirdi Yusuf. Aynı zamanda gazetede yazıyordu. Zaman zaman telefonla beni arıyor, ısrarla haber yapmak istediğini söylüyordu. Davetimi sevinerek kabul etti. "Tabi, önce odamda bir çay içeriz. Kısa bir görüşmem var, sonra da seni görevli arkadaşlarla kantine gönderirim" dedim. Dünkü pankart olayından hiç bahsetmemiştim. Nasıl olsa öğrenecekti.

Amacım görüşme sırasında elinde fotoğraf makinesi olan bir gazeteci şahidim olmasıydı. Böylece görüşmenin kontrolden çıkmasını önleyebileceğimi düşünüyordum. "Ne görüşmesi bu ?" diye sordu genç muhabir. Konuyu onun için ilginç hale getirmeliydim. "Yurttaki sol gruplardan biri" diye imalı bir bakışla cevapladım sorusunu. Birdenbire canlanmıştı "Fotoğraf da çekebilir miyim ?" diye sordu ilgiyle. "Elbette" dedim gülerek. Bir elimle de sağ omzuna vuruverdim hafifçe.

Araba süratle kampüse girdi, şoföre “Mustafa sağ taraftan gidelim“ dedim.  Burası toprak, etrafı koru ormanı yeşillik bir yoldu. Üniversite binaları arasından geçen ana yoldan gitmek istememiştim. Çünkü riske girmemeliydim, o yolda beklenmedik sürprizler olabilirdi. Bu yol biraz daha dolambaçlı, uzun, tenha bir yoldu. Bekleyen varsa ana yolda beklerdi, böyle bir tali yolda değil.

Araba son tümseği aşıp, sola doğru virajı döndüğünde yurdun giriş kapısı tam karşımızdaydı. Etrafta bir anormallik de görünmüyordu. Kapı açılıp içeri girdiğimizde, telefon kulübelerinin önünde bir anne baba görüp şoförü durdurdum. "Hadi gel Yusuf, burda inelim." Birlikte indik, kızlarıyla ayakta konuşmakta olan anne babanın ilgisini çekmiştik. Gülümseyerek onlara doğru yürüdüm, "Hoşgeldiniz, neden burda bekliyorsunuz ? İçerde bir çay ocağımız var, orda oturabilirdiniz."

Adam uzattığım eli sıkarken yüzüme merakla bakıyordu: "Müdür beyi bekliyoruz, görüşmek istedik de…" Güldüm, "Beyini bilmem de Müdür benim. Buyrun o zaman odama geçelim, burada ayakta kalmayın, buyrun hanımefendi." Yusufu da sağ yanıma aldım, birlikte idare binasına yürümeye başladık. Bir yandan birşeyler konuşuyor, diğer yandan etrafı kolaçan ediyordum.

Evet, oradaydılar. Kültür merkezinin köşesinde bir grup genç toplaşmış konuşuyorlardı. İçlerinden bazılarını tanıdım. Pankart açan gruptandılar. Bizi görmüş, birbirlerine işaret ediyorlardı. Onları fark etmemiş gibi yaptım. Neşe içinde misafirlerimle ilgilenmeye ve yürümeye devam ettim.

Beklenen görüşme
Hala düşünüyordum, görüşmeye yeterince hazır mıydım ? Sanki hala birşeyler eksik gibiydi. Artık merdivenlere yaklaşmıştık. Beklediğim cevap solumdan geldi "Günaydın hocam ! Nasılsınız ?" Geçen seneki Blok toplantılarından tanıdığım iki kız öğrenciydi. Döndüm ellerini sıktım "Günaydın hanımlar, iyiyim, ya siz ?"

Yüzü güleç, konuşkan kızlardı, hemen yanımıza sokuldular. O anda karar verdim görüşmede onlar da olmalıydı; "Haydi gelin size sıcak bir çay ısmarlayayım, üşümüşsünüzdür." Yedi kişi birlikte merdivenlere yöneldik. Makam odamın bulunduğu katta alışılmadık bir sessizlik vardı. Memurlar ve iki Müdür yardımcısı odalarına çekilmiş, adeta biraz sonra olacak fırtınadan gizlenmeye çalışıyorlardı. Ya da bana öyle geldi.

Misafirlerimle odaya girdik, gazeteci hemen sağda ilk koltukta, aile ve kızları onun yanında sıralanmış, sol tarafa da iki kız öğrenci oturmuşlardı. Olabildiğince neşeli olmaya çalışıyordum. Hoşbeş, selam kelam, ne var ne yok gibisinden konuşmalar su gibi aktı. Ortamda ılık bir hava oluşmuş, benim de keyfim düzelmişti.

Bu arada çaylar da geldi, servis yapıldı. Kaşık sesleri arasında kızlardan biri duramayıp, fıkırdadı "Hocam, dün çok korktuk. Size zarar verecekler sandık. Ama bravo valla, çok cesur muşsunuz." Güldüm sadece, cevap verip ilgiyi dağıtmak istemiyordum. Şimdi sırası değildi. Saatime baktım, 10,05'i gösteriyordu, yani vakit tamamdı. Yanılmamıştım, bir yönetim memuru kapıda belirdi: "Müdürüm, geldiler" Masamdan kalkarken "Tamam alın içeri" dedim, bir taraftan da misafirlerime açıklama yapıyordum: "Bir öğrenci grubuyla görüşmem var, uzun sürmez, siz rahatınıza bakın."

Ben kapıya doğru ilerlediğimde grup içeri girmişti. "Hoşgeldiniz" deyip birer birer ellerini sıktım. Beş kişiydiler, oturmaları için kapının hemen yanında, makam masamın tam karşısındaki toplantı masasını göstermiştim. İçerdeki kalabalığı görünce şaşırmışlardı, gözlerinden tereddüt ettiklerini anladım. "Lütfen oturun, misafirler yabancı değil, bu arkadaşlarınızı tanırsınız D Bloktan, bu öğrencimizin de adı Özlem, bu yıl yeni kayıt oldu.” Bu sefer diğerlerine dönüp açıkladım, "Bu gençlerle dünden verilmiş bir sözümüz vardı, benimle görüşmek için geldiler."

İki kız öğrencinin gülümsemeleri yüzlerinde donmuştu. Devam ettim "Bu da Bursa Olay gazetesinden Yusuf Tahiroğlu, yurdumuzla ilgili bir haber yapacak." Yusuf'u en sona bırakmış, ses tonumla tane tane ama olabildiğince vurgulu biçimde tanıtmıştım. Yusuf tam da istediğim etkiyi yapmıştı. Grubun gözlerindeki ışığı gördüm, geçip masaya oturdular. Bir gazeteci onlar için ala bir propaganda vesilesi olacaktı. Yine de gergin ve heyecanlıydılar. Bu her hallerinden belliydi.

Geçip masama oturdum. Bu arada biri hanım üç müdür yardımcım da içeri girdiler. Biri gelip kulağıma eğildi "Müdür bey, Jandarma geldi, dışarda tertibat aldılar, komutanı benim odaya aldık." Gözümle ve baş hareketlerimle "Tamam, sen onunla ilgilen" dedim, odadan çıktı. Kalan iki müdür yardımcıma kız öğrencilerin yanında yer gösterdim.

Durum hala bir garipti. Gençler tam karşımızdaki toplantı masasına sıralanmış, aile daha ne olup bittiğini anlamamış, iki kız öğrenci bir bana bir gruba bakıp kalksak mı kalkmasak mı kararsızlığı yaşıyor, Yusuf'sa sanki haberin kokusunu almış gibi, gözünü kulağını dikmiş olup biteni dikkatle izliyordu. Ortamı yumuşatmam lazımdı, kapıdan bakan görevliye "Gençler içinde çay getir Bekir, bak değerli müdür yardımcılarım da burada, bizimkileri de tazeleyebilirsin" diye seslendim.

Gençlerden lider pozisyonunda olan Uğur'u geçen seneden tanıyordum. Üçü dünkü gruptandı. Birini ise tanımıyordum. Uğur'a hitap ederek "Nasılsın Uğur? Epeydir görüşmemiştik. Dün de yoktun, demek bu gençler senin arkadaşların."  Uğur yine çatık kaşlı ve gergin bir yüzle "İyi değilim, dün arkadaşlarımıza antidemokratik bir baskı uygulayarak, pankartımızı engellemişsiniz."

Odada gergin bir elektrik dolaştı. Aileye dönerek bir açıklama yapmak iyi olacaktı "Bu gençler dün kantinde açılan yasadışı bir pankartla ilgili olarak, davetim üzerine benimle görüşmeye geldiler." Gruptan itiraz sesleri yükseldi "Ne demek yasa dışı", "Asıl sizin tavırlarınız faşistçe", "Pankart devrim şehitlerimizi anmak içindi", "Devrimci mücadelemiz yine sürecek." Baktım Yusuf küçük bir defter çıkarmış konuşmaları atlamadan not etmeye çalışıyordu. Aile bir bana bir gruba bakıyordu. Kızlar iyice tedirgin olmuşlardı. Kontrollü gerginlik iyiydi ama, daha net bir tablo olmalıydı ortada.

"Tamam arkadaşlar, burası sizlere daima açık, gelip benimle konuşabilir, taleplerinizi rahatlıkla iletebilirsiniz. En azından o pankart bizden izin alınmadan asılmıştı, kabul edin." Yine sözümü kesip itiraza hazırlanıyorlardı ki "Gençler sizden bir ricam var, bakın burda bir basın mensubu da var. Birbirimizle uygarca konuşalım. Mesela o pankartı bize gösterebilir misiniz. Neyin üzerinde konuştuğumuzu bilelim."

Bir sorun mu var ?
Böyle bir şey beklemiyorlardı, birbirlerine baktılar. Sonra Uğur eğilip sağındaki gence birşeyler söyledi, o genç de ayağa kalkıp odadan çıktı. Uğur Yusufa bakarak konuştu, olabildiğince sakin ve ikna edici olmaya çalışıyordu "Arkadaş pankartı getirecek, gazeteci arkadaşımız da görsün. O pankartta yasa dışı bir şey yok. Bize göre izin almamız da gerekmiyor." 

Çaylar gelmişti "Teşekkür ederim Uğur'cum, neden çayını İçmiyorsun ?"

Uğur konunun değişmesine sinirlenmişti. Yüzü ekşimiş, kaşlarını çatmıştı "Midem rahatsız, çay içmiyorum" dedi tepkiyle. "Ne var ki midende ? daha çok gençsin" dedim üstüne giderek. "Gastritmiş" dedi kısaca. "Geçmiş olsun, dikkat et kendine genç yaşta ülser olmayasın" dedim vurgulayarak. Anne acıyarak bakıyordu Uğur'a, Baba da "Geçmiş olsun" dedi hayretle.

Kapı açıldı, bir yönetim memuru, arkasında biraz önce çıkan gençle göründüler. Elinde rulo edilmiş bir pankart vardı. Yönetim memuru merakla yüzüme bakıyordu. "Tamam gelsin, sen çıkabilirsin Tahsin" dedim ona. Ayağa kalktım gence "Pankartı şöyle yere serer misin, misafirlerimiz de görsün" dedim. Genç aklınca gurur duyduğu pankartı anında açıverdi masanın önünde. Sarı zemin üzerine kırmızı boya ile yazılmış orta kısmında Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının resimleri bulunan ve bildik sloganları içeren ürkütücü bir tabloydu karşımızdaki.

Yusuf hemen fotoğraf makinesine el atmış arka arkaya çekiyordu. Babaya dikkat ettim, bayağı huzursuz olmuştu, anne gayriihtiyari kızının koluna yapışmış korkuyla pankarta bakıyordu. Kızlardan biri dayanamadı "Ya biz böyle şeyler istemiyoruz yurtta, huzursuz oluyoruz böyle şeylerden. Her an bir olay çıkacak korkusuyla yaşamak istemiyoruz." Baba da ayağa kalkmıştı "Müdür bey, lütfen bu gibi eylemlere mani olunuz, nasıl bir yurt bu böyle ? Devletin resmi yurdu değil mi burası ? Çocuklarımızı nasıl emanet edeceğiz size ?" Müdür yardımcısı varlığını hatırlatmak istercesine “Size daha önce de defalarca bu tür eylemlere müsaade etmeyeceğimizi söylemiştik” diye araya girdi. Yusuf fırsatı kaçırmıyordu, hemen gençlere sorusunu sordu "Arkadaşlar, sizce bu tür pankartlar yurtta izinsiz asılabilir mi ? O zaman bu bir yasa dışı pankart asma eylemi olmaz mı ?"

Gençler her yandan gelen bu sözlere cevap verme telaşıyla kontrolü iyice kaybetmiş durumdaydılar. Artık söyledikleri hep tekrar edip durdukları bildik sloganlardan başka bir şey değildi. Yusuf bir taraftan not alıyor, bir taraftan da her açıdan bol bol fotoğraf çekiyordu. O bile aldığı cevaplardan memnun olmamış, artık soru sormayı bırakmıştı. Zaten aile ve kızlar da üzerlerinden tedirginliği atmışlar, artık doğrudan Yusuf'a yönelmişlerdi. Grup ikinci planda kalmıştı.

Tam da bu esnada Jandarma Bölük komutanı ile Müdür yardımcısı kapıyı açıp başlarını içeriye uzattılar. Komutan "Müdür bey, bir sorun mu var ?" Grup iyiden köşeye sıkışmış durumda, bunalmış, ne yapacaklarını bilemez haldeydi. Ayağa kalkıp "Teşekkür ederim komutan, biz konuşuyoruz. Herhangi bir sorun yok. Değil mi gençler ?" dedim. Gruptan tek kelime çıkmıyordu, önlerine bakıyor, parmaklarıyla oynuyor, parkalarının düğmelerini, boyun atkılarını çekiştirip duruyorlardı. Komutan vurgulu bir şekilde dik dik pankarta bakıyordu. Ayağa kalkıp "Tamam komutan, siz istirahat edin biz konuşuyoruz."

Son perde
Kapıyı kapatarak tekrar masama geçtim. Artık sıra son perdeye gelmişti. Herkesin yüzüne bakarak, kelimelerin üstüne basa basa konuştum:

"Burası 5000 kişilik bir yer. Türkiye'nin en büyük yurdu. Hepinizin, hepimizin evi, ocağı. Ancak, son yıllarda burada huzur ve güven kaybolmuş. Özellikle geçtiğimiz birkaç yıl boyunca acı olaylar yaşanmış. 

Fikirler, görüşler farklı olabilir. İnancı, kökeni ayrı olabilir. Buna saygı duymak lazım. Kimse görüşünden, inancından ötürü kınanmamalı, düşman ilan edilmemeli. Kimse kimsenin üzerinde zorbalık hakkına da sahip değil. Var olan farklılıklar da kavgayı değil, tam aksine kaynaşmayı sağlayacak şeyler olarak görülmeli. 

Bu yüzden bu gibi toplu yaşanan yerlerde belli kurallara uymak mecburiyeti var. Neden ? Çünkü, burada hep birlikte yaşama ihtiyacı içindeyiz. Bu doğrudan yaşam hakkıyla ilgili bir şey. Bu yüzden geçen yıl sizlerin de desteğiyle, hep birlikte buranın huzur ve güveni için bazı adımlar attık. Bir taraftan hizmetimizi iyileştirip geliştirmeye çalışırken, bir taraftan da sizlerle diyalog içinde olmaya özen gösterdik. 

Etrafınıza bakın, geçen yıldan farklı çok daha yaşanabilir bir yurt göreceksiniz. Ama bu çabalarımızın devamı sizlerin desteği ve katkısına bağlı. Bindiğiniz dalı kesmemelisiniz. Sizin önem verdiğiniz fikirler ve değerler de buradaki ortamın iyileşmesiyle yaşayacak. Diğerininki de, öbürününki de…Herkesin özgürlüğü diğerinin saygısıyla mümkün, sizin özgürlüğünüz öteki saydığınız kişilerin de özgür olmasına bağlı. Demokratik yaşam biçimi de bu değil midir zaten?" 

Uğur sinirli bir şekilde sözümü kesti "Biz devrimci demokrat bir örgütüz. Öncelikle bu yurtta, faşist ve gerici anlayışları istemiyoruz. Jandarma ve polisin üniversiteye girmesine de karşıyız. Eylemlerimiz için sizden izin almak zorunda değiliz. Bu bizim özgürlüğümüz için bir tehdittir. Elbette bu tür faşist uygulamalara karşı tepkimizi göstereceğiz. Kendimizi, görüşlerimizi özgürce ifade edebilmek bizim en temel hakkımızdır. Kimse bu mücadelemizi engelleyemeyecektir. "

Bu defa baba girdi araya "Evladım, ülkemizde demokrasi var. Elbette görüşlerinizi açıklayacak, inançlarınızı yaşayacaksınız. Ancak bu hakkınız diğerlerinin haklarını kısıtlamamalı. Kendinizi ifade etmek isterken, başkalarına zarar vermeyeceksiniz. Ben evladımı buraya bırakıp gideceğim, aklım burada kalacak. Acaba ne oldu, ne olacak diye ? Sizlerin de anne babası var. Onların da üzülmesini istemezsiniz değil mi ? Bence yaptığınız çok yanlış. Bak Müdür bey ne güzel söylüyor. Dersinizi çalışın, güzel güzel okuyun, varsa bir ihtiyacınız gelin Müdür beye anlatın. Yapmayın böyle şeyler…"

Uğur'un sağındaki iki genç adamla alay eder bir eda ile güldüler. Uğur onları bir el hareketiyle susturdu. 

Devam edip toparlamalıydım. "Beyefendi doğru söylüyor, biz burada her görüşten, her inançtan, her kökenden gençlerimizin birlikte yaşayabilmeleri için varız. Toplu yaşamın gereklerini, ihtiyaçlarını karşılayabilmek için görevdeyiz. 

Bu pankart yasa dışı, hadi öyle demeyelim ama izinsiz. Huzur ve güveni olumsuz etkiliyor, ortamı geriyor. Farklı görüşteki arkadaşlarınızın tepki göstermesine neden oluyor.  Oysa kantin gibi toplu alanlar hepinizin. Orada en az sizin kadar diğerlerinin de güven içinde yemeğini yemesi, çayını içip sohpet etmeye hakkı var. 

Bakın bu yıl orada sizlerin ihtiyaçlarını karşılayacak bir çok işletme açtık. Huzur ve güven ortamı devam ederse pastane, kafeterya gibi yenilerini de düşünüyoruz. Ancak böyle izinsiz korsan eylemler haklı bile olsanız sizi haksız konumuna düşürüyor. O zaman konu masum bir anma etkinliği olmaktan çıkıyor, diğerlerinin özgürlüğünü de tehdit eden bir güvenlik sorunu haline geliyor. 

Çünkü bu eyleme karşı birileri size saldıracak olsa durum ne hale gelir biliyorsunuz. Bu defalarca yaşanmış burada, hatırlayın. Sizler üniversite öğrencilerisiniz, aydın, vatansever gençlersiniz. Gelin bu ortamın huzurunu bozmayalım. Birlikte yaşam ilke ve kurallarına riayet edelim. Biz sizin için varız, kapımız da her zaman açık. "

Uğur'un yüzünde seyirmeler görüyordum, bir eli sürekli midesindeydi. Eminim o da  artık sıkıştıkları bu cendereden bir an evvel kurtulmak istiyordu. Bir an onun için üzüldüm, nihayet o bir liderdi. İtibarını korumalıydım.


Son sözlerimi ona hitap ederek tamamladım "Bak Uğur, seni takdir ediyorum. Benimsemesem de mücadelene saygı duyuyorum. Diyalog istediğimi, benimle her zaman konuşabileceğini biliyorsun. Bu pankart işi yanlış. Artık böyle şeyleri bu yurtta görmek istemiyorum. 

Hepinizin bu ortamda hem de kılınıza zarar gelmeden, huzur ve güven içinde yaşaması en temel hak. Benim de vazifem bunu sağlamak. Kendinizce önemsediğiniz insanları anmak mı istiyorsunuz ? Size söz veriyorum, benden izin isteyin size salon tahsis edeyim, orada rahat rahat programınızı yapın. Hatta davet ederseniz ben de seve seve aranızda olurum. 

Şimdi, pankartınızı toplayın ve gidin. Müdür Yardımcım size çıkışa kadar eşlik etsin. Herhangi bir zarar görmeden emniyet içinde yurdu terk edin. Bu mesele de burada kapansın, tamam mı ? Hadi bakalım !"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder