9 Ocak 2014 Perşembe

119 09 Ocak 2014 Perşembe 23;24 ESKİMEYEN KELİMELER............Sadakat, Vefa, itimat, Huzur

Sadakat

Sözlük anlamı içten bağlılık, doğruluk, vefalılık demek. Doğruluk, [1]dürüstlük üzerine kurulmuş samimi, sağlam ve gerçek dostluk. Doğru olmak, sözünde durmak ve sözünü yerine getirmek anlamına gelen sadaka (sa-da-ga) fiilinden türemiş bir isim.

İslami anlamda kalb doğruluğu, samimiyet ve ihlas anlamında bir İslâm ahlakı terimi. Doğru muamelede bulunmak, sıdk ve ihlâs ile dostluk etmek, herhangi bir kişisel çıkar ve garazdan uzak ve her yönüyle Allah rızası için halis dostluk sadakattir.
Sırf Allah rızası için, iyilik ve hayır yollarında yardımlaşmak için sıdk ve ihlâs ile dostluk etmek de sadâkattir. Kardeşinin Allah rızası için iyiliğini istemek ve ona hayırhak olmak, kardeşlik ve dostlukta hâlis ve samimi olmak sadakattir. Zıddı ise hıyanet olur.

Hakkı bilerek ibadet, taât ve kul haklarında sadâkatül-hakk (hakka bağlılık) gösteren, kötü huy ve nefsin âfetlerinden temizlenen kimse sadâkatli (sadık) mü'min denilmiştir. [2]

O yüzden müslümanların her halde birbirlerine karşı da sadakat borcu vardır. Meselâ evlilikte karı koca birbirlerine karşı sadakatle mükelleftir. İşçinin yanında çalıştığı işverenin iş sırlarını saklaması bir sadâkattir. Müslümanlar sözlerinde ve işlerinde sadık olmalıdırlar. Dostluk, kardeşlik ve vefâkârlık bir sadâkattir. Verilen sözü yerine getirmek, ahdinde durmak, borcu ödemek, din ve akılca lüzumlu görülen işleri ifâ etmek, emanetlere riayet etmek, üzerine aldığı vazifeleri-hakkını vererek- yerine getirmek ve vazifeleri ehline vermek de sadâkattir.

Bunların aksine davranış gösterenler, çeşitli hile ve dalâverelerle birbirlerini aldatanlar hâindirler. [3]

Vefa


Sözlükte "bir şeyi yerine getirmek, sözünde durmak, bağlılık" gibi anlamlara gelen vefa, ahlâkî bir terim olarak, görülen iyilikleri unutmama, iyilikte bulunanlara misliyle veya daha fazlasıyla karşılık verme demektir.

Görülen iyilikleri unutmayan, iyilikte bulunanlara misliyle veya daha güzeliyle karşılık veren, yani vafalı davrananlara da vefakâr denir.

Bir Müslümanda bulunması gereken güzel huylardan biri olan vefakârlığın zıddı nankörlük olup, iyiliğin kadrinin bilinmemesi veya kötülükle karşılık verilmesidir.

En büyük vefakârlık, yüce yaratıcıyı tanımak, verdiği nimetlerin kıymetini bilmek, kulluk görevlerini eksiksiz yerine getirmektir. En büyük nankörlük ise kulun Rabbini inkâr etmesidir. Bu sebeple tasavvufta vefa "ezelde, bezm-i elestte Allah'a verilen söze, mîsaka [4] bağlı kalmak" şeklinde tanımlanmaktadır.

Yapılan akitlere, verilen sözlere bağlılığın bulunmadığı toplumlarda itimat sarsılır, güvensizlik doğar ve sosyal çözülmeler meydana gelir. Vefakârlık, dostlukların devamını sağlayacağından, sosyal dayanışmayı daha güçlü kılar.

Allah insanların birbirlerine iyilik yapmasından hoşlanır. İyilikler karşılıklı olarak devam eder, iyilik yapanlar mûhataplarından kötülük görmez, yine iyilik görürse bu, başkasına da güzel örnek olur ve cemiyete huzur ve güven duygularının sağlanmasına yardım eder.

İnsan, Allah’a ibadet etmek suretiyle, Elest bezminde yaptığı ahde vefasını gösterdiği gibi, kendisine iyilik yapanlara da vefakâr olmalıdır.

İnsanlar arasında olduğu gibi, cemiyet ve devletin de, kendisine hizmet etmiş kişilere vefakâr davranması, onların kıymetini takdir etmesi gerekir. Vefâkarlığın da en güzel örnekleri Peygamber (s.a.s)’de görülmektedir. [5]

Verilen söz ve yapılan anlaşmalara ahde vefa ise islam ahlakının en önemli umdelerinden biridir. [6]

İtimat


i’timâd; Bir kimseye, bir şeye duyulan güven, emniyet etme, bir şeye kalben güvenip dayanma, güven veren, güvenli, güvenç, güvenmek ya da güven duygusu uyandırmak gibi anlamları kapsar.

Güven kelimesinin tanımı, Türk Dil Kurumu sözlüğünde şu şekilde yer alıyor: “Korku, çekinme ve kuşku duymadan inanma ve bağlanma duygusu, itimat.”

Bu anlamda güven; basit bir ifadeyle inanmaktır. İçtenlik, sahicilik, dürüstlük, erdem ve onur içerir. Güven karakter ve yetkinliğin işlevidir. Taahhütlerde bulunma ve bunları yerine getirme meselesidir. Güven, hem kişiler arası ilişkilerin bir sonucu hem de kültürel ve ahlaki değerlerle, günlük yaşam ve iş deneyimine göre değişen dinamik bir olgudur.

İman ile güven (itimat, emniyet) arasında yakın bir ilişki vardır. Çünkü, İman, emanet ve emniyet, yani güvenlik kelimeleri hep aynı kökten. İman, Cenab-ı Hakk’a inanmak suretiyle emniyette olmak demektir. Buradaki emniyet hem güvenlik hem de itminan ve huzur bulma anlamındadır. Zira imanın olduğu yerde emniyet yani güven vardır.

Aynı şekilde imanın olduğu yerde emanete sadakat vardır. Ve bu sadakat, herhangi bir toplumsal fayda elde etmek değil, sadece kendi başına doğru olduğu için gösterilen bir sadakattir. Emanete ihanet, verilen sözleri yerine getirmemek, iman ikliminde yaşanan kuraklaşmanın bir sonucudur. Bu ise yaşadığımız güvensizlik buhranının ana sebeplerinden biridir.

Hz. Peygamber s.a.v.’in nübüvvetten önceki sıfatı “el-emin” idi. Yani kendisine güven duyulan ve insanlara güven veren kişi. Risaletten sonra Hz. Peygamber s.a.v. gerçek mümini tarif ederken ondan “elinden, dilinden ve belinden, insanların güven içinde olduğu kişi” diye bahsetmiştir.

Tersinden baktığımızda ise, güvenin olmadığı yerde iman ya yoktur ya da gittikçe zayıflamış ve etkisiz hale gelmiştir.

Huzur

Huzur, rahat ve dingin olma durumudur. Dini metinlerde sıkça kullanılmaktadır. Kavramın doğal çevreyle ilintili olduğu düşünülmektedir.

İşitsel-görsel etkileşimin huzura katkısı ve huzur öngörüsü gibi konular üzerinde bilimsel çalışmalar yürütülmektedir.

Yaşamda sakinlik ve düşüncenin rahatlığı demek olan huzur, İslam’ın övdüğü güzel bir hakikattır.

İslamın öngördüğü huzura ulaşmanın yollarından bazıları şunlardır: Allah’ı anmak[7], hüsn-ü zan, kendine güven, uzun arzulara kapılmamak, evlenmek, yaşamda ve işlerde programlı olmak, geceden istirahat etmek için faydalanmak, sağlıklı ve doğal yiyecekler yemek, üstü başı temiz olmak vs.

Buna karşılık huzura engel olan nedenlerde vardır: Dünyaya düşkünlük[8], kıskançlık, şüphe ve ikilemde olmak, tamah vb. bunlardandır.

Kısacası dini kaynaklarda huzura kavuşmak için yollar[9] gösterilmiştir. Bu da, ona ulaşmanın mümkün olduğunu gösteren en iyi delildir. Ayrıca dinin buyruklarına [10]amel ederek huzura ulaşan büyüklerin yaşamına bakarsak huzura ulaşmanın bir hayal olmadığı gerçeğini görürüz. Biz de dinimizin buyruklarını yerine getirirsek bunu kendimizde görür ve yaşarız.


Kaynak:DİB ve Muhtelif
---------------------------------------
[1] İnsana sadâkat yakışır görse de ikrah/ Yardımcısıdır doğruların Hazret-i Allah (Ziya Paşa)
[2] Rasûlüllah; aralarında akrabalık ve alış-veriş münasebeti bulunmadan Allah sevgisi ile O'nun yolunda sadâkatle sevişenlerin derecelerine peygamberler ve şehidlerin gıbta edeceklerini anlatarak şöyle buyurmuştur: "Vallahi, onların yüzleri nurdur ve nur üzerindedirler. İnsanlar korktuğu vakit onlar korkmazlar, insanlar mahzun oldukları vakit onlar mahzun olmazlar. Haberiniz olsun ki, Allah'ın gerçek dostları için korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir de" (Ebû Davûd'dan, et-Tâc, V, 83).
[3] Peygamberimiz "Bizi aldatan bizden değildir" buyurmuştur.
[4] Bir âyette Allah "Bana verdiğiniz sözde durunuz ki, size verdiğim sözde durayım." (Bakara, 2/40) buyrulmuştur.
[5] Hz. Peygamber, kendisine bir hafta süt emziren dadısı Ümmü Eymen’i, ücret karşılığı da olsa yıllarca kendisine bakan süt annesi Halime’yi, süt kardeşi Şeyma’yı, çocukluğunu yanında geçirdiği Ebû Talib’in hanımı Fatıma’yı:. ömrü boyunca unutmamış, her fırsatta onlara ilgilenmiş, yardım etmiştir. Mekke mürşiklerinin zulmünden kaçan Müslümanlara kucak açan Habeş Necaşi’sini daima hayırla yadetmiş, öldüğünde dua etmiş, yıllar sonra oğlu Medine’ye geldiğinde, babasına hürmeten bizzat kendi eliyle ona hizmet etmiştir.
[6] Ferd ve cemiyet hayatının gelişmesi karşılıklı ilişkilere, ilişkiler de çeşitli anlaşma ve sözleşmelere bağlıdır. Bunlar olmaksızın sosyal ve ekonomik hayatın gelişmesi mümkün değildir. Yapılan sözleşmeye uymayı istemek kazanılmış bir hak, onu yerine getirmek de kabul edilmiş bir görevdir. Verdiği sözü tutmayan; böylece, karşı tarafın hakkım ve kendi vazifesini yerine getirmemiş olur. Bu nedenle, verilen sözün tutulmaması münafıklığın üç alametinden biri sayılmış ve Müslümanlar bundan sakındırılmıştır.
[7] Kur’an buyuruyor: ‘İyice bilin ki gönüller, Allah'ı anmakla yatışır, kuvvet bulur.’[Rad/28]
[8] Resul-ü Ekrem (s.a.a) şöyle buyuruyor: ‘Dünyaya bağlılık, gam ve hüzüne neden olur; zühd ve rağbetsizlik ise kalbin ve bedenin rahatlığının nedenidir.’[Bihar-ul Envar, c.73, s.91.]
[9] Kur’an buyuruyor: ‘Kim benim hidayetime uyarsa, onlara ne korku var ve ne de mahzun olacaklardır.’[Bakara/38]
[10] Allah-u Teala peygamberine şöyle buyuruyor: ‘Mallarından sadaka al da temizle, onları o sadakayla arıt ve dua et onlara. Şüphe yok ki senin duan, onlara bir sükun, bir huzur verir’[Tevbe/103]

8 Ocak 2014 Çarşamba

118 08 Ocak 2014 Çarşamba 21;29 KÜÇÜK/BÜYÜK ŞEYLER.............Küçük dünyaların büyük insanları

O ailesinin starı, hayırlı bir evlat


Uçak, bir akşam vakti Ankara semalarında. Aşağıda ışığın milyonlarcası öbek öbek. Sanki uzayda bir samanyolu yakınından geçiyorlar. Ya da yeryüzü ışıltılı mücevherle kaplanmış, akşamın karanlığını aydınlatıyor.  Şehrin göğsü parlak, ışıl ışıl zümrüt, yakut, elmas taşlarla süslenmiş gibi. Boynuna da, birbirinden göz alıcı gerdanlıklar takılmış.

Adam başını pencereye dayamış bu doyumsuz güzelliği seyrediyor. Kırk yaşlarında, ak düşmüş saçları oldukça seyrekleşmiş. Beyaz gömlek ve ışık yüzünü aydınlatıyor. Önünde açılmış bir dergi, elinde gözlük, okumaya ara vermiş olmalı. Gravatını hafif gevşetmiş, yolculuk hali ne de olsa.

Uçak havaalanına yaklaştıkça alçalıyor. Aşağıdaki gerdanlıklar meydanlara, bulvarlara dönüşüyor. Işıltılı mücevherler caddeleri aydınlatan direkler, evlerin ışıklı pencerelerine. Göz göz binlerce ışıkla yükselen binaların üzerinden geçiyor uçak. "Aman Allahım, ne çok yüksek bina var" diye düşünüyor adam. Her binada onlarca kat, yüzlerce daire. Her dairede büyük küçük, renk renk, türlü çeşit insan. Her biri farklı yerlerden, değişik çevrelerden toplanmış binlerce aile. Burada yaşayan, hergün işi, arabası ve evi arasında gidip gelen onca beden. Bir o kadar da hikaye. 

Uçak daha da alçalıyor. Yüksek binalar, yerini orta boy binalara, daha sonra da tek tip apartman mahallelerine bırakıyor. O da bu apartman denizi mahallelerden birinde yaşıyor işte. 

Uçak hızla evlerin, caddelerin üzerinden süzülüyor. Caddelerdeki akşam trafiği görülebiliyor artık. Araçlar küçük oğlunun oyuncak arabalarına benziyor. Elini uzatsa tutulabilecekmiş gibi geliyor. İnsanlar bile artık seçilebiliyor. 

Birden caddeyi  tanıyor adam, gözleri caddeye çıkan sokağını arıyor. "Evet işte o ! Ya evim ? O da hemen sokağı dönünce olmalı…Hah işte orada. Üçüncü kat, mutfakta ışık var, galiba oturma odasında da."

Uçak evinin üzerinden geçip gidiyor. Arkasına yaslanıyor, bir an mutfakta yemek hazırlayan eşi geliyor gözlerinin önüne. Sonra da oturma odasında ders çalışan kızını ve oraya buraya koşturup duran küçük oğlunu hayal ediyor. Hediyeleri aklına geliyor. Eşine bir yüzük, kızına yakası kürklü bir kaban, oğluna da kumandalı araba aldı. Hepsi valizde, hediye paketleriyle. 

Gideli üç gün oldu ama özlediğini fark ediyor ailesini. Biraz sonra uçak inecek, yarım saat en fazla kırkbeş dakika sonra zili çalıyor olacak. Önce eşi açacak kapıyı, sonra küçük oğlu bacaklarına dolanacak. En son üniversiteye hazırlanan ve artık bir genç kız olan Nazlı'sı sokulacak kollarına. Gözlerini kapayıp, dua ediyor içinden. "Rabbim, yolculuğumu kazasız belasız hayırlısıyla bitirmeyi nasip et. Aileme kavuşmayı lütfet. Onların acılarını bana gösterme, huzurumuzu bozma."

Bir an  babası, anası düşüveriyor aklına. En son yazın tatilde gitmişlerdi. Gerçi haftada bir mutlaka telefonla arıyor, görüşüyorlar. Geçen yıl büyük abisi bir cep telefonu alıvermişti. Şimdi onunla çocukları ve torunlarına daha yakınlar. Ama, babası biraz zayıflamış gibiydi bu yıl sanki. Zaten üç yıl önce de bir ameliyat geçirmişti. Annesi de ebedi bacaklarından, belinden şikayet ederdi. Yazın abisiyle ikisini de doktora götürmüşler, ilaçlarını almışlardı. Acaba, ilaçlarını düzenli alabiliyorlar mıydı ? 

Ayrılırken anasının ettiği dualar geldi hatırına, babasının sakalından süzülen gözyaşları geldi gözünün önüne. Her telefonda bir sürü dua etmez miydi anacığı. Biraz önce ailesine dua ederken onları unutuvermişti işte. Kızardı, mahçup oldu.

"Rabbim" dedi yine gözlerini kapayarak. "Rabbim, beni hayırlı evlatlardan eyle. Evlatlarımı da öyle. Bana, eşime, aileme huzur ve mutluluk ver. Anama babama da, bizlere de sağlık ve hayırlı ömürler ihsan et. Amin.." Gayri ihtiyari elleri yüzüne gitti, bir taraftan da yanındaki yolcuya baktı tedirginlikle. Acaba duasını işitmiş miydi ? Hayır, yolcular yapılan anonsu dinliyorlardı. Rahatladı, uçak inmek üzereydi.

Kemerini bağladı, başını arkaya yaslayıp gözlerini kapadı. O hayırlı bir evlat, başarılı bir yönetici, sevilen bir babaydı. 

O kendi küçük dünyasının başrol oyuncusu, ailesinin starıydı.

Orda bir ev var uzakta 


Anadolunun bir şehrinin, bir ilçesinin bir mahallesi ya da köyünde eskilik bir ev. O küçücük evde iki yaşlı insan, biri iki büklüm, diğeri koca çınar. 

Topu topu bir buçuk göz evleri var. Oturdukları, yattıkları, misafir kabul ettikleri yer mutfakla bir. Pencere kenarında tahtadan divan. Oturup, bir türlü gelemeyenleri bekledikleri. Bir köşede kuzineli soba, üstünde bir güğüm. İçinde su, her daim sıcak. 

Ev kerpiçten, beyaz kireç badanalı. Hemen bitişiğinde bir baraka, kırık dökük yamalı, dam dedikleri. İçinde bir inek, ihtiyar boz eşek ve birkaç tavukla horoz.

Hacı Nadir, eşi Gülbeyaz. Birlikte çalışıp, birlikte yaşlanmışlar. Çocukları, torunları olmuş boy boy. Okutmuşlar hepsini, evlendirmişler, dört el ve yedi dönüm tarla ile. Şimdi hepsi uçup gitmiş, uzak bir yerlerdeler. Ekmek davası, büyük şehirlerde koşturup duruyorlar. Bayramlarda, yazın gelebilirlerse iyi, sarılıp koklaşıyorlar. Gelemezlerse de sağlık olsun. Dua ediyorlar arkalarından. Beyaz sakaldan, buruş buruş olmuş yanaklardan süzülüveriyor gözyaşları.

Aslında dinleyen olsa anlatacakları çok şeyleri var. Torunlarına hikayeler, oğullarına dersler, gelinlerine tarifler. Sonra seferberlik, askerlik anıları, hele de köyde olup bitenler. Evlenenler, çocukları olanlar, hasta olanlar ve de ölenler…

Gelenler gidiyor elbet. Sayılı gün çabuk geçiyor. Kalıyorlar iki hacı, iki hayat yoldaşı, iki büyük insan. Küçük bir dünyanın başrollerinden habersiz iki büyük oyuncusu. Dalıyorlar yine yalnızlıklarına. Birbirlerine abdest suyu döküyorlar beş vakit. Kur'an sayfaları eskimiş okunmaktan. Postekiden seccade, tesbih hep ellerinin altında. Dillerinde duanın binbir türlü çeşidi. Birbirlerine yaslanıp, birbirlerine eklenerek bekliyorlar emri hakkı.

Onlar kim mi ? Onlar senin, benim, bizim analarımız, babalarımız, nenelerimiz, dedelerimiz. Onlar topraktan kopamayan, yüzünü toprağa dönmüş, kökleri damar damar koca çınarlar. Onlar bir asra yakın ömürlerinde yenilmemiş, yıkılmamış, çok çalışıp az yemiş, çok ağlamış az gülmüşler. Ama helalinden kazanıp hayırlı evlat yetiştirmiş, torun torba sahibi olmuş kaynak suyu pınarlar.

Onlar küçük dünyaların büyük insanları.


6 Ocak 2014 Pazartesi

117 06 Ocak 2014 Pazartesi 20;55 ŞİİR VE TÜRKÜ............................Eserden müessire, bir yol çizer kainat

Eserden müessire, bir yol çizer kainat

Kâinat; Türkçe sözlükteki karşılığı olan Evren, dünya, acunun Mevcudat ve Alemler anlamındaki Osmanlıcası. Var olan, yaratılan, yer gök ve var edilen şeylerin hepsi. Bilimsel açıdan [1] gök cisimlerini barındıran uzay ve uzayda yer alan madde ve enerji biçimlerinin tümü.
Sokrat’a göre “Kainatta tesadüfe tesadüf etmek imkansız.” [2] Her şey o kadar açık ki, büyük İslam Aliminin ifadesiyle elbette ki “Delilleri belli olan şey gizli sayılmaz.” [3] Bu yüzden ona her bakan kendince birşeyler görmüş, yazmış, söylemiş. Ancak sözlerin en doğrusu, en güzeli de uyarmış insanları;

“Göklerde ve yerde Allah’ın varlığını, birliğini, kudretini gösteren nice deliller vardır ki, insanlar yanından geçip gittikleri halde yüzlerini çevirdiklerinden farkına varmazlar." [4]

Türkülerimiz hem şiirsel yapıları hem de ses renkleri itibariyle her zaman kalbimizi titretmişlerdir. Bilhassa şairlerimiz gönül penceresi aralık insanlardır. Bu yüzden şiir, bu toprakların kalp ve gönül  lisanı olmuştur hep.

Orhan Veli “Anlatamıyorum” adlı şiirinde kalbinin derinliklerinde bir şeyler hisseder. O adeta yanı başında, parmaklarının ucundadır, ama yine de ulaşamaz. Çok yaklaşmıştır, sanki kelimeler dudaklarından dökülüverecek gibidir, fakat anlatamaz.

“Bir yer var, biliyorum;/ Her şeyi söylemek mümkün; / Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;/ Anlatamıyorum.” [5]

Benzer bir şaşkınlığı Bedri Rahmi Eyüboğlu da dile getirmiş. Baktığı yerden Kainat aynasının milyar kere milyarlarca parçasını görebilmiş. Bu yüzden hem aynayı, hem kainatı içiçe tasvir etmiş. Fakat o da gerçeğe yaklaşıp onunla hemhal olamayan, gönül aynası paramparça olanlardan.

“Büyük bir ayna kırılmış / Kırılıp yere dökülmüş / Kâinat içine düşmüş / Düşmüş amma paramparça”. [6]

Gördüklerini sadece muhteşem bir manzara, bir resim, bir fotoğraf gibi seyredenler de var tabi ki. Sanatkarın hakkını teslim ederek, o tablolarda ilahi bir şeyler olduğunu hissederek.

“Bu ne muhteşem manzara, bu ne ahenk bu ne ses, / Hiç bir yerde bulamazsın, bu ilahi bir nefes,” [7]

Onların kalbine doğan, çok yaklaştıkları ama bir türlü yakalayamadıkları gerçeği bir halk türküsünde pat diye söyleyivermiş Neşet usta ;

“Her An Gözümde Perdesin / Nere Baksam Sen Ordasın / Mevlâ'm Ayrılık Vermesin / Göğde Uçan Kuşa Leylâ'm” [8]

Aslında bu yaklaşım Niyâzî-i Mısrî  gibi tasavvuf büyüklerinde oldukça sık dile getirilmiş. Bir farkla ki bu defa kainatı görenler onun da ötesine geçebilmişler.

“Her kande baksam görünür gözlerime sırr-ı ezel / Her şey ulaşıp aslına çıktı aradan kainat” [9]

Bazılarına göre kainat ilahi şifreli bir sanat ve elbette ki bu eserin bir tek akıl üstü sanatkarı var.

Allah'a tanık olur, alemde bütün izler / Her alem yapısında, ilahi şifre gizler / Eserden müessire, bir yol çizer kainat / Hak'kı işaret eden, akıl üstü bir sanat  [10] 

Nihayet Kainat denen şu muhteşem sonsuzluğa bakıp kulluğa ulaşanlar da olmuş. Çünkü baktıkları her şeyde, göklerde ve yerde Allah’ın varlığını, birliğini, kudretini gösteren delilleri görmüşler.

Mesela Şair Turani [11]  onları hatırlatıyor bize. Bakmak düşünmeyle birleşince "görmeye" dönüşüyor demek ki.

Önce, ilgi duymuş  baktıklarına, düşününce hayran olmuş her şeyin ölçüsüne, ahengine;

“Düşündüm şöyle derince / Her bir şey yerli yerince / Aman Ya Rab bu ne ahenk / Bu ne ölçü, bu ne mihenk”

Sonrasında hem ağlamış, hem yalvarmış yaradanına;

“Baktıkça baktım ağladım / Boynumu büktüm ağladım / Ya Rab mutlak varış sana / Sayısız yalvarış sana / Rabbim demeye ehil et / Ve kulluğuna dahil et”

Amin...
--------------------------------------

[1] Evrenin oluşumuna dair günümüzde en çok benimsenen teori, Bigbang (Büyük Patlama) teorisidir. Bu teoriye göre evren, sıfır hacimli ve çok yüksek bir enerji potansiyeline sahip, sıkışmış bir noktanın patlamasıyla oluştu. İlk patlamanın nasıl oluştuğu, evren meydana gelmeden önce evrenin yerinde ne olduğu ya da evrenin neyin içinde genişlediği sorularına günümüzde bile tam olarak bilimsel bir cevap bulunamamıştır. Keşfedebildiğimiz evrende 400 milyardan fazla galaksi ve 10*1088 yıldız olduğu tahmin edilmektedir.
[2] Sokrates Kaynak <http://www.kardelendergisi.com/yazi.php?yazi=1105>

[3] İmam. Gazali,  Kaynak <http://www.mustafakaratas.com/guzel-sozler.html>
[4] Yusuf 12/105 Kaynak <http://www.kuranmeali.org/12/yusuf_suresi/105.ayet/kurani_kerim_mealleri.aspx>
[5] Orhan Veli Kanık, Anlatamıyorum Kaynak <http://www.siir.gen.tr/siir/o/orhan_veli_kanik/anlatamiyorum.htm>
[6] Bedri Rahmi Eyüboğlu, Paramparça Kaynak <http://siir.sitesi.web.tr/bedri-rahmi-eyuboglu/paramparca.html>
[7] İşte bu bizim şarkımız/Sinan Karakaş  Kaynak <http://www.antoloji.com/iste-bu-bizim-sarkimiz-siiri/>
 [8] Neşet Ertaş, Yazımı kışa çevirdin Kaynak <http://www.turkusozlerimiz.com/neset-ertas-yazimi-kisa-cevirdin.html>
[9] Kesret-Vahted/Niyâzî-i Mısrî Yapıştırma kaynağı <http://www.antoloji.com/kesret-vahted-siiri/>
[10] Sanat/Cemil Dursun
Yapıştırma kaynağı <http://www.antoloji.com/sanat-15-siiri/>
[11] Seyri Kâinat/Şair Mustafa Turani
Yapıştırma kaynağı <http://www.antoloji.com/seyri-kainat-siiri/>