22 Kasım 2013 Cuma

090 06 Kasım 2013 Çarşamba 08:00:00 ESKİMEYEN KELİMELER......Ehliyet / Liyakat / Kariyer / Adalet

Ehliyet


Sözlükte "yetki; elverişli, lâyık ve yeterli olmak" anlamlarına gelen ehliyet; bir iş ve konuda ehil olma, yeterlilik ve onu yapabilecek kapasiteye sahiplik manalarına gelmektedir.
Sürücü belgesi olarak kullandığımız belgeye de “ehliyet” denilmesi tesadüf değildir.
İster devlet yönetiminde, isterseniz herhangi bir kurumun idaresinde liyakat ve ehliyete riayet edilmiyorsa, adalet, hak ve hukuk gibi temel ahlaki değerlere riayet edilmiyorsa orada itimat sarsılır. 

Güvenin sarsıldığı yerde de verimlilik düşer. Güvene dayalı olmayan bir kurumun temelleri sarsılıyor demektir. Göz boyama ve kuru reklâm ile bir yere varılamaz. Çünkü insanları sürekli kandırmak mümkün değildir.

Kriterlerin adamına göre uygulandığı, çifte standartların hüküm sürdüğü kurumların yöneticileri bilmelidirler ki neticede kaybedenler, mağdur edilen fertlerden ziyade küçük hesaplar peşindeki kurum ve toplumlardır.

Ehliyet, fıkıh terimi olarak, kişinin dinî ve hukukî hükümlere muhatap olmaya elverişli oluşunu ifade etmektedir. Başka bir deyişle, insanların leh ve aleyhindeki hak ve sorumluluklara muhatap olabilmesi halidir. İnsanın bu hitaba ehil ve muhatap oluşu da, akıl denilen anlama, düşünme ve ona göre davranma kabiliyetine sahip bulunmasıyladır.

Bu anlamda ehliyet; kişinin haklardan faydalanmaya, bu hakları kullanmaya ve borçlanmaya elverişliliği demek olduğundan, cenin safhasından itibaren aklî ve bedenî gelişimine paralel olarak parça parça kazanılır ve rüşt ile tamamlanır. Kişinin aklî ve bedenî gelişimine uygun olarak, önce lehindeki haklara, sonra aleyhindeki haklara sahip olur, daha sonra bazı muamele ve tasarruflarının sahih olmasına; en son olarak da hukukî ve cezaî müeyyide ve mesuliyete ehil hale gelir. 

Hukuk dilinde ehliyet iki ana gruba ayrılır: Vücup ehliyeti, edâ ehliyeti. 

Vücup ehliyeti, haklara sahip olabilme ve borçlar altına girebilme ehliyetidir. Bu ehliyet, insanın var olmasıyla gerçekleşir ve ölünceye kadar devam eder. Bu ehliyete zimmet adı da verilmektedir. Vücup ehliyeti ceninde nakıs olarak mevcuttur; ana karnındaki cenin bu ehliyet ile sadece menfaatine olan ve kabule ihtiyaç duymayan miras, vasiyet, vakıfta lehtar olmak gibi bazı hakları kazanır. Sağ olarak doğmasıyla bu ehliyete tamamen sahip olur.

Edâ ehliyeti, muamelat ehliyeti demek olup, kişinin dinî ve hukukî hak ve borçları bizzat kullanmaya ehil oluşunu ifade etmektedir. Bu ehliyetin esasını akıl oluşturmaktadır. Akıl noksan olursa edâ ehliyeti noksan olur, akıl kemale ererse, ehliyet de kamil olur. Akıl bulunmadığı zaman edâ ehliyeti sabit olmaz.


Kaynak : DİB ve muhtelif

---------------

Liyakat


Liyakat'in sözlük karşılığı bir işi yapabilmeye layık olma, işi hakkıyla yapabilme, işin ehli olma olarak açıklanabilir.

Özellikle yönetici atamalarında liyakat ve ehliyet kavramları daha bir önem arz eder, sanki yönetici vasfıymış gibi de algılanır. Aslında her iş için liyakat ve ehliyet şarttır. 

Liyakat birey olarak yapılan işlerde de çok önemlidir, fakat yönetici konumundaki kişiler için olmazsa olmazlardandır. Çünkü yönetici karar veren, yön veren, aldığı kararlarla önemli sonuçlar ortaya çıkaran kişidir.

Bir toplumda sevginin yaygınlaşması, adaletin gerçekleşmesi ve haksız güç kullanımının ortadan kalkması ancak o toplumda yönetimin faziletli insanların elinde [1] bulunmasıyla mümkün olur. Onun için Fârâbî şöyle der: "Bir faziletli insan öldüğü veya öldürüldüğü zaman insanlar ona ağlamasın; asıl onu kaybeden ülke halkına ağlasın!"

Günümüzde herkes kendini her işe ehil görme gibi bir tutum içerisine girmiştir. Kimse ben bu işi yapamam demiyor, “En iyi ben yaparım” diyor. Oysa ki, bunun değerlendirmesini yapacak olanlar işin muhataplarıdır. Özellikle devlet işlerinde muhatap halktır.

Yönetici, çalıştığı kurumun lideridir, lider olma zorunluluğu vardır. Kurumun çalışanlarına rehberlik yapabilecek donanımda iş hakimiyeti lider yöneticiliğin olmazsa olmazlarındandır. Lider yönetici yönettiği kitle karşısında zayıf görünmemelidir. İletişim becerisi ile, problemlere çözüm önerileri ile yönetici net, kararlı ve sonuç odaklı olmalıdır. Lider yönetici yönettiği kitlenin tamamı tarafından kabullenilmelidir.

Kurumların yöneticisi zayıf iradeli, her şeye “evet” diyen, işleri yöneten değil işin yönettiği, hitap ettiği kitle karşısında ne dediği anlaşılmayan karakterde olursa o kurumda işler nasıl yürür? Yöneticinin mesajları net olmalı, çalışanları tarafından “ bilge kişi” olmayı başaracak donanıma sahip olmalıdır.

Ayrıca yönetici özel yaşantısı ile de örnek olmalıdır. Çünkü yönetici kurumun dışa dönük çehresidir. Kurumu tanımayanlar, yöneticiye göre değerlendirmelerde bulunurlar. Yöneticinin özel hayatı toplumun inanç algısına aykırı olmamalı, söyledikleri ile yaptıkları uyum içinde olmalıdır.

Fârâbî, ideal bir devlet adamında [2] bulunması gereken başlıca nitelikleri şöyle sıralar: “Beden sağlığı ve kusursuzluğu, anlama ve kavrama üstünlüğü, güçlü hâfıza, güçlü zekâ, etkili hitâbet, öğrenme sevgisi ve yeteneği, mideye  ve kadına düşkün olmama, doğruluk sevgisi, cömertlik ve ikram sevgisi, gönül zenginliği ve tok gözlülük, adalet sevgisi, azim ve kararlılık.” [3]

Benzer şartlar Gazzâlî tarafından da sıralanmıştır. [4]Ayrıca Gazzâlî'ye göre siyasette liyakat kaygısını en çok duyması gereken kişi, bu görevi üstlenecek olandır. Çünkü siyasî makamda bulunan kimse, kontrolü elinde tutmak ve genel düzeni sağlamak için, başka mesleklerde bulunanlara hâkim olması; insanları, dünya ve âhirette [5] kendilerini mutlu kılacak en doğru yola yöneltmesi gereken insandır. Bu yüzden siyaset mesleği, şerefli olduğu kadar da tehlikelidir.

Kaynak : DİB ve muhtelif
---------------
[1] Kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz buyuruyor ki; “ Şüphesiz Allah, emanetleri ehline (sahiplerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bununla Allah, size ne güzel öğüt veriyor!.. Doğrusu Allah, işitendir, görendir.(nisa 58)”
[2] Hz. Peygamber, "İş, ehlinden başkasına verildiği zaman kıyameti bekle" (Buhârî, "İlim", 13; "İmâre", 170) buyurmuştur. Bu hadiste "iş" anlamına gelen emr kelimesi, öncelikle devlet işi yani idarî ve siyasî görev olarak düşünülmüştür. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de devlet adamları için "ülü'l-emr" (iş başında olanlar) ifadesi kullanılmıştır (en-Nisâ 4/59). Yukarıdaki hadis, siyasette ehliyetin önemini açık bir şekilde göstermektedir. Bu sebeple İslâm bilginleri, eserlerinde siyasî ve idarî görevlere getirilecek kişilerde aranması gereken niteliklere geniş yer vermişlerdir.
[3] el-Medînetü'l-fâzıla, s. 88-90
[4] et-Tibrü'l-mesbûk, s. 53
[5] Nitekim Hz. Peygamber, "On kişi üzerinde bile olsa, yöneticilik yapmış olan her insan kıyamet gününde (Allah'ın huzuruna) elleri boynuna bağlı olarak gelir. Sonra da ya adaleti sayesinde kurtulur veya haksızlık etmiş olduğu için mahvolur!" (Dârimî, "Siyer", 72; Müsned, II, 431; V, 267) buyurmuştur.


Kariyer


Kariyerin sözlük anlamı "bireyin, yaşamının üretken yıllarını kullanarak geliştirdiği ve genelde çalışma hayatının sonuna dek sürdürdüğü iş ya da pozisyon" olarak tanımlanmaktadır. 

Kariyer yapmak; ihtisas yapmak, bir alanda uzmanlaşmaktır. Kariyer, işimizi yaparken koyduğumuz hedefler doğrultusunda deneyim kazanırken, gerekli eğitimleri alıp, mesleki ve bireysel açıdan kendimizi gerçekleştirme sürecimizdir.

Kariyer; hedeflerinizin, yapmak istediklerinizin toplamıdır. iş hayatında, en yakından, en uzak noktaya kadar belirlenen amaçların bütünü kişinin kariyeridir. Kariyer; çalışmalar yanında alıınan eğitimler, kendini kişisel ve mesleki olarak geliştirme sürecinin tamamıdır. Kariyer; sonu olan bir süreç değildir. Tüm iş hayatı boyunca yapılanlar ve planlamalar bu sürece dâhildir.

Kariyer, seçilen bir iş yolunda ilerlemek ve bunun sonucunda daha fazla deney ve yetenek kazanmak, daha fazla sorumluluk üstlenmek, daha fazla saygınlık elde [1] etmektir. Diğer yandan kariyer, kişinin çalışma hayatında, işe ilişkin tecrübeleri, aktivitesi ve hiyerarşik pozisyonunu gösteren bir bileşke anlamını da taşımaktadır. Bireyler bir pozisyonda, yararlı tecrübelerini biriktirirler, daha sonra yeteneklerini geliştirip daha üst bir pozisyona geçerler.

Kariyer planlaması iş hayatına atıldıktan sonra başlamamalıdır. Aksine lise yıllarından itibaren kendine uygun meslek ve üniversiteyi seçip bu yıllarda yapılandırmaya başlanması gereken bir süreçtir. Planlama yapmak, sürecin ilk adımıdır.

Bugün “dün”ün yarınıdır. Bir şeyler yapmak için yarını beklerseniz bugünü harcamış olursunuz. Bugünü harcamak, israf etmek yani çöpe atmak demektir.

Günümüzde yetişkin personel ve nitelikli insan gücünü tutabilmek ciddi bir sorundur. Bugün nitelikli işgücü, ancak gelişmeye açık bir kariyer yönetimi ile tutulabilmektedir. Onun içindir ki, tüm profesyonel organizasyonlar ciddi bir şekilde çalışanları için kariyer programları ve uygulamaları düzenlemektedir.

Genel olarak kariyer planının bireyler için şirketler tarafından yapılacağı beklenir. Ancak şirketlerde yapılan, var olan pozisyonların kariyer planıdır. Kişinin hayalleri, yetenekleri, ilgi alanları, yaşam değerleri ve beklentileri dikkate alınmamaktadır. Bu da kişilerin kendilerini pasif hissetmelerine, yaratıcılıklarının azalmasına ve mutsuz bireyler haline gelmelerine neden olmaktadır. Bunun sonucu da özel ve sosyal yaşama yansımaktadır.

Görev kişinin kendine düşmektedir, kişi kariyer planını kendi yapacaktır. Kariyerimiz yaşam kalitemizin [2] en önemli belirleyicilerinden biridir. Kişisel kariyer planım var diyebilmek bir ayrıcalıktır.

Kaynak : Muhtelif
---------------
[1] Kariyer, günlük yaşamada genellikle sadece “bir iş” olarak algılanabilmektedir. Oysa kariyer sadece olanaklar, ilerleme ve başarılarla ilişkili bir iş veya istihdamı içermez. Bu tip tanımlamalar, kariyere yönelik sadece geleneksel yaklaşımları yansıtmaktadır. Daha az ve geleneksel diğer kariyer tanımlamaları da vardır. Örneğin Arthur vd.’ne göre kariyer, bireyin yaşamı boyunca ardışık iş deneyimleridir. Tanım, “ilerleme “ açısından incelendiğinde “iş” ve “zaman” gibi iki temel boyutu içermektedir.
[2] Kariyer, insanın istek, hedef ve davranışları ile ortaya çıkan, yaşam boyu devam eden iş hayatının itici gücü olmalıdır. Seçimler yapılarak, gelişerek belirlenen bir iş yolculuğunda ilerlemektir. Amaç, başarılı olmak, daha fazla para kazanmak, daha çok sorumluluk üstlenmek, daha fazla statü, güç ve saygınlık elde etmektir.


Adalet


Adalet kavramı sözlükte, insaflı ve doğru olmak, doğru davranmak, eşit olmak, eşit tutmak, her şeye hakkını vermek, düzeltmek, mutedil olmak, her şeyi yerli yerinde yapmak, istikamet ve hakkaniyet anlamlarına gelmektedir.

Dini bir terim olarak Adalet ise; hak yol üzere dosdoğru olmak, dini yükümlülükleri yerine getirmek, davranışlarda ölçülü olmak, insanlarla ilişkilerde hakkaniyete riayet etmek, insafı davranmak, haksızlık etmemek, haklıya hakkını vermek, düzeltmek, her şeyi yerli yerinde yapmak anlamlarına gelir. 

Adaletin zıddı ise zulümdür. Yüce Allah, Kur’an’da; mü’minlerin her konuda adil olmasını emretmektedir. [1]

Peygamberimiz son derece âdil ve insaf sahibiydi. Hayatının her döneminde adalet ve doğruluktan ayrılmamış bu ilkeleri toplumda hakim kılmak için mücadele vermiştir. Onun adaletini yalnız Müslümanlar değil, düşmanları bile kabul etmişti. En zor olaylarda kabileler onun hakemliğine başvurmuşlar ve verdiği kararlarına saygı göstermişlerdir. Peygamberimiz insanlar arasında ayrım yapmaz, eşit davranırdı. [2]  Hayatı boyunca hiç kimseye farklı davranmamış, kuralları ve kanunları herkese eşit uygulamıştır. [3] Ona göre zengin, yoksul, büyük, küçük herkes eşitti.

İslâm dini, hangi durum da olursa olsun, adaletten ayrılmamayı tavsiye [4] eder. Müslim-gayr-i müslim, yabancı-tanıdık ayrımı yapmaksızın adaletin uygulanmasını ister. Hz. Pey gamber (s.a.s.), önceki toplumlardan bazılarının helâkine, zengin-fakir, asil-garib gibi ayrımlarla adaletten ayrılmalarının yol açtığını, bu bakımdan adaletten ayrılmamak gerektiğini belirtmişlerdir. [5]

Adalet, bireysel ve toplumsal hayatta istikrar, güvence ve huzurun ana şartı, ahiret mutluluğunun temel sebebidir. Toplumun mutlu, siyasi, iktisadi ve hukuki bakımdan istikrarlı olabilmesi ve gelişmesi adaletin kurumsallaşmasına, bireysel ve toplumsal bazda yaygınlaşmasına bağlıdır. Bunun için “adalet mülkün temelidir” denilmiştir.

Kaynak : DİB ve muhtelif
---------------
[1] (Mâide, 5/8), yine yüce Allah Kur’an’da: “Allah, size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor!” (Nisa, 4/58) buyurarak adalet ve doğruluğu  öğütlemektedir.
[2] Bedir savaşında alınan esirler arasında Peygamberimizin henüz Müslüman olmayan amcası Abbas da vardı. Esirler fidye vererek esirlikten kurtuluyorlardı. Ensardan bazıları Abbas’ın Peygamberimizin amcası olduğunu öğrenince, onun affedilmesini istemişlerdi. Peygamberimiz: “Hayır öyle bir şey olamaz. Onun ödemek zorunda olduğu fidyenin bir dirhemi bile afolunmaz.” (Buhârî “Meğazi”, 9) buyurmuştu.
[3] Bir keresinde soylu bir kadın hırsızlık yapmış, kadının yakınları Hz. Peygamber’den cezada indirim yapmasını talep etmişler; bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s): “bu suçu kızım Fatıma dahi işlese gereğini yaparım (cezasında bir değişiklik yapmam)”(Buharî, “Hudûd”,12) şeklinde karşılık vermiştir
[4] Kur’ân-ı Kerim’de bu konuda şöyle buyrulur: “Ey iman edenler! Kendiniz, ana-babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa Allah için şâhitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun...” (Ni sâ, 4/135) ve “Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz sizi adaletsizliğe itmesin. Adil olun...” (Mâide, 5/8)
[5]  Müslim, “Hu dûd”, 2

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder