22 Kasım 2013 Cuma

089 04 Kasım 2013 Pazartesi 09:30 İŞ DOKTORU.............................."...mış gibi" yapmak


"...mış gibi" yapmak

İş hayatında sevmediğim, rahatsız olduğum davranışlardan birisi de isteneni yapıyormuş gibi görünüp, vaziyeti idare etmekti. 

Hiç böyle yapmadım, yapamadım. Ama böyleleriyle çok karşılaştım. Sadece yönetici düzeyinde değil çalışanlar arasında da oldukça yaygın. Kendince akıllıca, ama gerçekte sinsi bir kurnazlık türü bu.

Aslında hepimiz yaşamımızda yerine göre uygun maskeler kullanırız. Aynı insan her durumda aynı hali tavrı göstermez. Mesela arkadaşken başka, sevgiliyken daha başka, baba vaziyetinde çok daha başkadır insan. Çalışma hayatında da öyle. Aynı kişi memurken farklıdır, şef olduğunda, müdür olduğunda daha farklı. Her ne kadar "göründüğün gibi ol, olduğun gibi görün" dense de, bu tür "rol" kesmeler hayatın bir parçasıdır yani. Hani vardır ya beyaz yalanlar, onun gibi doğal ve zorunlu. 

Zaten bazılarına göre insanlar kendi başrolünü oynadıkları bir tiyatro eserini icra etmiyorlar mı ? Ömürler de böyle. Dünya sahnesinde farklı dekorlarda değişik roller oynayarak geçiyor ömrümüz.

Empati yapmak da "...mış gibi yapmanın" bir çeşidi. Hem kişisel dünyamızda, hem de sosyal hayatımızda çok zaman işe yarar. Kendimizi başkasının yerine koymak, o hal sanki bizim başımıza gelmiş gibi düşünmek daima faydalıdır. Kuşkusuz çalışırken de gelişen farklı senaryolara karşı empati yapmak, daha gerçekçi bir yol tutturmaya yardımcı olur.

Benim anlatmak istediğim "...mış gibi yapmak" iş hayatındaki bukalemunluklar. Vaziyeti idare ederek gerçekte çalışmamayı, adeta yaşam felsefesi haline getirmiş olanlar. Yapıyormuş gibi görünüp, aslında kendi kafasına göre yaşamaya devam edenler.

Çalışma dünyasında olumsuz algılandığı için saman altından su yürüterek yapılıyor bu çeşit işler. Zira neticede olumsuz sonuçları herkesi etkileyen bir davranış biçimi bu. Zaman zaman oynanan masum rollerin ötesinde, hain, hilebaz hatta bazen sahtekarlık düzeyinde olabiliyor. 

Geçmişte yaşanan siyasal istikrarsızlıklar nedeniyle duruma göre hareket etmeyi adet haline getirmiş çok insan gördüm. Sanki gardroplarında maske kolleksiyonu vardı. Favoriler kısaltıp uzatılır, bıyıklar dil olup konuşurdu. Gelen iktidara, bakana ya da genel müdüre uygun davranış geliştiriliyordu. Bazen roller karışıyor, yanlış zamanda yanlış maskeler komik durumlara da yol açıyordu. Ama olsun. 

“Mış” gibi yapmak; ağlarken gülmeye, kasılarak yürürken birdenbire sürünmeye, korkarken atıp tutmaya ustalıkla geçebilen aktörlerce sürdürülebiliyordu. İçki masalarından abdestli namazlı hallere, sonra da gerdanı devire devire konuşmalara geçilebiliyordu rahatça. Aynı "değiştir" oyunundaki gibi. Şarkıdan şarkıya, türküden arabeske, poptan ilahiye değiştir babam değiştir.

Bu günden geriye baktığımızda şimdi pek komik, belki de traji komik geliyor değil mi bu haller. Ancak zamanın çok sık değişen, istikrarsız, oynak siyası ikliminde "mış gibi yaparak" ayakta kalmak bir maharetti. Bu davranış biçimini hayatının felsefesi haline getirenler için de oldukça normal.

Olumsuz anlamda “mış” gibi yapmanın alanı sadece siyasi iktidarlara uyum sağlamak değil elbette. Çalışırken etrafınıza dikkatlice bakarsanız sayarmış gibi yapan, ot yolarmış gibi davranan, ürünleri değil de ambalajları konuşan pek çok insan görebilirsiniz. En çok çalışan onlardır, yaptıkları şeyler çok önemlidir, hatta şirketi, devleti bile onlar kurtarmaktadır ! Çünkü öyle görünmek istemektedirler. Öyle bilinsin isterler. Maskelerinin altında içi boş bir teneke vardır aslında. O yüzden öne fırlarlar, sesleri herkesten fazla çıkar.

Benim dönemim kamu yönetiminde pek çok yeni yaklaşımın konuşulduğu, uygulanmaya çalışıldığı bir dönem oldu. Çünkü 20.yüzyılın ikinci yarısından itibaren dünya dalgalar halinde ve büyük bir hızla değişti. Türkiye geriden gitti ama o da bu dönüşümlerden nasibini aldı neticede. Sadece siyasal değil, yönetsel, teknik ve mali anlamda da çok keskin farklılıklar yaşandı bu sürede. Elbette insan olarak çalışanlar, yöneticiler de etkilendi bu değişim dönüşümden. 

Devlet baba geleneğinden, hizmetkar devlete dönüşmek zordu mesela. En başta da "dövlet" üfürüğüyle şişirilmiş, büyük (!) makamların, küçük insanları için. Planlama modasının revaçta olduğu yıllar oldu, birbiri ardına barajların, yolların inşa edildiği dönemler. "Böyyük Türkiye !" sloganı geçerliydi. Sonra nasıl olduysa bir "verimlilik, etkinlik" rüzgarı esmeye başladı kamuda. Daha bunda ayamamışken bilgisayar dalgası gelip geçti üstümüzden. Tak, tak daktiloya alışmış parmaklar, tıkır tıkır klavye basmaya başladılar. 

Bu arada bilgisayarı masasının en mutena köşesinde bir vazo gibi, biblo gibi sergileyenler değişimi anlayamadılar. Her yazıda, her raporda tekrarladıkları "etkinlik, verimlilik, rasyonellik" kelimelerinin bir yaşam tarzı olduğunu fark edemediler. Oysa öyleymiş gibi davranıyorlardı. 

Sonuçta ne mi oldu ? Kaybolup gittiler ama, beraberlerinde kurumlarının, hatta ülkenin kaynaklarını, yıllarını da tüketerek. Onlara işaret veren, geliyorum diyen gelecek dank diye geldi sonrakilere. Ama onlar da yeni yeni çağdaş yaklaşımlarla uğraşıyorlardı. Proje yönetimi, Kalite yönetimi, stratejik yönetim, Performans yönetimi…Şaşkına dönmüşlerdi, hangi birisini yapacaklardı ?

En iyisi "...mış gibi yapmaktı". Eskileri tüketen formülü yeniden keşfetmişlerdi; "Evraka, buldum !" Gerçekte buldukları şey yine eskilerin dediği "idare-i maslahat" yada düpedüz "öğrenme, anlama, yapma, idare ediver gitsin" di.

Bir sürü para verdiler, bir sürü insan çalıştı. Sonunda bir kitap çıkardılar adı "Statejik Plan" dı. İçinde anlamadıkları vizyon, misyon, ilkeler, amaç, hedef, performans filan bazı şeyler vardı ama mühim değildi. Önemli olan yasaya uygun bir plan yapmış olmaktı. 

Kalite politikaları astılar duvarlarına. Ama yaptıklarının kaliteyle alakası var mıydı ? Durumları neydi, daha ne yapmaları gerekiyordu ? Bunları merak etmediler. 

Statejik Planı kütüphanelerinin en görünür yerine, boy sırası cicili bicili kitapların arasına koydular, ama okumadılar bile. Onun yerine toplantılarda hazırlanıp ellerine verilen tumturaklı konuşma metinlerini okudular. Konu "Stratejik yönetim" di. Ama içlerinden şöyle geçiyordu; "Şimdi sırası mı, yapılacak daha önemli işlerim var, ilgili birimler bakar nasıl olsa." 

Evet, etrafınıza, altınıza üstünüze yeniden bakın. Ha bire yazılar, raporlar yazan, sunumlar yapan, toplantılara katılan, böylece günün gerisinde kalmayan ama bunların bir tekini bile hayatına geçirememiş o kadar çok insan göreceksiniz ki.

Doğrusunu söylemek gerekirse böyle bir çok şeyi "...mış gibi yapmak" epey bir maharet ister. Tecrübe işidir yani. Herkes beceremez, her mış gibi yapan da izleyenlerde, gerçekten yapıyormuş izlenimi uyandıramaz. 

Bazen düşünürüm, yapmak zorunda oldukları işleri gerçekten inanarak, en iyisini yapmak için gayret gösterselerdi daha mı fazla enerji harcarlardı. En azından böyle yapmak için çaba gösterselerdi daha mı az saygın olurlardı ?

Kuşkusuz mış gibi davranmanın ülke kesesinden geçinmek gibi yanlış bir tarafı var. Etraflarına, kurumlarına, en kötüsü de gençlere zararlı oluyorlar. Ancak, hayatlarını "mış gibi yaparak" geçirenler aslında en fazla kendilerine kötülük etmiyorlar mı? Bir ömür, böyle kuyruklu yalanlar üzerine bina edilebilir mi ?


Mesela gerçek dostları olur mu böylelerinin ? Yoksa, yaşamları hakikatli olmadığı gibi dostları da mı hakikatli olmaz ? Belki dostları da "...mış gibi" yapıyorlardı kim bilir. Kel başa şimşir tarak yani.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder