MASLAHAT
Doğrusu bu kelimeyi ben “idare-i maslahat” yani “durumu idare etmek” biçiminde biliyordum. Çünkü dilimizdeki bu tabir genellikle bir tür eleştirel sitem yada hafiften “iğneleme” yapmak için kullanılıyordu. Bazen de alay etme anlamında kullanıldığına şahit olmuştum. Özellikle biz yöneticiler için “yöneticilik” asla idare-i maslahat etmek değildi. Bunu asla kabul etmez, üzerimize almazdık.
Çok sonraları eski Bayındırlık Bakanı rahmetli Cevat AYHAN’dan bu kelimenin çok daha olumlu yönleri olduğunu, hatta oldukça derinlikli bir kavram olduğunu öğrendim. Kendisi çok çalışkan, dürüst ve bilgili bir devlet adamıydı. Ayrıca sağlam bir inanca, güzel bir ahlaka sahip “kâmil mümin” diyebileceğim vasıfta bir insandı. Ahlakı ve çalışkanlığı hep bana örnek olmuş, nasihatları yoluma ışık olmuştur. Bundan dolayı kendimi yöneticilik konusunda onun öğrencisi sayarım. Pek çok şeyi ondan duydum, gördüm ve öğrendim.
1996 yılında Bayındırlık
Bakanlığında Daire Başkanıyım. 600 personelim 2 başkan yardımcım, 6 şube
müdürüm var. O dönemde rahmetlinin bir adeti vardı. El ayak çekildikten sonra, gece
saat 11 gibi yakın ekibini odasında toplar yapılanların muhasebesini,
yapılacakların istişaresini yapardı. Böyle bir akşam dağılmadan evvel bana
bakarak: “Yılmaz, sıkı ve ciddi çalıştığını görüyorum. Fakat maslahat da önemlidir, unutma!” dedi.
Bu kelimenin bendeki karşılığı hiç de olumlu olmadığı için aramızdaki
samimiyete dayanarak sormuştum: “Sayın Bakanım Maslahat nedir?” Bana gülümseyerek bakmış ve şunu söylemişti:
“İşini
yapma biçimidir, nasıl yaptığındır”.
Sonra da alaka
kuramadığımı gördüğü için devam etmişti: “Meselâ aşağıda Bakanlık girişinde bir
danışma birimin var. Oraya çeki düzen vermişsin. Görevliler de çakı gibi
maşallah. Her şey tamam, ama bir şey eksik. Güleryüz tatlıdil. Gelen insanlar
beni bulamayabilir, görüşemeyebilir. Ancak onları gördüklerinde sanki beni
görmüş gibi Bakanlıktan ayrılmalılar. Hoş geldiniz lafta kalmamalı, gönüller de
hoş edilmeli. Güleryüzle karşılanmalı, yardımcı olunmalı ve tatlı dille
uğurlanmalılar.”
Bu nasihatı hiç unutmam. Aslında
idari ve mali konular yöneticisi olarak hep ciddi olmuş, rakamlarla uğraşmış, çevremde
disiplinli çalışmayı öncelemiş biri olarak sonraki zamanlarda bu öğüdü kulağımdan
hiç eksik etmedim. Maslahat kelimesinin bu olumlu tarafını işte böylece tanımış
oldum. Daha önce önyargılı olduğum bu kavramın taşıdığı mana derinliğini öğrendim.
Bursa’da yurt müdürü olarak görev yaparken keşfettiğim “insanın önemi” bu defa maslahat olarak karşıma çıkmıştı. Emekli
olana kadar da disiplin ve çalışma ciddiyetim yanında daima “insana değer veren, moral değerleri”
ihmal etmeyen bu tarzı benimsedim. Allah gani gani rahmet eylesin. Mekânı
cennet olsun inşallah.
Önceden düzgün ve salih
olan bir şeyin bu vasıflarını kaybederek değişmesi ve bozulması “fesat” olarak
tanımlanıyor. Fesat “sulh, salah ve ıslahın” zıddı bir kavram. Sözlükler sulh, barış ve salahı İYİ
OLMA HALİ olarak belirtiliyor. İşte bu iyi olma halinin çoğulu ise MASLAHAT
imiş. Araştırdığımda maslahat kelimesinin insan ve toplum için faydalı ve
iyi olan şeylerin tamamına verilen bir isim olduğunu öğrendim. Yani insanların yararına, düzgün, doğru ve uygun
olan her şey.
Bazılarına göre en iyisi ...mış gibi yapmak. Eskileri tüketen
formülü yeniden keşfetmişler; "Evraka, buldum !" Gerçekte buldukları
şey "idare-i maslahat" kavramını ters yüz ederek "öğren-me, anla-ma, yap-ma, idare ediver gitsin" di.
Bu tip insanlar zaman
geldi bir sürü para verdiler, bir sürü insan çalıştırdılar. Sonunda "Statejik Plan" adlı cicili biçili
bir kitap bastılar. İçinde anlamadıkları vizyon, misyon, ilkeler, amaç, hedef,
performans filan bazı şeyler vardı ama mühim değildi. Önemli olan yasaya uygun
bir plan yapmış olmaktı.
Statejik Planı
kütüphanelerinin en görünür yerine, boy sırası kitapların arasına koydular, ama
okumadılar bile. Onun yerine toplantılarda hazırlanıp ellerine verilen
tumturaklı konuşma metinlerini okudular. Konu "Stratejik yönetim" di. Ama içlerinden şöyle geçiyordu; "Şimdi sırası mı, yapılacak daha
önemli işlerimiz var, ilgili birimler bakar nasıl olsa." Diğer bazıları
da kalite politikaları astılar duvarlarına. Ama yaptıklarının kaliteyle hiç
ilgisi yoktu. Durumları neydi, daha ne yapmaları gerekiyordu ? Bunları merak
etmediler.
Evet, etrafınıza, altınıza
üstünüze yeniden bakın. Ha bire yazılar, raporlar yazan, sunumlar yapan,
toplantılara katılan, böylece günün gerisinde kalmayan ama bunların bir tekini
bile hayatına geçirememiş o kadar çok insan göreceksiniz ki. Doğrusunu söylemek
gerekirse böyle bir çok şeyi "...mış
gibi yapmak" da epey bir maharet işi. Herkes beceremez, her mış gibi
yapan da izleyenlerde, gerçekten yapıyormuş izlenimi uyandıramaz. Bazen
düşünürüm, yapmak zorunda oldukları işleri gerçekten inanarak, maslahatla en iyisini yapmak
için gayret gösterselerdi daha mı fazla enerji harcarlardı. En azından böyle
yapmak için çaba gösterselerdi daha mı az saygın olurlardı ?
Kuşkusuz mış gibi
davranmanın ülke kesesinden geçinmek gibi yanlış bir tarafı var. Etraflarına,
kurumlarına, en kötüsü de gençlere zararlı oluyorlar. Ancak, hayatlarını
"mış gibi yaparak" geçirenler aslında en fazla kendilerine kötülük
etmiyorlar mı? Bir ömür, böyle kuyruklu yalanlar üzerine bina edilebilir mi
? Mesela gerçek dostları olur mu böylelerinin ? Yoksa, yaşamları hakikatli
olmadığı gibi dostları da mı hakikatli olmaz ? Belki dostları da "...mış gibi" yapıyorlardı kim bilir. Kel
başa şimşir tarak yani.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder