Ah bu türküler. Anadolu'nun, yanık, aşık, dertli ama bir o kadar da anlam yüklü güzelleri. "Yalan dünya" da bunlardan biri. Tokat yöresinden çok güzel bir türkü . Sözler derin, bu güne kadar çalıp söyleyenler de hakkını vermiş doğrusu. Bu yüzden kulağımızda, gönlümüzde iyice yer etmiş olmalı. Aşık Sadık Doğanay yalan dünyaya bol bol sitem ediyor. Ama hükmünü de veriyor işte: "Aşk ile pervane dönersin dünya, yalansın dünya". Yol da göstermiş bu arada, tabi arayana. Bilmem sıhhat bulmaz hicraneler varDert vurup da yârem eylersin dermanHer can kabul etmez viraneler varVay dünya, dünya yalansın dünyaYalan ile yalan olansın dünyaCan ile cananı alansın dünya, alansın dünyaAşk ile pervane dönersin dünya, yalansın dünyaDert ehli olanlar dergâha gelirElbette arayan dermanın bulurSadık der ki kimde ne var, kim bilirGeşt-ü güzar (*) ettim elde neler varVay dünya, dünya yalansın dünyaYalan ile yalan olansın dünyaCan ile cananı alansın dünyaAşk ile pervane dönersin dünya, yalansın dünya------------------(*) geşt ü gûzar etmek/eylemek = gezmek, dolaşmak.
Ah bu türküler. Anadolu'nun, yanık, aşık, dertli ama bir o kadar da anlam yüklü güzelleri. "Yalan dünya" da bunlardan biri. Tokat yöresinden çok güzel bir türkü . Sözler derin, bu güne kadar çalıp söyleyenler de hakkını vermiş doğrusu. Bu yüzden kulağımızda, gönlümüzde iyice yer etmiş olmalı. Aşık Sadık Doğanay yalan dünyaya bol bol sitem ediyor. Ama hükmünü de veriyor işte: "Aşk ile pervane dönersin dünya, yalansın dünya". Yol da göstermiş bu arada, tabi arayana.
Bilmem sıhhat bulmaz hicraneler var
Dert vurup da yârem eylersin derman
Her can kabul etmez viraneler var
Vay dünya, dünya yalansın dünya
Yalan ile yalan olansın dünya
Can ile cananı alansın dünya, alansın dünya
Aşk ile pervane dönersin dünya, yalansın dünya
Dert ehli olanlar dergâha gelir
Elbette arayan dermanın bulur
Sadık der ki kimde ne var, kim bilir
Geşt-ü güzar (*) ettim elde neler var
Vay dünya, dünya yalansın dünya
Yalan ile yalan olansın dünya
Can ile cananı alansın dünya
Aşk ile pervane dönersin dünya, yalansın dünya
------------------
(*) geşt ü gûzar etmek/eylemek = gezmek, dolaşmak.
Yilmaz Yalcın
Denir ki "Yunus, üç bin şiir söylemiş. Bunları bir divan hâline getirmiş. Bir gün, Molla Kasım isimli biri su kenarına oturup bu şiirleri okumaya başlamış. Bin tanesini kendi doğrularından farklı olduğu için yakmış. Kalan bin tanesini de aynı sebeple suya atmış. Üçüncü bine başlayınca şu beyitle karşılaşmış:
Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyleme
Seni sîgaya çeken bir Molla Kasım gelir
Ben dervişim diyene, bir ün edesim gelir
Seğirdüben sesine, varıp yetesim gelir
Sırat kıldan incedir, kılıçtan keskincedir
Varıp anın üstüne, evler yapasım gelir
Altında gayya vardır, içi nar ile pürdür
Varuben ol gölgede, biraz yatasım gelir
Oda gölgedir deyu, ta'n eylemen hocalar
Hatırınız hoş olsun, biraz yanasım gelir
Ben günahımca yanam, rahmet suyunda yunam
İki kanat takınam, biraz uçasım gelir
Andan Cennete varam, Cennette huriler görem
Huri gılmanı, bir bir koşasım gelir
Derviş Yunus bu sözü, eğri büğrü söyleme
Seni sigaya çeken bir Molla kasım gelir
Yunus Emre
Yunusun bu şiirinde herkese sözü var. Kendine, bize, tüm zamanlara. Herkes için bir Molla Kasım vardır aslında. Hatta, bizzat kendini Molla Kasım sananlara bile. Demek ki, hemen kükrememek, sadece akılla değil kalp gözü ile de bakıp görebilmek lazım bazı şeyleri.
111 24 Aralık 2013 22;21 NE DÜŞÜNÜYORUM...................................Virüs !..

Virüs !..
Çok kişiye gelen, nihayet benim de başıma geldi. Geçen hafta virüs saldırısına maruz kaldım. Aranızdan birkaç gün uzak kalmam bu yüzden. Bu arada hemen erbabına müracaat ettik tabi.
Ramazan kardeşim sağolsun pencereleri açtı, havalandırdı, sildi, süpürdü, ilaçladı. Tertemiz etti. Bilgisayarım onların tabiriyle "formatlanıp" yenilendi.
Bu yüzden, herkese yeniden merhaba !
Virüs ilginç bir şey. Tanıdığımız mikroba benziyor. Ama bu bilgisayarlara musallat olan türden. İnsan yapısı ve elektronik. Tavşana kaç tazıya tut cinsinden bir icat. Bir yandan bilgisayarları, programları yapıp satıyorlar. Öbür taraftan da virüsleri salıveriyorlar. "Win Win" deyimi bunlar için söylenmiş sanki. Her durumda kazanıyorlar. Tam bir cingözlük durumu yani.
Bu günler hem sokakta, hem politikada, hem de sanal alemde vızır vızır virüs kaynıyor. Üşütürseniz grip olursunuz, malum şimdi mevsimi, havalar soğuk. Gazete okurken, televizyon seyrederken de dikkatli olmak lazım. Etrafta fitne, fesat, nifak polenleri uçuşuyor. Bu şeylere karşı hassas bir bünyeniz varsa allerji olabilirsiniz söyleyeyim. Hele sosyal medya mensubu iseniz karşılıklı salvolardan, mitralyöz ateşi gibi tarrakalardan sakının derim. Her an kazaya gelebilirsiniz. Burnunu çıkaranı küfür, yalan, dedikodu ve iftira mermileriyle vuruyorlar.
Dostlar size bir şey söyliyeyim mi, ben bu virüslerden oldum olası huylanmışımdır. Deli dana hastalığı mıydı neydi, acaba o hastalık icad edilmiş bir virüsle mi başlamıştı ? Sonrasında hangi ülkenin hayvancılığı engellenmiş, hangi adamlar et ithalatı yada ihracından deli danalar gibi semizlemişti ? Kuş gribi çıkınca olan bizim mis gibi köy tavuklarına, badi badi sevimli ördeklerimize olmadı mıydı ? Ya geçen senelerde birdenbire ortaya çıkıp peşi sıra milyarlarca aşı tükettiğimiz domuz gribine ne demeli ? Onu da Amerikalılar mı üretmişti ne ?
Amaan...Çok mu vehim yaptım acaba ? Nereden nereye geldim böyle ! Hani ki arada bir alevleniveren cemaat hükümet kavgasına, durup durup sabah saatlerinde yapılan operasyonlara da bu virüsler sebep oluyor diyeceğim.
Benden söylemesi. Bilgisayar virüslerinden kurtulmak kolay. Neticede para parayla temizleniyor. Grip te iyi bir bakımla ilaçla ya da ilaçsız bir hafta on günde iyileşiyor. Ama insanı insana düşüren, kavga ettirip sonrasında bunun sebebini bile hatırlayamadığımız haller çok çok başka.
Bu ülke şimdiye kadar ne seçimler, ne operasyonlar gördü. Böyle günlerde hep ortalık toz duman oluyor. Haklı haksız ayırd edilemiyor. Etrafta en sert rüzgarlar, en tehlikeli mikrop ve virüsleri saçıp bulaştırıyorlar. İşte bundan sakınmak, etkilenmemek bayağı zor.
Hiç kuşkunuz olmasın; hiçbir fırtına kalıcı değil. O geçip gittiğinde hayat kaldığı yerden devam edecek, yaralar onarılacak, ülke için yürüyüşümüz sürecek. Geriye kalan izlere tarih diyeceğiz, bazen ağlayarak bazen gülerek anacağız, ama kesinlikle ona takılıp kalmayacağız. Tek kanatla uçulmaz, rabbim bile insanı, hayatı çeşit çeşit, renk renk yaratmış. Bize ne oluyor ki birbirimize tahammül edemiyoruz, ne bu hırs, öfke ve düşmanlık.
Ben düşündüm de insan bir virüsten bile ibret alabiliyor. Virüs varsa bir sebebi de var mutlaka, çaresi de. Bilgisayarımız formatlanabilir, varsa bizim yaralarımız, gücenikliklerimiz iyileşebilir, ama ülkemizin zarar görmesine razı olmayalım. Birbirimize lanet okumak yerine dua edelim. Gün olur birbirimize komşu olur, dünür olur, musalla taşında "iyi biliriz" dememiz gerekebilir.
Virüs sebebiyle aranızdan bazılarına rahatsızlık verdiysem affınızı dilerim. İyi ki varsınız, selamette olun inşallah.
ŞİİR VE TÜRKÜ albümünden
206 24 Aralık 2014 Çarşamba 17:30 ŞİİR VE TÜRKÜ........................Yedi güzel adamın "Zarif"i
Yedi güzel adamın "Zarif"i
Cahit Zarifoğlu [1], Mavera ve Edebiyat dergisi yazarlarından Sezai Karakoç, Alaaddin Özdenören, Rasim Özdenören, Akif İnan, Nuri Pakdil ve Erdem Bayezıt‘ ten oluşan yedi güzel adamdan biri. Edebiyatımızın ve şiirimizin zarif adamı.
Yaşamak adlı günlük-deneme kitabı, İns adlı hikaye, Savaş Ritimleri ve Ana romanları da var. [2] Hatta çocukları anlama ve anlatmadaki ustalığını, Serçekuş, Katıraslan, Motorlu Kuş vb. çocuk eserlerinden görebiliyoruz. Bu kitaplarda fantezi ile olağanüstü gerçekler ve hayaller dünyası iç içe.
/çocuk / Bir tane. Dayanmış yanağını cama / Karşı evin balkonuna bakıyor / Orada bir çocuk / Tutunmuş demirlere.. (Aralık Günleri)
Ancak, nihai planda o bir şair ve şairlik onda bir giysi gibi değil, kendisi gibidir. Zira hikâye, roman ve günlük türü eserlerinde bile şair duyarlığı hissedilir. Bu yüzden onu elbette ki en iyi şiirlerinden biliyoruz.
Zarifoğlu, kendisine özgü bir şiir biçimiyle tanınıyor. Dıştan çok, içe dönük, yalnız bir anlatımı var. Kalabalıklardan kaçan, bir toplulukta bulunsa bile aslında “yalnız” yaşayan biri o. Bu yüzden belki de "Yaşamak"ta uzun uzun sözünü ettiği “yalnız ardıç[a]” benziyor. Ancak, şiirinin zihnimizde kalıcı izler bırakmış olması da yalnızlıktan beslenen işte bu zarif, naif, çocuksu ve canlı dil olmalı.
Yaşamak adlı günlük-deneme kitabı, İns adlı hikaye, Savaş Ritimleri ve Ana romanları da var. [2] Hatta çocukları anlama ve anlatmadaki ustalığını, Serçekuş, Katıraslan, Motorlu Kuş vb. çocuk eserlerinden görebiliyoruz. Bu kitaplarda fantezi ile olağanüstü gerçekler ve hayaller dünyası iç içe.
/çocuk / Bir tane. Dayanmış yanağını cama / Karşı evin balkonuna bakıyor / Orada bir çocuk / Tutunmuş demirlere.. (Aralık Günleri)
Ancak, nihai planda o bir şair ve şairlik onda bir giysi gibi değil, kendisi gibidir. Zira hikâye, roman ve günlük türü eserlerinde bile şair duyarlığı hissedilir. Bu yüzden onu elbette ki en iyi şiirlerinden biliyoruz.
Zarifoğlu, kendisine özgü bir şiir biçimiyle tanınıyor. Dıştan çok, içe dönük, yalnız bir anlatımı var. Kalabalıklardan kaçan, bir toplulukta bulunsa bile aslında “yalnız” yaşayan biri o. Bu yüzden belki de "Yaşamak"ta uzun uzun sözünü ettiği “yalnız ardıç[a]” benziyor. Ancak, şiirinin zihnimizde kalıcı izler bırakmış olması da yalnızlıktan beslenen işte bu zarif, naif, çocuksu ve canlı dil olmalı.
Başını eğmiş dalların yaprağında / Zayıf bir çocuk yüzü, gülümsüyor / Dikkatle bak, korku dolu bakışları / O boğulurken gülücükler / Saçılıyor (Efendim)
Zarifoğlu şiiri bu içe dönük yalnızlık, iç ürpertisi ve hayretle başlayıp metafizik ürpertilerle devam eder. “Uzlet” anlamındaki yalnızlığı nihayet onu halvete ve bilgeliğe ulaştırmaktadır.
Ankara'da doğmuş ama çocukluğu Kahramanmaraş'ta geçmiş bir şair o. Manevi değerleri yaşayan bir aile ikliminde büyümüş. Hem annesi hem babası, tasavvufla ilgiliymiş. Zaten daha sonraları kendisi de mutasavvıf kimliğiyle tanınan bir aileye damat olmuş [3] ve manevi bir rehbere bağlanmış.
İşaret Çocukları adlı şiirinden bir parça, onun nasıl bir ortamda yetiştiğini çok güzel anlatır:
Yasin okunan tütsü tüten çarşılardan / Geçerdi babam / Başında yağmur halkaları.
Yasin okunan bir ev, başında rahmet yağmuru gezen bir baba. Babasının nasıl bir dünyası olduğunu anlatan anlamlı ve bir o kadar da tanıdık dizeler.
Yüreği korkuyla kuvvetlendi babamın / Unutup genç gelen günleri / Zamanın sürerken çektiği günleri / Çetin bilmecelerle / Sürdü atını şehirlere (İşaret Çocukları)
Şairin hayatında iç içe geçişli iki dönem var. Birincisi güncele karşı biraz lakayd ve bohem bir dönem. “Şiirin kendisinden başka kaygım yoktu” dediği, İşaret Çocukları kitabıyla somutlaşan dönem. Bunlar daha çok bireysel şiirler. İkincisi de 1970’lerden sonraki, toplumsal meselelere duyarlı, dahası aktif bir dönem.
Zarifoğlu, ilk şiir kitabı İşaret Çocukları’nda (1967) ağırlıklı olarak benlik, varoluş, çocukluk, kadın ve aşk gibi bireysel temalara yer vermiş. Bununla birlikte az da olsa içinde bazı tasavvufi ögeler de görülebiliyor.
unutuldum kurudum / Başıma düşmüş sevda ağı / Bir başıma tenhalarda kahroldum / Sen kim bilir / Rüzgarlı eteklerinle / Kimbilir hangi iklimdesin / Ben sensiz bu sessizlikle / deliler gibiyim / sensiz bu sessizlikte / Ayrılıkla başım belada / Gözlerini çevirme gözlerimden / Yoksa sensiz bu sessizlikte / Kahrolacağım (Anılar Defteri)
Şiirlerinde çok iyi bir tasvir ve imge yapısı farkediliyor. Mesela, Sevmek de Yorulur adlı şiiri çok güzel bir gidiş hikayesi aslında. Sevgilinin uzaklaşması sigara metaforu ve nikotin ilişkisiyle ilişkilendirilmiş. Şair gönlünde iz bırakan bir son ayrılık sigarası gibi. Yine de etrafına tümden ilgisiz değil.
Şiirlerinde çok iyi bir tasvir ve imge yapısı farkediliyor. Mesela, Sevmek de Yorulur adlı şiiri çok güzel bir gidiş hikayesi aslında. Sevgilinin uzaklaşması sigara metaforu ve nikotin ilişkisiyle ilişkilendirilmiş. Şair gönlünde iz bırakan bir son ayrılık sigarası gibi. Yine de etrafına tümden ilgisiz değil.
Zaman dert getirdi sulara / İçinde eski balıkların yattığı kayalar / Savaşan insanların elinde / İnce yontulup taşındı balta mızrak şekline (İşaret Çocukları)
Şairin kitaplarındaki değişen şiir çizgisi, doğal olarak kendi yaşamındaki farklılaşmalara göre şekillenmiş. Örneğin Yedi Güzel Adam adı altında kitabında şairin yeni bir yola girdiği görülüyor. Bu şiirlerinde şair, sanki İşaret Çocukları’nın sıkıntı dolu atmosferinden toplumsal konulara doğru uzanmaktadır.
Ayrı kaldım ağlar inlerim / Dağ kavi, iklim sarp, çarıklar delerim. (Zarif Çoban)
Bununla birlikte her iki dönemde de sanatı birbirine aykırı düşmez. Şair duyarlığını, düzeyini ve özünü koruyarak daha çok toplumsal meseleleri açmaya yönelik eserler üretmeye başlamıştır.
Düşünün / Tohumlar ekilir / Yağmurlar başlar / O zaman filizler bir karış boyu yükselmiştir / Köylü davarlarını alır götürür sürer üstüne / Başak dediğimiz rahmet ondan sonra fışkırır / Esas ondan sonra gövdelenir / Görmezik/ gördürürler / Davarın yedim doydum sandığı / Bir dalgınlık / çünkü benden bir kahramanlık kalacak / çünkü besmeleyle başlandı / çünkü desturla tuttuk ne tuttuksa / çünkü imanla çok şeylere çağrıldık gözümüz / dağlarda kaldı eşya geride kaldı / dünya arkada bırakıldı / bir diş gibi ayrıldık çenemizden / dil çağı kapandı göz bağı koptu / bir tövbe sancağı açıldı bir zevk süreci değil / çünkü bütün o zamanlar toptan kullanılmış oldu (Zahmet Vakti)
Düşünün / Tohumlar ekilir / Yağmurlar başlar / O zaman filizler bir karış boyu yükselmiştir / Köylü davarlarını alır götürür sürer üstüne / Başak dediğimiz rahmet ondan sonra fışkırır / Esas ondan sonra gövdelenir / Görmezik/ gördürürler / Davarın yedim doydum sandığı / Bir dalgınlık / çünkü benden bir kahramanlık kalacak / çünkü besmeleyle başlandı / çünkü desturla tuttuk ne tuttuksa / çünkü imanla çok şeylere çağrıldık gözümüz / dağlarda kaldı eşya geride kaldı / dünya arkada bırakıldı / bir diş gibi ayrıldık çenemizden / dil çağı kapandı göz bağı koptu / bir tövbe sancağı açıldı bir zevk süreci değil / çünkü bütün o zamanlar toptan kullanılmış oldu (Zahmet Vakti)
Nitekim Zarifoğlu, 1973’ten vefatına kadarki şiirlerinde, islami sorumluluk duygusuyla artık dünyadaki konumunu kavramış ve ona teslim olmuştur.
Vefatından sonra Yedi İklim dergisinde yayımlanan “Sultan” şiirinde havf u recâ makamını hatırlatan özel bir duygu yoğunluğu görülüyor. Şair, öncelikle bir kul olarak kendisindeki acziyeti görüyor ve onu adının baş harfleriyle çarpıcı bir şekilde vurgulayabiliyor.
Seçkin bir kimse değilim / ismimin baş harfleri acz tutuyor / Bağışlamanı dilerim (Sultan)
Ona göre Abdurrahman Cahit Zarifoğlu olan isminin baş harfleri (ACZ) bile onun ilahî kudret karşsında ne kadar âciz olduğunu düşündürmeye yetmiştir. Seçkin bir kimse değil, eski günahları dipdiri ve kendisine bahşedilen hayatı boş geçirmiştir. Üstelik yaptığı ibadetler de muhtemelen eksik ve kusurludur.
Hayat bir boş rüyaymış / Geçen ibadetler özürlü / Eski günahlar dipdiri / Seçkin bir kimse değilim / İsmimin baş harflerinde kimliğim / Bağışlanmamı dilerim (Sultan)

Sabah trafik / Çınara kim bakar / Kim geçer dallarından / Bahar mı geliyor / Komşunun balkonunda / Çamaşırlar renk rengarenk (Ağaçlar)
“Kabul” şiirine bakıldığında şairin yepyeni bir ruh hâline girdiğini, artık bambaşka bir hâl üzre olduğunu anlayabiliriz. Önceki görüşleri, davranışları, aldığı tavırlar birer birer değişmektedir. Şair, kötülüklerden arınıp saf hâle gelebilmek, temizlenebilmek için artık daha özenli hareket etmektedir. Yaşamak adlı günlüklerinde şiirin, tıpkı insan gibi “Yaradana doğru gayretine” inandığını yazar.
Eski şairliklerim gitti gözümden / Gayridir başka bir hal kuşanıyorum
“Kabul” şiirinin devamında şairin yaşadığı değişimin sebebi de izah edilmektedir. O, artık göğsünde “bir küçücük derya”, kabına sığmaz bir yoldaş keşfetmiştir.
Göğsümde bir küçücük derya buldum / Kabına sığmaz bir ceylan yoldaşım / Eteğini toplamış bir sevgili düştü kumsala / Ufacık kuru dudaklarında bir hasret sayhası
Hani yunusun deyip de dilimizde türkü olmuş sözleri var ya:
Zarifoğlunun da, böyle dini duyarlılığı olan, sufice bir havaya sahip Yunus tadında şiirleri var. Onlar da öyle ilahi bir formata sahip. Bu yüzden o, belki de çağdaş bir Yunus olarak değerlendirilebilir. Ama kimin umurunda, zira o, artık rahmanî saydığı bir huzura kavuşmak üzeredir.
De Zarif inle. Ta ki huzra vardın / Nice yıl isyan durdun gurbet kaldın (Kabul)
Ancak, uzun yıllar ondan uzak kaldığı için de derin bir pişmanlık içindedir.
Hani yunusun deyip de dilimizde türkü olmuş sözleri var ya:
Beni sorma bana ben ben değilem / Bir ben vardır bende benden içeru / Seni ben severim candan içeru / Yolum vardır bu erkandan içeru / Kesildi takatım dizde derman yok / Bu mezheb imiş dinden içeru / şeriat tarikat yoldur varana / Hakikat marifet andan içeru (Erzurum Yöresi Türküsü)
Zarifoğlunun da, böyle dini duyarlılığı olan, sufice bir havaya sahip Yunus tadında şiirleri var. Onlar da öyle ilahi bir formata sahip. Bu yüzden o, belki de çağdaş bir Yunus olarak değerlendirilebilir. Ama kimin umurunda, zira o, artık rahmanî saydığı bir huzura kavuşmak üzeredir.
De Zarif inle. Ta ki huzra vardın / Nice yıl isyan durdun gurbet kaldın (Kabul)
Ancak, uzun yıllar ondan uzak kaldığı için de derin bir pişmanlık içindedir.
Öyle sofralar gördüm ki / İnsan kasları vardı tabaklarda (Aşka Dair)
Bir taraftan da hem beden hem de kalp halleri konusunda daha dikkatlidir. Üstelik şiir ve şairlik hakkındaki fikirleri de değişmektedir.

Zarif ve hassas ruh hali bu değişimi sancılı yaşar. Hem kendi günahlarından hem de ümmetin günahlarından perişandır. Bu yüzden başı eğik, dili kapalı, gözleri kan çanağı gibidir.
Korkuyorum o nedenle / Başım eğik / Dilim kapalı (Bürde)
Ona göre kâinat içindeki her şey, yeniden asıl mihverine yani Allah’a varmaya çabalamaktadır. Yaradılışın tek amacı budur. Şair, bu sebeple kaleme aldığı şiirlerin hiçbirini kendisine ait görmemektedir. Benliği ise ısrarla şairin kibirlenmesini, büyüklenmesini, sanatçı kaprislerini hatırlatmaktadır. Buna karşı Zarifoğlu, nefsini ıslah etmeyi tek çözüm yolu olarak görür. Zira artık “olmak” heves ve arzusunun onu "yok oluş" a sürükleyeceğinin idraki içindedir.
Korkuyorum o nedenle / Başım eğik / Dilim kapalı (Bürde)
Ona göre kâinat içindeki her şey, yeniden asıl mihverine yani Allah’a varmaya çabalamaktadır. Yaradılışın tek amacı budur. Şair, bu sebeple kaleme aldığı şiirlerin hiçbirini kendisine ait görmemektedir. Benliği ise ısrarla şairin kibirlenmesini, büyüklenmesini, sanatçı kaprislerini hatırlatmaktadır. Buna karşı Zarifoğlu, nefsini ıslah etmeyi tek çözüm yolu olarak görür. Zira artık “olmak” heves ve arzusunun onu "yok oluş" a sürükleyeceğinin idraki içindedir.
Aşkın bin gözlü devasa bir baş imiş / Yur her birini uykularından sohbetin / Dinlen ey Zarif bilatedbir çok söz açtın / Bu kırık akılla ne cürettir yaptığın
Aşkın iki gözüne takılıp kalan nefis, nerden bilecektir onun bin gözlü olduğunu ? Yeni menzillere doğru yol olan şair gönlü, nereden bilecektir aslında bilmeden o güzel sözleri ettiğini ? Tedbirsiz konuşan şair aslında bir çok şeyi de anlamış ve anlatmış olmuyor mu ?
Elim dizlerime Vur Kalk / Müslümanlar uyanın Eller Dizlere Vur Kalk / Yumruklar dizlere vur vur / AMA BEN Ama ben Ama ben Ama ben (Başım Eğik Dilim Kapalı Gözler Kançanağı Anlamında)
Boyuna “Korku gerek, reca gerek” diye haykırmaktadır. Çünkü şair, kuldan korkan ama Yaradan’ı umursamayan Müslümanların artık uyanması gerektiğini düşünmektedir.
Boyuna “Korku gerek, reca gerek” diye haykırmaktadır. Çünkü şair, kuldan korkan ama Yaradan’ı umursamayan Müslümanların artık uyanması gerektiğini düşünmektedir.
Reca / Bohçam boş / Öteberim eksik / Azığım kuru / Canım aç / Yüzüm sana çevrili / Adımım sana / Irmaklarına / Bir lokma suyla geldim, su denmez / Kabul ola affola (Lokomotif)
Nihayet Bürde şiirinin sonraki dizelerinde, yüreğini mürşidine sunar. Artık aklının ve benliğinin yanılsamalarına kapılmayacağı, manevi hakikatlere açık güvenilir bir kapı bulmuştur. Kalbe dayalı bir sonsuzluk dünyasında göz kapanmış, akıl susmuştur. Orada rahatlık ve ferahlık hissiyle tanışır.
Nihayet Bürde şiirinin sonraki dizelerinde, yüreğini mürşidine sunar. Artık aklının ve benliğinin yanılsamalarına kapılmayacağı, manevi hakikatlere açık güvenilir bir kapı bulmuştur. Kalbe dayalı bir sonsuzluk dünyasında göz kapanmış, akıl susmuştur. Orada rahatlık ve ferahlık hissiyle tanışır.
Aha Şeyhefendim Aha yüreğim / Göz kapanır akıl susar susar akıl / İstersen haydi haydi haydi / Yeryüzünün bütün gümbürtülerini çağır (Bürde)
1980’li yıllarda Zarifoğlu’nun hayatına, tasavvufun “zarifâne bir üslupla” gelip yerleştiğini görürüz. O zamana kadar bir “avare böcek” gibi “kayıtsız” yaşamayı seçmiş olan Zarifoğlu’nun, aldığı manevi terbiyeye uyum sağlaması uzun sürmez.
1980’li yıllarda Zarifoğlu’nun hayatına, tasavvufun “zarifâne bir üslupla” gelip yerleştiğini görürüz. O zamana kadar bir “avare böcek” gibi “kayıtsız” yaşamayı seçmiş olan Zarifoğlu’nun, aldığı manevi terbiyeye uyum sağlaması uzun sürmez.
Sevdiğim / Önce kemir bu tel örgüleri gövdemden / Geç derimin altındaki tehlikeleri / Yürek kızgın bir kuma devrilmeden / Yokla beni (Yanma)
Sanatçının ihlaslı davranışları, yakın ilişkilerindeki sıcaklık da açıkça fark edilmektedir.
Evet hatırladım / Küçük basit şeyler / Yetiyor kederlenmeye / Ya mutluluğa (Evet)
Şair, insanları kırmaktan kaçınmakta, muhtaç olan herkesin yardımına koşmaktadır. O herkesi iyiye ve güzelliğe davet eder. Ancak, mazlum müslümanlara el uzatan organizasyonlarda hep başı çektiği halde özenle kenarda durmayı tercih etmektedir.
Zarif duyarlığı ise hiç de karşıdan seyretmez olup biteni. Afganistanda bir genç kızın gözünden düşen yaş, en az Türkiye’de cereyan eden olumsuz hadiseler kadar perişan etmiştir onu.
Hiç kimseden öğrenemezdin / Daha kesin / Gözünün önünde vurulan kardeşinden / Buhara kelimesini / Hiç kimse öğretemezdi sana / Daha kesin ve böyle emin / Ateş altında / Azık getiren kızkardeşinden / Buhara kelimesini / Bir ok işaretidir Buhara / Varılırken ve varılınca / Gösteren / Daha ikibin kilometre ilerisini / Ve buhara ki / Pirlerin / Asırlar önceki kader sürücülerin / İşte bugünleri anlatıp / Kollarına girip avuttukları şehir (Anlatılmış Günler)
Sanatçının yakın dostu Mehmet Akif İnan, bu değişimle ilişkili olarak şu yorumu yapar: "Sanatçı, Müslüman bir yazar olmanın sorumluluğunu omuzlarında hisseder ve neredeyse her alanda eser vermeye gayret eder. Başta Afganistan olmak üzere bütün bir İslam coğrafyası şiirine girer. Onun toplumsal ve politik meselelere olan ilgisi, şiirini asla zayıflatmamakta, aksine ona daha bir dirilik katmaktadır."
Bir dağ nasıl söylerse öyle söyle / Bir dağ nasıl inlerse başla öyle (Özgürlüğe Doğru)
O artık fildişi kulesinden çıkmış; toplumun sorunlarıyla ilgilenen, genç yazar ve şairlere yol gösteren bir “ağabey” kimliğine bürünmüştür. Arkadaşlarıyla birlikte bütün çalışmalarında âdeta bir enerji kaynağı, yahut bir “lokomotif” rolü üstlenmiştir.
Öte yandan yine, teorik konuşmaların yapıldığı ortamlarda asla bulunmamakta, riyakârlıktan, sanatçı kibri ve gösterişinden uzak bir hayat yaşamaktadır. Her yerde görülmekte, herkese yardım etmekte, fakat hiçbir zaman öne çıkmamaktadır.

Öte yandan yine, teorik konuşmaların yapıldığı ortamlarda asla bulunmamakta, riyakârlıktan, sanatçı kibri ve gösterişinden uzak bir hayat yaşamaktadır. Her yerde görülmekte, herkese yardım etmekte, fakat hiçbir zaman öne çıkmamaktadır.
Çünkü / Azık yoldaş olmaz haydi geç toklukları / Az`la doymak yap deş insan zamanlarını / At al at bin at kuşan da ciğerin koş / Davran bre çocuk doyma ilk sulardan / Hehey gözüm hehey gözyaş odsuz kaldın / Nice hançer dürdün sabır balyaladın
Gel ey gönül mülk edinme bu dehri / Eli göçmüş hüsni insana dönersin / Bal deyi sunarlar akıbet zehri / Tacı tahtı bi-mekana dönersin / Verme yine peyi nefsin eline / Salmaz seni Hakk'ın doğru yoluna / Ecel yeli değer ömrüm bağına / Pençe vurmuş aşiyana dönersin / Bu felek oncasın eyledi berbat / Hiç gelip geçenden almadım irşat / Neyidi cihana gelmekte murat / Esiri der la-mekana dönersin (Gel Ey Gönül Mülk Edinme / İbrahim Emici / Malatya
Böylece bu şairler, dile getirdiklerine kültürel bir arka plan oluşturabilmişlerdir. Ancak pek çoğunun geleneksel kültürümüze olumsuz yaklaştığı halde modern iddialı şiirlerinde ondan bir araç olarak yararlandıkları görülür. İşte Cahit Zarifoğlu bu konuda çağdaşlarından oldukça farklıdır. Zira o, tasavvufu bizatihi yaşamış, özümsemiş ve onu beslenilmesi gereken bir ana damar olarak görmüştür.

İşte Cahit Zarifoğlu'nu yedi güzel adamdan birisi yapan budur . Allah rahmet etsin.
[1] Şair ve yazar Abdurrahman Cahit Zarifoğlu, 1940’da Ankara’da doğdu. Babası sebebiyle çocukluğu Siverek, Maraş ve Ankara'da geçti. Edebiyata, Kahramanmaraş Lisesi'nde iken şiir ve kompozisyon yazarak başlamıştı. İstanbul Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Öğrenciliği sırasında çalışmak zorunda kalınca, ilkokullarda öğretmen vekilliği, çeşitli gazete ve haftalık dergilerde musahhih ve teknik sekreterlik, bazı özel şirketlerde tercümanlık, muhasebe yardımcılığı yaptı. Bu dönemde Diriliş Dergisinde çeşitli şiirleri yayımlandı. Sarıkamış'ta başlayan vatani hizmetini 1974 Kıbrıs Barış Harekatı'na katılarak 1975 yılında tamamladı. Dil kurslarına katılmak üzere iki defa Almanya’ya gitti. Bu sırada belli başlı Avrupa ülkelerini ve kültürlerini tanıdı. 1975’de Makine Kimya Endüstrisi Kurumu’nda mütercim olarak çalışmaya başladı. Bu sırada bir grup arkadaşıyla “Mavera” dergisinin kuruluşunda ve yayınında görev aldı. Bu dergide şiirleri, birkaç hikâyesi, senaryo çalışmaları, günlükleri ve 'Okuyucularla' ismini verdiği sohbetleri yayımlanmıştır. Yazı ve şiirlerinde Zarifoğlu, Abdurrahman Cem, Ahmet Sağlam, Vedat Can ve Adem Yaşar müstear isimlerini kullandı. 1976’da TRT Genel Müdür Mütercim Sekreteri görevine atandı. Aynı kurumun değişik ünitelerinde raportör, araştırma görevlisi, uzman ve şef olarak çalıştı. İstanbul Radyosu’nda denetçi olarak görev yaptığı sırada 7 Haziran 1987’de kanser hastalığından vefat etti. Arvasilerden, Seyyid Kasım Arvasi'nin kızı Berat hanımla evlendi ve bu evlilikten üç kız, bir erkek evladı oldu. Nikah şahitliğini Necip Fazıl Kısakürek yapmıştır
[2] Yayınlanmış eserleri: “İşaret Çocukları” (Şiirler, 1967), “Yedi Güzel Adam” (Şiirler, 1973), “İns” (Hikâyeler, 1974), “Menziller” (Şiirler, 1977), “Yaşamak” (Günlükler, 1980), “Serçekuş” (Uzun Hikâye, 1983), “Ağaçkakanlar” (Masal, 1983), “Katıraslan” (Masal, 1983), “Yürek Dede ile Padişah” (Masal, 1984, Türkiye Yazarlar Birliği Çocuk Edebiyatı Ödülü), “Savaş Ritimleri” (Roman, 1985), “Korku ve Yakarış” (Şiirler, 1986), “Bir Değirmendir Bu Dünya” (Denemeler, 1987), “Motorlu Kuş” (Masal, 1987), “Sütçü İmam” (Tiyatro, 1987), “Gülücük” (Şiir, 1989), “Ağaç Okul” (Şiir, 1990).
24 Aralık 2019 Salı 23:00 GEZİ REHBERİ...............................................Avanos'ta bir gün
Avanos'ta bir gün
Ankara Avanos yolu 300 km. 3,5 saatte gidilebiliyor. Avanos'a gitmek isteyenler Ankara, Kırıkkale, Kırşehir, Hacıbektaş, Mucur güzergâhını takip etmeleri gerekiyor.
İsterlerse Konya yolundan Aksaray, Nevşehir yönünden de gidebilirler. Hemen hemen aynı, isteğinize bağlı.
İsterlerse Konya yolundan Aksaray, Nevşehir yönünden de gidebilirler. Hemen hemen aynı, isteğinize bağlı.


Gölbaşından Ankara çevre yoluna çıktık. Havada kuvvetli rüzgâr var. Bir saat içinde Elmadağ üzerinden Kırıkkale’ye ulaşılabiliyor. Şehir girişinde Kırşehir-Kayseri yönünden sağa sapmak gerek.
07.30 da Kırıkkale'nin batısından güney doğuya doğru geçtik. Kırıkkale’de rafineri o sabah saatinde bile ışıklar içinde, adeta bir mücevher gibi ışıldıyor.
Sabah gün ışıyor. Yolumuz bir bozkır içinde kıvrılıp, uzayıp gidiyor. Zaman zaman yol üzerinde küçük yerleşim yerleri görüyoruz. Ankara'dan sonra yaklaşık iki saat içinde de Kırşehir’de olunuyor.
Tam bir Anadolu kenti. Görünen o ki Petlas fabrikası şehir için önemli bir ekmek kapısı olmuş. TOKİ binaları hariç yüksek katlı bina neredeyse yok gibi. Bozkırın tezenesi Neşet ustanın 'Gırşeer'inden geçiyoruz. Doğal olarak onu da anmış olduk.
Tam bir Anadolu kenti. Görünen o ki Petlas fabrikası şehir için önemli bir ekmek kapısı olmuş. TOKİ binaları hariç yüksek katlı bina neredeyse yok gibi. Bozkırın tezenesi Neşet ustanın 'Gırşeer'inden geçiyoruz. Doğal olarak onu da anmış olduk.
Nevşehir’e gidilmeyecekse Hacıbektaş’tan sonra Mucur'dan Avanos yönüne dönmek gerekiyor. Zaten bir süre sonra karşıda bulutlar içinde Kayseri'nin Erciyesi görünüyor. Kar örtüsüyle muhteşem bir manzara. Gülşehir ilçesinden geçerken bölge isimlerindeki kafiye dikkatimi çekiyor. Kırşehir, Nevşehir, Gülşehir…
Avanos'a yaklaşıldıkça Kapadokya coğrafyasına girdiğinizi anlayabiliyorsunuz. Kırmızı renkte bir toprak yapısı ve yolda peri bacası benzeri oluşumlar var. Girişte tuğla fabrikaları görüyoruz.

Aşık Seyrani’nin ‘Kör de bilir yolunu/desti bardak kırığından bellidir’ dizesi adeta Avanos'un sloganı olmuş. Orta ve Kuzey Anadolu’ya hayat veren Kızılırmak’ın killi toprakları bu bölgede tarih boyunca Avanos'a da geçim kaynağı olmuş.
Bilinen tarihi geçmişi MÖ 2 binli yıllara uzanan Avanos’un ilk yerleşimcilerinin Hititler olduğu düşünülüyor. Bu dönemde Zu-winasa ya da Nenassa ismiyle anılıyormuş. Sonraları Venessa, Evranos, Evani, Evenez gibi isimlerle bilinmiş. Zamanında Kapadokya krallığı içerisinde en önemli üçüncü merkez iken talihin cilvesi şimdi oldukça küçük bir ilçe.
Avanos’un Selçuklu ordusu komutanlarından Evranos Bey’den ya da bölgede sıklıkla üretilen 'evani' adı verilen toprak kaptan adını aldığı düşünülüyormuş.
İniş noktamız küçük bir meydan. Sağa dönüp taş köprüden geçerseniz Nevşehir ve Kayseri’ye gidiyorsunuz. Buradan Kayseri 73 kilometreymiş, yani bir saat mesafede. Biz sola dönüp şehir merkezine doğru Kızılırmak boyunca kahvaltı yapabileceğimiz bir yer arıyoruz.
Yolumuzun üstünde solda 'Kapadokya Lezzet sofrası' adında bir lokanta kahvaltı yapabileceğimiz bir yer gibi duruyor. 35 liraya serpme kahvaltı veriyorlar. Bir kahvaltı ve ilave olarak bir melemen bize yetiyor. Çaylar fincanda.
Lokantanın hemen çapraz sağında Avanos'un yeni Camisi var. Caminin sağında Kızılırmak üzerinde diğer kıyıya doğru uzanan bir asma köprü görülüyor.
Cami'nin bulunduğu mahalle Avanos'un merkezi sayılabilecek bir mahalle. Belediye, kamu binaları ve çeşitli alışveriş yerleri var.
Cami'nin bulunduğu mahalle Avanos'un merkezi sayılabilecek bir mahalle. Belediye, kamu binaları ve çeşitli alışveriş yerleri var.
Çarşılar dışardan bakıldığı kadar değil. Aşağıya ve yanlara doğru dehlizler, odalar, mağaralarla dolu. Işıklar yakılınca göz alıcı renkte ve ışıl ışıl bir dünya ile karşılaşıyorsunuz. Bu kadarmış, bitti dediğiniz anda bir başka bölme daha açılıyor önümüze.
Bu noktada çok eskiden yerleşim yeri olarak kullanılmış mağaralar sonradan yapılan evlerin altında kalmışlar. Bu yüzden karşıdan bir şeye benzemese, harabe gibi görünseler de epeysi restore edilip turizme kazandırılmaktaymış.

Dolaştığımız çarşılar daha ziyade hediyelik eşya veya evler için topraktan kap kacak, ya da dekoratif amaçlı el sanatlarıyla dolu.

Kafamızda belli bir şey yok, dolaştıkça gördükçe bazı şeyler 'bizi de, bizi de al!' diyor sanki.
Ben daha çok seramik ve çini işleriyle ilgilendim.


Camiden çıkınca hemen arkasındaki asma köprüye yöneldik.

Köprüye çıktığımda önümüze sarı bir köpek çıktı. Anlaşılan burayı kendine mekân bellemiş. Deneyimli olduğu için de zararsız, yol vermeyi biliyor.7
Selma hanım iki üç adımdan sonra köprü sallanınca korkup geri çıktı.
Ben de onu yalnız bırakıp karşıya geçemedim.
Ben de onu yalnız bırakıp karşıya geçemedim.
Aşağıda ırmağın içinde birçok ördek ve kaz kendilerine atılan ekmek parçalarına uçuşuyorlar.

Biraz bu manzarayı ve çıkardıkları şamatayı izledik, fotoğraf çektim.

Biraz bu manzarayı ve çıkardıkları şamatayı izledik, fotoğraf çektim.
Sabah kahvaltı ettiğimiz mekânda buranın meşhur desti kebabının yapıldığını öğrence sipariş vermiştik.
Vakti geldiğinde kebabımızı yemek için aynı lokantaya gittik. Kebap öncesi ilgi ve ikramları güzeldi.
Çıka çıka desti kebabı diye fincan ya da kupaya benzer küçük bir toprak kap geldi önümüze. Doğrusu shov yaparak açtılar.
Selma hanım biraz uykusuzluktan olsa gerek, biraz da 'Bu da neymiş? Benim tas kebabım daha güzel' der gibi bakıyordu.
Lezzeti güzel, ekmek olarak yanına verdikleri pide ve ikramlarla doyurucuydu.

Bir çorba ve bir desti kebabına 55 lira ödedim, fena değildi.
Lezzeti güzel, ekmek olarak yanına verdikleri pide ve ikramlarla doyurucuydu.

Bir çorba ve bir desti kebabına 55 lira ödedim, fena değildi.
Yemekten sonra bu defa da sola dönüp düz devam ederek meydana kadar yürüyoruz. Eczane, süpermarket, restoran, belediye, çarşı ve hediyelik eşya satıcıları gibi yerlerin çoğunluğu bu mahallede.
Meşhur testi yapan çanak ustası heykeli de bu meydanda. Eski bir çanak çömlek ustası tarafından yapılmış.


Önünde fotoğraf çekindiğimiz heykelin kaidesi Avanos taşından. Kaidenin üzerindeki ve etrafını çevreleyen figürler ise desti yapımında kullanılan Avanos çamurundan yapılmış. En üstte de desti yapan bir usta figürü bulunuyor.
Günümüz şartlarına göre dar bir köprü olsa da Avanos'un can damarı olan bu köprünün ayakları tarihi eser olduğu için fazla restorasyona izin verilmiyormuş.
Kırşehir'i geçtikten sonra artık hava kararmıştı. Kırıkkale'den itibaren de yağmur vardı.
Ama çok şükür saat 20 gibi Gölbaşı'ndaki evimize geldik. Kısa ve yorucu bir gündü ama memnunduk. Kapadokya’ya gitsek Avanos’u böyle göremezdik. Görmemek de eksiklik olurdu doğrusu.
Yüreğimin sesi-II- albümüne 24 Aralık 2021, 12:00 tarihli yeni bir fotoğraf ekledi.
Göklerden bir davet var, icabet günüdür bugün
Camiler dolar taşar, içtima vaktidir bugün
Devlet, sancak, kılıç gölgesinde hutbe irad edilir
Dua ile rabbimle, hemhal olma günüdür bugün
Günlerden bir cuma, göklerden nur yağar bugün
Resulüne selam olsun, müminlere ikramdır bugün
Hayırlar feth, şerler def olsun, ihsan edilenler olalım
Allah selamı, rahmeti, bereketi üzerimize olsun bugün
Ne düşünüyorum -III- albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.
Ellerinde Türk ve Filistin bayrakları, dillerinde 'teröre lanet' sloganlarıyla onbinlerce Ankara'lı bugün hem şehitlerimizi rahmetle anmak hem de insanlıktan çıkmış vahşi İsrail'in katliamına karşı durmak için yürüdü.
Evet, hem 12 şehidimizden hem de Gazze'de katledilen 20 binin üzerindeki kayıplarımızdan yaralıyız. Ama İsrail gibi, onun destekçisi ABD ve işbirlikçileri gibi vicdanımızı ve insanlığımızı yitirmedik. İşte yine Hakkın tarafında, mazlumun yanındayız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder