28 Temmuz 2024 Pazar

28 Temmuz 2024 Pazar TORUNLARIMA MEKTUPLAR...............................ANILAR; 28 Temmuz


242 28 Temmuz 2015 Salı 19:00 ŞİİR VE TÜRKÜ............................Türküler arasında


Türküler arasında
Türküler sevdadır, gurbettir, ayrılıktır. Çoğu zaman ağıttır ölene. Ama, yine de fıkır fıkır kaynatır insanın içini. Sevgisini, sevdiğini değme en usta şairlere taş çıkartırcasına dile getirir. Tıpkı 'Tatlı Dile Güler Yüze' türküsünde [1]olduğu gibi: 

Tatlı dile güler yüze / Doyulur mu doyulur mu / Aşk ile bakışan göze / Doyulur mu doyulur mu

Hem bahara hemi yaza / Yarın ettikleri naza / Yar aşkına çalan saza / Doyulur mu doyulur mu
Garip'im geldik gitmeye / Muhabbetimiz bitmeye / Yar ile sohbet etmeye / Doyulur mu doyulur mu

Yarinden boynuna dolaması için gelen 'beyaz yağlık' için teşekkür etmiş türküsünde. Sevdiğini ceviz dalları arasındaki yaprak gibi tarif etmiş. Pencereden gördüğü kınalı eli bir tomurcuk gülüne benzetmiş. 'Cevizin yaprağı dal arasında' türküsünü [2] bilirsiniz, muhteşemdir. Ama şu şiirin kudretine bir bakınız:

Evlerinin önü zerdali dalı / Pencereden gördüm kınalı eli (o nazlı yari) / Benim sevdiceğim tomurcuk (domurcak) gülü

Sevdası o kadar içten, o kadar derin ki onsuz yemek yiyemez, uyuyamaz olmuş. Anlayın işte aşkı, sevdayı ne kadar güçlü;

Sensiz lokmaları yiyemez oldum (yutamaz oldum) / Sensiz odalara giremez oldum (yatamaz oldum)

Ayrılık acısı zordur. Hele de uzaklarda, gurbette olursa. Bir Afyon türküsünde [3]ozan kendisini 'Yüce Dağ Başında Bir Top Kar İdim' diye anlatmış. Geçmişte kalan sevdasına 'uzaklardan bakan' ve üzerine vuran zaman yağmurları ve güneşiyle eriyip giden bir top kar olarak.

Yüce dağ başında bir top kar idim / Yağmur yağdı güneş vurdu eridim / Evvel yarin sevgilisi ben idim / Şimdi uzaklardan bakan ben oldum

Diyarbakır ağıtlarıyla da türküleriyle [4]de can yakar. Fincanın Etrafının 'yeşil' olması ya da 'sarı' olması bahanedir, yare hep 'zarı zarı ağlayan' gözü yaşlı sitem gönderirler bağrı yanık aşıklar.

Fincanın etrafı sarı aman aman / Ağlarım sızlarım ben zarı zarı / Ağlarım sızlarım ben zarı zarı / Elimden aldılar yari aman aman
Aman kız canım kıöldürdün beni / El ettin göz ettin mahvettin beni

Ayrılık her daim uzayan yollarla, yolculuklarla birlikte anılmıştır türkülerde. Kaf dağında değil karlı dağların ardında tarif edilmiştir gurbetler. Nedense ölümden bile ağır gelmiştir ayrılık acıları. Aynen şu güzel ve dokunaklı Erzincan türküsünde [5]olduğu gibi:

Bu ayrılık bana ölümden beter / Bu ayrılık bize zulüm getirir / Geçti dost kervanı eyleme beni 

Bazen ayrılık terkediliştir, ihanettir. Bu yüzden hem acı bir sitem hem de insanın içini acıtan bir yakarış yansır türkülere. Kızgınlık şikayetle karışmıştır adeta. Duysun diye yakılmıştır yare. "Yiğit yarsız olur mu ?' diye seslenir ardından. Oyun diye bildiğimiz, sevdiğimiz coşkulu Ankara 'Misket' türküsü [6]de böyledir mesela:

Güvercin uçuverdi / Kanadın açıverdi / (Ben yandım anam) / El oğlu değil mi (aman aman) / Sevdi de kaçıverdi
A benim hacı yarim / Başımın tacı yarim / Ellere bana acımaz / Sen bari acı yarim
Güvercinim uyur mu Çağırsam uyanır mı / (Ben yandım anam) / Sen orada ben burda / Buna can dayanır mı
Deniz susuz olur mu / Dibi kumsuz olur mu / Ben müftüye danıştım / Yiğit yarsız olur mu 

Eskiden cep telefonu mu vardı ? Mesaj, e-posta vs. yoktu, mektup yazabilene seyrek rastlanırdı, gider de gelirse tabi. Anadolu türkülerine bakılırsa bir zamanlar 'Turna kuşları' sevda çekenlere, ayrı düşmüşlere postacı gibi gelirmiş herhalde. Gurbette olan da sılada bekleyen de onlara bakıp diyeceğini dermiş demek ki sevdiğine ulaşsın diye. 'Turnalara Tutun Da Gel' çok eski değil. Ama o geleneği devam ettiren hoş, duygulu bir beste. [7]Yine turnalara seslenmiş sevdiğini özleyen:

Uçup gittin buralardan / Canımın canı nerdesin / Uçup gittin buralardan / Gözümün nuru nerdesin
Şimdi hangi yaban elde / Belki dağda esen yelde / Şimdi hangi yaban elde / Belki dağda esen yelde

Asker türküleri de önemli bir yer tutar Anadolu yaylasında. Aradaki dağlara sitem vardır, solan lalelere gönderme yapılır ayrılık acısı. Ölüm kabullenilmiştir de 'ayrılık olmasaydı !' diye feryat eder [8]seven gönüller:

Şu kışlanın kapısına / Mail oldum yapısına / Telli kurban bağlayayım / Asker yarin kapısına
Yüce dağlar olmasaydı / Laleleri solmasaydı / Ölüm Allah'ın emri de / Şu ayrılık olmasaydı

Sevda ayrılığa, ayrılık uzamaya durunca unutmak mukadder. Bunun için de türküler yakılmış. Yakın zamanlara ait 'Unutursun Mihribanım' türküsü [9]de onlardan birisi.  Rahmetli Abdurrahim Karakoç'un muhteşem sözleriyle geride kalanlar adeta teselli ediliyor:

Unutmak kolay mı deme / Unutursun Mihribanım / Oğlun kızın olsun hele / Unutursun Mihribanım
Gün geçer azalır sevgi / Değişir herşeyin rengi / Bugün değil yarın belki / Unutursun Mihribanım
Süt emerdin gündüz gece / Unuttun ya büyüyünce / Bu iş de tıpkı öylece / Unutursun Mihribanı

Söz Abdurrahim Karakoç'tan açılınca onun çok meşhur 'Mihriban' şiirini ve o güzel türküyü hatırlamamak imkansız. Aşk bu kadar mı güzel anlatılır ? Mihriban'a yani sevdiğine sesleniyor besbelli. 'Aşk kağıda yazılmıyor' elbette ama yine de sevdasını şu güzel dizelerle dile getirmekten kendisini alamamış. Türküsü [10]de çok güzel, çok seviliyor. Özellikle de Musa Eroğlu'ndan olanı.

Sarı saçlarını deli gönlüme / Bağlamışlar çözülmüyor Mihriban / Ayrılıktan zor belleme ölümü / Görmeyince sezilmiyor Mihriban
Yar deyince kalem elden düşüyor / Gözlerim görmüyor aklımşaşıyor / Lambada titreyen alev üşüyor / Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban
Tabiplerde ilaç yoktur yarama / Aşk deyince ötesini arama / Her nesnenin bir bitimi var ama / Aşka hudut çizilmiyor Mihriban
Tarife sığmıyor aşkın anlamı / Ancak çeken bilir bu derdi gamı / Bir kördüğüm baştan sona tamamı / Çözemedim çözülmüyor Mihriban 

Şuna inanırım; Geçmişten gelen bir söz, şarkı ya da türkü güzelse, hala seviliyorsa, halkın gönlünde kök salmışsa o ciddiye alınmalıdır. Her birinin mutlaka özel, anlamlı, derin izler taşıyan hikayeleri vardır. Hikayesi ne olursa olsun, aşk her yerde, her yörede, her canda aşk. Ne köy, ne kasaba, ne zengin ne fakir ayırd ediyor. Ne ırk ne de din farklılıkları engel olamıyor ona. Erzurum'un 'Sarı Gelin' türküsü [11]de bunlardan biri işte.

Erzurum çarşı Pazar / İçinde bir kız gezer / Elinde divit kalem / Dertliye derman yazar

Yolu gurbete düşüp, bir gün ayrıldığı sevdiğinin gelin olduğunu öğrenen biri hangi duyguları yaşar sizce ? Hele de arada aşılmayacak engeller varsa.  Çaresizlik isyana, sitem şikayete dönüşür aşık gönlünde. Aynı, 'Yüce Dağ Başında Bir Top Kar İdim' adlı Afyon türküsünde [12]olduğu gibi.

Aşağıdan gelir gelinin göçü / Gelin mi etmişler canımın içi / Beş sene sakladım verdiğin saçı / Belki şu güzelin gönlü olur diye

Aynı duygular bir Diyarbakır türküsünde [13]de görülüyor. Ama, insafsız olana yine de kıyılamamış, kendinde bulmuş  kabahati ozan sevgiliye sitem ederken:

Sarı gülü derende lo / İnsaf senin nerende / Kabahat sende değil lo / Sana gönül verende

Bu şikayet hali uçarı gönülleri kabahatli tutmuş sevdalardan. Mesela 'Urfalıyam ezelden' türküsünde olduğu gibi. Hikayeye göre adına türkü yakılan Ömer çok yakışıklı, yiğit, iyi ata binen, kılıcının sahibi, çok iyi çöğür çalan ve hoyrat okuyan, halay çeken bir gençmiş. Allah her kabiliyeti sanki özellikle ona vermiş. Ömer'siz bir düğün, sıra gecesi düşünülemez olmuş. Ömer'in baş bağlaması da meşhurmuş. Sırmalı puşu bağlar, puşunun kenarlarındaki püsküller tüm çiçek renklerini sanki başında toplamış. Halay çekerken başındaki her gül bir yana düşmekteymiş yüzünde.

Belli ki onu sevenler bu ele avuca sığmaz delikanlıya yanıklıklarını türkülere yansıtmış olmalılar. Sözde ona sitem etmişler, [14]ama asıl şikayet ettikleri kendi gönülleri olmuş zannımca:

Urfalıyam ezelden / Gönül geçmez güzelden / Göynümün gözü çıksın / Sevmez idim ezelden 

Bilsek de bilmesek de her türkünün bir hikayesi vardır elbette. 'Huma Kuşu Yükseklerden Seslenir' türküsü [15]de öyle.

Mustafa ve Gülbahar’ın dillere destan aşklarını bilmeyen yoktur. Sevda çeken bu gençler ailelerinin rızası ile evlenirler. Fakat seferberlik ilan edilmiş ülkedeki tüm gençler askere çağrılmıştır.  Bu ayrılık o günlerde ölüme gitmek gibi bir şey… Belkide bir daha Gülbahar’ını göremeyecektir. Ancak, vatan borcudur, bu kutsal görevden geri kalmak olur mu?  Mustafa da diğerleri gibi sevdasını evde koyar ve ayrılır.

Gülbahar’ın ise iki gözü iki çeşmedir; ama elden ne gelir ?  Mustafa’ nın gidişi de o gidiş olur zaten. Aradan yıllar geçerhiçbir haber gelmez. Öldü mü, kaldı mı bilinmez. Ev halkı da artık Mustafa’ dan umutlarını kesmiştir. Gülbahar her sabah bahçeye çıkar yavuklusunun yoluna bakar uzun uzun. Ama; ne gelen, nede haber vardır.

Gülbahar her geçen gün erir, ağlaya ağlaya göz pınarları kurur adeta. Gelinlerinin bu durumu kaynanasını ve kayınbabasını çok üzmektedir elbette. Kayınbabası Gülbahar’ ın haline o kadar üzülür ki; dayanamaz ve bu ağıtı yakar.

Huma Kuşu yükseklerden seslenir / Yar koynunda bir çift suna beslenir / Sen ağlama kirpiklerin ıslanır / Ben ağlim ki belki gönül uslanır. [16]


Hadi şimdi dayanabilene aşkolsun !

[1] Tatlı dile güler yüze, Kırşehir, Neşet Ertaş
[2] Cevizin yaprağı dal arasında,Dinar
[3] Yüce Dağ Başında Bir Top Kar İdim, Afyon
[4] Celal Güzelses,Diyarbakır
[5] Pir Sultan Abdal, Erzincan
[6] Misket, Ankara
[7] Turnalara Tutun Da Gel, Özhan Eren
[8] Şu Kışlanın Kapısına, Adana
[9] Unutursun Mihribanım, Abdurrahim Karakoç
[10] Mihriban, Abdurrahim Karakoç
[11] Sarı Gelin, Erzurum
[12] Yüce Dağ Başında Bir Top Kar İdim, Afyon
[13] Makaram Sarı Bağlar, Diyarbakır
[14] Urfalıyam ezelden, Urfa
[15] 'Huma Kuşu Yükseklerden Seslenir, Erzurum

[16] Huma kuşu yuvasından havalanan ve çok yükseklerde günlerce uçan bir kuştur. Bu türküde Mustafa Huma kuşuna benzetilmiş, "Yar Koynunda birçift suna beslenir" ifadesi de gelinin iki çocuğuna yanı torunlarına atfedilmiştir.    

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder