
Yilmaz Yalcın, Gazete yazıları albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.
Mehmed
Akif ve Çanakkale
Asım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek / İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek / Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar... / O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar / Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor / Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor! / Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker! / Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy'un yazdığı şiirin 12 Mart 1921 tarihinde TBMM'de yapılan oylama sonucu İstiklal Marşı olarak kabul edilmesinin üzerinden 97 yıl geçti. O gün büyük şairimiz, verilen 500 liralık ödülü "Ben bu şiiri para için yazmadım" diyerek Türk ordusuna bağışlamış, İstiklal Marşı'nı kitabı Safahat'a niçin koydurmadığı sorulduğunda da "O benim değil, milletimindir" cevabını vermişti.
Evet, İstiklal Marşı aynı zamanda muhteşem bir şiirdir. Ancak, büyük şairimizin dediği gibi o artık ilelebet bu topraklarda yaşayan bizlerin, hiç bir ayrım gözetmeksizin hepimizindir.
Mehmet Akif’in böyle bir başka destansı şiiri de "Çanakkale Şehitlerine" yazılmıştır. Bu hafta aynı zamanda 18 Mart Çanakkale deniz zaferimizin de 103. yıl dönümü. Mehmet Akif Çanakkale Savaşlarını görmedi. Ama onun için en muhteşem abideyi binlerce kilometre uzakta yazdığı "Çanakkale Şehitlerine " şiiriyle adeta kalemiyle dikmiştir.
Mehmet Akif Çanakkale savaşının bütün dehşetiyle sürdüğü günlerde vatan için Berlin'deydi. Daha sonra da yine önemli bir görevle Arabistan’a geldi. Çünkü İngilizler Müslüman Arapları da Osmanlıdan ayırmak için fitne peşindeydiler. Akif ise bu kardeşlerimizi birlik ve beraberliğe, düşmanın sinsi oyununa gelmemeye çağırıyordu.
Ancak, Akif’in yüreği daha ilk günden itibaren Çanakkale’deydi…Binlerce kilometre uzakta adeta onunla yatıyor, onunla kalkıyordu. Her sabah ilk iş olarak Askeri Ataşemiz Binbaşı Ömer Lütfü Beye Çanakkale’nin durumunu soruyor, o da her defasında "Akif Bey Allah’tan ümit kesilmez ancak, bu şartlarda Çanakkale’de kazanmamız imkansız" diyordu.
Zaferden sonra Teşkilat-ı Mahsusa Reisi Kuşçubaşı Eşref Bey ile, Anadolu Bağdat Demiryolu hattının son durağı olan El Muazzam istasyonundaydılar. Başkumandan Vekili Enver Paşanın bizzat yazdırdığı Çanakkale Zaferini müjdeleyen “Çanakkale Savaşında ordumuz muzaffer oldu. Düşman mağlup, mahcup ve mecruh (yaralı) olarak çekiliyor...” telgrafı geldiğinde Kuşçubaşı Eşref Beyin boynuna sarıldı ve hıçkıra hıçkıra ağlamağa başladı. Haber bütün yurtta olduğu gibi El Muazzam’da da muazzam bir sevinç yaratmıştı.
Gerisini Kuşçubaşı Eşref Bey anlatıyor: «...Ay, bedir halindeydi…Mehmet Akif, bu güneşi unutturacak kadar parlak çöl gecesinde sabahladı. İstasyon binasının arkasındaki hurmalığın içine çekildi. Sadece hıçkırıklarını duyuyorduk. İçli, derin hıçkırıklar.. İşte Çanakkale'ye layık o büyük destan, bu hıçkırıklar içinde meydana geldi... Sabahleyin, vazifesini tamamlamış fanilerin az kula nasib olan rahatlığıyla yüzüme derin derin baktı: Artık ölebilirim Eşref! dedi. Gözlerim açık gitmez!.”
İşte Mehmet Akif hiç görmediği ‘Çanakkale’nin
zafer destanını böyle binlerce kilometre uzakta, Arabistan’daki El-Muazzama
adlı bir küçük tren istasyonunda yazdı. Ateş püsküren çeliğe karşı iman dolu
göğsünü siper ederek şahadete koşan kınalı kuzuları Çanakkale Şiiri şiirinde
böyle destanlaştırdı.
Çünkü Çanakkale gerçek ve muhteşem bir destandır. Bu destandan yüzlerce ibretlik yaşanmış olay, binlerce kutlu şehadet nakledilmiştir hafızalarımıza. Acılı türküler, kınalı mektuplar, içimize işleyen şiirler kalmıştır geriye. Hangisini okursanız, hangisini dinlerseniz dinleyin mutlaka duygulanırsınız. Her biri, sanki o dehşetli günlerden bu günlere ve geleceğimize yazılmış birer mektup gibi okunurlar.
Ezineli Yahya Çavuş da Çanakkale savaşı sırasında, birliğiyle siper alıp İngiliz çıkarmasını on saat boyunca geciktirmeyi başarmış bir kahramandır. 10. Bölük’ten Yahya çavuş; Galiçya ve Balkan savaşına katılmış, 28 yaşında cesur bir askerdi. Sağ kalan 67 arkadaşıyla siperlerde mevzilenmişti. Burada tarihe geçecek bir direnişle düşmanın çıkarma yapmasına engel olmuş, 3000 düşman askerini sulara gömmüş, Ertuğrul koyu düşman kanıyla kızıla boyanmıştır.
İngiliz Generali, Yahya Çavuş ve askerlerinin yoğun ateşi karşısında, karşılarında bir tümen olduğunu sanmıştı. Türk siperlerinde 62 kahraman şehidin cesedi ile karşılaşınca hayretler içinde kaldılar. Yahya çavuş ise, kopan bacağını tüfeğinin kayışı ile bağlamış, yaralı kalan diğer beş arkadaşıyla birlikte çarpışmaya devam ederek 27 Nisan günü Alçıtepe sırtlarında şahadet şerbetini içmiştir.
Yahya Çavuş anıtı işte bu kahraman askerlerin hâtırasını yaşatmak amacıyla yaptırılmıştır. Eski Çanakkale valilerinden Nail Memik Bey, bu kahramanlık karşısında hem ağlamış, hem de anıta mezar taşı olan aşağıdaki dörtlüğü yazmıştır.
‘Bir kahraman takım ve Yahya Çavuş’tular / Tam üç Alayla burada, gönülden vuruştular / Düşman tümen sanırdı, bu şahlanmış erleri / Allah ‘ı arzu ettiler, akşama kavuştular’
Düşünüyorum da bazen küçük hesaplarımız, bencil ve sorumsuz kavgalarımızla çalkalanıp duruyoruz. Sahip olduğumuz iyi ve güzel ne varsa kıymetini bilmek için illa böyle savaşmak mı gerek ? Kahraman ordumuzun küresel teröre ve yedi düvele karşı savaştığı bugünlerde herkesi biraz düşünmeye ve hissetmeye davet ediyorum.
Birlik beraberliği ve her gün toprağa verdiğimiz onca şehidi anlamak için Çanakkale'den öğreneceğimiz çok şey var. Bakmayı bilenlere, görmek isteyenlere türkü, kürdü, gürcüsü, lazı, arabı, boşnağı orada koyun koyuna yatan şehitlerimiz yeter. Onlar canlarını bu vatan için feda eden inanmış yiğit erlerdi. Zaferi hak etmişlerdi. Allah da ihsan etti. Hepsi bu...
Rabbim milletimizi ve ordumuzu her daim muzaffer kılsın. İstiklal Marşı şairimiz Mehmed Akif’in ve tüm şehitlerimizin ruhu şad olsun...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder