Kazanmayı başarabilecek miyiz ?
Acaba insanlara
konuşmalarında çok sık ve farklı anlamda kullandıkları ‘hayırlı’ kelimesiyle ne
kastettikleri sorulsa nasıl cevap verirlerdi ? Herhalde o insanların günlük
yaşamları ve hayata bakışlarına bağlı olarak çok değişik manalar çıkardı ortaya
Uğurlu, iyi,
güzel, yararı, hayrı olan şey, olay ya da kişileri ‘hayırlı’ olarak
nitelendiririz. Mesela işimizin ‘hayırlı’ olmasını isteriz. Yine dualarımızda
hep ‘hayırlı evlat’ ister, evlatlarımızın hayırlı olmasını dileriz. Yararı,
hayrı olmayan, sevgi ve bağlılığını yitiren, vefasız kişilere de ‘Hayırsız’
deriz.
Genelde iyilik
ve yardım etmesini seven, özelde yoksullara, düşkünlere, yardıma muhtaç
olanlara iyilik ve yardım eden iyiliksever, yardımsever kişilere ‘hayırsever’
deniyor. Bu şekilde ‘Hayır işleyerek’ dine ve insanlığa uygun, iyi
davranışlarda bulunan, böylece çevresine de hayrı dokunan iyilik ve ‘hayır
sahibi’ kişileri ise ardından hayırla anıp/yâd ediyoruz.
Bir şeyden ‘hayır
görmemiş’, artık iyilik, güzellik yarar kalmamışsa ona ‘hayır yok’ nitelemesini
yapar, başkalarına olan etkisini de ‘hayrı olmamak’ la ifade ederiz. Böyle
durumlardan ‘hayır beklemeyiz’, çünkü artık ondan ‘hayır gelmeyeceği’ kanaati
oluşmuştur.
Elbette başa
gelen her şey, mutlaka güzel ve keyif verici değil. Mesela; Ne güzeldi ilk
günler. Sevmiştiniz birbirinizi, hem de ne sevmek. Her şey çok nahif, zarif ve
hoştu. Gözleriniz konuşuyordu yalnızca. Kalbinizse tatlı tatlı çarpıyordu bir
küçük serçe misali. O hayatınızın kadını, bu da canınızın içi sevgili
erkeğinizdi. Hayatım, canım, sevgilim, tatlımdan geçilmiyordu o günler. Adeta
birbirinizin içinde eriyor, tek vücut oluyordunuz. Rüya gibiydi işte.
Zaman akıp
gitti. Çok şeyler değişti. Bir gün baktınız yanınızda yatan yabancıya ve
"bu da kim ?" dediniz hayretle.
Gün başladığında
didişme de başlıyordu. Artık o sizin diş macunu kullanma biçiminizi sevmiyordu,
sizde onun giyim kuşam tarzını. Hele ailesi, arkadaşları aman, aman ! Erkek
konuşmaz olmuştu, kadınsa susmaz. Ev kaynar kazana dönmüş, bir fokurtudur
gidiyordu. Durduk yerde olur olmaz şeyden kavga çıkıyordu. Hatta aşkınızın meyvesi
çocuklarınızı bile düşünmez olmuştunuz. Her şey, her konu tartışılıyordu. Sonra
da bağırmalar, ağlamalar. Hayatınız zindana dönmüştü. Nasıl olmuştu da böyle
olmuştu ?
Mesela, hani evladınız
gözbebeğinizdi. O istemiş siz de vermiştiniz. Hiçbir şeyi eksik değildi. Hata ettiğinde
hoş görmüştünüz. Sesini yükselttiğinde; ‘Bak bak bak ! Büyümüş de bir de kafa
tutuyor’ dediniz güldünüz. Bebeğinize, oğluşunuza kıyamadınız, o dağıttı siz
topladınız. Aman o ders çalışsın, okulu, dersanesi, sınavı var dediniz
elleşmediniz. Günler, aylar hatta yıllar böyle geçti…
Bir gün her şey
için çok geç olduğunu fark ettiniz. Biricik aşkınız, evladınız bir
frankeştayn’a dönüşmüştü. Artık ne konuşabiliyor ne de anlaşabiliyordunuz.
Veremediğiniz, takat getiremediğiniz şeyler için suçlanıyordunuz. Bütün
fedakarlıklarınız, çabalarınız çöpe atılmıştı. Sıra sizdeydi…
Soru şu: Acılarımız
mı bizi olgunlaştırıyor, yaşadığımız güzellikler mi ? Biri olmadan diğerinin
tadı tuzu olur muydu, anlayabilir miydik hayatı acaba ? Peki o hayat hep sevgi
dolu ve güzel geçseydi –belki de öyledir- acaba mutlu olur muyduk ?
Biteviye süren
savaşların, afetlerin, kanunsuzluk ve terör belasının eksik olmadığı bir
dünyada yaşıyoruz. Mutsuzluk, acı, keder ve hayal kırıklıkları günümüz insanı
için yabancı değil.
‘Zaman artık; Hızlı hazırlanan ve yavaş sindirilen
yiyeceklerin, Büyük adamlar ve küçük karakterlerin, Yüksek kârlar ve sığ
ilişkilerin zamanıdır. Günümüz artık; İki maaşın girdiği ama boşanmaların daha
çok olduğu, Daha süslü evler ama dağılmış yuvaların olduğu günlerdir. Bugünler;
Hızlı seyahatler, Kullanılıp atılan çocuk bezleri, Yok edilen ahlakî değerler,
Bir gecelik ilişkiler, Obez bedenler ve Neşelendirmekten sakinleştirmeye hatta
öldürmeye kadar her şeyi yapabilen hapların olduğu günlerdir.’
George Carlin,
sürekli değişen ama bir şeyleri de hoyratça çöpe atan çağımızın bu
‘küçük/Büyük’ hallerini şikayet etmiş kendince. Doğruya doğru demek lazım. Elbette,
herkesten alınabilecek, öğrenilebilecek bir şeyler vardır. Adam öyle bir tablo
çizmiş ki katılmamak mümkün değil.
Bunca çelişki,
dahası ziyanlık; gelişme ve yükselme iddiasındaki çağımız insanı için oldukça
düşündürücü. Hatta dengeyi bozan, boşluğa düşüren, moral yıkan şeyler. İlaveten
günümüzün kan/zulüm, acı/şehvet, refah/gözyaşı dünyası düşünüldüğünde şayet
elinizden bir tutan olmazsa doğrusu yeniden toparlanmanız da zor.
Bunun için iman
ve ilahi mesaj var işte. Yaradan yarattığını biliyor, onu boşlukta bırakmamış.
Öyleyse bütün bu ‘küçük/Büyük şeyleri’ bilmek kadar, hatta ondan daha önce;
hayatın esasını, manasını, nerden gelip nereye gittiğini bilip anlayabilmeye de
mutlak ihtiyaç var. Her defasında yeniden yeniden anlamaya ve bilmeye. Aksi
halde sel gibi akan zaman ve mekan denizinde bir saman çöpü durumuna
düşülebilir.
İnançlarımız
başımıza ne gelirse gelsin neticesinin hayırlı olacağına inanarak/dileyerek direnmeyi
kolaylaştırıyor. Zira mademki her hayır ve şer Allah'tan; o halde Allah'tan
gelenden hayır ummak, hayır dilemek ve hayır beklemek gerek. Musibetlere, şerre
direnmek, istikamet üzere olmakta sabretmek, isyan üzere değil hamd ve şükür
üzere yaşamak en doğrusu. Belki başımıza
gelenler bize bir ikazdır, derstir, sınavdır, yani hayra da dönüşebilir. Herhalde
bu yüzden ‘vaki olanda hayır vardır’ buyurulmuş.
Asıl soru şu:
Acaba aklımız ve bedenimiz mi, yoksa göremediğimiz şeyler mi belirliyor tüm bu
inişli çıkışlı medcezir hallerimizi. Gönül bağımız var mı mutlak gerçeğe ? Şayet
bir sınavsa ömrümüz; tüm gelgitlere rağmen başarabilecek miyiz acaba kazanmayı
?
Bence aklı olan hayr’a yani sağlam olan ipe tutunsun
Biraz da gülümseyelim albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder