17 Ocak 2024 Çarşamba

18 Ocak 2024 Perşembe ; TORUNLARIMA MEKTUPLAR.....................ANILAR; 18 Ocak

 



Kazanmayı başarabilecek miyiz ? 

Acaba insanlara konuşmalarında çok sık ve farklı anlamda kullandıkları ‘hayırlı’ kelimesiyle ne kastettikleri sorulsa nasıl cevap verirlerdi ? Herhalde o insanların günlük yaşamları ve hayata bakışlarına bağlı olarak çok değişik manalar çıkardı ortaya 

Uğurlu, iyi, güzel, yararı, hayrı olan şey, olay ya da kişileri ‘hayırlı’ olarak nitelendiririz. Mesela işimizin ‘hayırlı’ olmasını isteriz. Yine dualarımızda hep ‘hayırlı evlat’ ister, evlatlarımızın hayırlı olmasını dileriz. Yararı, hayrı olmayan, sevgi ve bağlılığını yitiren, vefasız kişilere de ‘Hayırsız’ deriz. 

Genelde iyilik ve yardım etmesini seven, özelde yoksullara, düşkünlere, yardıma muhtaç olanlara iyilik ve yardım eden iyiliksever, yardımsever kişilere ‘hayırsever’ deniyor. Bu şekilde ‘Hayır işleyerek’ dine ve insanlığa uygun, iyi davranışlarda bulunan, böylece çevresine de hayrı dokunan iyilik ve ‘hayır sahibi’ kişileri ise ardından hayırla anıp/yâd ediyoruz. 

Bir şeyden ‘hayır görmemiş’, artık iyilik, güzellik yarar kalmamışsa ona ‘hayır yok’ nitelemesini yapar, başkalarına olan etkisini de ‘hayrı olmamak’ la ifade ederiz. Böyle durumlardan ‘hayır beklemeyiz’, çünkü artık ondan ‘hayır gelmeyeceği’ kanaati oluşmuştur. 

Elbette başa gelen her şey, mutlaka güzel ve keyif verici değil. Mesela; Ne güzeldi ilk günler. Sevmiştiniz birbirinizi, hem de ne sevmek. Her şey çok nahif, zarif ve hoştu. Gözleriniz konuşuyordu yalnızca. Kalbinizse tatlı tatlı çarpıyordu bir küçük serçe misali. O hayatınızın kadını, bu da canınızın içi sevgili erkeğinizdi. Hayatım, canım, sevgilim, tatlımdan geçilmiyordu o günler. Adeta birbirinizin içinde eriyor, tek vücut oluyordunuz. Rüya gibiydi işte. 

Zaman akıp gitti. Çok şeyler değişti. Bir gün baktınız yanınızda yatan yabancıya ve "bu da kim ?" dediniz hayretle. 

Gün başladığında didişme de başlıyordu. Artık o sizin diş macunu kullanma biçiminizi sevmiyordu, sizde onun giyim kuşam tarzını. Hele ailesi, arkadaşları aman, aman ! Erkek konuşmaz olmuştu, kadınsa susmaz. Ev kaynar kazana dönmüş, bir fokurtudur gidiyordu. Durduk yerde olur olmaz şeyden kavga çıkıyordu. Hatta aşkınızın meyvesi çocuklarınızı bile düşünmez olmuştunuz. Her şey, her konu tartışılıyordu. Sonra da bağırmalar, ağlamalar. Hayatınız zindana dönmüştü. Nasıl olmuştu da böyle olmuştu ? 

Mesela, hani evladınız gözbebeğinizdi. O istemiş siz de vermiştiniz. Hiçbir şeyi eksik değildi. Hata ettiğinde hoş görmüştünüz. Sesini yükselttiğinde; ‘Bak bak bak ! Büyümüş de bir de kafa tutuyor’ dediniz güldünüz. Bebeğinize, oğluşunuza kıyamadınız, o dağıttı siz topladınız. Aman o ders çalışsın, okulu, dersanesi, sınavı var dediniz elleşmediniz. Günler, aylar hatta yıllar böyle geçti… 

Bir gün her şey için çok geç olduğunu fark ettiniz. Biricik aşkınız, evladınız bir frankeştayn’a dönüşmüştü. Artık ne konuşabiliyor ne de anlaşabiliyordunuz. Veremediğiniz, takat getiremediğiniz şeyler için suçlanıyordunuz. Bütün fedakarlıklarınız, çabalarınız çöpe atılmıştı. Sıra sizdeydi… 

Soru şu: Acılarımız mı bizi olgunlaştırıyor, yaşadığımız güzellikler mi ? Biri olmadan diğerinin tadı tuzu olur muydu, anlayabilir miydik hayatı acaba ? Peki o hayat hep sevgi dolu ve güzel geçseydi –belki de öyledir- acaba mutlu olur muyduk ?

Biteviye süren savaşların, afetlerin, kanunsuzluk ve terör belasının eksik olmadığı bir dünyada yaşıyoruz. Mutsuzluk, acı, keder ve hayal kırıklıkları günümüz insanı için yabancı değil. 

‘Zaman artık; Hızlı hazırlanan ve yavaş sindirilen yiyeceklerin, Büyük adamlar ve küçük karakterlerin, Yüksek kârlar ve sığ ilişkilerin zamanıdır. Günümüz artık; İki maaşın girdiği ama boşanmaların daha çok olduğu, Daha süslü evler ama dağılmış yuvaların olduğu günlerdir. Bugünler; Hızlı seyahatler, Kullanılıp atılan çocuk bezleri, Yok edilen ahlakî değerler, Bir gecelik ilişkiler, Obez bedenler ve Neşelendirmekten sakinleştirmeye hatta öldürmeye kadar her şeyi yapabilen hapların olduğu günlerdir.’ 

George Carlin, sürekli değişen ama bir şeyleri de hoyratça çöpe atan çağımızın bu ‘küçük/Büyük’ hallerini şikayet etmiş kendince. Doğruya doğru demek lazım. Elbette, herkesten alınabilecek, öğrenilebilecek bir şeyler vardır. Adam öyle bir tablo çizmiş ki katılmamak mümkün değil. 

Bunca çelişki, dahası ziyanlık; gelişme ve yükselme iddiasındaki çağımız insanı için oldukça düşündürücü. Hatta dengeyi bozan, boşluğa düşüren, moral yıkan şeyler. İlaveten günümüzün kan/zulüm, acı/şehvet, refah/gözyaşı dünyası düşünüldüğünde şayet elinizden bir tutan olmazsa doğrusu yeniden toparlanmanız da zor. 

Bunun için iman ve ilahi mesaj var işte. Yaradan yarattığını biliyor, onu boşlukta bırakmamış. Öyleyse bütün bu ‘küçük/Büyük şeyleri’ bilmek kadar, hatta ondan daha önce; hayatın esasını, manasını, nerden gelip nereye gittiğini bilip anlayabilmeye de mutlak ihtiyaç var. Her defasında yeniden yeniden anlamaya ve bilmeye. Aksi halde sel gibi akan zaman ve mekan denizinde bir saman çöpü durumuna düşülebilir. 

İnançlarımız başımıza ne gelirse gelsin neticesinin hayırlı olacağına inanarak/dileyerek direnmeyi kolaylaştırıyor. Zira mademki her hayır ve şer Allah'tan; o halde Allah'tan gelenden hayır ummak, hayır dilemek ve hayır beklemek gerek. Musibetlere, şerre direnmek, istikamet üzere olmakta sabretmek, isyan üzere değil hamd ve şükür üzere  yaşamak en doğrusu. Belki başımıza gelenler bize bir ikazdır, derstir, sınavdır, yani hayra da dönüşebilir. Herhalde bu yüzden ‘vaki olanda hayır vardır’ buyurulmuş. 

Asıl soru şu: Acaba aklımız ve bedenimiz mi, yoksa göremediğimiz şeyler mi belirliyor tüm bu inişli çıkışlı medcezir hallerimizi. Gönül bağımız var mı mutlak gerçeğe ? Şayet bir sınavsa ömrümüz; tüm gelgitlere rağmen başarabilecek miyiz acaba kazanmayı ?

Bence aklı olan hayr’a yani sağlam olan ipe tutunsun



Biraz da gülümseyelim
 albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.


Çocukken delikanlı bir büyüğümle ara sıra değirmene giderdik. Buğday çuvalı enlemesine eşeğin çıplak sırtına yüklenir. Beni de üzerine oturturlardı.

Benim ele avuca gelmez yaramazlıklarımdan mı , yoksa ısrarlı ağlamalarımdan mı bilinmez değirmene gidilecekse ben de olurdum mutlaka.
Büyüğüm dediysem halamoğlu da ya onbeş yaşında ya onyedi. Önümüzde arkamızda bizim gibi eşekleriyle değirmene giden, ya da dönen insanlar. Keçi yolu gibi bir patikadan, orman içinden döne kıvrıla sonunda sancak deresine ulaşırdık.
Değirmen suyun daraldığı loş, serin, yüksek ağaçlı, kayalık bir yerdeydi.
O kendine has gürültüsünü hatırlıyorum; fışkıran suyun ve deli gibi dönen değirmen taşlarının.
Yükümüzü indirir diğer gelenlerle birlikte sıramızı beklerdik. Bu arada azık torbası çıkar; ekmek, peynir, domates artık Allah ne verdiyse yenirdi hep beraber.
Sanırım deredeki balıklar da ilgimi çekerdi ama en çok o koca taşların nasıl olup ta öyle fır fır döndüğünü merak ederdim. Değirmencinin una bulanmış kaşlarını ve değirmenin kokusunu hala unutamam.
Benim hayal meyal hatırladığım, ama rahmetli halamoğlunun anlatırken her seferinde kendisini gülmekten alamadığı bir anım daha var bu yolculuklardan.
Unu yükleyip, yine ben üstünde o yaya giderken nasıl olduysa eşek ürkmüş çuval bir tarafa ben bir tarafa düşmüşüm.
Neyse ki bir şey olmamış. Patika kenarında bir taşın üstüne oturmuşum. Bu arada o eşeği zapt etmeye çalışıyor. Bense başım ellerimin arasında, düşen un çuvalını yeniden yüklemeye uğraşan Mesut abime şöyle diyormuşum:
"Olmadı ki, hiç bişey olmadı ki, bak başım burda !"
Onun halini bir düşünün. Bir taraftan kan ter içinde kalmış uğraşıyor, öbür yanda başına gelene mi kızsın, bana mı gülsün.

Görsel düşünceler II
 albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.


ELHÂN - I ŞİTÂ
(Kış Ezgileri)
Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş,
(Bir beyaz titreyiş, bir dumanlı uçuş,)
Eşini gaib eyliyen bir kuş
(Eşini kaybeden bir kuş)
Gibi kar
(Gibi kar)
Geçen eyyâm-ı nev-baharı arar..
(Geçen ilkbahar günlerini arar…)
Ey kulûbün sürûd-i şeydâsı,
(Ey kalplerin divane şarkısı)
Ey kebûterlerin neşideleri,
(Ey güvercinlerin (şiir) ilahileri,)
O baharın bu işte ferdâsı
(O baharın işte yarını bu:)
Kapladı bir derin sükûta yeri
(Kapladı derin bir sessizliğe yeri)
Karlar
(Karlar)
Ki hamûşâne dem-be-dem ağlar.
(Ki sessizce sürekli ağlarlar.)
Ey uçarken düşüp ölen kelebek
(Ey uçarken düşüp ölen kelebek,)
Bir beyaz rîşe-i cenâh-ı melek
(Bir beyaz melek kanadının beyaz tüyü)
Gibi kar
(Gibi kar)
Seni solgun hadîkalarda arar.
(Seni solgun bahçelerde arar;)
Sen açarken çiçekler üstünde
(Sen açarken çiçekler üstünde)
Ufacık çiçekli bir yelpâze,
(Ufacık bir çiçekli yelpaze gibi,)
Nâ'şın üstünde şimdi, ey mürde
(Cansız bedenin üstünde şimdi ey ölü)
Başladı parça parça pervâza
(Başladı parça parça uçmaya)
Karlar
(Karlar)
Ki semâdan düşer düşer ağlar.
(Ki gökyüzünden düşer düşer, ağlar!)
Uçtunuz gittiniz siz ey kuşlar;
(Uçtunuz, gittiniz siz ey kuşlar!)
Küçücük, ser-sefîd baykuşlar
(Küçücük, beyaz başlı baykuşlar)
Gibi kar
(Gibi kar)
Sizi dallarda, lânelerde arar.
(Sizi dallarda, yuvalarda arar.)
Gittiniz, gittiniz siz ey mürgân,
(Gittiniz, gittiniz ey kuşlar!)
Şimdi boş kaldı ser-te-ser yuvalar;
(Şimdi boş kaldı baştan başa yuvalar;)
Yuvalarda -yetîm-i bî-efgân -
(Yuvalarda -feryatsız yetim gibi!-)
Son kalan mâi tüyleri kovalar
(Son kalan mavi tüyleri kovalar)
Karlar
(Karlar)
Ki havada uçar uçar ağlar.
(Ki havada uçar uçar, ağlar!)
Destinde ey semâ-yı şitâ tûde tûdedir
(Ey kış göğü, elinde yığın yığındır)
Berk-i semen, cenâh-ı kebûter, sehâb-ı ter..
(Yasemin yaprağı, güvercin kanadı, ıslak bulut.)
Dök ey semâ -revân-ı tabiat gunûdedir-
(Dök ey gökyüzü -doğanın canlılığı uykudadır-)
Hâk-i siyâhın üstüne sâfî şükûfeler!
(Siyah toprağın üstüne katışıksız çiçekler!)
Her şahsâr şimdi -ne yaprak, ne bir çiçek! -
(Her ağaçlık yer şimdi -ne yaprak, ne bir çiçek! -)
Bir tûde-i zılâl i siyeh-reng ü nâ-ümid..
(Bir gölge yığını ve siyah renkli ve ümitsiz)
Ey dest-i âsmân-ı şitâ, durma, durma, çek.
(Ey kış göğünün eli, durma, durma, çek.)
Her şâhsârın üstüne bir sütre-i sefîd!
(Her ağaçlığın üstüne bir beyaz örtü!)
Göklerden emeller gibi rizan oluyor kar
(Göklerden emeller gibi dökülüyor kar)
Her sûda hayâlim gibi pûyân oluyor kar
(Her mutlu hayalim gibi koşarak düşüyor kar)
Bir bâd-ı hamûşun Per-i sâfında uyuklar
(Sessiz bir rüzgar tüylü bir kanatta uyuklar)
Tarzında durur bir aralık sonra uçarlar,
(Yolunda durur bir aralık sonra uçarlar,)
Soldan sağa, sağdan sola lerzân ü girîzân,
(Soldan sağa, sağdan sola titreyerek ve kaçışarak)
Gâh uçmada tüyler gibi, gâh olmada rîzân
(Bazen uçmada tüyler gibi, bazen dökülmede)
Karlar.. Bütün elhânı mezâmîr-i sükûtun,
(Karlar, sessizliğin dualarının bütün nağmeleri)
Karlar.. Bütün ezhârı riyâz-ı melekûtun.
(Karlar, ruhların bahçelerinin çiçekleri)
Dök kâk-i siyâh üstüne, ey dest-i semâ dök.
(Dök siyah toprak üstüne, ey göğün eli dök.)
Ey dest-i semâ, dest-i kerem, dest-i şitâ dök:
(Ey göğün eli, izzetin eli, kışın eli, dök:)
Ezhâr-ı bahârın yerine berf-i sefîdi;
(Bahar çiçekleri yerine beyaz kar)
Elhân-ı tuyûrun yerine samt-ı ümîdi!...
(Kuşların nağmeleri yerine ümidin suskunluğunu!...)
Cenap Şahabettin

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder