210 09 Ocak 2015 Cuma 18:00 İŞ DOKTORU...................................Başarmak kazanmak mıdır ?
Başarmak kazanmak mıdır ?
Albenili sunuluyor ve sektörde ticari bir ürün olarak alınıp satılabiliyor. Ama aslında sadece eğitim sistemimize ya da iş yaşamımıza değil iliklerimize kadar bize nüfuz eden bir yarış bu. Öldürmüyor, insanlık değerlerimizi kemirip tüketiyor. Geriye kalan hırs, tamah ve sonu gelmez bir doymazlık.
Bundan yedi sene önce çalıştığım kurum sınavla aldığı iki kariyer uzmanını benim birimimde görevlendirmişti. Yazılı sınavda 100 almışlardı ve geleceği olan pırıl pırıl çocuklardı. Sevindik, işimiz oldukça yoğundu ve uzmanlık gerektiriyordu. Onları benimsedik, elimizde dağarcığımızda ne varsa paylaşıyorduk. Biliyorduk ki hangi fakülteyi bitirmiş olurlarsa olsunlar yapılan işi öğrenmeleri lazımdı. Bu da yoğun bir hizmet içi eğitim ve bol deneyim gerektiriyordu.
Baktım, sorun hayli derin, üst yönetici yardımcısına çıktım. Kendisi yasama birimlerinden sorumluydu. Bu gençler strateji, mali hizmetler biriminde yetiştirilmek üzere bana verilmişlerdi. Doğal olarak biz de geleceğe yönelik kendileriyle ilgileniyorduk.
Konu anlaşılmıştı. Demek sınav sonucu "başarı" için yeterliydi. Değerlendirme için iş ortamındaki deneyim ve verimlilik değil, alınan diploma, sınav notu ve etiket belirleyici olacaktı. Gerisi önemli değildi, öyle mi ?
Ahmet Şerif İzgören'i bilirsiniz. Bir dönem kendisiyle dostluğum, iş arkadaşlığım oldu. "Avucunuzdaki Kelebek" adında çok güzel bir kitabı vardır. Başarı dahil herşeyin insanın çabasına bağlı olduğunu anlatır. Size oradan bir hikaye:
Hoca gülümsemiş: ‘Evladım senin zaferinin üç sırrı vardı: Birincisi, aklına bir hedef koydun. İkincisi, en zor hareketlerden birini mükemmel öğrendin. Üçüncüsü de senin bu öğrendiğin ve yaptığın harekete karşı bir tek savunma hamlesi vardı, o da; hareketi yapanın, yani senin sol kolunu tutmak !”
Ayrıca bu sonuç belki bir sonraki yarışmaya katılmayı sağlayabilir ama öğrenmeyi, çalışmayı ve formda kalmayı bırakan yarı yolda kalır. Basit kural: düşmemek için bisikletin pedallarını çevirmeniz gerekir.
"Deneyime, çalışmaya gerek yok. Diploman, sınav notun yeter. Ondan sonra ensenin üzerine yan gelip yatabilirsin. Lazımsa etrafına bak, yükseklere çıkmış birilerini mutlaka görebilirsin. Öyleyse kolayı var; model al, kopyala onları. Zaten bu vahşi yarışta hiçbir kural yok. Sadece sen varsın. Önüne çıkanı devir geç. İşte böyle düşün, çık ve başar !"
Hz. İbrahim ateşe atılacak. Küçük karınca ağzına aldığı bir damla suyla yola çıkmış. Onu görenlerden biri alay ederek bağırmış: ‘Ne o, nemrutun ateşini sen mi söndüreceksin ?’ Karıncanın cevabı müthiş: ‘Benim elimden gelen bu. Gücüm yetmese bile, bunun için gayret edemem mi ? Rabbim, kimin yanında olduğumu bilir’…
Başarı sadece hedeflerden, rekamlardan ibarettir. Hayatın anlamı, tadı, tuzu, lezzeti ise "kazanmak" tan geçiyor. O halde suyu taşımaya devam etmek gerek. Kaldı ki başaramadığı halde kazanan insan yok mu sizce ? "Galiptir bu yolda mağlup" sözü boşuna söylenmiş olamaz. Bir düşünün bakalım.
Gazete yazıları II albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.
Kolay
gelsin
Mahalli seçimler yaklaştı. Artık üç aydan daha az zaman
var. Gerek ittifakların, gerekse partilerin adayları bir bir açıklanıyor.
Kuşkusuz aday adaylığından adaylığa geçenler seviniyorlardır. Aday adaylığında
kalanlarsa belki üzülüyor ya da durumlarına mazeret arıyor olabilirler. Bence bunlara
hiç gerek yok. Kültürümüzde altın gibi güzel bir söz var: “Hayırlı olsun.” Çok
şeyleri ifade eden adeta her derde şifa ilaç gibi bir cümlecik. Onlar da
vazifelerini yaptılar neticede. Çıkıp “Ben de varım” diyebildikleri,
demokrasiyi renklendirdikleri için kendilerine teşekkür etmeliyiz. Bir bakıma
büyük bir yükten de kurtulmuş oldular. Zira adayların maraton koşusu şimdi
başlıyor. Onların talip oldukları ‘Millet emanetini’ kazanmaya ve o ‘Gömleği
giymeye’ hazırlanmaları gerek. Bahtları ve yolları açık olsun.
Stratejik yaklaşım, onlara kampanya sürecinde ve
gelecekte işlerine yarayabilecek bir teknik. Geleceğe yönelik amaç ve
hedeflerin belirlenmesi ve bu hedeflere ulaşmak üzere yapılması gerekenlerin ortaya
konulmasında etkili bir araç. Bilimsel
olarak; organizasyonların hem kendi durumlarını
hem de dış çevre yapısını, hizmet alıcılarının istek ve beklentilerinin
belirlenmesini ve analiz edilmesini öngören, buradan elde edilecek sonuçlara
göre strateji ve aksiyon planları oluşturulmasını sağlayan önemli bir araç olarak
tanımlanıyor.
Lügat anlamına bakılırsa stratejik yönetim; bir amaca
ulaşmak için eylem birliği sağlama ve düzenleme sanatı oluyor. Eskiden daha çok
askeri terminolojide kullanılan strateji sözcüğü, zaman içinde yönetim alanında
da kullanılır olmuş. Özellikle de 2006’da uygulamaya giren 5018 sayılı kanun bu
kavrama kamusal alanda yasal bir zemin sağlamış durumda. Yönetim alanında
kısaca, amaca ulaşmak için izlenecek yol olarak ifade ediliyor.
Daha basit bir ifadeyle bu tarz bir yönetim yaklaşımı,
adayların ve kampanyaların/başkanların ve belediyelerin; ‘Neredeyiz? Nereye
ulaşmak istiyoruz? Ulaşmak istediğimiz noktaya nasıl gideriz? Başarımızı nasıl
değerlendiririz ?’ şeklinde ifade edilebilecek dört temel soruya cevap arama
süreci olacaktır. Böylece, bulunulan nokta ile ulaşılmak istenen hâl arasındaki
en kısa ve sağlıklı yol tarif edilebilir. Hiç şüphesiz bu tarz bir yaklaşım
ayrıca, kuruluşun amaçlarını, hedeflerini ve bunlara ulaşmayı mümkün kılacak
strateji ve yöntemleri de belirlemesini gerektirir. Günlük değil geleceğe dönük
bir bakış açısı demektir.
Adayların ister kampanya çalışmaları için, isterse
seçilip başkan olduklarında ‘Ne yapacağım, nasıl yapacağım, nerede yapacağım,
niçin ve kim için yapacağım ?’
sorularının cevabını da bu teknikle netleştirmeleri mümkün. Şayet böyle bir
niyetleri olursa da öncelikle içinde oldukları şartları gözden geçirip ‘Güçlü
ve zayıf’ yanlarını ortaya çıkararak işe başlayabilirler. Bu değerlendirme
onlara hangi güçlü yanlara dayanıp, hangi zayıf yanlarını güçlendirerek yola
devam edebileceklerini gösterecektir.
İşin başında konuşmaya değil de daha fazla dinlemeye
vakit ayrılırsa insanlardan çok sayıda katkı alabildiklerini göreceklerdir.
Şunu unutmamalı ki fikri alınan insan yanınızda olmaya, size destek vermeye en
yakın kişi adayıdır. Bu arada süreç ilerledikçe sahip olunan ve olmaya devam
etmeniz gereken ‘değerler’ üzerinde de düşünme fırsatınız olur. Bunlar size
‘ilkeler’ olarak geri dönecek ve zihninizde netleşmiş olacaktır. Bu kazanım sürece
devam ederseniz ‘nasıl bir vizyon ?’ sorusunun da cevabını verir. Şimdi
elinizde mevcut durumunu gözden geçirmiş, değerlerini ve ilkelerini
netleştirmiş, vizyonunu belirlemiş güçlü bir başlangıç noktası var. İkinci
aşamaya geçebilirsiniz.
Elbette yola çıkan insanın görevinin ne olduğu ve ne
yapmak istediği hakkında bir fikri olmalıdır. Şimdi kafanızda ve kalbinizde
bölük pörçük yer tutan bu düşünceleri kaleme almanın tam sırası. Yazın ! Yazmak
konuşmaktan daha gerçekçi ve yararlıdır. Göreceksiniz ki kafanızdan geçenler ve
kalbinizde olanlar önemli ama eksiktir. Hiç sorun değil, eksikler edindiğiniz
tecrübe sayesinde telafi edilebilir. Biraz üzerinde düşünerek, birkaç temize
çekmeyle ‘misyonunuzu’ sabitleyebilirsiniz. Artık görevinizin ne olduğunu net
olarak ortaya koymuş bulunuyorsunuz. Peki güçlü ve zayıf yönlerinizi bilen,
değerlerini ve ilkelerini netleştirmiş, misyonu belli, vizyonu sahibi biri
olarak ‘Amacınız nedir, ne yapmak istiyorsunuz ?’
Hz. İbrahim ateşe atılacak. Küçük karınca ağzına aldığı
bir damla suyla yola çıkmış. Onu görenlerden biri alay ederek bağırmış: ‘Ne o,
nemrutun ateşini sen mi söndüreceksin ?’ Karıncanın cevabı müthiş: “Benim
elimden gelen bu. Gücüm yetmese bile, bunun için gayret edemem mi ? Rabbim,
kimin yanında olduğumu bilir…”
Yerine getirilemeyecek kadar abartılı amaçlara gerek yok. Mevcut durum, değer ve temel ilkelerden hareketle geleceğe
dair bir vizyon oluşturdunuz ya. Hani misyonunuz da sizin ayağınızın yere
basmasını sağlıyor ve görevinizi hatırlatıyor ya. İşte oturup bu misyon ve vizyona
uygun amaçlar ile bunlara ulaşmayı mümkün kılacak hedef ve stratejiler belirleyeceksiniz
şimdi de kendinize.
Evet kazanacaksınız ! Ama nasıl ? Burası çok önemli. Kafanızdaki
insan odaklı bir başarı modeli mi, yoksa para ile ya da rakamla ölçülebilen
başarıların mı peşindesiniz ? Zaten zor anlarda yeterince güçtür mücadele
etmek. İyi günde de kötü günde de bitmeyen bir enerji ve azim gerektirir.
Üstelik kazanmak, engel atlama koşusunda rakiplerinizi birer birer aşıp
herkesten önce bitiş çizisine varmak da değildir. Belki başarıdır, bir sonuç
almışsınızdır nihayetinde. Ancak unutmayın ki bu başarının arkasında yıllar
süren bir dava mücadelesi, insanların fikri-teri-duası, kazanmaya dair onca inanç
ve deneyim vardır. Ayrıca bu sonuç belki bir sonraki aşamaya geçmeyi
sağlayabilir ama öğrenmeyi, çalışmayı ve formda kalmayı bırakan yarı yolda
kalır. Basit kural: ‘düşmemek için bisikletin pedallarını çevirmeniz gerekir.’
Başarı sadece hedeflerden, rakamlardan ibaret değildir.
Hayatın anlamı, tadı, tuzu, lezzeti gerçekten ‘kazanabilmek’ ten geçiyor. O
halde suyu taşımaya devam etmek gerek. Kaldı ki başaramadığı halde kazanan
insan yok mu ? "Galiptir bu yolda mağlup" sözü boşuna söylenmiş olamaz.
Lazımsa etrafına bak, yükseklere çıkmış birilerini mutlaka görebilirsin.
Öyleyse kolayı var; “Model al, kopyala
onları. Zaten bu vahşi yarışta hiçbir kural yok. Sadece sen varsın. Önüne çıkanı devir geç. İşte böyle düşün, çık
ve başar !" Böyle mi yani ?
Bir düşünün bakalım. Gerçek kazanç bu mudur, yoksa doğru
bir amaç uğruna harcanan alın terinde midir ? Hormonlu, tatsız tuzsuz iri
şeyler mi yemek istersiniz; organik, yaralı bereli ama lezzetli meyveler mi ?
Etrafınızdaki herkesi, her şeyi kırıp dökerek, belki insanlara omuz atıp çelme
takarak ilerleyebilirsiniz. Hatta onların üstüne basa basa yükselebilirsiniz
de. Geçerli kültürde bunun adına başarı da denilebilir. Ancak kazanmak bu
değildir. Belki kazanmak, başarının içi dolu dolu olanı, değerlerinizi
yitirmeden elde edilenidir. Sağlıklı, değerli ve kalıcı olan, arkanızda iz
bırakan şey sadece budur.
Şunu kabullenmeliyiz: Türkiye’nin Yönetim sistemi değişmiştir bunu unutmayalım. Bakınız eskiden belediye başkanları, milletvekili ve bakan olabilmek için yüksek performans gösterir o makamlara talip olur seçilir gelirlerdi. Bugün millevekilleri belediye başkanı olmak istiyor. Bu durum ülkenin bir kazanımıdır elbette. Ancak önemli olan ‘Gül yetiştirmeye talipli kaç kişi var etrafımızda ?’ İyi kopyalama, iyi sunum yapıp köşe başlarını tutanlar ‘bizim çocuklar’ olabiliyor ama nedense bizim gibi görmüyor, bizim gibi bakmıyorlar. O zaman da Ali Veli, Veli Ali oluyor değişimin adı bu mu yani? Yıllar boyu patinaj yapmanın, zaman ve kaynak kaybetmenin maliyeti çok büyüktür. Çünkü telafisi olmaz. Yeniye açık olmak, geleceğe odaklanmak iyidir ama, nereden gelindiğini, nerede bulunduğunu ve nereye varacağını bilmek de en az o kadar değerlidir.
Göreceli albümüne yeni bir fotoğraf ekledi.
10 Ocak 2021 20:30 Pazar CORONA GÜNLERİ....................................Corona labirentinde
Corona gelgitleri
Ay ve Güneş’in çekim gücü nedeniyle okyanuslarda meydana gelen yükselme ve alçalmalara gel-git deniyor. Ay Güneş’e göre daha yakın olduğu için onun dünya üstündeki çekim gücü daha fazla. İşte bu sebeple suyun yükselmesine med (gel), alçalmasına ise cezir (git) denilmekte. Bu olay, her gün iki defa kabarma, iki defa çekilme şeklinde gerçekleşiyormuş.
Corona günlerindeki kabarma ve alçalmaları da ben bu gel-git olayına benzetiyorum. Bir yıldır dünya bunu yaşıyor. Dünya denizi öyle bir çalkantı içinde ki, insan rüzgara bakıyor ilk önce. Ama havada bir rüzgâr da yok. Peki o zaman bu dalgalanmanın sebebi ne? Kabarıyorsa neden, düşüyorsa neden?
İster istemez Eskimoların bir sözünü hatırlıyor insan: “Rüzgârsız havada dönen fırıldağın mutlaka bir üfleyeni vardır!” Normal şartlarda olmaması gereken bir olayın, nedeni belli olmayan şartlarda oluşmasıyla ilgili bir söz. Sonuçta pek adil gelmese de.
Denizin üzerine baktığınızda o çalkantıyı görebilirsiniz. Vaka sayıları, ölenler, iyileşenler, tedavi görenler hep o denizin görünen yüzü. Normal şartlarda rüzgârla ilgili bir durum. Fakat medcezir ya da gel-git dediğimiz şeyin sebebi çok daha farklı. İnsanlığı derinden etkileyen; kalp krizleri, kanser ve zatürre gibi sebebi bilinen ölümcül hastalıklar o görünen yüze benziyor. Onların tedavisi, ameliyatı, ilacı da belli.
Ancak Coronavirüsünün ne sebebi, ne şifası biliniyor. Nasıl bir medcezir ki asıl gücü, kaynağını, sonumuzu bilmiyoruz. Çalkantılı denizde düşmemek için sıkı sıkı bir yerlere tutunmak, dışarı çıkmamak ve ıslanmamak için kendini koruyan denizciler gibiyiz. Temizlik-Maske ve Mesafe başından beri hala tek güvenli tedbir.
Corona medcezirleri
Corona günlerinin 305’ncisindeyiz. Hayat zaten kolay değil, üstüne üstlük hiç bilmediğimiz bir hastalık bir yıldır bizi beşik gibi sallıyor. Her gün akşam Corona güncel tablolarından meteroloji raporu gibi günlük durumları izliyoruz.
Bir dönem geliyor artışlarla bizim de yüreğimiz kalkıyor. Aşka bir dönem tepelerde askıda kalıyoruz. Bazen de “bu iş bitiyor galiba” diyerekten içimiz umutla doluyor.
Özellikle son aylarda çok fazla yanımızdan, yöremizden, uzağımızdan vefat haberleri duyduk. Cenazelerine gidemedik. Bol bol taziye mesajları yazdık, telefonlarla baş sağlığı diledik. Nişanları, düğünleri olanların sevincine ortak olamadık. Nişan, düğün hayalleri olan gençlerin omuzlarının yıkılışını, gözlerinin bulutlanışını izledik. Sosyal medya kutlamalara da, üzüntülere de aracılık etti. Hastalananlara geçmiş olsun dedik, çocuğu torunu olanlara göz aydınlığı diledik.
Kuşkusuz yaşanan acılar da sevinçler de hayatın bir gerçeği. Bir saniye sonra ne olacağını, hangi haberi alacağımızı bilemiyoruz. Corona günleri adeta medcezir iniş çıkışları gibi hayatımızı çalkalayıp durdu. Elbet kötü günleri de kabullenebiliyoruz, ama direnç de içimizde saklı. Öncelikle hasta olmamaya, kendimizi ve ailemizi korumaya çalıştık. Yapmak istediğimiz pek çok şeyi yapmadık, yapamadık ama hiç umulmadık sürprizler de eksik olmadı değil hayatımızda. Hepsinden de çok şeyler öğrendik, öğreniyoruz.
Kendi kendimizi izolasyon çevremizdekilerle yüz yüze bağ kurmayı sınırladı. Komşularımızdan bile kaçar olduk. 2020 yılı elimizin altından kaydı gitti. Hayat çok kısa, bir yılı azımsamamak lazım. Ama Corona günlerinde hayatın önümüzden geçip gitmesine şahit olduk işte. Daha da bu halin ne kadar süreceği belli değil.
Çalışanlar kendilerini işlerine tam olarak veremedi. Hanımlar eve hapsolan hayatın ağırlığı altında ezildiler. Evlilikler, arkadaşlıklar hatta kariyer planları hepsi bir imtihana tabi oldu neredeyse. Arkadaşlarımızla birlikte olamadık. Terapi gibi olan çay kahve muhabbetlerini edemedik, hedef ve hayallerimizi paylaşamadık.
Bütün doktorlar yaşamak için huzurlu bir hayat, sağlıklı beslenme ve spor yapmayı tavsiye ediyor. Ama itiraf etmeli ki bunları yapamadık. Rutinlerimiz 100 metrekare evin içinde kayboldu gitti. Belki corona olmadık ama neredeyse hepimiz depresyon hastası olduk. Fiziksel olarak iyi olma halinin sağlık demek olmadığını anladık yaşayarak. Kendimize, etrafımıza “iyisin, iyiyim” demek yetmiyormuş. Depresyon için ilaç gerektiğini de böylece öğrenmiş olduk.
Torunlarımızı büyüttük bu dönemde. Çocuklarımızla ilgilendik hiç olmadığı kadar. Onların da bize yakın olmalarından mutlu olduk. Bir araya gelemediklerimizle hep birlikte olmayı ne kadar da özledik değil mi? Gitmek istediğimiz yerlere gidebilmeyi, alış veriş edebilmeyi. Haftada bir dışarıda yemek yiyebilmeyi.
Bu arada sürprizler de yaşamadık değil. Memleketten uzun zamandır beklediğimiz bazı haberler aldık. Yıllardır görüşmediğimiz, görüşemediğimiz akrabalarla bol bol görüntülü görüştük. Hatta hakkında hiç bilgimiz olmayan akrabalarımızla da böyle sanal ortamlarda tanıştık. Fotoğraflar aldık, fotoğraflarımızı gönderdik bilsinler, bilelim diye.
İkiz torun haberi sevinçlerimizi üçe beşe katladı. Öbür küçük torunların “dede, nenne, dayı, teyze, amca, abi” demeleri ise adeta yağlarımızı eritti. Yürümeleriyle havalara uçtuk, sarılıp öpmeleriyle kendimizden geçtik. Büyük oğlumuzun son üç kitabı 2020 yılı içinde çıktı. Bense sadece geçtiğimiz yıl içinde 400’e yakın yazı yazdım.
Corona medcezirine rağmen hamd olsun canımız sağ. Ayaktayız, yaşıyoruz. Her koyu karanlığın bir şafağı var. Sabahı olmayan bir gece, baharı olmayan bir kış yok. Rabbim daha kötüsünden muhafaza eylesin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder