El-Hasîb/Salavat
Bugün Corona günlerinin
380.ncisi, üç ayların da 43.ncüsü. Aynı zamanda Ramazan ayını müjdeleyen Berat
kandili. Bu geceye eriştiren Rabbimize sonsuz hamd ü senalar olsun. Hayırlı
olsun akşamımız, kutlu olsun gecemiz.
Allah cümle ümmet-i Muhammedin ibadetini ve dualarını kabul etsin.
Artık Şaban ayını yarılamış
bulunuyoruz. 15 gün sonra inşallah hep birlikte Ramazana merhaba diyeceğiz. Bu
arada üç aylar boyunca her gün bir “esma”yı anarak ve
namazda okunan sure, dua ve zikirleri öğrenerek bu manevi süreci
değerlendirmeye devam ediyorum.
Sırada Esma ül Hüsna’nın
kırküçüncüsü “El-Hasîb’' var. Yine selam ile namazdan çıktıktan,
istiğfar edip allahümme entesselam duasından sonra söylediğimiz “salavat" ile ilerliyoruz.
EL-HASÎB: الحسيب
Sözlükte “saymak, hesap etmek” anlamına gelen husbân (hisâb) masdarından
sıfat olup “her şeyi saymışçasına bilen, hesaba çeken” demekmiş. Hasîb, ayrıca “asaletli ve
şerefli olmak” anlamındaki haseb masdarıyla bağlantılı olarak “yüce ve şerefli”
mânasına geldiği gibi if‘âl babındaki kullanılışından hareketle “yeten, kâfi
gelen” anlamında da kabul edilebiliyor. Arap dili âlimi Zeccâc, Allah’ın hasîb
ismine “kullarına yeten” mânasını verdikten sonra kelimenin “mahsûb” (lutuf ve
ihsanları sürekli olarak hesap edilen) anlamına da gelebileceğini söylemiş. [1] İbn
Manzûr da, “Allah her şeyin hesabını arayandır” (en-Nisâ 4/86) meâlindeki âyeti
örnek göstererek hasîb ismine “her şeyi yeterince bilen, koruyan, ceza veya
mükâfat olarak karşılığını veren” şeklinde anlam vermiş.[2]
Husbân kavramı Kur’ân-ı Kerîm’in otuz yedi âyetinde Allah’a izâfe edilmiş.
Bunlardan yirmi yedi âyette fiil veya isim kalıbında olup “hesaba çekmek”
mânasında. Yedisi mütekellim, gāib veya muhatap zamirlerine muzaf olmuş hasb
isminden, üçü de hasîb kelimesinden ibaret olup “yetmek, kâfi gelmek” anlamında
kullanılmış.[3]
İbnü’l-Cevzî, Kur’an’da çokça zikredilen hisâb kelimesinin Allah’a nisbet
edildiği âyetlerde “kâfi gelmek, hesaba çekmek, amelinin karşılığını vermek”
anlamlarına geldiğini söylemiş. [4]
Kifâyet mânası ifade eden hasb
kelimesi, inkârcıların ve münafıkların İslâm dini ile mensupları aleyhine sinsi
faaliyetlerine karşı Hz. Peygamber’in ve müminlerin mânevî güçlerini
korumalarını, ümitlerini yitirmemelerini ve Allah’ın kendilerini savunup
koruyacağı şuurunu zinde tutmalarını tavsiye eden âyetler içinde yer alıyor.
Bir âyette de (et-Talâk
65/2-3) eşler arasında anlaşmazlık ortaya çıktığında tarafların, özellikle
erkek tarafının âdilâne ve insanî duygularla davranması emredilmekte ve
Allah’ın kendisine tevekkül eden kimseye yeteceği belirtilmekte.
Hasîb isminin yer aldığı üç
âyetin birinde (en-Nisâ 4/6), yetim mallarını elinde bulunduranların dürüst
davranmalarının gerektiği anlatıldıktan sonra her şeyi en küçük ayrıntılarına
varıncaya kadar bilen Allah’ın bütün davranışların hesabını soracağı ifade
edilmekte.
Diğer âyette (en-Nisâ 4/86)
görgü kurallarından selâmlaşma konusu üzerinde durulmakta ve bir kimseye
verilen selâmın samimi bir ilgiyle cevaplandırılması gerektiği vurgulanmakta,
ardından da Allah’ın her şeyin hesabını soracağı bildirilmekte. Fahreddin
er-Râzî’nin de işaret ettiği gibi her iki âyette yer alan hasîb ismi hem hesap
soran hem de kendine kâfi gelen mânalarını taşımakta. [5]
Üçüncü âyette ise (el-Ahzâb
33/39) başta peygamberler olmak üzere ilâhî emirleri insanlara tebliğ edenlerin
Allah’tan başka kimseden korkmadıkları, zira Cenâb-ı Hakk’ın herkese kâfi
geldiği belirtilmekte. Bu âyetteki hasîb isminde “yeten, kâfi gelen” mânası
galip.[6]
Husbân masdarından türeyen çeşitli kelimeler sözlük anlamları ile muhtelif
hadislerde de kullanılmış (bk. Wensinck, el-Muʿcem, “ḥsb” md.). Hasîb ismi,
Kütüb-i Sitte içinde doksan dokuz ismi ihtiva eden esmâ-i hüsnâ listesine yer
veren muhaddislerden Tirmizî rivayetinde yer almışken (“Daʿavât”, 82) İbn
Mâce’de mevcut değil. [7]
'O' herkesin hayatı boyunca yaptıklarının hesabını
bütün teferruatıyla bilen, mahlukatına kafi olan, kullarının hesabını en güzel
şekilde ve çabuk şekilde gören, kullarını hesaba çeken, kullarının yaptıklarını
muhasebeye tabi tutan, amellerinin karşılığını verme hususunda kafi olan,
kullarının hesabını en iyi gören, en ince teferratuna kadar bilen
hesaplayan" demek.
Salevat kısaca, “Allahümme salli ala Muhammed ve ala âli Muhammed” diye söyleniyor. "Allâh'ım, Efendimiz Muhammed'e, salatu selam eyle" anlamına geliyor.
Sözlükte “dua, tâzim, rahmet”
gibi anlamlara gelen salât ile (çoğulu salavât) “esenlik” mânasındaki selâm
kelimelerinden oluşan salât ü selâm, “aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm” veya
“sallallāhü aleyhi ve sellem” şeklindeki dua cümlelerinin yerine daha çok
Osmanlı Türkçesi’nde kullanılmış.
Böyle
dua etmeye “salavat getirme”, Arapça’da ise “tasliye” deniyor. Bu duadan söz
edilirken “salvele” kısaltması kullanılıyor. [8]
Kâşgarlı Mahmud salavat karşılığı olarak alkış (övgü) kelimesine yer vermekte
(DİA, II, 470).
Bir âyette, “Allah ve melekleri peygambere salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona
salât edin ve onu tam bir teslimiyetle selâmlayın” buyuruluyor
(el-Ahzâb 33/56; ayrıca bk. el-Bakara 2/157; et-Tevbe 9/99, 103; el-Ahzâb
33/43). Müfessirler, bu âyette Allah’ın peygambere salâtının ona rahmet etmesi
ve onu melekleri katında övmesi, meleklerin salâtının peygamber için istiğfarda
bulunmaları ve müminlerin salâtının Allah’tan peygamberin kendi katındaki
makamını yüceltmesi için dua etmeleri anlamına geldiğini ifade etmişler.
Âyetin
ikinci kısmında geçen “tam bir teslimiyetle selâmlama” ifadesi ise ya
-namazların son ka‘desinde okunan Tahiyyat duasında olduğu gibi- belli selâm
kelimelerini kullanarak Hz. Peygamber’in mânevî şahsiyetini selâmlama ya da
onun emirlerine tam anlamıyla boyun eğme şeklinde anlaşılmış. Bir mecliste
Resûl-i Ekrem’in adı ilk anıldığında veya bir metinde ilk yazıldığında
salâtüselâmda bulunmanın âyetteki emri yerine getirmek için yeterli sayılacağı
kabul edilmiş.
Hz. Peygamber’e salâtüselâm
getirmekle ilgili hadislerden birinin meâli şöyle: “Kıyamet günü insanların bana en yakını bana en çok salavat okuyanıdır”.
[9]
Resûl-i Ekrem, kendisine nasıl salât okuyacaklarını soran bazı sahâbîlere
namazlarda okunan “Salli ve Bârik duaları”, “salât-ı tâmme” ya da içinde Hz.
İbrâhim’in adı geçtiğinden “salât-ı İbrâhîmiyye” diye bilinen duayı okumalarını
tavsiye etmiş.
Şâfiîler
ayrıca salavatı hutbenin rükünleri arasında sayıyor. Konuyla ilgili
rivayetlerde Resûl-i Ekrem’e salavat getirmenin başka şekillerinden de söz
edilmiş (Fîrûzâbâdî, s. 140-159). Namazların dışında Resûlullah’ın adı
anılınca, yazılınca, ezan dinlerken, cuma günü, mescide girince, cenaze
namazında vb. vesilelerle, ayrıca yazışmalarda ve kitap hâtimelerinde Hz.
Peygamber’e salâtüselâmda bulunmak müstehap sayılmış (Kādî İyâz, II, 67-70).
Bazı
âyet ve hadislerden hareketle Hz. Muhammed’den başka diğer peygamberlere de
salâtüselâmda bulunulması tavsiye edilmiş. Ehl-i beyt’e veya sahâbeye Resûl-i
Ekrem’e salâtüselâmın devamında ve ona tâbi olarak salâtta bulunmak câiz
olmakla birlikte onlar için müstakil şekilde salât ifadesi kullanılması
genellikle uygun görülmemiş.[10]
Hz. Peygamber’in ismi
yazıldığında salavat getirilmesini teşvik eden hadislerin de etkisiyle yazılı
metinlerde bu tür dua cümlelerine ve bu cümlelere ait kısaltmalara yer verilmekte. Bu
bağlamda salavat için Türkçe’de “Sallallâhu
aleyhi ve sellem" karşılığı “s.a.v.” veya “Aleyhissalati vesselam” karşılığı “a.s.” gibi kısaltmalar kullanılıyor.
Ayrıca namazda Ettehiyyatüden sonra okunan Salli Barikler de en güzel birer salavat niteliğinde.
[1] (Tefsîru
esmâʾillâhi’l-ḥüsnâ, s. 49)
[2] (Lisânü’l-ʿArab,
“ḥsb” md.)
[3] (bk. M.
F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ḥsb” md.)
[4] (Nüzhetü’l-aʿyün,
s. 250-251; ayrıca bk. HİSÂB)
[5] (Mefâtîḥu’l-ġayb,
IX, 200; X, 222)
[6] (Taberî,
XXII, 12; Beyzâvî, III, 385)
[7] Kaynak
<https://islamansiklopedisi.org.tr/hasib>
[8] (Râgıb
el-İsfahânî, el-Müfredât, “ṣlv” md.; İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 155-156;
Fîrûzâbâdî, s. 6-7)
[9] (Tirmizî,
“Vitir”, 21; başka örnekler için bk. Wensinck, el-Muʿcem, “ṣlv” md.)
[10] Kaynak
<https://islamansiklopedisi.org.tr/salatu-selam>