13 Nisan 2021 Salı

13 Nisan 2021 11:00 Salı CORONA GÜNLERİ.......................................El-Hamîd/Nahl suresi 90.ncı ayet-El-Muhsî/Namazda dua

El-Hamîd/Nahl suresi 90.ncı ayet

Bugün üç ayların 59.ncusu, yarın ramazan. Corona günlerinin de 396.ncısındayız. Şaban ayı da bitti inşallah Ramazan boyunca da her gün bir esmayı anarak ve namazda okunan sure, dua ve zikirleri öğrenerek bu manevi süreci değerlendirmeye devam ediyorum.

Sırada Esma ül Hüsnanın ellidokuzuncusu “El-Hamîd' var. Yine Cuma vakti minberde II.nci Hutbe sonunda minberden inmeden önce okunan "Nahl suresinin 90.ncı ayeti" ile ilerliyoruz.

EL-HAMÎD: الحميد Hamîd kelimesi “iyilik, güzellik ve erdemlilikle niteleyip övmek” anlamındaki hamd masdarından sıfat olup “övülen, övgüye lâyık bulunan”, ayrıca “öven” mânalarına geliyormuş.

Âlimlerin çoğu, esmâ-i hüsnâdan biri olarak hamîdin ilk anlamına öncelik vermiş. Ebû Mansûr el-Mâtürîdî, Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân’ının bir yerinde hamîdi “kendisine hiçbir yerginin yönelmediği varlık”, bir başka yerinde de “dıştan bir sebep olmaksızın zâtıyla övgüye lâyık bulunan” diye tanımlamış; O’nun dışındaki herkes yine kendisinin lutfu ile övülmeye hak kazanır. Mâtürîdî kelimenin “öven” mânasına da gelebileceğini söylemiş. Şöyle ki: Allah insanların güzel fiil ve davranışlarını över ve kendilerini mükâfatlandırır. Aslında kulları bu fiillere muvaffak kılan yine kendisidir. [1]

Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî ise hamîde “sıfatlarında ve fiillerinde övülen” (mahmûd) anlamını vermiş.[2] Hamîd ismine “öven” mânası verildiği takdirde Allah’ın bizzat kendisini övmesi de kelimenin muhtevası içinde düşünülebilir. Nitekim birçok âyette hamd Allah’ın zâtına izâfe edilmiş. Bunun insanlara hamdetmeyi öğretme amacını taşıdığı kabul ediliyor.

Kur’ân-ı Kerîm’de hamd kavramı altmış bir yerde Allah’a nisbet edilmekte olup bunların on yedisini hamîd ismi oluşturmakta.[3] Hamd bir âyette lafza-i celâl yerine tek başına ve “övgüye lâyık olanın (Allah’ın) yolu” (sırâtü’l-hamîd) şeklinde yer almış (el-Hac 22/24). On âyette “her şeyden müstağni ve her şey kendisine muhtaç” anlamındaki ganî, üç âyette “yenilmeyen yegâne galip” mânasındaki azîz, bir âyette “şanlı, şerefli” mânasındaki mecîd, bir âyette “bütün emirleri ve işleri yerli yerinde olan” anlamındaki hakîm, bir âyette de “yardımcı ve dost” anlamındaki velî ismiyle birlikte kullanılmış.

Doksan dokuz esmâ-i hüsnâ içinde yer alan bu isimler, zât-ı ilâhiyyenin övülmeye lâyık olduğunu belirten hamîdin içerdiği övgü yönlerinden bazılarını ifade etmekte ve onu pekiştirmekte.

Hamîd, doksan dokuz ismi ihtiva eden Tirmizî hadisinde yer almakla birlikte (“Daʿavât”, 82) İbn Mâce’de yok. Namazda selâm vermeden önce okunan Salli ve Bârik dualarının her biri “hamîdün mecîd” isimleriyle sona ermekte. Bu salâtüselâm metinleri Kütüb-i Sitte’den başka Ahmed b. Hanbel’in el-Müsned’i, Dârimî’nin Sünen’i ve İmam Mâlik’in el-Muvaṭṭaʾı gibi ana hadis kitaplarında da yer almakta. [4] [5]

'O' her bakımdan övgüye layık, bütün hamdler gerçekte yalnız kendisine ait olan, bütün varlığın diliyle övülen, minnete, övülmeye, eksiksiz övgülere, hamde tek lâyık olan, gerçek dost ve yardımcı, her an ancak O’na hamd edilen tek yüce varlık" demek.

NAHL SURESİ 90.NCI AYETİ:  بِالْعَدْلِ  يَأْمُرُ  اللّٰهَ اِنَّ  Hatip II.Hutbe sonundaki dua bittikten sonra tekrar 7. basamağa çıkar, içinden euzü-besmele çekerek sesli olarak ve makamla Nahl Sûresinin 90. ayetini okur:

عِبَادَ اللَّهِ

 إِتَّقُوا اللَّهَ وَ اَطِيعُوهُ

 اَعُوذُ بِاللَّهِ مِـنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيــمِ* بِسْــــمِ اللَّهِ الرَّحْمَـنِ الرَّحِيـمِ*


"İnn
âllahe ye'mürü bi'l - ‘adli ve'l - ihsâni ve itâi zil-kurba ve yenhâ ‘anil - fahşai ve'l - münkeri ve'l - bağy. Ye‘ızuküm le‘alleküm tezekkerûn"(Nahl/90)

üphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayasızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor."[6]

“Muhakkak ki Allah adaleti, ihsanı, akrabaya karşı cömert olmayı emreder; hayâsızlığı, kötülüğü ve zorbalığı yasaklar. İşte Allah, aklınızı başınıza alasınız diye size böyle öğüt veriyor."[7]

"Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği ve yakınları görüp gözetmeyi emreder; aşırılığı, kötülüğü ve azgınlığı da yasaklar; düşünesiniz diye size öğüt veriri." [8]

Böylece hutbeyi tamamlayan hatip, minberden inerken bu defa ayeti gizli olarak okur. “Şüphesiz Allah, adaleti, iyiliği ve akrabaya bakmayı emreder. Çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt verir.” Aşağıya inmeye başladığı anda da müezzin kamet etmeye başlar.

Kameti takiben farz olan cuma namazına başlanır.


[1] (Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân, vr. 789a)

[2] (İbn Fûrek, s. 54)

[3] (bk. M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ḥmd” md.)

[4] (bk. Wensinck, el-Muʿcem, “ḥamd” md.).

[5] Kaynak <https://islamansiklopedisi.org.tr/hamid>

[8] Beyânu’l-Hak, Prof.Dr.Zeki Duman, 2.cilt sayfa 384

El-Muhsî/Namazda dua

Bugün üç ayların 60.ncısı, artık ramazana girdik. Yine bir Kur'an ayı, oruç ayı, arınma ve yenilenme ayı ramazana ulaştık. 

İyiliklerin çoğaldığı, kötülüklerin bağlandığı gufran ve rahmet ayı hoş geldin. 

Daralan, kuruyan gönüllerimize can suyu olmak için bahar coşkusu gibi doldun dünyamıza. Çürüyen, paslanan ruhumuza yeniden dirilme fırsatı vermek için doğuverdin şafağımıza. 

Ne mutlu özleyenlere, gözü aydın yolunu gözleyenlere. Kadrini, kıymetini bileceklere ne mutlu. Elhamdülillah.

Aynı zamanda Corona günlerinin de 397.ncisindeyiz. Yükselen salgın ateşinin tam ortasındayız. Onca dalgayı göğüsledik, ne çok kabarmayı geride bıraktık şu son bir yılda. Ama artık tedbirlerimize ilave olarak bir de aşı silahımız var çok şükür. Sabretmek direnmek demektir. Rehavet yok direnmeye devam. Artık çoğu gitti azı kaldı. Ramazan ayı bu açıdan da ilaç gibi gelecek. Bugün yeni tedbirler açıklanacak. İnşallah hayırlı olur; "bu da geldi geçti yahu!" diyeceğiz güzel yarınlarda.

Önce tedbir, sebebe tevessül sonra da dua! Bu yüzden son bölümde kalan ramazan boyunca her gün bir esmayı anarak ve namazda okuduğumuz, söylediğimiz dua ve niyazları öğrenerek bu manevi süreci değerlendirmeye devam edeceğim.

Sırada Esma ül Hüsnanın altmışıncısı “El-Muhsî' var. Yine her namazın sonunda ellerimizi kaldırıp yaradanımıza yöneldiğimiz "Namazda dua" bahsi ile ilerliyoruz.

EL-MUHSÎ: المحسي Sözlükte “saymak, miktarını bilmek; ezberleyip kavramak” anlamındaki ihsâ masdarından sıfat olan muhsî kelimesi “sayıp ayrıntılarıyla tesbit eden” demekmiş. Allah’a nisbet edildiğinde “gizli âşikâr her şeyi tek tek ve bütün ayrıntılarıyla bilen” mânasına geliyor. [1] İbnü’l-Cevzî, ihsâ kavramının yer aldığı metinlerin bağlamından hareketle kelimenin Kur’an’da şu beş anlamda kullanıldığını söylemiş: “Zaptedip belirlemek, yazıp kaydetmek, güç yetirmek, saymak, bilmek”. [2]

İhsâ kavramı on bir âyette yer almakta, bunların beşinde mâzi sîgasıyla zât-ı ilâhiyyeye izâfe edilmekte. Bu âyetlerde geçen ihsâ kavramının ilgi alanının var olan her yaratık (kâinat), insanlar ve onların iyi yahut kötü davranışlarından ibaret olduğu anlaşılmakta.[3]

Mâtürîdî, insanların ortaya koyduğu bütün amelleri Allah’ın tek tek tesbit ettiğini bildiren âyette (el-Mücâdile 58/6) ihsanın bir tehdit ve uyarı içerdiğini söylemiş. [4] İhsâ kavramı “bilmek” (ilim) mânasına alındığı takdirde Kur’ân-ı Kerîm’in birçok âyetinde geçen ilim sıfatıyla birleşmiş olur (ALÎM; İLİM). “Saymak” anlamındaki ad (add) kavramı bir âyette tek başına, bir âyette de ihsâ ile birlikte Allah’a izâfe edilmiş (Meryem 19/84, 94).

Muhsî sadece Tirmizî’nin esmâ-i hüsnâ listesinde yer almakta.[5] Hz. Peygamber’in baldızı Esmâ’dan rivayet edildiğine göre kendisi malî imkânlara sahip bulunduğunu söyleyerek Allah yolunda harcama yapıp yapmayacağını Resûlullah’a sormuş, Resûlullah da şu cevabı vermiş: “Allah rızâsı için başkalarına yardımda bulun, hem de verirken inceden inceye hesapçı olma (ihsâ), aksi takdirde Allah da sana hesaplı bir şekilde lutufta bulunur”. [6] [7]

'O' yarattığı her şeyin sayısını, Varlığı kâinattaki her şeyi bütün ayrıntılarıyla ve noksansız bilen, sonsuz da olsa tek tek her şeyin sayısını bilen, her şeyin hesabı katında olan, iyilik eden, ihsan eden, hayırsever" demek.

NAMAZDA DUA: الدعاء Dua kelimesi, “çağırmak, seslenmek, istemek; yardım talep etmek” mânasındaki da‘vet ve da‘vâ kelimeleri gibi masdar olup, “küçükten büyüğe, aşağıdan yukarıya vâki olan talep ve niyaz” anlamında isim olarak da kullanılıyor.

Ayrıca Allah’a sunulacak talepleri sözlü veya yazılı olarak dile getiren metinlere de dua denilmiş. İslâm literatüründe ise Allah’ın yüceliği karşısında kulun aczini itiraf etmesini, sevgi ve tâzim duyguları içinde lûtuf ve yardımını dilemesini ifade ediyor. Arapça’da kullanıldığı edatlara göre bir kimse için hayır duada veya bedduada bulunmak mânalarını da taşıyor.

Buna göre DUA: “Kulun bütün benliğiyle yüce yaratana yönelerek ondan istek ve dilekte bulunması”, NİYAZ: “Allah’a yalvarıp yakarma, dua etme anlamında bir tasavvuf terimi”, MÜNÂCÂT: “Klasik Şark edebiyatlarında konusu Allah’a yakarış olan manzumelerle bunların bestelenmiş şekillerine verilen ad” ve BEDDUA: “Bir kimsenin başına kötü şeyler gelmesi için yapılan dua” demek oluyor. 

Duanın ana hedefi insanın Allah’a halini arzetmesi ve O’na niyazda bulunması olduğuna göre burada duanın kul ile Allah arasında bir diyalog anlamı taşıdığı açık. Bunun gerçekleşmesi için önce Allah insanı kendi varlığından haberdar etmiş, insan da varlığını benimsediği bu yüce kudret karşısında duyduğu saygı ve ümit hisleri sebebiyle kendisinden daha üstün olanla irtibat ihtiyacını duymuş.

Dua böyle bir irtibat neticesinde insanın bir taraftan kendi ihtiyaç ve eksiklerinin telâfisini, diğer taraftan daha mükemmele ulaşmasını hedefleyen bir diyalog vasıtası. Bir başka söyleyişle dua sınırlı, sonlu ve âciz olan varlığın sınırsız ve sonsuz kudret sahibi ile kurduğu bir köprü oluyor. [8]

Asıl ve en yaygın olanı yalvarıp yakarma. Bu tür duada insan bir kötülükten kurtulmayı veya bir iyiliğe kavuşmayı diler. Diğer bir tür de şükür ve hamdetme. Bu ise kabul ettiği bir dilek ve istekten dolayı rabbinin üstün vasıflarını sayarak yüceltmekle oluyor. Bu yüzden şükür ve hamd genelde yalvarış duasının başında yer alıyor.

Kur’ân-ı Kerîm’de yirmi yerde geçen dua kelimesiyle birlikte bazı âyetlerde da‘vâ ve da‘vet kelimeleri de aynı anlamda kullanılmış; ayrıca pek çok âyette dua kökünden fiiller yer almış. Bu âyetlerde dua ve türevleri Allah’a yakarma, istek ve ihtiyaçlarını arzederek O’nun lutfunu dileme, çağırma, seslenme, davet etme, ibadet etme, yardıma çağırma, bir durumu arzetme, Allah’ın birliğini tanıma, isnat ve iddia etme anlamlarında kullanılmış. [9]

Dua ve türevleri bu anlamlarıyla hadislerde de sık sık tekrar edilmiş. [10] İbn Manzûr, dua etmenin başlıca üç şeklinin bulunduğunu belirterek bunları şöyle sıralamış: 1. Allah’ın birliğini dile getirme ve O’nu övgüyle anma. 2. Allah’tan af, merhamet gibi mânevî isteklerde bulunma. 3. Allah’tan dünyevî nimetler isteme. [11] 

Aynı müellif, genellikle “Yâ Rabbi, Allahım” gibi hitap ve çağrı ifadeleriyle başlayan veya Allah’ı övgüyle anan her sözün -içinde bir dilek ve istek bulunmasa da- dua olduğuna işaret ederek buna Hz. Peygamber’in arefe günüyle ilgili bir hadisinde geçen, “Arefede benim duam ve benden öncekilerin duası ‘Lâ ilâhe illallāhü vahdehû lâ şerîke leh lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr’ sözüdür” şeklindeki açıklamasını delil göstermiş. Bundan dolayı tehlîl (lâ ilâhe illallah), tahmîd (elhamdülillâh) gibi dinî ifadelere de İslâmî gelenekte dua denildiğini hatırlatıyor.

Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de de (Yûnus 10/10) müminlerin cennetteki dualarının Allah’ı tâzim ve tenzih sözleriyle (sübhânekellāhümme) başlayacağı, yine onların dualarının övgü sözleriyle (el-hamdü lillâhi rabbi’l-âlemîn) biteceği bildirilmiş.

Râgıb el-İsfahânî, sözlük anlamıyla dua kelimesinin nidâ ile anlam yakınlığı olmakla birlikte ıstılahî mânadaki duada daima tâzim ve tâzimle birlikte istekte bulunma anlamının mevcut olduğuna dikkat çekmiş. [12]

Meselâ namaz sonrası eller kaldırılıp dua ediliyor. Hanefi mezhebine göre, diğer mezheplere göre de farz ile sünnet, sünnet ile farz arasında dünya kelamı konuşmak mekruh. Ancak dua yapmak, Allah’ı zikretmek, Peygamberimize (sav) salâvat getirmek mekruh değil.

Bu yüzden duaya, Allah’a hamdu senalar ederek, peygamber efendimize salat-u selam getirerek başlanıyor:

“Elhamdülillahi Rabbil’âlemîn. Vessalâtû vesselâmü alâ resûlinâ Muhammedin ve Âlihî ve Sahbihî Ecmain”

“Alemlerin rabi olan Allah'a hamd olsun. Resulullah Efendimize ve O'nun âline ve ashabına salât ve selâm olsun.”

Özellikle farz namazdan sonra yapılan dua, Peygamber Efendimiz (asm) tarafından müstecâp (makbûle şâyân) duâlar arasında sayılmış. Hadis-i şerifte, “Beş vakit farz namazdan sonra yapılan dua kabul olur” buyurulmuş. Nitekim bir gün Resûl-i Ekrem Efendimiz’e (asm) soruldu ki: “Ya Resûlallah! Hangi dua makbuldür?” Peygamber Efendimiz (asm): “Gecenin son kısmında ve beş vakit namazların arkalarında yapılan dualar makbuldür” buyurmuş. 

Duayı, içten, dünya meselelerinden uzak ve yarı hüzünlü şekilde yapmak önemli.

Dua en nihayetinde Saffat suresi son üç ayeti ile bitiriliyor:


“S
übhâne rabbike rabbil’izzeti ammâ yesıfûn. Ve selâmün alel’murselîn. Vel’hamdülillâhi rabbil’âlemîn” (Saffat/180,181,182).

“Senin Rabbin; kudret ve şeref sahibi olan Rab, onların nitelendirdiği şeylerden uzaktır, yücedir. (180) Peygamberlere selam olsun. (181) Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur. (182)”[13]

“(180) Mutlak izzet sahibi olan rabbin, onların yakıştırdığı nitelemelerden münezzehtir. (181) Bütün peygamberlere selâm olsun! (182) Ve âlemlerin rabbi olan Allah’a hamdolsun.” [14]

 “İzzet sahibi Rabb’in onların nitelendirdikleri şeylerden yücedir. Selam olsun elçilerimize! Hamd ve şükür âlemlerin Rabb’i Allah’adır.” [15]

Ve “El-Fâtiha” deniyor.

Böylece son olarak euzü-besmele ile Fatiha suresi okunuyor, bittiğinde de “Âmin!” (Duamı kabul et. Duamın kabul olacağına inanıyor, güveniyorum) diyerek eller yüze sürülüyor.


[1] (İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, “ḥṣy” md.; Lisânü’l-ʿArab, “ḥṣy” md.)

[2] (Nüzhetü’l-aʿyün, s. 118-119)

[3] (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ḥaṣy” md.)

[4] (Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân, vr. 768b)

[5] (“Daʿavât”, 82)

[6] (Buhârî, “Hibe”, 15; Müslim, “Zekât”, 88)

[9] (bk. M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “dʿav” md.)

[10] (bk. Wensinck, el-Muʿcem, “dʿav” md.)

[11] (Lisânü’l-ʿArab, “dʿav” md.)

[12] Kaynak <https://islamansiklopedisi.org.tr/dua#2-islamda-dua>

[15] Beyânu’l-Hak, Prof.Dr.Zeki Duman, 2.cilt sayfa 156

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder