21 Kasım 2020 Cumartesi

21 Kasım 2020 Cumartesi 21:00 CORONA GÜNLERİ............................İstikamet üzere olmak

Sırat-ı Mustakîm

Bugün Corona günlerinin 254.ncüsü. Bu sürecin başından beri günlük yazıyorum. Yazdıklarım sadece coronavirüse dair değil. Elbette sık sık salgının Türkiye’de ve Dünya’daki seyrine ilişkin yazılar yazıyor, istatistikler eşliğinde değerlendirmeler yapıyorum. Ancak dünya dönüyor, zaman geçiyor, hayat da devam ediyor. Dolayısıyla pek çok başka haber, gelişme, düşünce ve duygu yazılarıma konu olabiliyor. 

 

Bu bazen uluslararası ilişkiler oluyor, bazen ekonomik bazen de sosyal meseleler. Bazen ulusal bazen de küresel konular konuk oluyor satırlarıma. Coronayla karışık fikirler ilham oluyor yazdıklarıma. Bazen de şiir ya da türkülerle anlatmaya çalışıyorum duygularımı. Konu sıkıntım yok Allah şükür. Ancak aklımı ve gönlümü meşgul eden pek çok başlık hala içimde açılmamış bekliyor.

 

Bazıları hızla akıp giden olaylar zinciri içinde kaybolup, ilk parlaklığını yitiriyorlar. Bir kısmı güncel harala güreleden kaçtığım için değersizleşiyor. Öteki bir kısmı da politika girdaplarına girmek istemediğim için çiziliyor. Bazı konular var ki gireyim mi girmeyeyim mi kararsızım. Bunlardan biri de dini mevzular.

 

Kuşkusuz bunda kendimi ehil görmemem çok önemli bir sebep. Ama ortada çok fazla değişik laf söz var. Bu güne kadar görmediğim, duymadığım, okumadığım kadar farklı, birbirine zıt söylemler. Hadi fitne demeyeyim ama tam bir kafa karışıklığına neden oldukları ortada. Açıkçası temiz bir ses, temiz bir istikamet arıyorum. Okurken, dinlerken, izlerken benden daha çok üstüne vazife olması gerekenleri bekliyorum belki de.   

İnancımızda ‘Sırât-ı müstakîm’ diye bir kavram var. Gerçeğe götüren dosdoğru ve apaçık hak yol anlamında bir Kur’an tabiri. ‘Sırât’ kelimesi ile ‘dengeli ve dosdoğru’ anlamındaki müstakīm kelimelerinden oluşmuş. Burada yol kelimesinin dosdoğru diye nitelendirilmesi onun ‘hedefe ulaştıran en kısa yol’ anlamına geldiğini gösteriyor. Bu yüzden hak ve hakikat yoluna sırât-ı müstakîm denilmiş. Bundan dolayı istikamet kelimesi de genellikle düz bir çizgi gibi doğru olan yol için kullanılagelmiş.

Sırât-ı müstakîm kavramı Kur’an'da tam otuz üç âyette yer almış. Bu terkip geçtiği âyetlerin bir kısmında Allah’ın doğru yol ve istikamet üzere olduğunu (Hûd 11/56), O’nun dilediğini bu yola ileteceğini (el-Bakara 2/142, 213; el-Mâide 5/16; el-En‘âm 6/39; Yûnus 10/25), peygamberleri ve inananları doğru yola ulaştırdığını (el-En‘âm 6/87, 161; en-Nahl 16/121; el-Hac 22/54; es-Sâffât 37/118) bildirmekte.

 

Bazı âyetlerde ise Resûl-i Ekrem’in insanları doğru yola davet ettiği (Âl-i İmrân 3/51; el-En‘âm 6/153; el-Mü’minûn 23/73; eş-Şûrâ 42/52) ve Kur’an’ın insanı doğru yola ilettiği (el-Mâide 5/16) vurgulanmakta ve şeytanın doğru yola girilmesine engel olmaya çalıştığı ifade edilmiş.(el-A‘râf 7/16). 

 

Ayrıca aynı âyet grubunda; Allah’ın ipine sımsıkı sarılma (Âl-i İmrân 3/103), O’na kulluk etme (Âl-i İmrân 3/51; Meryem 19/36; Yâsîn 36/61; ez-Zuhruf 43/64) ve Peygamber’e uyma (ez-Zuhruf 43/61) sırât-ı müstakîm üzere olmanın temel ilkeleri şeklinde zikredilmiş. Bazı âyetlerde de adaletle doğru yol arasındaki yakın irtibata dikkat çekilmiş. (en-Nahl 16/76).      


Fâtiha sûresinde geçen sırât-ı müstakîm ise ‘kendilerine nimet verilenlerin yolu’ şeklinde açıklanmış. Bu ifade, ilâhî nimete mazhar kılınanların takip ettiği yolun özelliklerini belirten âyetle birlikte (en-Nisâ 4/69) değerlendirildiğinde sırât-ı müstakîmin peygamberlerin, doğruların, şehidlerin ve sâlihlerin yolu olduğu söylenebilir.


İşte şimdi ortalıkta fıkır fıkır kaynayan, devrile evrile dönen birbirine karşıt dini söylemler arasında Diyojen gibi elimde lamba "Adam gibi adam arıyorum. Temiz, doğru, ifrat ve tefritten arınmış bir İstikamet bulmaya çalışıyorum." Kimseyle didişmeden, iddialaşmadan, cedelleşmeden, nefis, çıkar ve kibir bulaşıklığı içinde kederlenmeden Kur'an'da sözü edilen o 'Sırat-ı Mustakîm' i bulmak ve istikametinde yürümek istiyorum.


İstikamet meselesi

Bu güne kadar dosdoğru olmayı hep önemsedim. İş yapma biçimim, duruşum, sözüm ve özüm hep bu çizgide olsun istedim. Tarzım böyle olsun, ahlakım, karakterim böyle şekillensin arzu ettim. Yapabildim mi? 


Geride kalan hayat çizgimde epey kırıklık, keder ve arıza var. Rüyalarım bile hala yürüyüp de gidemediğim, koşarken düştüğüm, uzanırken erişemediğim sahnelerle dolu.

 

Ömrümün son perdesindeyim. Yine de vazgeçmiş değilim bir istikamet sahibi olmaktan. “Hayırdır inşallah” deyip düştüğüm yerden kalkmaya, etrafıma bakıp pusulamı düzeltmeye hep devam ettim. Rabbim nefes verdikçe de böyle düşüneceğim. Tuttuğum ipin sağlam olduğuna inanıyor, güveniyorum. Bazen kayar gibi olsam da onu bırakmaya niyetim yok.


Şimdiye kadar her okuduğum kitaptan yararlanmaya, her sözün her davranışın iyi taraflarını görebilmeye zorladım kendimi.Başarabildim mi? Çok zaman evet, bazen de hayır. Uçmak isteyip de ayağı bir yerlere takıldığı için havalanamayan kuşlar gibiydim. Nefis denilen şey gerçekten de insanın ayağına dolanmış zincir gibi. Biliyorsun, görüyorsun ama yine de dolandığın ağırlıklardan kurtulamıyorsun. 


Hamd olsun inancımda bir sorun yok. Mesele kırıksız, eğrisiz dümdüz bir istikamet üzere  olabilmek. Dünya yolculuğunu böyle tamamlayabilmek. Nereden geldiğimi, nereye gitmekte olduğumu biliyorum. Eksik ve kusurlarımın da farkındayım. Aklımın ve kalbimin kötülük tarafında olmadığından eminim. Ancak iyilik otobanında zigzaglar çizmenin de alemi yok, onu da görebiliyorum.


Rahmetli babam ben çocukken bir köy hocasıydı. Küçükken elini şeker kamışı mengenesine kaptırmış. Sol eli çolak kaldığı için de köy yerinde duramamış. İstanbul'da rahmetli Enver Baytan hocanın talebesi olmuş. Allah razı olsun bana daha beş yaşındayken Kur'an öğretmişti. 


Lakabı "çolak hafız"dı. Beni arkasında müezzinlik yapmaya hatta ezan okumaya teşvik etti. Ne çare ki sesim onun kadar güzel değildi. Aklım da kitaplarda, "okuyup adam olmak"taydı. Köy odasında ihtiyar cemaate kitap, gazete okurken bambaşka hayaller içindeydim. Çolak hafız içimi okumuş beni evladından ayrılmak bahasına dedemin yanına şehre göndermişti. 


3.ncü sınıftan itibaren çok iyi bir öğretmenim oldu. Onun teşvikiyle sınavlara girdim. Böylece liseyi Balıkesir'de parasız yatılı okudum. Ama daha ikinci sınıfta çocukken din adına öğrendiğim şeylerin tamamen taklid ve ezber olduğunun farkına vardım. Ben böyle araftayken etrafımdaki başkaları bambaşka şeyler okuyor ve söylüyorlardı. 


İki edebiyat hocamdan biri solcu diğeri sağcıydı. Kafam iyiden karışmıştı. Kendimi birine yakın hissediyor ama aklım onaylamıyordu. Diğerine aklım yatıyor ama kalbim uzak duruyordu. 70'li yılların başıydı ve ideolojik saflaşma ağlarını örüyordu. Tam bu sırada bir kitap okudum, bir romandı, üstelik Mısır'da geçiyordu. 


Birden dünyam değişti, artık yönüm "tek yol islam" rotasına girmişti. Üniversitede sıkı bir "islamcı" oldum. O zamanki çevremin bana katkısını şükranla anıyorum. Köklü bir talebe teşkilatının üyesi oldum. Diğer örgütlere kıyasla gençlerin birbirini kırdıkları bir ortamda bize inanmayı, okumayı ve kendimizi yetiştirmeyi öğütlüyorlardı. 75-77 yılları gençler arasında "çılık, çülük,..." cereyanlarının revaç bulduğu bir dönemdi. Ben de kendimi birden "şeriatçı" diye nitelenenler arasında buldum.


Bu arada siyaseti keşfettim. Okuduğum kitaplar dini çizgiden siyasal tarafa evrilmişti. İstanbul o zaman da olaylara rağmen bir kültür, sanat ve inanç merkeziydi. Yolum Necip Fazıl gibi büyük şairler, Prof.Ayhan Songar, Nevzat Yalçıntaş, Sabahaddin Zaim gibi bilim adamları, M.Zahid Kotku gibi tasavvuf büyükleriyle kesişti. Yazmayı, edebiyatı, şiiri, tiyatroyu ve sinemayı böyle bir dönemde tanıdım sevdim. Dinledim, okudum, yazdım ve hasbel kader içinde oldum.


O arada bir şey fark ettim. Din ile siyaset çok fazla iç içe geçmişti. Namaz kılmayan ateşli islamcılar, dinden beslenen şeriatçı ve politikacılar gördüm. Hele de dindar insanların üzerindeki parti elbiseleri epey eğreti duruyordu. İşte yine kafam karışmış, gönlüm bulanmıştı. Tam da böyle bir zamanda apar topar memur oluverdim. Arkasından siyasi bir sürgün, evlilik, ilk çocuğumun doğması ve 12 eylül ihtilali...


10 yıllık bir süreç içinde sıkı bir memuriyet, sürgün gittiğim yerden terfi ederek Ankara'ya uzanan bir yükseliş çizgisi. Zor işleri başarmak ve parmakla gösterilen iyi bir muhasebeci olmak. Bütün bunlar rotamı bambaşka bir istikamete çevirmişti: İş,iş,iş...Bir taraftan iyi bir memur, sıkı bir muhasebeci ve zor işlerin başarılı adamı olmak, öbür yandan sürekli düşüp kalkmak. Yine istikamette kırıklıklar, kederler. Ve yine kafa karışıklığıyla birlikte gönül dünyamda giderek büyüyen boşluk.


Artık islamcı değildim. Şeratçılık ise zaten başından beri bir etiketti. İrtica, mürteci, yobaz kelimelerinin havada adeta birer kurşun gibi uçuştuğu karanlık bir dönemdi. 28 şubat böyle bir ortamda geldi çattı işte. Galiba herkes için bir değişim dönüşüm süreci başlamıştı. Kafamdan çoktan çı..çu.. olmayı çıkarmış, parti pırtı düşüncelerini ise sıyırıp atmıştım. İnanç dünyamda sadece "müslüman" olmanın yeterli olduğu bir aşamadaydım artık. 


Olgunluk dönemim böyle başladı diye düşünürüm. Yaptığım işin-en iyisini yapmış olsam bile-kalbimi dolduramadığını, bir serap gibi yitip gittiğini anlamış oldum. Artık geri kalan ömrümün öncekinden daha anlamlı olma vakti gelmişti. "Müslüman" olmanın içini hem aklen hem de kalben doldurmalıydım. Emeklilik işte tam da böyle bir dönemeçte karşıma çıktı.


Artık özleyip de yapamadığım bazı şeyleri yapacaktım. Kendimle, ailemle, çocuklarımla ilgilenecektim. Bir cami cemaati olmak, çalışırken aksattığım beş vakit namazımı kılmak istiyordum. Tabutumu omuzlayacak çıkarsız, hasbi dostlar arıyordum. Yeniden Kur'an okumak, anlamı üzerinde düşünmek, eksiklerimi tamamlamak ve ibadetimin anlamına vakıf olmak arzusundaydım. Yapmaya çalıştım da. 


Etrafıma baktım, dinledim, okudum, gözlemledim. Eskiden beri yazarak okumayı ve öğrenmeyi severim. Yine öyle yaptım, dini konularda özellikle "iyilik" üzerine yazdım da. Ancak din adına, inanç adına o kadar çok farklı şey vardı ki ortalıkta. Gelenekle din, kültürle hurafe, siyasetle inanç, vahiy'le sünnet, tasavvufla şeriat, akılla nakil, rivayetle hakikat, selamla salat, kullukla şefaat vs. birbirine karışmıştı. 


Aynı Kur'an üzerinde bile üstü kapalı ya da ayan beyan farklı iddialar duyuyordum. Bir şey anlatmaya çalışanlar diğerlerini karalayarak bunu yapıyorlardı. Ne söylediği, neye çağırdığı kendinden menkul birileri dini oraya buraya çekiştirip duruyorlardı. Orta yol olarak gördüğüm "cami" bile müslümanı arafta bırakmıştı. Sonuçta kafam yine karışmış, aklım ve kalbim hep orada olan, var olan ama üzerine pus çökmüş "sırat-ı müstakim" yolunu arar olmuştu.  


Elimde lamba; aklımı ve kalbimi mutmain edecek o dosdoğru "istikameti" seçmeye çalışıyordum.

19 Kasım 2020 Perşembe

19 Kasım 2020 Perşembe 23:30 CORONA GÜNLERİ..............................Bir doktorun feveranı

Corona üzerine

Bugün 18 Kasım itibariyle Türkiye'de 158 bin 811 Kovid-19 testi yapılmış. 4 bin 215 kişiye hastalık tanısı konulurken maalesef 116 kişi vefat etmiş. Ağır hasta sayısı ise (3.742) artmaya devam ediyor. 

Sağlık Bakanımız giderek daha yüksek sesle uyarmaya devam ediyor: "Bugün tespit edilen 4.215 hasta var. Ağır hasta sayısındaki artış devam ediyor. Virüsün yayılımı bizi zorunlu tedbirler almaya mecbur bırakıyor. Hastalığın yayılımını durdurmak için birlikte hareket etmeliyiz. Tedbirlere birlikte uyarak mücadele güç verin."

Aşağıda bir doktor arkadaşımın kendi çabasıyla yazıp gönderdiği bir bilgi notu okuyacaksınız. O da aynı duygular içinde feveran etmekte:  

"COVİD-19 Çin’de başlayan, corona virüsün yaptığı Kovid-19 viral infeksiyonu, bütün Dünyaya yayıldı. Pandemi oluştu. Milyonlarca insan hasta oldu. Yüz binlerce insan öldü. Dış ülkelerde yapılan araştırmalara göre, kovid-19 bulaşma hızı, ilk çıktığı zamana göre 4 kat artmış.Türkiye’de de pandemi bütün hızıyla devam ediyor. Türkiye’de pek çok yeni hastane yapıldığı için, bizim yoğun bakımlarımız en azından şimdiye kadar dolmadı, bu salgını kaldırıyor.

On binlerce esnaf iş yerini kapattı. Yüz binlerce esnaf masraflarını bile çıkaramıyor. Battı, batmak üzere. İş bu kadar kötüyken, neden insanların bir kısmı maske takmıyor. Bütün medya, 1 yıldan beri devamlı bu hastalığı anlatıyor. Sayısız tıp profesörü televizyonlarda, gazetelerde devamlı bu hastalığın tehlikesini, bulaşma yollarını, yaptığı patolojileri çeşitli açılardan izah ediyor. Maske takmayanlar hastalığın ciddiyetini bilmiyordum diyemezler. Maske takmayan bu insanların ya göğsünde saban demiri var, ya maske takmamayı bir marifet sayıyorlar, ya da zekaları zayıf, işin tehlikesini anlayamıyorlar.


Kovid-19 viral hastalığı, hepatit gibi. İnsanların bir kısmını hasta yapıyor. Büyük çoğunluğu, hastalık belirtisi vermeden hastalığı geçiriyor. Hasta olanlar, karantinaya alınıyor, semptomlar ciddiyse hastaneye yatırılıyor. Bunlarda sıkıntı yok, tedavileri devam ediyor, hastalığın bulaşması, karantina ile önlenmeye çalışılıyor.


Herhangi bir semptom vermeyen, şikayeti olmayan esas büyük gurup, tehlike saçıyor, bunların hepsi birer saatli bomba. Önce hastalığı en yakınlarına, en çok sevdiklerine bulaştırıyorlar. Ninelerinin, dedelerinin, vücut direnci zayıf olanların ölümüne sebep oluyorlar. Türkiye’de kovid-19 salgın hastalığının,  0/0 70 aile içi bulaşla oluyormuş.  Sebep maskesiz olmaları, hijyen kurallarına uymamaları. 


Grip de, kovid-19 gibi belirtiler verir. Grip mi? Yoksa kovid-19 mu? Ancak test ile anlaşılır. Kovid-19; kırgınlık, ateş, kas ağrısı, halsizlik, ishal, tat ve koku alamama, uyku bozukluğu gibi belirtilerle başlar. İkisi arasında en önemli fark, gripte sümük çok fazladır. Hasta burnunu sile sile yara yapar. Kovid-19 da sümük yok denecek kadar azdır, sadece burnu tıkalıdır.


Grip iyileştikten sonra geride herhangi bir hasar bırakmaz. Kovid-19 iyileştikten sonra, geride ne yazık ki hasar bırakan bir hastalık. Bu güne kadar belirlenmiş hasarlar; kalpte, karaciğerde, böbreklerde, beyinde hasar bıraktığı şeklinde. Gençlerde kısırlık, IQ düzeyinde düşme. Gelecekte kovid-19 KOAH, Kovid-19 bunamasından bahsedilebilir deniyor.


Bütün Türkiye 15 gün; sokaklarda, iş yerlerinde, evinde hiç maskesini çıkarmasa, hijyen ve mesafe kurallarına uysa, bu hastalık kendiliğinden buhar olup gidecek. Ama insanlar maske takmamayı marifet sayıyor. Maske takmamakla efelik taslıyor. Cezası olduğu ve denetim de yapıldığı için İstanbul’da ana caddelerde maske takıyorlar. Fakat ara sokaklara girince, maskeli insan görmek zorlaşıyor.


İnsanların çoğunun maske takmaması yüzünden, kovid-19 salgını arttı. Devletimiz, Sağlık Bakanlığı ve Bilim Kurulu, salgını önleyebilmek için her çareye başvurdu. Fakat maske takmayanlar yüzünden, bütün emekler, yapılan masraflar boşa gitti. Kovid-19 katlanarak tekrar geri geldi. 


Devlet bu işler için çok para harcadı, Enflasyonun artmasının sebeplerinden biri de kovid-19 için harcanan paralar ve belli bir süre ekonominin durdurulması. Böylece maske takmamayı marifet sayan insanlar yüzünden, milyonlarca insanın hürriyeti kısıtlanıyor, enflasyon yükseliyor, yüz binlerce insan işsiz kalıyor. Sonuç olarak her insan, bu sıkıntıdan payını alıyor.


Sağlık bakanımızın söylediğine göre, Çin’den gelecek kovid-19 aşısına önümüzdeki aylarda başlanacakmış. Almaya’da, değerli bilim adamımız Prof. Dr. Uğur Şahin başkanlığında üretilen kovid-19 aşısı, yakın zaman da piyasaya verilecekmiş. Aşı da olsak, maske takmaya devam etmemiz gerekecek. Çünkü Kovid-19 virüsü, mutasyona uğrayarak, her sene tekrar tekrar salgın yapabilir diye endişem var. 


Bu hastalıktan korunabilmek için muayenehanemi kapattım. Mesleğime ara verdim.  Benim sınıf arkadaşım, göğüs hastalıkları uzmanı emekli albay Dr. Mehmet Hozikliğil kovid-19 hastalığından vefat etti. Türkiye genelinde çok sayıda doktor, sağlık çalışanı,  her meslekten, her yaştan binlerce insan öldü. İnşallah mekanları cennet olur. Bu hastalık çok kötü, ama insanlar anlamamak için diretiyor. Gözlerini ve kulaklarını kapatıyor." Dr. Emin Yiğit


Covid-19 hakkında

Tüm dünyada covid-19 bulaşan insan sayısı 55,5 milyonu geçmiş durumda. Ölümler ise 1,5 milyona yakın. Ekimin başından bu yana her gün 300 binden başlayarak 50 gün içinde 650 bine ulaşan bir hasta artışı söz konusu. Yine aynı dönemde her gün 5 bin ile 10 bin arasında insan ölüyor. 

Türkiye ile aşağı yukarı aynı nüfusa sahip Almanya’da vaka sayısı 1 Ekimde 2,500 iken, 31 Ekimde 19.059’a, 7 Kasımda 23.399, 13 Kasımda 23.542 ye çıktı. Dün 18 Kasımda da 17.561 oldu. 1 Ekimde günlük ölüm sayısı 12 iken 31 Ekimde 103’e, 6 Kasımda 166’ya, 11 kasımda 261’e çıktı. Nihayet dün 18 Kasımda 305’e ulaştı.

Doğu komşumuz İran da bizimle aynı nüfusa sahip. İran’da da vaka sayıları Eylül başından bu yana artıyor. 1 Eylülde 1.682 iken 1 Ekimde 3.825, 1 Kasımda 7.719, 10 Kasımda 10.339 ve 18 Kasımda da 13.421’e ulaşmış. Ölüm sayıları da Ağustos sonundan bu yana giderek artmış. 1 Eylülde 101 iken 1 Ekimde 211’e, 1 Kasımda 434’e çıkmış. Dün itibariyle 18 Kasımda 480 olmuş durumda.

Türkiye'de son 24 saatte 157 bin 756 Kovid-19 testi yapıldı, 4 bin 542 kişiye hastalık tanısı konuldu, 123 kişi hayatını kaybetti. 18 Kasım itibariyle Alman'yada bu sayılar 17.561-305, İran'da  13.223-476, tüm dünyada 628.136-9.353 olmuştu.


Ölüm/vaka oranına bakacak olursak; tüm dünyada (1.338.100/55.624.562) %2,4, Almanya’da (13.390/867.484) %1,5,  İran’da (42.941/801.894) %5,4 iken Türkiye’de (11.820 /425.628) % 2,8 olarak görünüyor. 1 milyon kişi başına vaka sayısı olarak ise Almanya’da 10.433, İran’da 9.623, Türkiye 5.118 ve tüm dünyada da 7.154 olmuş.


Bu verilere göre Türkiye’de durum çok kötü değil. Ama şu anda iyiye de gitmiyor. Öyle görünüyor ki biz bu corona belasıyla daha bahara kadar uğraşacağız. O halde doktor arkadaşımın Covid-19 hakkında yazdıklarını bir okuyalım. Belki faydası olur:          


Bakteriler için çok sayıda antibiyotik var. Antibiyogramla, bakterilere karşı hangi antibiyotik tesirli, laboratuar ortamında test edilir, anlaşılır, etkili olan antibiyotikle hasta tedavi edilir. Kovid 19 da, hepatit gibi bir viral hastalık. Virüsler çok küçük canlılardır. Virüslere karşı etkili birkaç antibiyotik var. Üstelik antibiyogram yapılamıyor.


Kovid-19 hastalığına, ya da hepatit gibi bir viral hastalığa yakalanan hastalar nelere dikkat etmeli? Viral hastalıklarda tedavi sırası şöyle;            

1.   Kesin yatak istirahati ve kaliteli uyku.  Mümkünse televizyon bile seyretmemeli.

2.   Beslenme. Vücut direncini, beslenme ile yüksek tutmalı.           

a.  Vücut antikor üreterek virüsleri yener. Vücut proteinleri kullanarak antikor üretir. O halde proteinden zengin bir beslenme olmalı.

Ø Hayvani proteinler: her türlü et, süt, yoğurt, peynir, yumurta, balık vb.

Ø Bitkisel proteinler; kuru fasulye, bakla, nohut vb.

b.  Meyve ve sebzeleri bol yiyerek, vitaminleriyle vücut direncini artırmalıyız.

c.  Günde 2 litre civarında su içilmeli.

d.  Limonata: 1 su bardağı suya, yarım limon sıkarak, içine de seveceğiniz kadar bal koyarak içilmeli. Limonata virüslere karşı vücut direncini artırır. Hücre içini alkali yapan tek gıda limondur. İnternetten limonata tarifleri bularak, içilmesini çok daha lezzetli hale getirebilirsiniz.

3.     İlaç tedavisi. Görüldüğü üzere, virüslere karşı ilaç tedavisinin değeri oldukça düşük. Şimdi Türkiye, kovid-19 karşı ilaçlarını kendisi üretiyor.

4.     Ev içinde kısa aralıklarla yürüyüş yapılmalı.

5.     Kovid-19 infeksiyonuna yakalanan insanlar, iyileştikten sonra da, coraspin 100 mgr ya da bebek aspirini kullanmaya devam etmeli.

6.     Merhum Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in doktoru Prof. Dr. Osman Müftüoğlu; zerdeçal, zencefil, tarçın, az miktar da karabiberin vücut direncini çok artırdığını söylüyor. Bu karışımı şöyle yaparsanız içimi zevkli oluyor. 1 su bardağı kaynatılmış süt içine, yarım çay kaşığı toz zencefil koyup eriteceksiniz, sonra yarım çay kaşığı toz zerdeçal koyup eriteceksiniz, ardından yarım çay kaşığı toz tarçın koyup eriteceksiniz. İlave olarak mercimek kadar toz karabiber. Bal ya da şekerle tatlandırabilirsiniz. Bu malzemelerin hepsini birden koyarsanız eritmek zor oluyor."

                                                                                                                           Dr. Emin Yiğit

18 Kasım 2020 Çarşamba

18 Kasım 2020 Çarşamba REİS Gazetesi/sayı188...............................Kalkınma ve teşvikler

Kalkınma ve teşvikler

Bu hafta konumuz ‘KALKINMA VE TEŞVİKLER’. Susurluğun durum analizinden (GZFT; Güçlü-Zayıf/Fırsat-Tehdit) yola çıkarak Amaç, Stratejik Amaç ve Stratejilerimize uygun bazı hedefler belirlemeye çalışacağız. Nisan Mayıs Haziran aylarında yapmış olduğumuz ‘Durum Analizi’ çalışmasında Susurluk için ‘GZFT.03-KALKINMA VE TEŞVİKLER’ bakımından ’Güçlü yönler’; ‘GY.03.1-Yatırımcılar için tercih edilebilir bir teşvik sistemi’, ‘fırsatlar’; FRS.03.1-Teşvik sisteminde Balıkesir’in 3/2. bölgede olması, FRS.03.2-OSB kurulması ile ilgili çalışmalar’ ve ‘FRS.03.3-Güney Marmara Kalkınma Ajansı’ olarak belirlenmişti. Ancak bu konu başlığı altında ‘Zayıf’ yönlerimiz ve çevreden yönelmiş ‘Tehditler’le de karşı karşıya bulunduğumuz anlaşılmıştı. Bunlar da sırasıyla; ’ZY.03.1-işsizliğin artmakta oluşu’,’ZY.03.2-Stratejik plan için yetişmiş eleman eksikliği’,’ZY.03.3-Geleceğin Planlanmasına idari kadroların ve partilerin farklı bakış açıları’,’ZY.03.4-Geleceğe yönelik düşünmeme’,’ZY.03.5-Yenilikçilik, girişimcilik, markalaşma, patent, tanıtım ve pazarlama konularında geri kalınması’,’ZY.03.6-Uluslararası işbirliği deneyiminin olmaması’,’THD.03.1-Küresel ve ülke kaynaklı ekonomik krizler’,’THD.03.2-Teşvik sisteminde Çanakkale’nin 2. Balıkesir’in 3. bölgede yer alması’,’THD.03.3-Bölge ekonomisinin çeşitliliğinin az olması’,’THD.03.4-Şeker fabrikası ve Yörsan’ın durumu’,’THD.03.5-Üretimde gerilemeler’,’THD.03.6-Artan işsizlik sorunu’ gibi meseleler idi.

Bildiğiniz gibi yapılan tarama sonucu bu alanda Susurluk için en önemli ‘Güçlü yön’: ‘GY.03.1-Yatırımcılar için tercih edilebilir bir teşvik sistemi’ olarak belirlenmişti. Ayrıca ‘Fırsatlar’ bahsinde de  ‘FRS.03.1-Teşvik sisteminde Balıkesir’in 3. bölgede olması’ değerlendirilmesi gereken bir avantaj olarak görülmüştü. -o günkü şartlarda 3.ncü bölgede bulunuyorduk- Bu arada 20 Ağustosta 2846 Tarih sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile Yatırım teşviklerinde değişiklik yapılarak Balıkesir 3.ncü Bölgeden, 2.nci Bölgeye yükseltilmiş oldu. Bu gelişme Bölgemizin gücüne güç kattığı kadar Susurluk için de yatırım çekme şansını arttırıyor. Kuşkusuz yatırım teşviklerinde her bölge arasında sgk, teşvik oranı ve teşvik süreleri bakımından önemli farklar var. Mesela kurumlar vergisi ve gelir vergisi indirim oranı 2.nci bölgede %55, 3.ncü bölgede %60. Uygulama süresi 2.nci bölgede 3 yıl, 3.ncü bölgede 5 yıl. Sigorta priminde de aynı şekilde bazı indirimler söz konusu. Ayrıca hangisi yoğunsa bölgede o sektöre destek veriliyor. Bu da o bölgeyi teşvik edilen sektörde daha da güçlü yapıyor. Teşvik sisteminde dengeler gözetilirken bazı bölgelerde daha az sanayi yatırımı, daha az çevre kirliliği, daha çok tarım, hayvancılık, turizm, yenilenebilir enerji yatırımı vb. sektörler desteklenebiliyor. Mesela bölgemizde hayvansal ve bitkisel atıklardan biyogaz, biyogazdan elektrik, sentetik petrol, organik sıvı gübre ve organik kati gübre üretimi teşvik edildiğine göre bu tür yatırımlar yaygınlaşsın isteniyor demektir. Bu farklılıklar elbette ki yatırım yapacak firmaları bölgeler arasında tercih noktasında araştırma yapmaya sevk edecektir. Bu sebeple karar en azından Balıkesir'in Çanakkale'ye kıyasla yatırım için tercih edilme şansını eşitlemiş oldu. Zira Balıkesir'in de 3.ncü bölgede kalması yatırımların bölge olarak daha çok Çanakkale'ye kaymasına neden olacaktı. Balıkesir ili olarak 3, 4, 5 ve 6.ncı bölgelerden daha gelişmiş durumda olmalıyız ki 2.nci bölgeye alındık. Tabi ki bizim derdimiz Susurluk olduğu ve böyle bir gelişmişliği göremediğimiz için burada ilave çabaya ihtiyaç olduğunu görebiliyoruz. Yine de bu avantajımız aynı başlık altında gelecek için öngördüğümüz diğer Fırsatlar; ‘FRS.03.2-OSB kurulması ile ilgili çalışmalar’ ve ‘FRS.03.3-Güney Marmara Kalkınma Ajansı’ kapsamı içinde olmamızla birlikte düşünüldüğünde orta vadede ilçemiz için değerlendirilmesi gereken büyük bir şans. Çünkü gerçekleştirilecek muhtemel yatırımlar, belirlenen sektörler ile asgari yatırım tutarı şartlarını sağlaması halinde,  2.nci Bölge desteklerinden (Sektör numaraları: 1 2 3 4 5 6 9 10 11 16 20 27 28 30 32 33 34 35 39 41 42 43 44 45 46 48 50) yararlanabilecekler. Yatırım Teşvik Sistemi; genel, bölgesel, büyük ölçekli ve stratejik yatırımların teşviki uygulamalarından oluşuyor. Dikkate alınması gereken husus, bu desteklerin daha çok OSB özelinde uygulanıyor olması. Ülkemizdeki Organize sanayi bölgeleri, sanayinin etkinliğini ve kent yerleşimlerini düzenli hale getirmek amacıyla kuruluyorlar. Sanayi tesislerini bir araya toplayarak bu kuruluşların ulaşım, kentsel toprak, enerji, yakıt, su, endüstriyel atık su arıtma tesisi, hammadde gibi altyapı ve diğer ihtiyaçlarıyla ilgili kolaylıkları bir arada bulunduran oluşumlar. Bunun yanı sıra OSB’ler sanayinin çevreye olumsuz etkilerini en aza indirmek amacıyla atık yönetim politikaları uygulayan, özel olarak planlanan ve imar planlarında da yer verilen özel bir bölge türü. Teşvik sisteminde “Bölge OSB'lerinde yatırım yapacaklar için bir alt bölge teşviklerinden yararlanır” ibaresi var. Bu manada Balıkesir merkez OSB bu konuda şanslı. Çünkü son zamanlarda teşvik sisteminin avantajından yararlanıp değişik sektörlerden yatırım yapan firmalar var. Bu açıdan Susurluk'ta yatırım yapacak işletmelerin şayet teşviklerden yararlanacak iseler OSB seçeneği dışında Balıkesir’e nazaran burayı seçme ihtimalleri düşük. Her şeye rağmen fırsatı değerlendirmemiz, söz konusu teşvik imkânlarının orta vadede Susurluğun gelişmesine katkı sağlaması için başkalarından daha fazla çalışmamız gerekiyor. Çünkü ‘Sosyal ve ekonomik kalkınmanın (StrA.1.1)’ en önemli meselemiz olduğunu ve bu yolda öncelikli stratejimizin ‘Str.1.1.1-Güçlü yanları ve fırsatları kullanma’ olduğunu artık biliyoruz.  O halde mevcut güçlü yanımızı daha da güçlü hale getirmek için kendimize şöyle hedefler öngörebiliriz mesela: ‘HDF.1.1.1.06-İlçemize davet edilecek yatırımcıları öncelikle teşvik edilen sektörler bazında seçmek’,’HDF.1.1.1.07- Susurluk ve yatırımcılar için bir OSB bilgilendirme ve teşvik rehberi hazırlamak’, ‘HDF.1.1.1.08- Güney Marmara Kalkınma Ajansı ile hem sosyal hem de ekonomik Kalkınma amaçlı projeler geliştirmek ve işbirliği yapmak’. 

        İkinci olarak şayet ‘AMAÇ.1- BÖLGESİNDE YÜKSELEN, ÖNE ÇIKAN GELİŞMİŞ BİR SUSURLUK’ amaçlamışsak onun diğer ayağının da ‘StrA.1.2 -İstihdamı arttırma’ olduğunun farkındayız. Bu konuda ‘THD.03.2-Teşvik sisteminde Çanakkale’nin 2. Balıkesir’in 3. bölgede yer alması’ şeklindeki tehdit şükürler olsun ki artık yok. Son kararname ile Güney Marmara Kalkınma Ajansını oluşturan her iki il de 2.nci bölgede. Aynı şartlarda teşvik edilecekler. Fark şu ki Çanakkale ilinde (1 2 3 4 5 9 10 11 20 27 28 30 32 33 34 35 39 41 42 43 44 45 46 48 49 50) bizden farklı olarak fazladan 49 numaralı sektör teşvik edilirken, Balıkesir’de Çanakkale’den fazla olarak 6 ve 16 numaralı sektörler listeye ilave edilmiş. Ancak Susurluk olarak ‘Str.1.2.1-Üretim tesislerini çoğaltma’ stratejimizin önünde ‘ZY.03.1-işsizliğin artmakta oluşu’ gibi önemli bir zayıf yanımız yani sorunumuz var. Türkiye'de işsizlik oranı, 2020 başında geçen yılın aynı dönemine göre 0,9 puan azalışla yüzde 13,8 oldu. Bu dönemde, istihdam edilenlerin yüzde 16'sı tarım, yüzde 20,7'si sanayi, yüzde 5,2'si inşaat, yüzde 58,1'i ise hizmet sektöründe idi. Bu veriler de dış çevreden yönelen ‘THD.03.6-Artan işsizlik sorunu’ gibi bir tehdidin olumsuz etkisi altında olduğumuzu gösteriyor.  Susurluk’la ilgili bugüne ait herhangi bir işsizlik verisi yok. Ancak, Susurluk’ta kiminle konuşulsa işsizlikten yakınıyor. Bu sıkıntı rakamla ifade edilemese de varlığı hissedilen bir gerçek. Her ne kadar orta vadede bu sorun azalacaksa da en azından 2023-28 plan döneminde meselenin hem sosyal hem ekonomik boyutlarını hissediyor olacağız. Görüşüme göre Susurluk’ta işsizliği giderek arttıran belli başlı üç sebep var. Bunlardan ilki tarım ve hayvancılıktaki yapısal sorunlar, ikincisi Şeker fabrikası, Yörsan ve mola tesislerinin negatife dönen durumu, üçüncüsü de özelde köyden kente gelenlerin, genelde ise okuyan gençlerin iş bulamaması olarak görünüyor.  O halde ilk hedefimiz; bir üniversite işbirliği ile ‘HDF.1.2.1.01-Susurluktaki işsizlik sorununu tüm boyutlarıyla ele alıp incelemek’ olmalı. Devlet kurumları desteğiyle gençleri kendi işlerinin sahibi yapacak özellikle tarım ve hayvancılık sektöründe ‘HDF. 1.2.1.02-Kendi işini kur projeleri geliştirmek’ odaklanacağımız ikinci hedef durumunda. Bu da yetmez, gerek muhtemel OSB tesisleri, gerekse tarım ve hayvancılığa dayalı işletmeler ve Lojistik firmaları için şimdiden nitelikli eleman yetiştirme çabasına girmemiz gerekiyor. İşsizlik sorunun altında yatan sebepler arasında nitelikli eleman sıkıntısı olduğunu biliyoruz. İşte tam da bunun için Susurluk için planlı bir ‘HDF. 1.2.1.03- Mesleki eğitim ve yönlendirme projesi yapmak’ ve uygulamak gerekiyor. 
İşte ‘FRS.03.2-OSB kurulması ile ilgili çalışmalar’ muhtemel bir fırsat olarak önümüzde duruyor. Kuşkusuz bu konu bizim ‘Str.1.3.1-OSB ve Lojistik bölge kurulmasını sağlama’ stratejimizle doğrudan ilintili ve dolayısıyla da bölgede StrA.1.3-Cazibe merkezi olma’ amacımıza götürüyor. O nedenle ilk plan döneminde gerçekleşecek şekilde ‘HDF.1.3.1.01-OSB’ne sahip çıkmak ve kurulumuna aktif destek vermek’ ile ‘HDF. 1.3.1.02-Lojistik bölge alanını belirlemek, tesisini kolaylaştırmak’ şeklinde hedefler koymak isabetli olacaktır. ‘StrA.1.3-Cazibe merkezi olma’ amacımızın ‘Str.1.3.2-Konum, doğal kaynak ve çevre imkânlarını değerlendirmek’ şeklinde bir başka stratejisi daha var. Konuyla ilgili ‘FRS.03.3-Güney Marmara Kalkınma Ajansı’ kapsamında bulunmamız kalkınmamız açısından önemli bir fırsat. Bu ajans 2009 yılında Bakanlar Kurulu kararı ile kurulan ülkemizdeki 26 kalkınma ajansından biri. TR22 Düzey-2 Bölgesinde yani Balıkesir ve Çanakkale illerinde faaliyet gösteriyor. Kamu tüzel kişiliğe haiz bir kuruluş. Görevleri 2018 yılı 4 nolu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde düzenlenmiş. Bu görevler ve proje desteği verdiği diğer pek çok mikro alan Susurluk ilçemiz için de faydalanılması gereken fırsatlar. Kaldı ki Susurluk şayet önerimiz doğrultusunda orta vadeli stratejik bir bölgesel alt plan çalışması içine girerse, en büyük destek ve işbirliğini yine Güney Marmara Kalkınma Ajansından bulacaktır. Bu durumda HDF.1.3.2.07-Güney Marmara Kalkınma Ajansı ile yapılabilecek işbirliği ve müşterek proje imkânlarını değerlendirmek’ yararlı olur.  Hepimiz biliyoruz ki daha ziyade Tarım ve hayvancılığa dayalı bir ekonomimiz var. Bu anlamda ‘THD.03.3-Bölge ekonomisinin çeşitliliğinin az olması’ ve yakın gelecekte de bunun değişebileceği yönünde bir işaret bulunmaması ilçemizin kalkınmasını belli bir alanla sınırlıyor. Bu nedenle bölgede bir cazibe ortaya koymak istiyorsak çevremize göre mukayeseli üstünlüklerimizi netleştirmemiz ve öne çıkarmamız gerekiyor. Bu bağlamda ‘HDF.1.3.2.08-Teşvikler kapsamına giren mukayeseli üstünlüklerimize odaklanmak’ suretiyle hem teşvik edilen yatırım sayımızı hem de toplam teşvik tutarımımızı arttırmayı hedefleyebiliriz. 

‘ZY.03.2-Stratejik plan için yetişmiş eleman eksikliği’ bugün için önemli bir zayıf yönümüz gibi duruyor. Zira kalkınma için stratejik plan ne kadar gerekliyse, bir plan yapabilmek için de yetişmiş eleman o kadar şart. Ancak ‘nitelikli ya da yetişmiş eleman’ her zaman okumuş, diplomalı insan anlamına gelmiyor. İyi bir modaratörlükle Susurluk’ta böyle bir işin içinde olabilecek pek çok insan var aslında. Ancak hiç kimsenin bir kenara itilip değersizleştirilmemesi, katılımcı bir stratejik plan süreci içinde uygun olanların seçilip kazanılması gerekiyor. Bu noktada ilçe yöneticilerinden süreç içinde insanları ortak bir amaca doğru adaletle yönetmeleri bekleniyor. Sonuçta iyi, etkin bir plan; sade, iddiasız ve en az masrafla da olsa onu yapanların benimsedikleri, kendilerinden bir şeyler kattıkları ortak bir belgedir. Uygulanabilir olmalıdır. Bizim bu süreçteki rolümüz özellikle bu pandemi sürecinde muhtemel plan ekibine bir ‘online okul’ işlevi görüyor. Gönüllüler daha önce aydınlatılmış bir yolda yürüyecekler. Ancak asıl yetişmiş eleman eksikliği plan döneminde ortaya çıkacak. Bu açıdan ‘AMAÇ.2-KALKINMAYI BAŞARMIŞ ÜRETKEN BİR SUSURLUK’’ için daima ‘StrA.2.2-Nitelikli insana odaklanmak’ gerekiyor. ‘Str.2.2.1-Nitelikli insan yetiştirme’ stratejisi de bunu için zaten. O halde ‘HDF.2.2.1.01-Plan hazırlama ekibi içinden en az 7 yetenekli genci kazanmak’ zorundayız. Ki bu gençler donandıkları bilgi ve tecrübeyle Susurluğun Plan uygulamasını yürütebilsinler. 

Şu anda var olan, geleceğimizi de tehdit eden risklerden biri; ‘THD.03.5-Üretimde gerilemeler’sorunu. Şeker fabrikası ve Yörsan’ın durumu ile pandemi süreci bu meseleyi iyiden rahatsız edici hale getirdi. Doğal olarak ‘StrA.2.3-Üretkenlik ve Rekabetçilik’amacımızın ve ‘Str.2.3.1-Üretken olma’ stratejimizin önünde şimdiden dikilmiş durumda. Bu riskin daimi olmaması için hiç değilse Şeker fabrikası, Yörsan ve diğer üretim tesislerimize sahip çıkmamız şart. Geleceğe umutla bakabilmek için elimizdekilerin kayıp gitmesine seyirci kalmamamız gerekiyor. Mesela Ticaret Sanayi Odasında mevcut tesislerimiz için ve teşvikler kapsamında davet edilecek yeni yatırımcılar için ‘HDF. 2.3.1.01-Üretimi izleme ve geliştirme birimi’ kurulabilir. Bu birimde Susurluğun üretim değerleri takip edilip paylaşılabilir. Bu birimin önerileri doğrultusunda güç birliği yapabilir, gerektiğinde temas, görüşme ve işbirliği komiteleri kurulup harekete geçilebilir.  

        Mademki ‘StrA.2.4-Özgün, ileri ve Güçlü olmak’ amacımız var o halde bu istikamette belirlenmiş ‘Str.2.4.2-Her alanda ilerleme sağlama’ ve ‘Str.2.4.3-Güçlenme’ stratejisi izlememiz gerekir.  Ancak durum analizinden anlaşıldı ki bu alanda ‘ZY.03.5-Yenilikçilik, girişimcilik, markalaşma, patent, tanıtım ve pazarlama konularında geri kalınması’ ve ‘ZY.03.6-Uluslararası işbirliği deneyiminin olmaması’ gibi zayıf taraflarımız var. Diğer yandan karşımızda dış çevreden yönelmiş ’THD.03.1-Küresel ve ülke kaynaklı ekonomik krizler’ ve ‘THD.03.4-Şeker fabrikası ve Yörsan’ın durumu’ gibi ciddi riskler de var. Geleceğe yönelik düşünme, yenilikçilik, girişimcilik gibi yetenekler zamanımızda paradan daha değerli. Bu vasıfların iş dünyasına yansıması da çoğu zaman markalaşma, patent, tanıtım ve pazarlama gibi ataklarda kendini gösteriyor. Bu nedenle ‘Yenilikçilik, girişimcilik, markalaşma, patent, tanıtım ve pazarlama konularında geri kalınması’ sadece ilçemizde değil ülkemizde de yaygın olarak hissedilen eksiklikler. Bundan dolayı şayet ilçemizin geleceğini düşünüyor, gelişmesini istiyorsak; yenilikçi, girişimci ve inançlı insanlara ihtiyacımız olduğu çok açık. Onlar varsa; markalaşma, patent, tanıtım ve pazarlamanın en iyisinin yapılacağına emin olabiliriz. Aksi halde emek, zaman ve para harcadığınız ürünler elimizde kalır. Hizmeti sunmayı beceremiyorsak para kazanamayız. En önemlisi bir ‘üretim kültürümüz’ yoksa var olmayı sürdüremez, silinir gideriz. Malum meseldir: ‘Durursan düşersin!’ Kazananlar durmayıp yürüyenlerdir. Aynı şekilde eğer şehrimizin orta vadede bir cazibe merkezi olmasını istiyorsak daha fazla kişi bu ideali omuzlamalı. Bir sanayi kuruluşu sade biz istediğimiz için gelmez, akıllıca stratejilerle ilçemizi çekim merkezi yaparsak, sahip olduğumuz artılara bakarak gelir. Bu bizim daha fazla birlik beraberliğimize, daha fazla ortak akıl üretmemize, laf üstüne laf değil taş üstüne taş koymamıza bağlı. Bu anlamda kuşkusuz ‘Uluslararası işbirliği deneyiminin olmaması’ ilçemiz için bir dezavantaj. Zira bu deneyimin yaşandığı ihracat ve ithalat faaliyeti neredeyse yok denecek kadar az. Ayrıca bu hususta güçlü olmak öncelikle yabancı dil bilmek ve dijital iletişim teknolojileriyle içli dışlı olmayı da gerektiriyor. Gerek eğitim alanında gerekse iş yaşamında bu alana yatırım yapmak artık bir lüks değil zorunluluk. Başta oda ve borsamız olmak üzere, yönetici ve STK’larımız da bu konuda üstlerine düşeni yapmalılar. Dış ticaret öncelikle elbette bu konuda çalışan kişi ve firmaların konusu. Bu bağlamda orta vadede Susurluk’ta konuşlanması muhtemel tarım, sanayi, ticaret ve hizmet sektörü kuruluşlarıyla birlikte ihracat ve ithalat faaliyetlerinin de yoğunlaşacağını bekleyebiliriz. Kaldı ki bu günün ve yarının teknolojisiyle dünyanın her yerine sanal iletişim mümkün. Dünya ticaretinin önemli bir kısmının internet üzerinden döndüğünü biliyor, görüyoruz. O halde Susurluk bilinçli bir şekilde bu zayıflığını azaltmanın ve giderek güçlü hale gelmenin stratejik yollarını bu günden bulabilmelidir. Geçmiş yıllarda %10 civarına düşen işsizlik oranı son yıllardaki krizlerle beraber bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de büyüyor. Nüfus artış oranından daha fazla büyüme ve yatırım gerçekleşmezse istihdam meselesinin orta vadede de konuşulması kaçınılmaz olacak. Bu konu şayet yeni iş sahaları açılmazsa derinleşen bir sorun olarak hayatımızı olumsuz etkilemeye devam edecek. Bu güne kadar gerek küresel gerekse ulusal düzeyde pek çok ekonomik kriz gördük yaşadık. Gelecekte de bu türden krizlerle karşılaşmamız kaçınılmaz. Bu nedenle her an böyle dalgalanmalara kendi çapımızda hazırlıklı olmak zorundayız. Mücadele için hem ülke idaresinin ortaya koyduğu tedbirlere hem de kendimize göre geliştirdiğimiz korunma tekniklerine uygun davranmamız gerekiyor. Diğer yandan ilçemizin iki stratejik üretim tesisi olan Şeker fabrikası ve Yörsan’ın durumunu pozitife döndüremezsek ileri ve güçlü olmamız çok zorlaşacaktır. Bütün bu sebeplerle her alanda ilerleme sağlamak istiyorsak ‘HDF.2.4.2.02-Yenilikçi ve girişimci insanlarımıza destek olmak’, ‘HDF.2.4.2.03-Markalaşma, patent, tanıtım ve pazarlama konularında gelişme sağlamak’ zorundayız. Ayrıca ‘HDF.2.4.3.01-Uluslararası işbirliği deneyimini arttırmak’, ‘HDF.2.4.3.02-Ekonomik krizlere karşı iç kaynaklı savunma planları geliştirmek’ ve ‘HDF.2.4.3.03-Şeker fabrikası ve Yörsan için özgün ve kalıcı bir çözüm üretmek’ diğer hedeflerimiz olmalı. 

Kuşkusuz ‘ZY.03.3-Geleceğin Planlanmasına idari kadroların ve partilerin farklı bakış açıları’ bir zafiyet olarak bu tür süreçleri oldukça olumsuz etkiler. Toplum olarak her meseleye devlet ağırlıklı bakış açımız sebebiyle idari kadroların geleceğin planlanmasında daha etkin olduklarını düşünür ve bekleriz. Oysa o idari kadroları belirleyen siyaset ya da politika yapanlar değil midir? Uygulamada sıkıntılar çıkmaya başlayınca kimse başarısızlığı üstüne almak istemiyor. Neticede öyle ya da böyle un varken, şeker varken bir türlü helva yapılamıyor. Oysa geleceğin Planlanması her şeyden önce geleceğe yönelik düşünme gerektiriyor. Bu açıdan ZY.03.4-Geleceğe yönelik düşünmeme’ zayıflığı stratejik plan yaklaşımının önündeki en büyük engellerden biri. Belki kâğıt üzerinde plan yapmakta gerçekten başarılıyız. Fakat iş uygulamaya gelince maalesef sınıfta kalıyoruz. Elbette ki bunun da birçok nedeni var. Ancak; gerek siyasilerde, gerek alt düzeyde politika yapanlarda, gerek toplumda etkili sivil toplum önderleri ve idari kadrolarda, hatta tüm toplumda geleceğe yönelik düşünmeme her konuda iyileşmeye engel bir zayıflık. Hâlbuki resmî kurumlar, STK’lar ve siyasiler yörelerine gelecek her yatırım için ortak hareket etmek zorundalar. Neticede her bir yatırım ilçemizin ve gençlerin geleceği demek oluyor. Bunun için elbette geleceğe yönelik düşünebiliyor olmaları, ortak bir gelecek vizyonunda buluşup onu paylaşıyor olmaları şart. Yoksa kısa görüşlü eski alışkanlıklarla hareket edip, kısır çekişmelerle, politik tartışmalarla zaman tüketecek olurlarsa bundan en başta yine ilçemiz ve insanımız kaybetmiş olur. Karamsar olmaya da gerek yok. Sonuçta ne olacaksa olacak. Önemli olan muhtemel değişim ve gelişimi önceden görebilmek. Öngörebilirsek, planlayabilirsek ve stratejik hamlelerle hedeflerimize ilerleyebilirsek başarılı olabiliriz. Bunun için de anlamak, benimsemek, inanmak, desteklemek ve katkı vermek gerekiyor. Neticede hem geleceğin Planlanmasına idari kadroların ve partilerin farklı bakış açılarını gidermek, hem de geleceğe yönelik düşünmeme alışkanlığını aşmak istiyorsak çözüm; ‘Str.3.2.1-Sürekli değişim-dönüşüm ve gelişim’ stratejisini uygulamaktan geçiyor.  Bunun için de: ‘HDF.3.1.1.01-Katılımcı bir yaklaşım benimsemek’, Stratejik plan ekibini de ‘HDF.3.2.1.01-Gelecek odaklı düşünen–resmi/sivil-gönüllülerden bir çekirdek ekip seçmek’ yararlı olabilir. yyalcin3@gmail.com